Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Açık Oturum (72): Arzu Yılmaz, Amberin Zaman & Aydın Selcen

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/305825785″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

İyi akşamlar Medyascope.tv’nin 72. Açık Oturumu’nda beraberiz. Bu akşam üç konuğumuz var. Masada Aydın Selcen ile beraberiz. Artık onu tanıtmaya gerek yok herhalde; Aydın Selcen’i tanıyorsunuz. Skype’ta iki konuğumuz var: Washington’dan Amberin Zaman ve Duhok’tan Aruz Yılmaz bizimle birlikte. Amberin Zaman’ı da tanıyorsunuz gazeteci. Arzu Yılmaz’ı da tanıyor olmalısınız; sıklıkla Medyascope.tv’de bizimle birlikte oluyor, Irak Kürdistan’ındaki Kürdistan Amerikan Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Hanımefendiler hoş geldiniz. ABD’nin yeni başkanı Donald Trump’ın yönetim döneminde Amerika’nın Suriye ve Irak politikaları ne olur? Bu politikalar Türkiye’ye nasıl yansır? ABD-Türkiye ilişkileri ABD’nin Ortadoğu politikaları çerçevesinde nasıl şekillenir? Biraz bunları konuşmaya çalışacağız. Herkes izin verirse önce bir Amberin Zaman’dan başlamak, onun görüşlerini almak isteriz. Amberin Zaman, şimdi tabii Donald Trump 20 Ocak’ta göreve başladığından bu yana ABD’de pek çok tuhaf şey oluyor. Pek çok beklenmedik şey oluyor. Fakat izleyicinin anlaması açısından bize derli toplu bir özetler misiniz? Donald Trump’ın göreve başlaması ile birlikte, hiç beklenmedik neler oldu? Rahatsızlık verici neler oldu? Ve gene özetler misiniz Donald Trump’ın Türkiye ile ilişkisi ne olacak? Nasıl olacak?
Amberin Zaman
: Tabii, yani Beyaz Saray’a ayak bastığından beri her gün Amerikan halkı ve dünya kamuoyu hiç beklenmedik bir manzara ile karşılaşıyor. Donald Trump hiç görünmedik bir Amerikan Başkanı; tarzı açısından özellikle, zaten bu tarzı şu şekilde özetledi kurmaylardan biri. “Biz diplomasi falan öyle şeylerle uğraşmıyoruz, biz iş yapıyoruz” dedi. Yani: “Biz business yapıyoruz.” Yani bu şekilde yaklaşıyorlar dış dünya ile ilişkilerine, tabii bunu yaparken de diplomasiyi çok fazla önemsemediklerini söylerken belli ki ciddiler; çünkü daha ilk başlangıçta Meksika’ya dediler ki: “Bundan böyle Meksika’dan gelen mallara biz %20 vergi koyacağız o vergi ile de duvar öreceğiz”. Çünkü biliyorsunuz Trump seçim kampanyası boyunca Meksika’dan gelen kaçak kişileri bir duvar ile engellemeyi taahhüt etti. Beyaz Saray’a oturduktan sonra, bunun üzerine buraya gelecek olan Meksika Cumhurbaşkanı’nın gezisini iptal etmesi. En son, biliyorsunuz, Avustralya Başbakanı ile bir görüşmesi oldu. O görüşmede de Obama döneminde yapılan bir anlaşmadan yakındı, şikâyet etti. Neydi o anlaşma? 1200 mülteci Amerika’ya gelecekti Avustralya’dan. Avustralya yakınında bir adada tutulan bu kişiler Amerika’ya gelme hakkı kazanmışlardı, ama belli ki Trump bundan hiç hoşnut değil. Onlara mülteci şeklinde hitap etmedi, illegal kaçak kişiler diye sürekli bu arada tweet atıyor biliyorsunuz. Zannettik ki başkanlık koltuğuna oturunca o tweet olayı kapanacak, sürekli biliyorsunuz tweet atıyordu. Halen devam ediyor ve…
Evet, Avusturalya Amerika’nın işbirliği yaptığı beş ülkeden biri, İngiltere gibi. İstihbarat da paylaştığı bir ülke. Buna rağmen hiç iyi geçmedi o aradaki konuşma, hatta kısa kesti Donald Trump. Yani belli ki öyle diplomatik teamüllere falan fazla itibar edilmeyecek. Daha şimdiden mesela bir operasyon yapıldı Yemen’de, hafta sonunda, El Kaide’nin önemli kişilerinin bulunduğu bir alana operasyon düzenledi Amerikan Özel Kuvvetleri. Ve bu operasyon Obama döneminde tasarlanmış ancak ertelenmişti; çünkü bunu mutlaka ayışığı olmayan bir gecede gerçekleşmesi gerekiyormuş; New York Times’tan öğreniyoruz bunları biz. Akşam yemeğinde Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Flyn — eski bir asker kendisi, Afganistan’da falan bulunduğu zamanlar böyle çok hızlı radikal kararlar veren biri olduğu için çok meşhur. Bu bir anda olumlu sonuçlar da verebiliyordu, ama son dönemde çok olumsuz sonuçlara da yol açtığı için o görevinden uzaklaştırılmıştı. Belli ki bu aceleciliği halen sürüyor, artık ayışığının yok olmasını beklemediler mi ne oldu bilmiyorum, ama operasyon çok kötü geçti ve birçok sivilin öldüğü söyleniyor operasyonda. Yani böyle paldır küldür, hiç ince detayları hesaplamadan dalan bir yönetimle karşı karşıya görünüyoruz. Tabii en fazla ses getiren icraatı, ağırlığı Müslüman olan bu ülkelere yönelik yaptığı kısıtlamalar, o ülkelerin vatandaşlarına… Neydi onlar? Bir kere, eğer bu kişiler vize sahibi dahi olsalar, Amerika’ya girme hakları bile olsa, 90 gün boyunca giremeyecekler. Mülteciler de giremeyecek. Mültecilik hakkı kazananlar da. Eğer bu mülteciler Suriyeli ise süresiz giremeyecekler. Şu anda mesela Türkiye’de LGBT olan kişiler, hak tanınmış onlara Amerika’ya gelmeleri için. Onlar şu anda mesela gelemiyorlar. Bir ara yeşil kart sahipleri bile gelemeyecek dendi, ondan geri adım attılar. Ama mesela çifte vatandaşlığınız varsa –diyelim ki siz hem Iraklı’sınız aynı zamanda da Fransız vatandaşısınız– normalde o Fransız pasaportu ile girebilmeniz gerekirken o da artık olmuyor. Dolayısıyla bu çok büyük tepkilere neden oldu. Bir de İran konusu var; Mike Flynn, biliyorsunuz, İran konusunda İran’a dedi ki: Biz şu anda size karşı teyakkuzdayız, dikkatli olun. Bu tabii İran açısından çok olumsuz bir durum. Yani nükleer anlaşmayı hemen böyle bozacaklarından değil, ama en azından iş dünyasına yansıması açısından bu çok kötü İran için. Yabancı yatırımcılar şimdi tam da bu yaptırımlar kalkmışken ve İran pazarına böyle girmeye hazırlanırken Amerika’dan gelen bu tip bir uyarı tabii herkese fren yaptırdı; tam da İran’daki cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi olması tabii Ruhani açısından da oldukça olumsuz bir durum.

Kısaca şunu da söyleyin bize; sorunun ikinci tarafı vardı. Trump başkan olduktan sonra bölgede herkesi arıyor. İşte Suudi Arabistan’ı arıyor, Ürdün’ü arıyor, başka bölge ülkelerini arıyor. Fakat henüz Türkiye ile bu düzeyde görüşme yapmış değil. Burada Cumhurbaşkanı Erdoğan ara sıra “Trump ile görüşeceğimiz zaman, arkadaşlar çalışıyorlar vs.” diyor. Türkiye ile ilişki ne zaman kurulacak? Nasıl kurulacak? Buna ilişkin bilgi var mı?
Zaman
: Vardı. Biliyorsunuz, geçen duyuyorduk, Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan aslında görüştüler; ilk görüştüğü liderlerden biriydi Erdoğan, Trump seçimi kazandıktan sonra, daha henüz koltuğa oturmamıştı, başkanlık koltuğuna. Ve o görüşmenin çok olumlu geçtiğini öğrendik; hatta yanında Ivanka Trump vardı. Ve işte kızının Cumhurbaşkanı’nı ne kadar beğendiğini iletmiş Trump. Tabii bu konuşma sırasında fazla detaya girilmedi. Tabii Türkiye bildiğimiz meşhur dosyaları gündeme getirdi. Nedir onlar? Birincisi YPG meselesi. Ve Amerika’nın YPG ile süren ilişkisi ve diğeri Fethullah Gülen meselesi. Üçüncüsü belki –o gündeme geldi mi bilmiyorum ama– Türk yetkililer Amerika’ya geldiği zaman, mesela Bekir Bozdağ Adalet Bakanı buraya geldiğinde birkaç ay önce Zarrap konusu da gündeme geliyor. Tabii şu anda Trump’ın önünde çok kritik bir karar var. Nedir o karar? YPG’yi silahlandırma ve eğitmek konusu. YPG dediğimiz zaman, tabii Suriye Demokratik Güçleri YPG’nin öncülüğünde ve ağırlıklı olarak YPG’lilerin oluşturduğu, ama artan sayıda Arapların bulunduğu bir güç ve Amerika ile birlikte IŞİD’le mücadele eden… Ve bir Rakka Operasyonu var önümüzde ve bunu biliyoruz, duyduk. Benim aldığım duyumlar yönetimden, bunu hemen böyle halletmek istiyor Trump. Zaten Obama ayrılmadan önce bu konuda en son yapılan görüşmede, –CIA başkanı olsun, Pentagon olsun, Dışişleri olsun– hepsi hemfikirdir ki: “Evet, bu işi biz SDG ile yapmalıyız” diye; hatta biliyorsunuz, iki gün önce Dışişleri’nin, yani eski yönetimin Dışişleri bakan yardımcısı Tony Blinken’ın New York Times’ta bir makalesi yayınlandı. O makalede YPG’yi silahlandırmayı savundu, ama aynı makalede şunları da söyledi: Türkiye’ye de El Bab’da yardım etmemiz gerekir. İkincisi, YPG’nin kantonları birleştirmesine izin vermemeliyiz. PKK konusunda Türkiye’ye yardım etmeliyiz, hatta birkaç liderini falan da ortadan kaldırabiliriz gibi düşünceler de vardı Obama döneminde. Bütün bunları Trump’ın yapmasını öneriyor. Tabii doğal olarak sormak gerekiyor: Peki siz neden yapmadınız bunu da Trump’a bıraktınız? O noktada işte Obama hep frene basıyordu. Herhalde Türkiye açısından bunun doğuracağı çok ağır neticeleri hesaplayarak o dosyayı, o bebeği Trump’ın kucağına bıraktı. Trump ne yapar? Gene bizim aldığımız duyumlar YPG, yani SDG onlarla birlikte hareket etmeye hazır, hatta işte bu çok daha önceden yapılmalıydı ve diye daha önce yapmadınız gibi tepkiler de olduğunu söyleniyor. Pentagon’a YPG/SDG’yi eğitmek ve donatmak yani silah vermek konusunda 1209 sayılı bir kararname söz konusu. Onu imzalayacağı söyleniyor Donald Trump’ın en kısa zamanda. Tabii bu noktada Türkiye ne yapar? İşte bakıp göreceğiz. Gördüğünüz gibi şu âna kadar mesela bu Müslüman yasağı diye özetlenen hususta Türkiye epey suskun kaldı – ki Türkiye normalde biliyorsunuz özellikle son dönemlerde Obama yönetimine çok çok ağır ithamlarda bulunuyordu. Nedense değil, aslında herhâlde bekle gör politikası… “Bakalım ne yapacak Trump SDG konusunda, Fethullah Gülen konusunda?” diye bir bakıyor. Ama eğer ki bu imzalanırsa, Türkiye bunun akabinde ne yapar? Amerika’nın Türkiye’ye El Bab’da yardım ediyor olması yeterli bir karşılık mıdır? Mükâfat mı? Artık nasıl tanımlayacaksak, artık tatmin eder mi Türkiye’yi? Ve Türkiye’nin kendince elindeki kozu şu o zaman: Suriye’de YPG’nin üzerine daha da gidecek. Bu sefer YPG Rakka’ya yoğunlaşmak yerine Türkiye ile mücadele edeceği için biraz o kampanyanın zayıflatılacağı düşünülebilir, yani Amerika açısından da çok kolay olmayacak her şey.

Peki, Aydın Selcen izin verirsen Arzu Yılmaz ile devam edelim. Arzu Hanım, benim izlenimim şu ki Trump başkan olduktan sonra, işte Ortadoğu’da şu olacak bu olacak özellikle Suriye’de Amerika şunu yapacak bunu yapacak türünden pek çok şey konuşulurken, bu yeni yönetimin Irak’ta ne yapacağı nasıl bir tavır alacağına ilişkin daha az şey konuşuluyor. Neden daha az konuşuluyor. Bir şey yapmayacak mı, yoksa önceliği mi değil Irak? Irak’ta ise hem Irak yönetimi hem Kürdistan yönetimi Trump’a, bu yeni yönetime nasıl bakıyor?
Arzu Yılmaz
: Yani öncelikle şunu söyleyeyim: Suriye’de bu iç savaş başladığından beri, çok rahatlıkla –özellikle Amerika için, bunun Avrupa için de böyle olduğunu söylemek mümkün– Suriye ile Irak dosyası birleşti. Bugün Amerika’nın Suriye politikalarını konuşurken Irak’ta atacağı adımlardan bağımsız olduğunu düşünmek iyimserlik ve naiflik olur. Çünkü bu dosyalar birlikte götürülüyor. Bu birlikte götürme halinin nasıl yansıdığını şöyle kısa kısa başlıklar halinde söyleyecek olursak. Birincisinde Obama döneminin İran’a –hani ne diyelim?– açıktan destek vermeyen, fakat İran’ın Irak ve Suriye’de ilerleyişine göz yuman politikalarının sonuna gelinmiş gibi görünüyor. Bir kere İran Obama döneminde, 2008’den beri, daha doğrusu 2009’dan beri o elde ettiği avantajları artık Trump döneminde aynı keyfiyetle sürdürebilme imkânından yoksun olacak. Ortaya çıkan şimdilik bu; isterseniz ayrıntıları ile tartışırız, Irak ölçeğinde Suriye ile ilişkili ortaya çıkan en önemli sorunlardan bir tanesi. İkincisi ise –yani sanırım bunu söylemek yanlış olmaz–, Trump birçok çevrede, dünyanın %90’ında infial yarattı, ama Kürtler şimdilik Trump’tan memnun desek herhalde yanlış olmaz.

Neden memnunlar?
Yılmaz
: Yani şöyle bir şey var, aslına bakarsanız zaten buradaki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Amerika ile ilişkilerin baktığınız zaman, tarihsel olarak, yakın tarihte de genel olarak Cumhuriyetçilerle kimyalarının daha iyi uyuştuğunu söyleyebiliriz; yani Demokratlarla böyle bariz bir sorun yaşamamış olsalar da Cumhuriyetçilerle dediğim gibi en kestirme ifade ile kimyaları daha çok uyuşuyor bu bir. İşin açıkçası, herkes Trump’ın ne yapacağını, 20 Ocak’ı bekliyordu; hani 20 Ocak sonrasında Amberin Hanım’ın da altını çizdiği gibi öngörülemez ve bodoslama politikaları burada çok şimdilik endişe yaratmış görünmüyor. Çünkü genel olarak Cumhuriyetçi çevrelerin Kürt meselesine, Kürdistan sorununa yaklaşımı konusunda bir endişe yok. Bunu destekleyen somut verilerde var. Nedir? Trump’ın kabinesine seçtiği insanlar, mesela bir örnek verelim: Yeni dışişleri bakanı olarak atanan Tillerson Exxon Mobil’in genel müdürüydü. Exxon Mobil genel müdürü iken ne yapmıştı? Tuttu, Irak Anayasası’na göre tartışmalı olan Başika, Bertinden, Şeyhan gibi yerlerde petrol aramak üzere bir anlaşmayı Bağdat ile değil Erbil ile yaptı. E şimdi, o zaman hatırlıyorum, 2011 yılında burada güvenlik ile ilgili –çünkü Amerika çekilecek, herkes çok endişeli o dönemde, Maliki başbakan, ne olacak diye herkes endişeli iken– Mesut Barzani şöyle bir konuşma yapmıştı: “Exxon Mobil ile yapacağımız anlaşma alacağımız bin tanka bedel” demişti. Bugüne kadar pratik bir karşılığını görmedik örneğin; IŞİD’e karşı saldırıda gerçi, IŞİD’e ilk hava saldırısı IŞİD Erbil’e yöneldiğinde yapılmıştı, bu doğru, ama neyse söylemek istediğim şu: Şimdi Exxon Mobil’in genel müdürü dışişleri bakanı oldu. Kürtlerin şu an en acil konusu nedir? Tartışmalı bölge. Musul Operasyonu’nda Peşmerge kontrolü altındaki tartışmalı bölge kime kalacak? Şimdi Exxon Mobil’in –bu tamamen spekülatif bir yorumda bulunuyorum– Exxon Mobil’in bundan birkaç yıl önce bu anlaşmayı Hewler ile yaptığı akılda tutulursa, şimdi Tillerson da dışişleri bakanı ise buna ilişkin daha pozitif bir beklenti var. Bunun gibi, yani dediğim gibi, en somut haliyle söyleyebileceğimiz, burada yavaş yavaş Exxon Mobil o tartışmalı bölge üzerine yapmıştı üç kuyuyu. Üç kuyu da Süleymaniye bölgesindeydi. Mesela geçen ay ne oldu? Düşünün yani, IŞİD saldırıları falan olduğunda bu anlaşmalar hiç iptal edilmemişti, ama geçen ay ne olmuştu? Exxon-Mobil Süleymaniye bölgesindeki bu anlaşmaları feshetme kararı aldı. Bu burada nasıl okunuyor? Ha, demek ki çünkü o bölge İran’a sınır bir bölge, dolayısıyla da İran ile artık ilişkileri Amerika eskisi gibi tutmayacak. Bunu da piyasa deyimiyle bu riski satın alan Exxon Mobil de oradaki anlaşmalarını feshetti diyor. Dolayısıyla da ezcümle bir burada artık yavaş yavaş –bu bizim Türkiye’de çok sevdiğimiz bir tabir– fabrika ayarları diyoruz ya; yani Amerika’nın Obama dönemindeki parantez kapanıp “fabrika ayarları”na döndüğüne dair işaretler yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı; ama bu genel olarak Kürtleri rahatsız eden bir işaret olarak okunmuyor burada. Şimdilik bu kadarını söyleyebilirim.

Peki, şu soruyu sorayım dümdüz doğrudan. Irak’ta Kürtler Trump Yönetimi’nde, Trump döneminde bağımsızlıklarını ilan edebileceklerini düşünüyorlar mı?
Yılmaz
: Yani Neçirvan Barzani geçen gün şey dedi: “Beklentilerimiz çok yüksek” dedi mesela. John Bolton gibi açıktan ve net bağımsızlığı destekleyen, Trump yönetiminin içinde yer alan çok güçlü isimler var. Mesela Kongre’de Obama yönetimi çok uzun süre Peşmerge’ye doğrudan silah yardımı yapılmasını engelledi. Bunu yapmadı, Bağdat üzerinden gönderiyordu. Bu konuda Cumhuriyetçiler’in Kongre’de Kürdistan Bölgesel Yönetimi lehine çok çalıştığını biliyoruz. Tabii ki bağımsızlık gelir mi gelmez mi o kadarını bilemem, ama Cumhuriyetçilerin en azından Demokratlardan daha fazla bağımsızlık fikrine sıcak baktığını ve halihazırda eğer İran ile ilgili… –çünkü Obama’nın Irak politikasının belli parametreleri vardı. Neydi? Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması ve hatta IŞİD sonrasında Abadi hükümeti de ve hatta Musul operasyonunun organize edilişi biçimi de ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi üzerine uygulanan baskı da hep bu eşgüdümlü toprak bütünlüğü çerçevesinde bir politikanın işaretleriydi. Ama bunu mümkün kılan neydi? İran ile işbirliği idi. Şimdi İran ile işbirliği yapılmayacaksa, böyle bir işin… açıkçası şu aşamada benim kişisel olarak yapmaya çalıştığım ilk önce işaretleri alt alta koymak. Bunların sonucu ne olur? Başarısı ne olur? Ayrı bir tartışma konusu. Ama öncelikle ne yaptığını anlama çabası içerisindeyim. Bu çaba içerisinde de en son söylenebilecek olan son beş yıldır sürdürülen en somut biçimiyle IŞİD özellikle bağlamında somutlaşan Amerika’nın Irak’ın toprak bütünlüğü konusundaki politikasının değişmesi beni şaşırtmaz. Neden? Trump’ın öngörülemez, şu âna kadar ortaya çıkan öngörülemez tavırlarına bağlı olarak. İki: Zaten bu fikre çok yakın kurmaylarının olmasından. Üç: Eğer İran’a karşı bir cephe açılacaksa bunun ilk işaretlerini Irak’ta göreceğiz demektir. Bu da Irak’ta zaten kırılgan olan Bağdat ile Erbil arasındaki ilişkileri çok daha gerecek ve kopma riskini artıracaktır. Ama bu bir bağımsızlığa gider mi? Çünkü bağımsızlığın çok başka parametreleri de var; sadece Amerika veya Trump’ın kararları üzerinden öngörüde bulunmak çok doğru olmaz.

Peki, Aydın Selcen ilk yarım saati hanımefendilere ayırdık. Sıra sende. Merak ettiğim bir şey var önce onu sorayım. Mesela Amerika’da başkan değiştikten sonra Türkiye’de dışişleri bakanlığı ne yapar. Mesela orada işler nasıl yürür? Ne bileyim işte, dosya mı hazırlanır, ne olur? Randevu almak için en yapılır?
Aydın Selcen
: Tabii benim de Washington’da olduğum zamana denk gelmişti örneğin Obama’nın ilk başkan seçilmesi. Kampanya sürerken özellikle, daha sonra kazanılıp o geçiş döneminde büyükelçiliklerle temas edilmiyor; bu Türkiye olabilir, başka ülke de olabilir. Ama işte farklı kanallardan lobi şirketleri üzerinden sürekli temaslar yapmaya çalışılır; bir de bu isimler kim olacak. Şimdi bu döner kapılar denilen sistemi biliyorsunuz Amerika’da; işte, demokratlar iktidardan ayrılır, onunla beraber binlerce memur, bunun içinde tabii bizim için ilginç olanlar Beyaz Saray’da çalışanlar, ulusal güvenlikte çalışanlar, dışişlerinde çalışan üst düzey memurlar ayrılır. Bunların bir kısmı şirkete, bir kısmı akademiye, bir kısmı da daha çok düşünce kuruşlarına, danışmanlık kurumlarına giderler. Bunlarla yani, bu insanların işleri bitti bir daha yüzlerine bakılmaz denmez; Washington’un raconu bu. Onlarla siz görüşmeye devam edersiniz. Yeniden ekip değiştiğinde farklı bir ekip gelir. Orada hatırlayacaksınız yeni gelenler arasında mesela Flynn ile ulusal güvenlik konusunda birtakım temasların yapıldığı söylenmişti. Sonrasında dışişlerinin yaptığı, kimin kim olduğu, yeni ekibin kimlerden oluştuğu, eğilimler nedir bunlar üzerinde çalışmak. Daha sonra siyasi iradenin eğer o yönde talimatı varsa, bir tanışma ziyareti – o da sıra kime göre, yani bizden oraya oradan buraya, ama tabii Amerikan Başkanı’nın kalkıp bir yere gitmesi bayağı büyük bir konu olduğu için. Yalnız burada bir şey söylemek istiyorum, hem Amberin’in hem Arzu’nun söylediklerine. İşte Tillerson Exxon CEO’su iken anlaşma yaptı Irak Kürdistanı’nda; o da benim orada olduğum zaman. Onun ortağı da Turkish Energy Company aslında. İlginç olan, Irak Kürdistanı’nda ve tartışmalı bölgelerde yapılan yatırımında, Exxon’un Türkiye ile de ortaklığı var. Zaten TPAO var — TPIC var, mâlum, uluslararası koludur TPAO’nun. Bunlara ilaveten bu kuruldu. Bunların kurulması zaten Kürdistan bölgesinde iş yapabilmesi içindi ve Exxon ile de ortak edildi. O şeylerin kapatılması açılması pek de siyasi değil, daha ziyade o tür yatırım kararları, hele Exxon gibi şirketlerde bunlar petrol fiyatlarına göre, mâlum keşif ve arama konusu çok maliyetli. Örneğin Tillerson’ın son yaptığı 6 milyar dolarlık anlaşma. Nerede yaptı? Texas’ta Bas ailesi ile yaptı; özerk bir şirket. Onların Texas Körfezi’ne yatırdı o 6 milyar doları. Durdurmasının arkasında orada IŞİD olması var, ama hikâye daha çok jeolojik, yani Irak Kürdistanı’nda beklenen başarı hikâyesi yakalanmadığı için kuyuları kapattı. Açıklanmayan, bilinmeyen ise, acaba Kerkük de bu anlaşmanın içinde mi? İlaveten daha da ilginç olan, acaba onun içinde de Türkiye var mı? Çünkü üreten saha Kerkük, ona bakmak lazım. Tillerson da bu açıdan bizimle, Türkiye’nin Ankara’nın da bir bağlantısı da var, yeni ekipte de malum Dışişleri Bakanı. Öte yandan zaten yapılan da, dikkat edersek, Dışişleri Bakanı malum Exxon CEO’su, Savunma Bakanı zaten Mattis, hem CENTCOM NATO geçmişi de var, bu da deniz piyadesi generali. Öbür taraftan Flynn’ın da biliyorsunuz Özel Kuvvetler geçmişi var ve silahlı kuvvetlerin istihbarat biriminin başındaydı. Bir başka deniz piyadesi General Kiraly’di. Homeland security/İç Güvenlik’ten sorumlu bakan olarak atadı. Üçüncüsü de Genelkurmay, yerinde duruyor, Dunford, bizimkilerin de iyi tanıdığı. O da deniz piyadesi; fakat bunun Ulusal Güvenlik Konseyi’ndeki koltuğunu Trump kendi danışmanı Bannon’a verdi. Değişikliklerin ne anlama geleceği, Ortadoğu’da, Türkiye’yle ilişkilerde tabii yine Dışişleri Bakanı’nın konusudur. Bizlerin de, bu konuda yazıp çizenlerin de dikkat etmesi gereken konular.

Peki, hanımefendilerden rica edelim, seninle devam edip Suriye meselesine girelim. Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan Ekim 2016’da Obama ile görüştüğünü, Rakka’dan DAEŞ’i/IŞİD’i, Irak Şam İslam Devleti militanlarını beraberce atalım diye açıkladı. Hatta ondan sonra da dedi ki: “El Bab bize yetmez, Menbiç’e Rakka’ya yöneleceğiz”. Bundan tam üç ay sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan bu sefer, “El Bab’daki işi bitirelim, ama daha derine de gitmemek lazım” dedi ve birdenbire bir tavır değişikliği söz konusu oldu. Bu arada Astana’da bir araya gelindi, orada bir bildiri yayınlandı falan, ne oluyor ne olmuyor derken bir baktık, şimdi Trump başkanken Amerika güçlerinin Suriye Demokratik Güçleri’ne zırhlı araç verdiği ortaya çıktı ve dediler ki: “Arkadaş, IŞİD’İ kovacaksak Kürt güçleri ile beraber kovacağız; o yüzden biz bu zırhlı araçları verdik”. Burada şu âna kadar Türkiye’den pek bir ses çıkmadı; tıpkı 7 Müslüman ülke vatandaşlarının Amerika’ya girişinin yasaklanmasındaki gibi. Şimdi bunu nasıl okumalıyız? Önce sizden alayım, sonra Amberin Zaman’dan aynı sorunun cevabını alayım.
Selcen
: Buna üçüncüsü, PYD’nin Moskova’da yaptığı görüşmelere de pek bir ses çıkmadı, yani bu üç konuda sizin söylediğiniz 7 ülke konusu bu SDG’ye verilen silahlar bir de PYD’nin görüşmesi ve yeni anayasa taslağı, Ruslar tarafından hazırlanan taslakta daha yerinden yönetimci hatta kimi kaynaklara göre federatif önerilerin bulunmasına da Ankara’dan bir ses çıkmadı. Tabii Ankara’nın siyasetini takip edince farklı isimlerden çelişkili açıklamalar geliyor. Bunlar çeliştiği için biz hep yukarı doğru bakıyoruz. Sizin de dikkat çektiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifadelerini dikkate almalıyız. Sayın Cumhurbaşkanı Bab’ı almaktan da söz etmedi, aslında Bab’ta durmaktan, yani benim anladığım orada bıraktığı açık kapı mevcut halde durmaktan da söz ediyor olabilir. Ben Sayın Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında böyle bir esneklik de görüyorum. Çünkü mevcut halde zaten esasen söylem bu kadar köpürtülmese ben bu siyaseti eleştiriyorum, ama bu siyaset anlaşıldığı kadarıyla amacına da ulaşmış vaziyette. Çünkü El Bab’ın doğusundan batısından yol kesildi, yani kantonların birleştirilmesi önlendi. El Bab’ı alacağız diye bir ısrarda gerek yok. Zaten başından itibaren hep vurguladığım bunun askeri getirisi, siyasi getirisi ne olacağı belli değil. Bir başkası Suriye Güçleri El Bab’a 6 km mesafeye yaklaştı ve Rus hava kuvvetleri buna destek oluyor. Diğer silahlı zırhlı araç verilme konusunu da aydınlatmak lazım; zırhlı araç denilince tabii ki Suriye Demokratik Güçleri’ne tank, paletli personel taşıyıcıdan söz etmiyoruz. Yani bizde bu akrep tipi, kirpi tipi, The Guardian’da gördüğüm kadarıyla o marka araçlar bu verilenler. Bunlar da Rakka’nın alınması, yani Amberin’in dikkat çektiği Blinken’ın da yazısında söylediği gibi Rakka’nın alınmasına cevap verecek kadar bir destek. Bunların dönüp de Türkiye’ye karşı kullanılması zaten söz konusu değil aslında. Bu siyaset de, malum, Obama ayrılmadan imzaladığı politikaların uygulanması. Bir devamlılık var orada. Bu devamlılık şundan da kaynaklanıyor. Suriye’de Halep’in düşmesi ile beraber nasıl Türkiye açısından artık direnişçiler yani silahlı muhaliflerle ilişkiler biraz ikinci plana kaldı. İşte Rusya ile işbirliği, İran ile işbirliği ve dolayısıyla mecburen Astana’da olduğu gibi Suriye Hükümeti ile işbirliğine dönüştü. Burada da CIA geride kalıyor, artık Pentagon ön planda. Yani Suriye siyasetinin Trump döneminde oluşturulmasında, uygulanmasında biz daha çok Pentagon’a, Savunma Bakanlığı’na, özellikle onun başında olan Mattis’in yapacaklarına bakmamız lazım. Fakat burada şimdi yeni kart dağılımında kapalı olan kart, bu oraya eklenen sivil taraftan Bannon’ın yaklaşımı ne olacak? Çünkü anlaşılan Bannon perde arkasında bu tür konularda dahil olmak üzere Trump üzerinde en etkili kişi olacak.

Peki, Amberin Zaman, aynı sorunun cevabını sizden rica edeyim, tabii şunu da ekleyeyimi bunu da bize söyleyin lütfen: Bunun manası ne? Etkisi ne olacak? Donald Trump’ın ilk söylediği şeylerden bir tanesi “Suriye’de güvenli bölge oluşturmak lazım” cümlesi. İşte öbür taraftan Rusya Astana görüşmeleri sırasında açıklayıverdi ki işte Kürtlerin de bir özerk bölgesi olması lazım Türkiye’de. Tam olarak Suriye’de ne oluyor? Ve Trump ne yapmak istiyor? Trump yönetimi nasıl bir Suriye istiyor?
Zaman
: Bence bu sorunun cevabını vermek için henüz erken; biliyorsunuz Pentagon’a bir görev verdi. Suriye’de güvenli bölge konusunda bana farklı planlar sunun diye. Bu konuda ciddi mi değil mi çok emin olamıyoruz. Çünkü neticede bir güvenli bölgenin oluşması için mutlaka orada Amerika’nın askeri varlığının da önemli bir biçimde artması gerekir. Yani bu çok farklı bir boyuta taşır Amerika’nın oradaki askeri müdahalesini. Şu anda biliyorsunuz 500 civarında Özel Kuvvetler mensubu var Rojava bölgesinde, yani Kuzeydoğu Suriye’de YPG’nin denetimindeki bölgede. Onun ötesine taşıması lazım bu varlığını ve tabii en kilit soru da: Acaba neresi için öngörülüyor bu güvenli bölge? Bu Türkiye açısından özellikle çok çok önemli. Neden? Çünkü eğer bu bölge Kuzeydoğu Suriye olarak belirlenirse, yani Kürtlerin denetimindeki bölge olarak belirlenirse, o zaman tabii çok farklı bir durumla karşı karşıya olacağız. Bir bakıma Irak Kürdistanı’ndaki gelişmelere paralel bir sürecin başlangıcına tanık olabiliriz belki. Çünkü Amerika’nın güvenliğinde olan bir Türkiye olgusu ve Kürtlerin hakimiyetinde olarak. Sadece Kürtler değil PKK’ye çok yakın durduğu ciddi bir bölge söz konusu olabilecek. Tabii oradaki bizim aldığımız duyumlar, eğer ki bir güvenli bölge söz konusu olursa Suriye’de bu daha ziyade güneyde Ürdün sınırlarında bir muhalif grup var, onları da CIA ağırlıklı olarak eğitti ve silahlandırdı. Muhalif gruplardan oluşan bir koalisyon ve diğerlerine nispeten daha bir birlik içerisinde hareket eden ve belli bir alanı denetimi altında tutan… bu senaryoyu savunanları okuduğunuz zaman bu biraz Trump’ın da İran’a yönelik o tutumuna yakın mantık içerisinde olacak bir bölge burası. Çünkü İsrail’in güvenliği de daha çok o bölgelerde söz konusu oluyor. Oraların denetim altında tutulması için tabii henüz çok erken. Ben biliyorsunuz yeni Rojava’dan döndüm. Tabii bu konular orada çok yoğun bir şekilde tartışılıyor. Yani bir hafta sonrasında ne olacak. Yani, hani Rakka’yı yapacağız ondan sonra Amerika çekip gidecek mi? Yoksa bu ilişkiyi yeni bir boyuta, siyasi bir boyuta taşıyacak mı? Bunun lobisini yapan Rojava üst yönetiminden İlham Ahmet Washington’daydı en son; burada tabii daha çok erken, bir kere Aydın’ın da bahsettiği gibi kilit noktalar… henüz Dışişleri bakan yardımcısı hâlâ atanmamış, ona benzer bir çok yer hâlâ boş olduğu için, yani görüşeceği bir muhatap bulamadı burada Rojava yönetimi, ama bunu çok böyle özgüvenle ifade ettiler. Kongre üyeleri ile epey temasları olmuş. Suriye muhalefeti nezdindeki temsilcisi olan büyükelçi ile görüşmüşler. Bir temsilcilik açacaklarını söylediler yakın zamanda Washington’da; hatta kimi atayacaklarına da karar vermişler ama ismini paylaşmak istemedi İlham Ahmet, ama tabii bu vize meselesi ile ne olur onu hiç bilmiyoruz. Yani bu vize engeline takılır mı bu atamayı düşündükleri arkadaş. Onun ötesinde sizin sorduğunuz soruları ben duyamadım, çok kötüydü hat.
Ne zaman durduğunuzu pek kavrayamıyorum, anlamıyorum, araya giriyorum ama. Neyse, Rusya dediniz; birincisi, bu Rusya’nın özerklik konusunda federal veya sistem konusunda Kürtlere yönelik sunduğu plan ne kadar samimi bunu sorgulamamız lazım. Yani hatırlarsanız Sovyetler Birliği de bir tür özerk bölgelerden oluşuyordu; sözde devletler topluluğu idi, ama neticede tümüyle Moskova’dan yönetilen, sıkı sıkıya hiç de demokratik olmayan bir yapıydı. Ve o zihniyetin değiştiği söylenemez. Rusya’nın demokrasi karnesi zaten ortada. Rusya burada kendince akıllı bir oyun oynuyor. Bir yandan Türkiye’ye boncuk atıyor, bir yandan Kürtlere göz kırpıyor. Tabii Kürtler üzerinde, Suriye’de hem rejim üzerinde nüfuz sağlamayı amaçlıyor, bir yandan Türkiye üzerinden de belli bir baskı kurmayı amaçlıyor ve zaten bunu başarıyor. Bunu El Bab’da da çok gördük. Yani rejimin böyle bir şeye asla yanaşmayacağını tam olarak zaten biliyoruz; tabii İran faktörü var, İran da hiçbir şekilde istemez sanırım Kürtlere bir şey verilmesini, statü tanınmasını ve dikkat ettiyseniz Astana’da da PYD yoktu; her ne kadar bu tür anayasa taslakları falan ortaya atsa da, Rusya neticede Türkiye’nin dediğini yaptı; gelmedi oraya PYD. Tabii Türkiye’nin de belki tümüyle spekülasyon olarak elinde tuttuğu bir kart var. Nedir o? Ahrar uş-Şam. Ahrar uş-Şam biliyorsunuz Cebhetü’n Nusra diyorlar kendilerine; bundan sonra Suriye’deki en etkin silahlı modern muhalif grup ve onlar Astana’ya katılmadılar. Bu acaba Türkiye’yle bir tür danışıklı dövüş içerisinde mi oldu? Onu tam olarak bilmiyoruz, dediğim gibi spekülasyonda bulunuyoruz. Ama Türkiye sanki Ahrar uş-Şam’ı elinde bir koz olarak tutuyor. Rus tarafı da işte Kürtleri koz olarak tutuyor. Dolayısıyla şimdiden ne olacağını tam kestiremiyoruz. Ama başından beri Trump’ın Suriye’de Rusya ile birlikte, bir şekilde Rusya ile anlaşarak hareket etmek istediği bence ortada. Tabii önemli done var elimizde; başkanın IŞİD konusundaki özel temsilcisi bu mevcut SDG’yi destekleme politikasının baş mimarlarından diyebiliriz; Centcom’un başındaki Steve Warren ile birlikte. Onun kalmış olması –çünkü normalde siyasi bir atamaydı o– bize bir done sunuyor geleceğe dair. Ve dediğim gibi kesiyorum, çünkü Arzu’nun ne diyeceğini çok çok merak ediyoruz; eminim seyirciler çok çok merak ediyordur. Ne dediğimi unuttum şimdi.

Önemli değil.
Zaman
: Böyle samimi beğenimi dillendirirken ne diyeceğimi unuttum.

Peki, Arzu Yılmaz ile devam edelim.
Yılmaz
: Ben de merakla Amberin Hanım’ı dinlediğim için ben de şimdi ne diyeceğimi unuttum.

Peki, o zaman şu soruyu sorayım, onunla devam edelim. Yine sanki en azından biz Türkiye’de “Ya, Suriye’de ne oluyor ne bitiyor? Orada ne olup ne bitecek?” diye odaklanmış gibi duruyoruz. Ve fakat Irak Şam İslam Devleti denen oluşumun meydana geldiği yer, eyleme başladığı yer Irak’tı. 1) Bugün onu Irak’tan atmak için ne yapılıyor? 2) Türkiye’nin Irak’ta IŞİD’e karşı politikaları nedir ve Irak’ta bu nasıl algılanıyor? Bir buradan başlayalım isterseniz, sonra aklınıza gelirse o söyleyeceklerinizi de buna eklersiniz.
Yılmaz
: Aklıma geldi. Önce şunu söyleyeyim, yani Irak’ta IŞİD’i atmanın en kompakt programı Musul Operasyonu’ydu. Gerçekten Musul Operasyonu öncesinde çok ciddi diplomasi-müzakere bütün imkânlar seferber edilerek bir optimum nokta yakalandı ve onun üzerinden de hemen Amerika seçimlere gitmeden bu operasyon hayata geçirildi. Bugüne kadar geldiği biçimi ile de görece başarılı sayılabilecek bir operasyon; en azından mesela mülteci mevzuu umulduğu kadar bir krize dönüşmeden yönetilebildi. Kayıp görece az oldu ama tabii ki tam bir sonuç alma noktasında –bu noktasında demekten de hiç hoşlanmıyorum, ama insan geliyor gidiyor bir yerde bunu söylüyor– bir sonuç alınamadı henüz. Ama benim asıl, biraz önce söyledim ya, Irak ve Suriye masası birçok ülkenin dışişlerinde en azından pratik olarak birleşti. Şimdi şöyle bir şey var. İki tane önemli gelişme oldu: Birincisi Ahmed el-Carba. Şimdi uzun süredir Suudi Arabistan’ın YPG ile Mısır üzerinden birtakım temaslarda bulunduğunu biliyoruz. Ve bir Suriye elit gücü diye –sayıları konusunda çok spekülatif iddialar var ama ezcümle önemi şuradan kaynaklanıyor: Suriye Demokratik Güçleri içerisindeki Sünni Arap desteğini ya da YPG ile işbirliği içindeki Sünni Arap gruplarının gücünü hem nitelik olarak hem nicelik olarak artırmaya dönük– bir takım gelişmeler oldu ve bu gelişmelerin öne çıkan figürlerinden birinin Ahmed el-Carba olduğu, bu kişinin de dediğim gibi Suudi Arabistan tarafından desteklendiğini ve Mısır’da birtakım görüşmeler yapıldığını biliyoruz. Bu El-Carba bir açıklama yaptı geçen gün: “3 bin kişilik bir gücümüz Amerika tarafından eğitilecek ve donatılacak; 3 bin kişilik bir güçle SDG’nin yanında Rakka’ya gireceğiz”. Şimdi bunu bir kenara koyalım, öbür tarafta ise bunun önemi nedir? Bunun önemi şu Türkiye açısından: Türkiye, biliyorsunuz, bu Sünni Arap grupların Suriye’deki iç savaş başladığından beri hâmiliğini yapmak gibi bir iddia ile hareket ediyordu. Şimdi Trump’ın bu bölgede hem YPG’ye yaptığı askeri yardım hem bu uçuşa yasak bölge planlaması ile birlikte düşünüldüğünde şöyle bir çıkarsama yapmak sanırım yanlış olmaz: Suriye’deki Sünni Arap güçleri ile ilgili bugüne kadar, Türkiye’yi içine almayan, ağırlığı Suudi Arabistan ve Mısır üzerinden sanki şekillenecekmiş gibi görünen yeni bir kımıldamalar var. Kımıldama önceden vardı ama bu biraz kanlanıyor gibi. Daha somut bir hale geliyor gibi. Bunun yanına hemen şunu da not etmekte fayda var. Biliyoruz ki Trump’ın ilk aradığı isimlerden biri Suudi Arabistan Kralı oldu — ki Obama itiraf etmişti Suudi Arabistan ile ilgili ne kadar sıkıntılı olduğunu. Ama öyle anlaşılıyor ki İran politikasında gözle görülür bir çark, ama öbür taraftan da Suudi Arabistan ile yeniden safları sıklaştırmak gibi bir eğilim var. Şimdi bunu bir tarafa koyalım, öbür tarafta da şu oluyor. Evet, YPG’nin temsilcisi Washington’daydı ama aynı zamanda ENKS’nin temsilcileri de Washington’a gitmeye hazırlanıyor ve onlar bu hazırlıklarını yaparlarken Leşker Roj diye bilinen ya da Suriye Peşmergesi olarak bilinen ve benim bildiğim Irak Kürdistanı’nda eğitilip donatılan, sayılarının 5 bin olduğu iddia edilen bir grup var. Irak Kürdistanı’nda kamplarda mülteci olarak yaşayan ve askeri olarak eğitilen bir grup var. Bu grubun başındaki kişi şöyle bir açıklama yaptı geçen hafta; bir çağrı yaptı. Dedi ki: “Çok yakında Rojava’ya döneceğiz, fakat gücümüzü daha fazla artırmamız gerekiyor, 10 bin kişilik bir silahlı güç oluşturacağız Amerikan güçleri eğitecek, bizi donatacak ve gideceğimiz yer de Cerablus, Azez ve Raye olacak” dedi. Şimdi bunların hepsini bir araya getirdiğimizde benim bu bilgi kırıntılarından yaptığım soyutlama şu: Amerika Başkanı Trump ya da Amerika’nın Suriye’deki yeni politikası daha önce de ilan edildiği üzere YPG ve Türkiye’yi ortaklaştırmaya Suriye’de zorlamaktı. Bunu ilan ettiler zaten. Bu haliyle de bakıldığında öyle görünüyor ki Türkiye YPG ile bir ara yol bulması, hani bir uzlaşmayı bulması konusunda Amerika’dan ciddi baskı görecek diye ben kişisel olarak böyle bir öngörüde bulunmanın eldeki verilerle mümkün olduğunu söyleyebilirim. Sonuçta Türkiye zaten uzun süre Suriye politikasında dışlanmıştı; Rusya ile, bir bakıma Cerablus operasyonu ile tekrar girme imkânı buldu. Ama bu Suudi Arabistan ve Mısır üzerinden, eğer bu Sünni Arap işbirliği ile YPG ile bir yandan işbirliklerini artırırlarsa, Amerika’nın bu silah yardımı bu kadar somut ve aşikâr iken Türkiye Suriye’de hâlâ bir iddia ve bu oyunun içine yeniden dahil olma imkânını elinde tutmak isterse. YPG ile bir şey bulmak ya da hadi şöyle söyleyelim Suriye Demokratik Güçleri ile bir ortak zeminde buluşmak durumda kalacaktır ya da buna zorlanacaktır demek; en azından ben şu aşamada bir öngörü olarak söyleyebilirim bunu. Burada küçük bir not düşmek istiyorum: Bu Leşker Roj’un ya da Suriye Kürtleri Peşmergesi’nin Cerablus’a dahil olma hikâyesi aslında Türkiye Cerablus operasyonunu yapmadan önce de gündeme gelmişti, ama ondan bir gün önce Barzani Ankara’daydı. Ama sonra öğrendik ki Mesud Barzani Türkiye’nin teklifini kabul etmedi. Bunun gerekçesi de eğer YPG ile bir uzlaşma sağlanmadan Leşker Roj’u göndermeye kalkarsa, o zaman Mesud Barzani ilkesel olarak karşısında durduğu kardeş kavgası ya da Kürtler-arası savaşa neden olma endişesi ile Türkiye’nin bu teklifini kabul etmediğini biliyoruz. Bugün kabul eder mi? Bugün işin açıkçası Amerika’nın arabuluculuğunda kabul etme ihtimali daha yüksek, çünkü aynı anda YPG’ye de yardım ediyor. Bunun da tabii ki bir sonucu olacak YPG açısından. O da nedir? Bugüne kadar Leşker Roj’u kabul etmeme konusunda çok ısrarcı olmuşlardı. Sanırım onların da vermesi gereken taviz bu olacak. Ve bu hikâye etrafında dediğim gibi ben kişisel olarak Türkiye’nin hani böyle bir şeyi olur mu olmaz mı bilmiyorum ama, Türkiye’nin bu konuda üzerindeki baskının artacağını öngörmek sanırım mümkün.
Zaman: Ben de bir not düşmek istiyorum izninizle. Şunu ben oradayken görmüştüm ve en son İlham Ahmet ile de görüştüm ve bu konuda esneklik gösterme ihtimallerinin oldukça düşük olduğunu ben gözlemledim, çünkü halen şunu söylüyorlar: “Eğer gelirlerse buyursunlar gelsinler, ama bizim komutamız altına girme şartı ile, yoksa hiçbir şekilde kabul edemeyiz” diyorlar.
Yılmaz: O dediği çok doğru onun karşılığında da Şengal’deki güçler de KDP’nin kontrolünde o konuda birtakım müzakereler yapılıyor. O dediğin doğru, ona karşılık Irak Kürdistanı’nda da Şengal’deki güçlerin Peşmerge kontrolüne girmesi gibi bir pazarlık ediliyor. Sonucu ne olur bilinmez, ama bu taviz vermez tutumun Şengal üzerinden kırılma ihtimali de var.
Zaman: Bu Şengal’i Başika meselesinden ayrı tutamayız. Ve benim aldığım duyumlar Bağdat Hükümeti’nin özelikle Başika konusunda Türkiye çekilme taahhüdünde bulunmadığı sürece –çünkü her ne kadar Yıldırım oraya gidip de dostâne birtakım açıklamalar da bulunsa dahi, hiçbir şekilde Abadi’nin istediği gibi “Şu tarihte biz çekileceğiz” gibi herhangi bir şeyde bulunmadı Bağdat tarafına. Dolayısıyla bu Başika meselesi, yani Türk varlığı orada sürdüğü kadar PKK varlığı da sanırım Şengal’de sürecektir. İran konusunu hiç konuşmadık ve tabii Kandil’i konuşmadık. Yani YPG işte şunlarla bunlarla anlaşırken peki İran’ı bunun neresine koyacağız? Çünkü neticede biliyoruz ki Kandil’in zaman zaman İran’la sürtüşen çıkarları söz konusu.

Bunu da mesela haftaya konuşalım, haftaya değerlendirelim. Şimdi son sözü Aydın Selcen’e vereyim o bize toparlasın. Katar ve Suudi Arabistan Suriye’den çekildi mi çıktı mı? Artık onlar bu oyunda yok mu? Evet Amberin Zaman’ın işaret ettiğini sormak isterim İran’ın tutumu ne olacak burada? Üçüncü olarak da Arzu Yılmaz’ın söylediği şey enteresan, o benim dikkatimi çekti: Şimdi IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) Irak ile Suriye’yi birleştireyim derken aslında onlara karşı Irak ile Suriye tek bir dosya haline geldi; en azından bu çerçevede birleşti. Bundan sonra ne olacak?
Selcen
: İşte Türkiye açısından üç gelişmeye sessiz kalmak –habersizlik, sessizlik haberse– Katar ile Suudi Arabistan için de aynı şey geçerli. Katar ve Suudi Arabistan’ın epey zamandır sessiz olduğunu görüyoruz ve o sessizlikleri bizatihi haber teşkil ediyor, yani doğrudan söylersek dediğiniz gibi kaybedenler arasında. Kazananlar da Rusya ve İran. Ve Rusya ve İran’ın sırtından Suriye aslında. Irak Hükümeti de aslında buradan kazançlı çıkıyor. Çünkü ulusal birliğini de tahkim etmiş oluyor. Ve ulusal araçlarla her ne kadar arkasında Amerika olmasa, koalisyon olmasa, başarılı olmasa da kendi kendine bir terörle mücadele harekâtını sürdürebildiğini ve egemenliğini tekrar tesis edebildiğini kanıtlıyor; bunun da siyasi bir sonucu olacak. Yalnız hep akılda tutulması gereken; bu değerlendirmeleri yaparken, bizim açımızdan masaya bakarken, sahaya da bakmalıyız. Yani kâğıtlarda ne yazıyor, neler söyleniyor? Tamam, ama sahada ne var? İşin gerçeği, evet, IŞİD örneğin bu Suriye-Irak sınırının yapay olduğunu söyleyerek yola çıktı. İlk yaptığı iş kaldırmaktı. Zaten IŞİD ile mücadelenin bir diğer sorunu bu iki ülke arasındaki sınırı kalın bir şekilde çizmek. Yani Irak burada Suriye burada diye. Ama IŞİD ile mücadele ABD açısından tabii her ikisini de kapsıyor. Yalnız öte yandan bir de şu gerçeklik var: Sanki görünürde Suriye konusu Rusya’ya kaldı, Irak konusu ABD’ye kaldı; bugüne kadar öyle geldik. Suriye içine bakarsak Suriye’de daha ziyade mücadele Rakka tarafındaki operasyon, yani doğuda Irak tarafında kuzeydoğuda Kürtlerle işbirliğinde Amerika ile şey yaparken, batıda, örneğin Halep’in kuzeyindeki Şeyh Mahmut Mahallesi, onun yanında ki Rüstem Paşa mahallesi, buralarda da YPG Suriye bayrağı astı. Afrin tarafında daha ziyade yine rejimle ve Rusya ile işbirliği halinde. Böyle bir farklılığı gözetmek lazım. Şimdi o Rojava peşmergesinin eğitilip tekrar dönmesi konusunda zaten Arzu’nun değindiği mesele. Türkiye kontrolündeki cephe gelirse gelecek o da; demek ki Türkiye üzerinden gelecek, yoksa peşmerge oraya gelir savaşa savaşa. Yani eğer Ankara’da öyle bir hayal kuranlar varsa onlar da büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaktır. Doğru onu bende biliyorum Barzani’nin hiçbir şekilde ne Şengal’e ne Suriye’ye girmek gibi bir siyaseti olamaz. Başika konusunda da yine sahaya bakarsak Başika Kürdistan’ın kontrolünde olan bir bölgede. Oradan bizi zor kullanarak Bağdat hükümetinin çıkarmasına imkân yok. Aslında Sayın Başbakan Yıldırım’ın Bağdat ziyareti şu şartlarda, ben buna “monşer usulü” demiştim, zaten beğenilmeyen monşer usulü eski usul, bizim bildiğimiz usulde düzenlenmiş başarılı bir siyasetti. Ve orada gerekli bir muğlaklık vermişti, yalnız dönüş yolunda bir halkla ilişkiler kazası yaşandı. Yine kendilerini tutamayan bakanlar helikoptere atlayıp Başika’ya gidip orada işte Sayın Cumhurbaşkanı’na telefon edip oradaki bizim birliğimiz ile bir canlı yayın yaparak o fotoğrafları paylaşınca iş yine suya düştü. Aslında iyi idare edilmiş bir paket. Çekileceğiz ama ne zaman çekiliriz nasıl çekiliriz hangi şartlarda. Zaten burası sizin filan gibi bir muğlaklık ona verilmişti. İran burada kazançlı. İran’ın Irak üzerinde de Suriye üzerinde de etkisi artık yadsınamaz. İran olmadan Irak ve Suriye’de adım atılmaz. Yalnız önceden kestirilemeyen gelişmeler. Başkan Trump’ın imzaladığı yedi ülke, Katar, Suudi Arabistan örneğin Mısır ile beraber bu yedi ülkenin arasında değil. Fakat IŞİD ile mücadelede nasıl Suriye’de Kürtlere gerek var, Kürtler olmadan bu sürdürülemez, Rakka hele hiç alınamaz. Burada de Irak ordusu ile bu iş yürütülüyor. Irak ordusunun bazı generallerinin aileleri Amerika’da. Amerika’dan kalkıp bu mücadeleyi sürdürmeye gelenler var. Onu bırakalım bir önceki büyükelçi bile şu anda Amerika’ya gidemez halde. Burada İran’ın da dürtmesi ile Irak Hükümeti’nin ABD’ye ne tepki vereceğini, o tepkinin de IŞİD ile mücadeleyi nasıl etkileyeceğini, o etkileşimin de Trump’ı bu siyasetinde geri adım atıp atmamaya götüreceğini de iyi izlemek lazım. Zaten o kanallar ABD sisteminde var. Bini aşkın imza ile örneğin diplomatlar buna karşı olduklarını söyledi. IŞİD ile mücadele konusunda da açık ki Pentagon’dan da bunun IŞİD ile mücadeleyi aksatacağına yönelik bilgiler şu anda gidiyor. Ama bakalım göreceğiz karar neticede Başkan’a ait.

Peki, Aydın Selcen, çok teşekkür ederim. Amberin Zaman, Arzu Yılmaz sizlere de çok teşekkür ederim değerlendirmeleriniz için.
Zaman
: Biz teşekkür ederiz.
Yılmaz: Teşekkür ederiz.

Peki, iyi akşamlar diliyorum size. Efendim bu akşam Suriye’de ve Irak’ta Trump’ın başkanlığı döneminde neler olabileceğini konuşmaya çalıştık; kapı komşularımızda ne olup bittiği bizim için önemli; hele hele oralardaki operasyonlarda askerlerimiz şehit olurken daha da önemli. Haftaya bir başka konuda yine Açık Oturum’da buluşmak üzere iyi akşamlar efendim.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.