Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

5 ayda ne değişti?

Yayının deşifresi (Yayına hazırlayan Sedat Ateş):

1 Kasım seçimleri gerçekten çok tarihi bir seçim oldu, etkileri de tarihi olacağa benziyor. 1 Kasım akşamı sonuçlar büyük ölçüde belli olduktan sonra bir değerlendirme yapmıştım. O söylediklerimi kısmen tekrarlamak durumundayım ama esas olarak “beş ayda ne değişti de bu sonuç oldu?” Yani AKP artı 9 puan kazandı, CHP yerini korurken diğer partilerde çok ciddi oy kayıpları yaşandı. Buna MHP ve HDP’nin dışında Saadet Partisi ve Büyük Birlik Partisi de dahil. Onlarda da çok ciddi oy kaybı yaşandı.

Bu konuda farklı şeyler söyleniyor. Özellikle seçimi kaybeden taraflara yakın çevreler bunu genellikle AKP’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beş aydaki uygulamalarına bağlıyorlar. En özlü ifade Cumhuriyet gazetesinin bugünkü manşeti: “Korkunun Zaferi”. Okuyalım: “Anketler de muhalefet de yanıldı. AKP en kritik seçimi sürpriz şekilde kazandı. Canlı bombalar, şehitler, beyaz Toros tehditleri, ekonomik kriz endişesi derken Erdoğan’ın erken seçim taktiği tuttu ve beş ay önce oyu yüzde 40.8 olan AKP dün yüzde 49.4’ü bulup tek başına iktidar oldu.”

Seçmende kaos algısı yarattığını söylüyor. Bütün bunlar doğru olabilir ama “korkunun zaferi” olarak tanımladığınız zaman şunu söylemiş oluyorsunuz: “Seçmen korktu, korktuğu için de AKP’ye oy verdi”. Nitekim Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ın yazısının başlığı da “Seçmen ölümü görüp sıtmaya razı oldu”. Yanılmıyorsam Haluk Şahin de bugün benzer şeyler söylemişti. Yani insanların gözü korkutuldu.

İnsanların gözü korkutulmuş olabilir, kaosla, ekonomik kriz endişesiyle korkutulmuş olabilir; sonuçta insanlar sandığa giderken beklenti ve kaygılarıyla hareket ediyor, bunu biliyoruz, dünyanın her yerinde böyle; ama birileri o korkuyu işlerken birilerinin de o korkunun geçersiz olduğunu anlatabilmesi lazım. Siyaset ve seçim yarışı böyle bir şey. Özetle çok net bir şekilde şu oldu: AKP şu ya da bu şekilde korkuyu işledi diyelim, insanlarda kaos endişesi yarattı, ama diğer partiler buna cevap veremediler, bunu geçersiz kılamadılar.

Sonuç olarak Cumhuriyet’in iç sayfasındaki manşete geliyoruz ki doğru olan bu bence: “AKP’nin satrancı tuttu.” Evet, neydi AKP’nin satrancı? Sırayla gidelim: Bir, çatışma ortamının tırmanmasıyla beraber MHP tabanından oy almak; iki, 7 Haziran’da HDP’ye oy vermiş olan seçmeninbir kısmının kendisine geri gelmesini sağlamak; bu arada Büyük Birlik Partisi ve Saadet Partisi gibi 7 Haziran’da çok etkili olamamış partilerin oylarını da büyük ölçüde almak ve kendi tabanından olup da 7 Haziran’da sandığa gitmemiş olanları kendi lehine çekmek; ve son olarak da yeni genç seçmenlerin büyük kısmının oyunu almak. Buna yurtdışındaki oyları daha da artırarak elde etmeyi ekleyebiliriz. Yani yaptığı hesaplar ortadaydı, bunu baştan beri söylüyorduk. Ve bizler, dışardan bakanlar, analiz yapanlar genellikle şunu söylüyorduk: “Bu kadar kısa süre içerisinde bütün bu planların tutması mümkün olamaz”. Kamuoyu araştırma şirketleri de herhalde bu önkabulden yola çıktılar ve genellikle en fazla kılpayı tek başına iktidar ya da yine koalisyon gösterdiler.

Ama bu hesaplar tuttu, tutmasının iki nedeni var: Bu hesabı yapanların akıllıca hareket etmeleri ve bunu hayata geçirmede başarılı davranmaları, ama daha önemlisi bu hesabı boşa çıkartması söz konusu olan diğer partilerin başarısızlığı. Tabii ki burada imkânların eşit olmaması, özellikle HDP açısından baskılar, medya ambargosu gibi bütün her şey vardır, ama bunlar farklı dönemlerde farklı şekillerde de vardı. Çok net bir şekilde söyleyebiliriz ki, birileri, AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan birtakım hesaplar yaptı; birileri de bu hesapları boşa çeviremedi.

Hatırlayın, 7 Haziran gecesi erken saatlerde Devlet Bahçeli çıkıp Türkiye’nin bir erken seçime gitmesini önerdi ve kendilerinin hazır olduğunu söyledi. Aynı Bahçeli şu ana kadar bildiğim kadarıyla henüz kameralar karşısına çıkabilmiş değil. Yaptığı yazılı açıklamada da “seçmen koalisyon istemeyen AKP’ye tek başına iktidar verdi” gibi bir saptama yapmış, bu hiçbir anlama gelmiyor tabii ki. Aynı şekilde Selahattin Demirtaş da başından itibaren AKP’nin ve Erdoğan’ın yeniden seçim düşüncesinde olduklarını kendilerinin bildiğini söylemişti ama bu süreçte, erken seçim sürecinde AKP’nin oyununu boşa çıkaracak şeyler yapamadılar. Mesela PKK’nın çatışmalara tekrar başlamasını, tırmandırmasını engelleyemediler, kent merkezlerinde genç grupların hendek kazmaları gibi olayları engelleyemediler, özyönetim ilanlarının ve bunun yarattığı krizin önüne geçemediler, birtakım açıklamalar yaptılar ama bunlar genellikle medyada fazla yer bulamadı.

Hendeklerden söz etmişken bir noktanın altını çizmek lazım. HDP’nin ve Kürt hareketinin özellikle çok güçlü olduğu Cizre, Yüksekova gibi birçok yerde yaşanan sokak olaylarının, çok sayıda sivil kayıpla sonuçlanan bu hadiselerin seçim sonuçlarına olumsuz etki yaptığı yolundaki eleştirilere şöyle cevaplar veriliyor: Bu olayların yaşandığı yerlerde HDP’nin oyu azalmadı, tam tersine bazı yerlerde arttığı söyleniyor. Ancak dikkat edilirse buralar zaten HDP’nin yüzde 60-70’in üzerinde oy aldığı yerlerdi. Artmış olsa bile bunun çok fazla bir anlamı yok. Ama güçlü olduğu yerlerde gerçekleştirdiği bu olaylar, Kürt hareketinin çok güçlü olmadığı, belli bir ilginin olduğu yerlerde kaçışı beraberinde getirdi. Şöyle somutlayabiliriz: Erzurum’da milletvekili çıkaramadı, çıkarmıştı kaybetti, Antalya’da kaybetti, Aydın’da çıkarmayı umuyordu çıkaramadı, Adana’daki iki milletvekilinden birini kaybetti ya da şu anda tartışmada, Antep’te milletvekili sayısı azaldı. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. En önemlisi İstanbul’da, itirazlar var ama, dört milletvekili kaybetmiş durumda. Birinci ve ikinci bölgeden birer, üçüncü bölgeden iki milletvekili. Bu kayıplarda Cizre, Nusaybin, Yüksekova gibi yaşanan yerlerde olayların etkisi var kesinlikle. Bu korku mudur? Bu korku değil, insanların gerginlik içerisinde, çatışma ortamında yaşamak istememelerini, barış istemelerini, sükûnet istemelerini korku olarak tanımlamak yanlış olur. Bu başka bir şey. HDP bu anlamda insanlara bu garantiyi veremedi. Tek başına istese de veremezdi belki, çünkü bunun esas adresi Kandil’di. Ama HDP kendisine 7 Haziran’da oy verip kredi açmış belli kesimlere bu kredinin uzun vadeli olmasını sağlayamadı. Bu çok ciddi bir olaydır.

CHP’ye baktığımızda da, 7 Haziran’dan sonraki bütün sükûnetine, yapıcı tutumuna rağmen bir adım bile ileriye gidemedi. CHP’nin mahkûm olduğu yüzde 25’lik bir sınır var. HDP ve MHP’den bu kadar oy kayışı varken, küçük partiler erirken, beş ay içerisinde ciddi sayıda yeni seçmen katılmışken CHP’nin hâlâ yüzde 25’te kalması bir başarısızlıktır.

Sonuç olarak baktığımız zaman seçmeni suçlamanın hiçbir anlamı yok. “Seçmen korkutuldu, korkusuna yenik düştü, dolayısıyla yüzde 49’u oyunu AKP’ye verdi” demenin önümüzdeki döneme yönelik olarak muhalefet partilerinin işine yarayacak bir şey olduğu söylenemez. Şunu çok iyi biliyorum, Kemal Kılıçdaroğlu CHP’de, insanların bedava erzak, kömür, makarna dağıtımı nedeniyle oylarını verdiği yolundaki söylemleri kendi tabanına yasaklamaya çalışıyordu. Çok isabetli bir şeydi, tam becerebildi mi emin değilim, ama şimdi tekrardan seçim sonuçlarına bakıp AKP’ye oy veren insanları cahillikle, kandırılmışlıkla, aldatılmışlıkla, korkutulmuşlukla eleştiriyor olmalarının demokratik kültüründe yeri olduğunu düşünmüyorum. Eleştirilecek biri varsa o da AKP’ye karşı kaybetmiş olan bütün partilerdir. Bu eleştiriyi oy veren seçmene yöneltmek doğru değil.

Ama bu herkesin yaptığı bir şey. 7 Haziran’dan sonra AKP’liler bunu yapmıştı. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan bile yapmıştı. Kendilerine oy vermeyen seçmeni yanlış yapmakla eleştirmişlerdi. Ama hemen ardından bunu telafi etmek için bir dizi stratejiyi devletin imkânlarını, medya imkânlarını sonuna kadar kullanarak hayata geçirdiler. Çok güçlü olabilirler, çok geniş imkânlara sahip olabilirler, rakipleri buna sahip olmayabilirler, bunların hepsi doğru; ancak eğer sizin davanız haklıysa, söylediklerinizde eminseniz her türlü engellemeye rağmen seçmene, halka, topluma kabul ettirebiliyor olmanız lazım. 7 Haziran öncesi HDP hiç de parlak koşullarda seçime girmemişti. Binaları bombalandı, mitinglerine bombalar konuldu, saldırılar yapıldı, birçok yerde adayları taciz edildi, Anadolu’nun dört bir tarafında binalarına saldırılar oldu, buna rağmen yüzde 13 oy ve 80 milletvekili çıkarabilmişti. Çünkü orda HDP bir şey yakalamıştı. Bu seçimde o yakalamış olduğu şeyin bir kısmını en azından elinden kaçırdı ve tekrar toparlayamadı.

Dolayısıyla bir yüzleşme olacaksa bu, seçmenle değil, muhalefet partilerinin kendi içlerinde olması lazım. Şu ana kadar gördüğüm kadarıyla bu konuda en istikbal vadeden parti HDP. İlk onlar çıktılar medyanın karşısına ve kendilerini de eleştirdiler. Tabii ki imkânsızlıklarını, yaşadıkları sorunları, baskıları da dile getirdiler; ve bildiğim kadarıyla yarından itibaren kendi içlerinde çok ciddi değerlendirmeler yapacakları anlaşılıyor. Ama unutmayalım ki normal şartlarda bir sonraki seçim dört sene sonra ve bu meclis AKP iktidarının daha önceki dönemlerinde olduğu gibi muhalefet partilerini çok fazla umursamadan bir yığın yasa çıkartacağı bir meclis olacağa benziyor. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlık hayalini bu defa ciddi bir şekilde zorlayacağa benziyor. MHP’de ve kısmen CHP’de ve belli ölçülerde HDP’de iç tartışmalar yaşanacak ve AKP’ye buralardan katılımlar söz konusu olabilecek. Yani önümüzdeki süreç çok kritik. AKP çok güçlü ve özgüveni yüksek ve diğer partiler ayrı ayrı çok ciddi krizler yaşıyor. Bu krizleri atlatmanın yolu kesinlikle ve kesinlikle seçmeni suçlamak, seçmene zaaf atfetmek değil.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.