Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Suriye’de binlerce kişinin can verdiği hapishane: Saidnaya

“Ruhumun bir parçası ölmüş gidiydi. Olanlardan sonra bir daha hiç gülmedim ve eğlenmedim.”

“Aklımı kaçırmaya çok yakındım.”

Bu iki ifade Suriye’nin Şam kentinde yer alan ve siyasi suçluların tutulduğu Saidnaya Hapishanesi’nde kalan mahkumlardan bir üniversite öğrencisi ile bir profesöre ait. İçerisinden hiçbir fotoğrafının bulunmadığı, gazetecilere ve uluslararası gözlemcilere kapalı olan bu korku dolu yerde yaşananları Uluslararası Af Örgütü ortaya çıkardı.

1457085793

İç savaşın başladığı 2011 yılından beri Suriye’de binlerce kişi rejime karşı politik organizasyonlarda yer aldığı gerekçesiyle tutuklandı. Bu tutuklananlar arasında silahlı cihatçı grupların militanlarının yanı sıra sadece barışçıl eylemlere katılan ya da savaş mağduru kişilere yardım edenler de yer alıyor. Saidnaya Hapishanesi bu siyasi tutukluların toplandığı hapishanelerden ya da gözaltı merkezlerinden sadece biri. Özellikle savaş başladığından beri içinde neler yaşandığını kimse bilmiyor. Ancak her seferinde adı işkencelerle, tecavüzlerle ve ölümlerle anılıyor.

Uluslararası Af Örgütü, daha önce burada kalmış kişilerin deneyimlerine dayanarak özel bir rapor hazırladı. Adli mimari dalında uzmanlaşmış kişilerle birlikte özel bilgisayar programları kullanarak mahkumların deneyimleri ışığında, uzun süreli çalışmalar sonunda hapishanenin içine dair planlar çıkarıldı. Özel hücreler ve mahkumların yaşadıkları bu program sayesinde görsel bir hale getirildi.

Muhalif olan herkes riskte

Örgüt, raporun girişinde hapishaneyle ilgili şu açıklamalara yer verdi:
“İnsanlar açlıktan ölüyor. En basit bir tıbbi gereksinimleri bile karşılanmıyor; kesiklerden ve batık tırnaklardan dahi ölüyorlar. Çoğu itirafta bulunmaları için acımasızca dövülüyor, tecavüze uğruyor, elektrik şokuna maruz bırakılıyor.

Suriye hükümetine karşı olan herkes riskte. İşçiler, İş insanları, öğrenciler, blog yazarları, üniversite profesörleri, avukatlar, doktorlar ve gazeteciler, komşularına yardım edenler, aktivistler…

Beraber Suriye hapishanelerindeki dehşeti bitirmeliyiz. İlk önemli adım olarak Suriye hükümeti bağımsız gözlemcilere bu acımasız alıkoyma merkezlerini incelemek için izin vermeli.”

Raporda 2011’den bu yana 17 bin kişinin hapishanelerde öldüğü, 65 bininin tutuklandığı ve 11 milyondan fazlasının yerinden edildiğini belirtiliyor.

damaged-buildings-syrian-civil-war1

Hoş geldin partisi

Saidyana’ya gelir gelmez mahkumların deyişiyle “hoş geldin dayağı” başlıyor. Daha önce cezaevinde kalan Cemal Abdu hapishaneye girişlerini ayrıntılı bir şekilde hatırlıyor: “Elleri arkadan bağlı 27 mahkumduk. Gözlerimizi kapayıp bizi araca koydular. Araç et taşıma aracıydı ancak bizi içine tıkmışlardı. Biraz daha iyi olan bir polise nereye gittiğimiz sorduk. ‘Saidyana’ya gidiyorsunuz, Allah yardımcınız olsun’ dedi. İnsanlar ağlıyordu, korkunç bir yere gittiğimizi biliyorduk. Herkes donakalmıştı ve titriyordu, ölüme gittiğimizin farkındaydık. Sonra hapishane kapısından içeri girdik ve araç durdu. 10 dakika boyunca hiçbir şey olmadı. Hiçbir ses dahi duymuyorduk. Hepimiz daha önce duyduğumuz hoş geldin dayağının gerçek olup olmadığını merak ediyorduk. 10 dakika sonra dayanılmaz bir stresle beklemeye başladık. Aniden büyük bir ses oldu. Gardiyanlar bize canavarlar gibi yaklaşmaya başladı. Küfürler etmeye başladılar. Daha sonra bir daha akıllarımızdan çıkmayacak o iç karartıcı sesi duyduk: Aracın demir kapısının açılma sesi.”

Kapılar açıldıktan sonrasını ise diğer bir eski mahkum olan Salim Osman şöyle anlatıyor: “Vardığımızda gardiyanların bağırışlarını duyduk. Yenileri karşılamaktan dolayı heyecanlıydılar. Aracın kapıları açılır açılmaz her bir gardiyan bir mahkumu yakalayıp dövmeye başladı. Mahkumların elleri kelepçeli ve gözleri kapalıydı, bu nedenle bir şey görmeniz mümkün değildi. Aşağılama gözlerin kapanmasıyla başlıyordu. Daha sonra her mahkum aşağılayıcı bir pozisyona sokuluyordu.”

e20f19770adf9417677fcfd5e3dfe8a4d284e194

Hücreler

Mahkumlar bu noktadan sonra hücrelere dağıtılıyordu. 3 metreye 3 metrelik hücrelere bazen 9 kişi atılıyordu. Hücreler tamamen karanlık ve sessizdi. Hapishanenin hiçbir yerinden ses gelmiyordu. Mahkumların konuşması kesinlikle yasaktı. Duydukları tek ses suyun borular içinden damlayan sesiydi. Tamamen çıplaktılar. Birbirlerinin yüzünü görmedikleri için konuşmaya korkuyorlardı. Aralarında ya da kapının hemen dışında bir gardiyan olabileceğini düşündükleri için ses çıkaramıyorlardı.

e17d81b13d5aceebc843c7c59697df8b18485efd

Hücrelerde işkence devam ediyordu. Samir el Ahmed yaşadığı bir olayı şöyle anlatıyor: “Hücre kapısının altında 30 cm kadar yukarıda dikdörtgen şeklinde bir kapak vardı. Yüzümden çok az daha büyük bir şey. Gardiyanlardan biri geldi ve ‘hücre neden pis’ diye sordu. ‘Çünkü biz pisiz. Hücreyi temizleyecek suyumuz yok’ diye cevap verdik. Sonra bana ‘kafanı dışarı çıkar’ dedi. İlk başta anlamadım. ‘Nasıl?’ dedim. Kapağı göstererek ‘buradan’ dedi. Kafamı oradan çıkarabilmem mümkün değildi. Kafamı yana yatırarak çıkarmamı istedi. Dediği biçimde çıkardıktan sonra bir anda kafamı düzleştirdi. Boğazım o dikdörtgen boşluğun köşelerine sıkıştı. Sonra bütün ağırlığıyla kafama zıplamaya başladı. Nefes alamadım. Ne hissettiğimi bile bilmiyorum, bütün dünya son sürat dönüyordu. Birkaç kez zıpladı, kafamı geri çekmeye çalışıyordum ama sıkışmıştı. Sonra zıplayıp tekmelemeye devam etti. Kanım zemine akıp yayılmaya başladı. Dayanılmaz bir acı ve aşağılamaydı. Ve en sonunda neredeyse bilinçsiz hale geldiğimde bıraktı.

Cemal Abdu hücrelerde yaşanan korkunç olaylardan bir başkasını şöyle anlatıyor: “Bir keresinde 3 gün suları kestiler. İnsanlar kirli tuvaletin yanından sızan suları yalamaya çalışıyordu. 3 gün sonra bize küçük bir kâse dolusu su getirdiler. Dokuz kişiydik. Hepimiz için az su olduğundan aramızdan biri herkesin içtiği su miktarını gözlüyordu. Ancak sonra fark ettik ki kabın içinde delik varmış ve su oradan yere boşaldı. Çoğumuz dizlerimizin üzerine çökerek yere boşalan suyu yalamaya başladık. Sonra başka bir üç gün boyunca yine suyu kestiler. Halüsinasyonlar görmeye başladık. Düşüncelerimiz arasında kayboluyorduk. Gözlerimi kapattığımda şelaleleri görüyordum. Sonra bir arkadaşım yanıma geldi ve eğer su getirmezlerse tuvalettekini içeceğini söyledi. Sonra ona ‘neden utanıyorsun?’ dedim, ‘eğer su gelmezse hepimiz tuvaletteki suyu içeceğiz.”

Sürekli Açlık

Yine eski mahkumlardan Enes Hamado ise akşamın korku saatleri olduğunu belirtiyor. Çünkü akşam saatlerinde yemek dağıtılıyordu (sadece 24 saatte bir) ve Hamado’nun deyimiyle “yemek demek dayak demek”ti. Yemekler mahkumlar için yetersizken bir de dayak atılarak veriliyordu. Hücrelerde sürekli aç kaldıklarını anlatan Hamado o günleri şöyle anlatıyor: “En kötü şey açlık. Bazen biz bir şeyler yerken yanımızda ölü biri duruyordu. Ayağa kalktığımız zaman başımız dönüyordu. Hangi gün hangi yemeği getireceklerini biliyorduk. Ama hiçbir zaman yeterli olmuyordu, hep azdı. Yumurta kabuğu ve zeytin çekirdeği de dahil her şeyi yiyorduk. ”Mahkumlardan biri ise tanıdığı birinin hapishaneye 100-110 kilosu arası girip 45 kilo çıktığını anlatıyor.

Uluslararası Af Örgütü raporun ardından herkesi harekete geçmeye ve birlikte bu şiddeti durdurmaya çalışıyor. Raporda yer alan “take action” butonuna basarak ABD ya da Rusya’ya konu hakkında mail göndermek mümkün. Örgüt tarafından raporla ilgili yapılan videoyu izlemez için tıklayın.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.