Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Trump hızlı başladı & Astana Zirvesi’nde Suriye’de Kürtlere özerklik iddiası

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/304926732″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Transatlantik’le karşınızdayız. Washington’da Gönül Tol ve Ömer Taşpınar’la hem ABD’yi, hem Türkiye’yi, esas olarak da bölgeyi –Suriye’de peş peşe çok önemli gelişmeler yaşanıyor– bunları konuşacağız. Arkadaşlar merhaba.

Gönül Tol: Merhaba Ruşen.

Acayip bir hafta yaşamışa benziyorsunuz. Biraz “Gülme komşuna gelir başına” olayı oldu galiba, ne dersin Ömer? Trump bizim Amerika’da bir establishment, müesses nizam var, onun bu kampanyada söyledikleri kolay kolay yapılacak işler değil duygusu bayağı bir egemendi ama, gelir gelmez Oval Ofis’te imzaladığı şeylerle pozlar vere vere dünyanın ve Amerika’nın ve en azından şu ilk aşamada Meksikalıların yüreğini bayağı oynattı. Ne dersin?

Ömer Taşpınar: Doğru. Gerçekten hızlı başladı Trump göreve ve aslında belki de görevi devralma konuşmasından başlamak lazım Ruşen. Geçen hafta seninle yayın yaptığımızda o gün görevi devraldı Trump ve son derece kötümser bir konuşma yaptı. Bütün arkasında Kongre üyeleri ve görevi devralma sırasında bütün kameralar önünde, yani neredeyse 70-80 milyon kişi televizyon ekranlarında seyrederken öyle bir konuşma yaptı ki Amerika için. “Amerika şu anda bir enkaz içinde” dedi. “Biz bu enkazı devralıyoruz, bir kıyım yaşanıyor” dedi. Amerika’da bir kan revan tablosu çizdi. “Ve ama artık bu bitiyor” dedi. “Çünkü milli irade iktidarda” dedi. Aynen bizim alışkın olduğumuz bir şekilde, “Artık halk iktidarda, milli irade iktidarda ve Amerika benim sayemde kurtulacak” dedi. Obama bunu sakin sakin dinledi ve göreve veda etti arkasında. Ertesi gün Trump CIA’e giderek –biliyorsun istihbarat kurumlarıyla bir sorunu vardı–, CIA’de medyaya savaş açtı. Dedi ki: “Bizim medyayla şu anda bir savaşımız var”. Ve herkes ondan CIA ile ilgili, Rusya ile ilgili bir konuşma yapmasını beklerken “Dün” dedi, “açılış konuşmamda, görevi devralma konuşmamda medyanın yaptığını gördünüz. Milyonlar beni seyretti ama medya Obama’nın göreve geldiği dönemle, 2009’la kıyasladı ve bizim rakamlarımızı, beni seyreden milyonların rakamlarını küçülttü. Bu gazeteciler kadar sahtekâr, ahlâksız insanlar olamaz” dedi. Ve herkesin şaşkın bakışları arasında Beyaz Saray Sözcüsü medyadan soru almadan o gün medyayı lanetleyen, eleştiren bir konuşma yaptı. Göreve böyle başladı. Ve arkasından da arka arkaya bir sürü karar verdi. Mesela Meksika’ya duvarın konulması, sağlık sigortasının kaldırılması için düğmeye basmak, NATO’yla ilgili açıklamalar, işkenceyle ilgili açıklamalar, CIA’in işkence yapılan karanlık hapishanelerinin tekrar başlamasıyla ilgili açıklamalar ve bir şaşkınlık halinde Çin’le ilgili açıklamalar, Tayvan’la ilgili “tanıyabiliriz”… Çin’e de saldırmaya başladı. Herkes şaşkınlık içinde izliyor şu an Trump’ı.

Peki Gönül, ne dersin? Bir yerde birileri –geçen onu konuştuk dış politika ağırlıklı olarak– atadığı birtakım bakanlar vs., daha gerçekçi, daha realist, düzenin içinden geliyor, onlar buna sınır çeker falan. Ama bu gördüğümüz kadarıyla kimse ona bir şey demiyor ve bayağı, kampanyada ne dediyse, teker teker hepsini yapacakmış gibi duruyor.

Tol: Tabii bu söylediklerini icraata döküp dökemeyeceği önemli Ruşen. Çünkü mesela bu kadar agresif bir kampanya süreci yürüttü ve görevi devraldıktan sonra da son derece saldırgan bir üslup takındı. Fakat diğer taraftan Savunma Bakanı General Mattis geldiğinin ilk günü, göreve başladığının ilk günü NATO Genel Sekreteri’ni aradı biliyorsun – Amerika’nın NATO’dan çıkmasına dair bir şeyler söylemişti Trump kampanya sırasında, fakat seçtiği Savunma Bakanı’nın NATO Genel Sekreteri’ni işbaşı yaptığı ilk günde araması ve diğer NATO müttefikleriyle sıkı bir işbirliği içerisinde olacağını vurgulaması akla şu soruyu getiriyor: Evet, bürokratlarıyla, kendi seçtiği insanlarla, bakanlarıyla, Savunma Bakanı’yla, Dışişleri Bakanı’yla arasında en azından bizim şu âna kadar gördüğümüz kadarıyla söylem açısından bir uçurum var. Fakat bu ne kadar politikaya yansıyacak? Ne kadar politikayı şekillendirecek? Şu an bence söylemek o kadar kolay değil.

Ömer, şunu soracağım: Demin sen bahsettin mesela. İşkence meselesi ya da CIA’in Avrupa’da daha çok olan gizli işkencehaneleri, hapishanelerinin tekrar gündeme gelmesi, şu, bu… Görüyoruz ki Trump’ın basın özgürlüğü konusundaki tutumu da belli. Temel hak ve özgürlükler, evrensel meselelerde, hak ve özgürlükler konusunda hiç de öyle saygılı bir tutum takınmayacağa benziyor. Zaten bunun işaretlerini çok net bir şekilde vermişti. Kadınlar şikâyetçi. LGBTİ’ler hakkında birtakım uygulamalar, web sayfasından kaldırma, şu bu gibi şeyler söyleniyor falan. Bu nasıl bir atmosfer? Olayın dünyaya yansımasını bir kenara koyalım ama –o ayrı bir kalem– ABD’de bayağı bir kazanılmış haklar var ve uzun zamandan beri giden bir duruş var. Bir kamuoyu var. Toplumun yarısı, yarısından fazlası oy vermedi, ama bu hakların büyük bir çoğunluğu yıllarca süren mücadelelerle kazanılmış ve bir başkan sanki bunların hiçbirisini önemsemiyormuş, hatta bir kısmını geri alabilirmiş gibi bir hava var. Ne olacak, buradan ne çıkacak?

Taşpınar: Her şeyden önce çok ciddi bir kutuplaşma başladı Amerika’da. Ülkeyi neredeyse aratmayacak derecede bir kutuplaşma var. Trump’a karşı cephe almış çok ciddi bir basın var. Ve Trump’ın baş danışmanı Steve Bannon diye bir adam. Bu ırkçı bir adam ve bayağı sağda, faşizan haftalık bir derginin editörüydü. Şu anda başdanışmanı Trump’ın. Dün New York Times’a bir söyleşi verdi ve dedi ki: “Amerika’daki elit medyanın artık çenesini kapaması gerekiyor ve birazcık dinlemeleri gerekiyor bizi, halkı”. “Hata üzerine hata yaptılar. Kampanya sırasında gerçekleri görmediler. Şu andaki gerçekleri görmediler. New York Times başta olmak üzere medyanın çenesini kapaması gerekiyor” dedi. Tabii Amerika’da güçlü bir basın var, Türkiye’den farkı o. Basın da gerçekten Trump’a karşı, Trump’ın her söylediğini tartıyor, gerçek mi yalan mı ölçüyor ve sürekli Trump’a saldıran bir Washington Post, bir New York Times, bir CNN var. Bunlar bir şekilde Türkiye’de olmayan bir mücadeleyi yürütüyorlar. Çünkü Trump alternatif gerçekler üzerinden gidiyor. Mesela aslında Hillary’ye fazladan 3 milyon kişi oy verdi. Yani milli irade dediğinde Hillary daha fazla oy aldı. Trump bunu kabul etmiyor. “O 3 milyon kişinin çoğu”, diyor, “ülkede kanunsuz şekilde bulunan göçmenler oy kullandı” diyor. “Ölüler bile oy kullandı” diyor, “Demokratlar sahtekârlık yaptı, o yüzden o rakamlar üstte” diyor. Buna karşın, basın çıkıyor, rakamlarla söylemeye çalışıyor. Aynen yine devralma konuşmasındaki kalabalık meselesi. Basın bunların üzerine gidiyor. Sonra, demin bahsettiğimiz işkence meselesi ve CIA’in hapishanelerinin tekrar açılması konusunda Trump bir şey söylüyor, fakat tabii resmi olarak bu politikaya dönmediği için arkasından geri adım atabiliyorlar. Ve Gönül’ün anlattığı gibi, şu anda kabine tam oluşmadığı için de bir ümit var. “Acaba Pentagon, CIA’in başı, Dışişleri Bakanlığı bir şekilde hâlâ Trump’ın söylediklerini dengeleyici bir noktaya getirebilir mi?” diye. Ama şurası kesin, Beyaz Saray Trump’ın liderliği altında son derece radikal adımlar atmaya yönelik gidiyor. Buna karşı kabine, Kongre, yargı ve basın güçler dengesini ve fren mekanizmalarını oluşturmaya çalışıyor. Fakat Kongre’de, hem Senato’da hem de Temsilciler Meclisi’nde Cumhuriyetçilerin üstünlüğü var. Ve Cumhuriyetçiler şu anda Trump’ın arkasında dizilmiş durumdalar. Sadece işkence gibi konularda çok radikal ve insanları infiale sürükleyecek programlar izlediğinde o Cumhuriyetçi establishment Trump’a dur diyebilir. Fakat duvar konusunda mesela, Meksika’yla ilişkiler konusunda inanılmaz bir duruma geldik. Önümüzdeki hafta Meksika başbakanı Washington’a gelecekken iptal etti. Ve Trump diyor ki “Sadece duvarı yaptırmayacağım. Bu duvarı Meksikalılar ödeyecek” diyor. Ve nasıl ödeyecekler? “Meksika’dan ithal edilen ürünlere yüzde 20 vergi getiriyorum” diyor. Bu ne demek? Amerika’daki ürünlerin yüzde 20 pahalılaşması demek. Enflasyon demek. Ekonomik açıdan da Amerika’yı zora sokacak politikalar izlemeye başlayacak Trump. Dolayısıyla şu anda bir şaşkınlık halinde izliyor herkes bunları.

Biraz dünyaya ve bizim bölgeye gelelim Gönül. Trump Suriye’de güvenlikli bölgeler için talimat verdi Dışişleri’ne ve Pentagon’a. Tabii burada Suriyeli mültecileri çok sevdiğinden değil, onların kendi ülkeleri içerisinde kalıp Batı’yı ve kendilerini rahatsız etmemeleri için. Güvenli bölge denince aklımıza Ankara geliyor –Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başbakanlık döneminden beri dile getirdiği ve Obama yönetimine kabul ettiremediği, Hillary Clinton’ın bir ara sanki yakın gibi olduğu bir önermeydi bu– Şimdi Trump’ın istediğiyle Türkiye’nin istediği… Arada çok şey değişti bu arada. Türkiye Fırat Kalkanı’yla girdi, Rusya girdi vs. Ama şunu sormak istiyorum: Şu anda Trump’ın dile getirdiği güvenlikli bölgeyle Ankara’nın öteden beri isteyegeldiği şey aynı mı?

Tol: Emin değiliz tabii. Trump’la ilgili her şeyde olduğu gibi çok büyük, karanlık bir tablo var. Çünkü bir yanda söyledikleri var, diğer tarafta bunları icraata dökebilir mi, o mesele var. Dolayısıyla bütünüyle spekülatif, söylediklerinden yola çıkarak bir yargıya varmak durumundayız. Kampanya sırasında söyledikleri aslında çok Türkiye’nin istediği şeyle birebir uyuşmayan şeylerdi. Hem Hillary Clinton senin söylediğin gibi, hem Trump kampanya sırasında güvenli bölge oluşturmaktan bahsetti. Fakat Trump Amerika’nın desteğinin son derece minimum olacağını ve sadece bir parça ekonomik yardım ve destek vereceğini, güvenli bölgenin yönetilmesini, kurulmasını vs., bunun finansal yükümlülüğünü, askeri yükümlülüğünü Körfez ülkelerinden beklediğini söyledi. Dolayısıyla bu şeyde kafa karışıklığı yaratıyor. Körfez ülkeleri bunu yapmaya ne kadar muktedir, ne kadar gönüllü? Amerika’nın sadece minimum ekonomik destek vermesiyle bu olabilecek bir şey değil. İkinci nokta tabii Türkiye’nin güvenli bölge oluşturmak istemesinin amaçlarından bir tanesi de sadece mültecileri oraya hapsetmek değil, aynı zamanda Suriyeli muhaliflerin orada eğitilmesini ve oradan sahaya sürülmesini sağlamaktı. Trump’ın böyle bir niyeti yok, yine kampanya sırasında söylediklerinden çıkardığım kadarıyla. Çünkü Trump bir kere muhaliflere desteği azaltmayı düşünüyor. Şu anda bahsedilen konjonktüre bakarsak eğer, şunu bilmiyoruz: Suriye’nin kuzeyinde mi bir güvenli bölge düşünüyor yoksa güneyinde mi? Bence güneyinde olabilir. Suriye’nin güneyinde çünkü “güney cephesi” denen bir muhalif grup var. Hem Pentagon tarafından hem Batılı güçler tarafından en etkili ve ılımlı muhalif grup olarak görülüyor, Ürdün sınırında. Eğer Amerika sahaya asker sürmek istemiyorsa yani binlerce asker o güvenli bölgenin korunmasını sağlamak için asker sürmek istemiyorsa güney daha güvenli bir opsiyon olabilir. Çünkü güneydeki o “güney cephesi” sahada asker görevi görebilir o sahayı korumak için. Güneyde kurulacak bir güvenli bölge Türkiye’nin tercih edeceği bir şey değil. Çünkü malum sebeplerle, Kürtleri engellemek açısından Türkiye Suriye’nin kuzeyinde bir güvenli bölge düşünüyordu. Bir de tabii güvenli bölge ve uçuşa yasak bölge ayrımı var. Hep güvenli bölgeden bahsetti Trump. Fakat güvenli bir bölge kurmak uçuşa yasak bir bölge kurmadan olabilecek bir şey değil. Uçuşa yasak bölgeyi nasıl kuracaksınız peki? Rusya buna ne diyecek? Dolayısıyla çok havada. Bir sürü insan heyecanlandı bunu duyunca.

Suriye’den devam edelim. Trump’ı da bir kenara koyalım. Çünkü Astana Zirvesi’nde malum, Amerika yoktu. Kazakistan’da yapılan zirvede Rusya’nın başını çektiği, İran’ın ve Türkiye’nin olduğu, Suriyeli muhaliflerin de temsil edildiği bir zirve oldu. Ömer sana öncelikle sormak istiyorum: Böyle bir şey mesela Trump’ın umurunda mıdır? “Bizden habersiz Suriye’yi dizayn ediyorlar, böyle bir şey olamaz” mı diyordur? Yoksa “Ne halleri varsa görsünler, yeter ki bana fatura çıkartmasınlar, zaten benim Putin’le aram çok kötü değil” mi diyordur?

Taşpınar: Şimdi Trump’ın Suriye’ye bakış açısı Suriye’de ne olacağından çok “IŞİD’i nasıl yeneriz?” üzerinden gidiyor. Nihayetinde Suriye’de Beşar Esad kalacak mı? Federatif bir yapı mı olacak? Nasıl bir Suriye çıkacak ortaya? Muhalifler aralarında hükümetle ne konuşuyorlar? Bunlar bence ikinci planda Trump için. Trump için önemli olan IŞİD’e karşı kısa dönemde, geçen hafta konuştuğumuz gibi ilk 100 gün içinde mümkünse, nasıl bir zafer kazanılabilir. O nedenle bana göre şu aşamada, hele daha kabine kurulmamışken, Rex Tillerson Dışişleri Bakanı değilken henüz, Amerika ikinci planda kalmaya devam edecek. Fakat Astana’da Amerika yoktu, Birleşmiş Milletler vardı. Ve Cenevre’yle bir bağlantı kurmaya çalıştılar, Cenevre’de devam edecek.

Ama biliyorsun Cenevre ertelendi. Lavrov açıkladı, birazcık gecikiyor beklenen tarihten.

Taşpınar: Gecikiyor, ama bütünüyle iptal edilmeyecek ve bir şekilde, bana göre kabine kurulduktan sonra geleneksel diplomatik çark dönmeye başlayacak. Amerika bütünüyle devre dışı kalmak istemeyecek. Fakat Trump tabii ki Putin’le oturup konuşacak. Ve bu güvenli bölge meselesi dün Moskova’dan tepki aldı. Hükümet sözcüsü “Amerika tam olarak ne düşünüyor açıkça söylemeli” dedi. Ulusal egemenlik açısından bu kabul edilemez dedi. Rusya’nın tabii ki bir tepkisi olacak buna. O yüzden şu aşamada Trump’ın söylediklerinden yola çıkarak analiz yapmak biraz sakat. Çünkü Trump tweet atar gibi havadan konuşuyor. Ve arkasında durmuyor söylediklerinin. Hele doğru dürüst bir kabine oluşmamışken, bir strateji belirlenmemişken, daha Savunma Bakanı Jim Mattis göreve gelmemişken böyle radikal açıklamalar yaptığında bunu birazcık bence şey okumak gerekiyor, Trump’ın her zaman yaptığı gibi böyle provokatif bir açıklama. Arkası gelmeyebilir bunların. Fakat Gönül’ün de söylediği gibi kurumlar işlemeye başlayacak. Mesela Pentagon başladığında göreve, Mattis haftaya Asya’ya gidiyor. Güneydoğu Asya gezisi yapacak ve Çin’le ilgili belirli açıklamalar yapacak. Muhtemelen Amerika’nın Çin politikası şu anda bölgeyi son derece korkutmuş durumda. Amerika diyor ki: “Gerekirse Tayvan’ı tanıyabilirim”. Bu Çin için kabul edilemez bir şey. Amerika’nın NATO politikası, Trump’ın dediklerine bakarsan Gönül’ün dediği gibi neredeyse, Amerika NATO’yu bırakacak gibi bir hava çıkıyor. Ama Mattis gidecek Brüksel’de, sonra Baltık ülkelerinde, sonra da Polonya’da NATO’nun ne kadar önemli olduğunu anlatacak. Yani Trump’ı dengeleyici şeyler yapacaklar. Fakat Trump öyle bir başladı ki göreve, bu hafta içinde o kadar çok karar konusunda düğmeye bastı ve öylesine medyaya karşı bir savaşla başladı ki Trump, bildiğini okuyacak diyenlere çok malzeme çıkardı.

Peki Gönül, Rus basınında bir haber çıktı. Ona göre Astana’da Rusya Suriyeli muhaliflere bir anayasa taslağı, yeni Suriye anayasa taslağı vermiş. Ve muhalifler de bunu Rus basınına sızdırmış diye çıktı. Ben kişisel olarak şöyle tahmin ediyorum: Doğrudan Rus yönetimi kendi medyasına bunu sızdırdı, ama “Bizden değil muhaliflerden almış gibi yazın” dedi diye tahmin ediyorum. Bu daha makul, çünkü Rus medyasının Rusların muhaliflere verdiği belgeyi muhaliften alması çok akıl kârı değil. Her neyse. Belgenin içerisinde, taslakta çok önemli maddeler var. Tabii en çarpıcısı, Türkiye’yi en fazla ilgilendireni: Kürtlere otonomi, özerklik. Şimdi şu anda henüz doğrulanmış değil, yalanlanmış da değil. Ne dersin, bu doğru mudur? Ve ne anlama geliyor bu?

Tol: Aslında yalanlandı Ruşen. Bu sabah Rusya’nın Dışişleri Bakanlığı sözcüsü anayasa taslağında Kürtlere özerklik gibi bir maddeyi savunmadıklarını söyledi. Fakat şöyle bir durum var: Biliyorsun Rusya uzunca bir zaman federalizmden bahsetti. Kürtlerle çok yakın bir siyaset izledi, çok yakın bir işbirliği içerisinde oldu. Kürtlerin bu sürece dahil olmasından, müzakere sürecine dahil olmasından bugün dahi, bugünkü yapılan açıklamada da aynı şeyi söyledi Rusya’nın Dışişleri Bakanlığı sözcüsü. “Biz Kürtlerin masada olmasını istiyoruz” dedi. Fakat o sunulan anayasa taslağında söylenen şey şuydu: Federalizme vurgu yapılmadı kesinlikle. İşte “Suriye’de bir federal yapı kurulacak” denmedi. Merkezi hükümetten gücün alınıp daha yerel yönetimlere verildiği bir sistemden bahsedildi. Decentralization denen sistemden bahsedildi. Ve özellikle Kürtlerin yoğun olduğu yerlerde Kürtçenin resmi dil ilan edileceğinden bahsedildi. Ve Kürtleri sevindiren bir diğer şey Rusların savunduğu anayasa taslağında, Suriye’nin adının Suriye Arap Cumhuriyeti olmaktan çıkarılıp Suriye Cumhuriyeti olarak değiştirilmesiydi. Bunlar Kürtleri sevindiren şeyler, fakat diğer taraftan federalizme bir vurgu yapılmıyor. Ben bu federalizm vurgusunun oradan alınmasının –çünkü bugüne kadar hep destekledi– sebebinin biraz Türkiye’yi yumuşatmak olduğunu düşünüyorum. Fakat diğer taraftan bugüne kadar hep duyduğumuz, Türkiye’deki medyadan duyduğumuz “Ruslar Türklerle anlaştı, Türkiye’yle çok yakın bir işbirliği içerisinde, dolayısıyla Kürtleri resimden çıkardı” söyleminin doğru olmadığını görüyoruz. Rusya hâlâ Kürtleri bir kart olarak elinde tutmaya çalışıyor. Bu yüzden de bu anayasa taslağında hâlâ Kürt haklarını destekleyen, hâlâ bir otonomi, özerklik vs. denmiyor. Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü “Biz böyle bir şey duymadık” dedi. Federalizme vurgu yapmayan fakat diğer taraftan elmalı pasta demeden elmalı pasta tarifi veren neredeyse bir formül ortaya çıkardı Rusya. Dolayısıyla bu şu demek oluyor: Rusya bütünüyle de Türkiye’yle aynı sayfada değil, özellikle de Kürtler konusunda.

Ömer, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Afrika dönüşü gazetecilere söylediği bir cümle başlıklara çıkartıldı: “El Bab’ı bir an önce halledip daha aşağıya inmemek”. Daha aşağıya inmemek neden anlamlı? Çünkü Cumhurbaşkanı yakın bir zamana kadar “El Bab’ı halledeceğiz” deyip sonra Menbiç hatta Rakka’ya işaret etmişti. El Bab’da hâlâ sorun var. Sürekli şehit haberleri geliyor. Çok sert geçiyor. En son Independent’ta Cockburn’ün yazısı var. Bunun çok öncesinde IŞİD’in Türk ordusuna karşı direnç gösterdiğini de söylemişti. Şunu sormak istiyorum: ABD yok. Varsa da, koalisyon güçleri birtakım bombardımanlar yapsa da, aktif olarak Türkiye, İran, Şam yönetimi ve diğer muhalif gruplar vs. var. Türkiye’yi bu şeyden vazgeçiren herhalde Rusya olmuştur değil mi? El Bab’dan öteye gitmeme tavrını herhalde Rusya’ya bakarak almıştır değil mi? Ne dersin?

Taşpınar: Rusya’nın rolü aşikâr burada; fakat bence Rusya kadar, hatta Rusya’dan daha önemli olan şey Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’deki kamuoyu yoklamalarına da bakarak referanduma hazırlanması ve halkın Suriye’de girişilen maceraya sıcak bakmıyor oluşu var. Biz şu anda ne yapıyoruz orada? Şehitler geliyor. Hangi amaçlarla oradayız? Stratejimiz nedir? Suriye meselesinin Tayyip Erdoğan’a genellikle oy kaybettirdiği ortada. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan böyle gazetecileri etrafına toplayıp bir açıklama yaptığında bence dış dinamiklerden çok iç siyasete hitap eden bir kişiliği var. Ve şu anda Türkiye referanduma hazırlanıyor ve bu referandumda istediği oyu alması için Tayyip Erdoğan’ın, başkanlık sistemi için halkın gidişattan memnun olması lazım. Ekonomik gidişat iyi değil. İçeride güvenlik gidişatı hiç iyi değil. Dış politikada da baktığında Türkiye Suriye’de savaş halinde ve şehitler geliyor. Burada bir mesaj vermesi gerekiyordu, “Bu dipsiz bir kuyu değil, merak etmeyin çıkacağız” mesajı. Sadece Rusya değil.

Tol: Bir de şunu eklemek istiyorum Ruşen: Ben Rusya’nın önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Hatta belki bu metne federalizmi koymayalım, onun karşılığında bir müzakere de yapılmış olabilir Türkiye’yle. Hep senin programında söylüyorduk, Rusya izin vermeyecek. El Bab bu kadar kolay olmayacak. Türkiye’nin El Bab’ın güneyine inmesi Erdoğan’ın söylediği kadar kolay olmayacak. Herkesten önce Rusya buna engel olacak, Amerika da Menbiç’e ilerlenmesini istemiyordu vs. Bunu söylüyorduk. Nitekim şu anda bu oluyor. Erdoğan yine bir geri adım attı. Bunu geri adım olarak görmese de bu çok önemli bir geri adım. Ve şu anda düşündüğümde geçen… Washington Post’ta bir Rus yetkili geçen hafta demişti ki “Biz Kürt siyasetimizden vazgeçmedik. Erdoğan Rusya’nın pozisyonuna yaklaştı”.

Evet teknik bir sorun var ve çözemediğimiz için toparlayalım. Çok iyi gittik ama son dakikada teknik bir şey yaşadık. Galiba bizden kaynaklanıyor. Gönül Tol’a ve Ömer Taşpınar’a çok teşekkür ediyoruz. Bu hafta Transatlantik’i noktalayalım. Haftaya tekrar buluşmak üzere Gönül’e ve Ömer’e teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkür ediyoruz. İyi akşamlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.