Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kaushik Basu: “Küreselleşmeyi kurtarmak için, yoksulluk yerine kârların paylaşımına geçmek gerek”

2012-2016 arasında Dünya Bankası baş ekonomistliği yapan Kaushik Basu, klasik liberal teorinin bir eleştirmeni. Paris ziyareti sırasında, ekonomiye, işbirliği gereğine ve küreselleşme için mantık değiştirmenin önemine bakışını anlatıyor. Romaric Gardon’un mediapart.fr için yaptığı ve 26 Mayıs 2017’de yayınlanan söyleşiyi Haldun Bayrı çevirdi.

Kaushik Basu
Kaushik Basu

1952, Batı Bengal, Kalküta doğumlu olan Kaushik Basu, günümüzün en önemli Hintli ekonomistlerinden biri. Amaryta Sen’in (1998 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi) takipçisi olduktan sonra, Hindistan Federal Hükümeti’ne danışmanlık ve 2012-2016 arasında Dünya Bankası baş ekonomistliği yaptı. . Kaushik Basu hiçbir ekolde yer almayan bir ekonomist; ama oyunlar kuramından etkilenmiş ve işbirliğinin yararları ile toplumsal kaidelerin ekonomideki etkisi üzerinde ısrar ediyor. Başvuru kitabı olan “Piyasanın Ötesi: Yeni Bir Ekonomik Düşünceye Doğru”yu 2010’da yazdı. Kaushik Basu bu söyleşide işbirliğinin dünya ekonomisi için nasıl bir çözüm olabileceğini açıklıyor.

Kısa süre önce Fransızcaya çevrilen 2010 tarihli kitabınızda, bencil çıkarlar peşinde koşmanın umumî menfaati temin ettiğini ileri süren “görünmez el teorisi”ne içeriden bir eleştiri getiriyorsunuz. Size göre, bu teori çok sayıda ekonomist tarafından yolundan mı saptırıldı?
Adam Smith’e çok haksızlık yapılmış olduğunu düşünüyorum. Bence, kendi de bu görünmez el teorisinin sonunda varabileceği mesajın bilincine varmadı. Emek pazarında ölçek ekonomileri sorunlarıyla çok daha fazla ilgileniyordu o. Milletlerin Zenginliği’nin (The Wealth of Nations, 1776) özgün baskısının dizininde bu teorinin adının bile anılmamasını ve Adam Smith’in ölümünden sonra yayıncı tarafından ilave edilmesini buna kanıt kabul ediyorum. Fakat tedrici olarak –çünkü güç sahipleri için ideoloji bakımından elverişli olduğu ortaya çıkmıştı– bu teori bir doğal düzen, yani bir “iyi düzen” haline getirildi. Benzer şekilde Hindistan’da doğal ve iyi bir düzen olarak kavranan kastlar sistemini düşündürüyor bu bana.
Bu evrim, görünmez el teorisinin Kenneth Arrow ile Gérard Debreu’nün gerçekleştirdikleri matematikleştirilmesi üzerine temellenmiştir. Bu matematikleştirme, gerçek dünyadaki kapsamını azaltan önemli sayıda koşula ve aksiyoma bağlıdır aslında; fakat Smith’in görünmez el teorisini genellemeci bir ideoloji içinde “kemikleştirmek” için kullanılmıştır. Bu teorinin bizatihi yanlış olduğu anlamına gelmez bu; ama somut kullanımı yoldan çıkmıştır.

Bilhassa toplumsal ve kültürel kaidelerle/normlarla ekonomi arasındaki bağlar üzerinde ısrar ediyorsunuz. Smith’in teorisine getirdiğiniz eleştirinin merkezî noktalarından biri bu.
Evet, çünkü evrenselliğinin temelleri üzerine sorular uyandırıyor bu. Bana aydınlatıcı gelen bir vakayı sık sık hatırlatırım. 1755’te Güney Carolina’da, Cherokee Yerlileri sömürgecilerle karşılaşır. Yakınlık kurulur ve Cherokee Yerlileri “tüm topraklarını Büyük Britanya Kralı’na vermek” istediklerini beyan ederler. Bu bağış onlar için simgeseldir ve konukları ile onların reislerini onurlandırmanın bir şeklidir. Fakat sömürgeciler bunu hemen kabul ederler, onlara bir miktar para verirler ve bir satış belgesi imzalatırlar. Ve onlar Cherokee topraklarının yasal sahibi haline gelirlerken, başka bir mülkiyet anlayışı olan Yerliler bundan bir şey anlamazlar. Zihinsel paradigmalardaki bu ayrılık temeldir; çünkü “gönüllü” bir sözleşmenin gerçekte öyle olacak şekilde gönüllülüğünü ortaya koyma imkânı vermez. Ekonomi biliminde hesaba katılacak bir unsurdur bu.
Aynı şekilde, günlük yaşantıda insanların içinden, yanlarındakinin cüzdanını çalmak gelmediğini saptarız. Oysa bir kişisel çıkar peşindelik mantığı içinde kolay bir zenginleşme yöntemi olur bu. Fakat sık görülen bir davranış değil. Klasik ekonomistler, bu davranışın ilk dayanağının ceza korkusu olduğunu açıklarlar bize. Fakat vakaların çoğunda bu doğru değildir ve gerçekte insanlar cüzdanı çalmayı aklından bile geçirmez. Kaide hesapsızca içselleştirilmiştir. Herkes hesap yaparsa da, toplum işleyemez.
Buradan aklımızda neyi tutmalı? Ekonominin insan bilimlerine dahil edilmesi gerektiği; kültürel ve sosyolojik unsurları hesaba katması gerektiği. Ekonomik politikaların başarısızlığa uğrama nedeninin de, ekonominin işleyişinde toplumsal kaidelerin bu unsurlarını hesaba katmamaları olduğu.

Ekonomide işbirliğinin yararları üzerinde özellikle duruyorsunuz. Bu da klasik ekonomistler tarafından sıkça yadsınan bir doğru…
Evet, haddinden fazla ihmal edilen bir olgu bu. İşbirliği ekonomide önemli bir unsur olduğu gibi, mümkün bir işleyiş yoludur da aynı zamanda. Mesela bir aile, işbirliğine dayalı bir yapıdır. Evdeki buzdolabı, bir fiyat ve piyasa sistemine müracaat etmeden herkese açıktır.
Çok sayıda toplulukta ve çok sayıda insan grubunda bu tipte davranışları buluyoruz. Ekonomik işbirliği biçimleri her gün biraz her yerde yaşanıyor. Mesela kamuya açık bir mekânda sigara içmemek bir işbirliği biçimidir. Hindistan’da hiç kimse böyle bir kaidenin uygulanabileceğini düşünmüyordu. Halbuki Hintlilerin davranışı değişti. İşbirliği yapmayan bir davranıştan işbirliğine giren bir davranışa geçtik ve bu davranış artık toplumsal kaide haline geldi. Bencilliğin umumîleşmesini tek insan hakikati telakki eden ortodoks yaklaşım karşısında, bu tipte evrimler göz önüne alınmalı. 

Bir yandan liberal ortodoksluğun temellerini sorgulama konusu ederken, Devlet nazarında da muayyen bir güvensizliğiniz var…
Fazla yer tutmaya başladığı vakit Devlet’ten kendimizi sakınmak gerektiğine inanıyorum; çünkü o zaman, bazı kişiler ya da çıkar grupları tarafından ele geçirilebilir. Mesela ahbap-çavuş kapitalizminin sosyalizm zannedildiği Sovyetler Birliği ve uydularında olup biten budur. Bununla birlikte, Devlet’in düzenlemeler dayatması katiyetle gereklidir. Elbette, temkinli hareket etmek gerekir; zira düzenleme getirmek, ekonomide vahim işleyiş aksaklıklarına sebep olabilen hassas ve zor bir iştir. Bununla birlikte düzenlemelerin çoğu zaman belirleyici bir teşvik gibi etkisi olur. Alışkanlıklar arasına girdikten sonra, artık bir daha bunu düşünmeye gerek yoktur, toplumsal kaide haline gelmiş demektir. 19. yüzyılın başında, çocukların çalıştırılmasına karşı yasa çıkarmak gerekmişti. Bugün, çocuk çalıştırmanın yasak olduğunu bilmek için hiç kimsenin hukuk kitaplarına ihtiyacı yok: Besbelli bir hale geldi bu. Aynı şey, az önce zikrettiğim kamuya açık yerlerde sigara içme yasağı için de geçerli. Otoriter bir Devlet’e gerek yok, toplumsal kaideler daha etkili oluyor.
Devlet’in faaliyeti başka bir durumda da elzem; o da gelirlerin yeniden dağıtımı. Böyle bir yeniden dağıtım özerk şekilde mümkün değil; Devlet’in müdahalesine ihtiyacı var. Bu müdahale de kapsamlı olmalı. Vergiler gelirleri yeniden dağıtmanın bir yoludur; fakat insanî sermayeye, özellikle de eğitime çok yatırım yapmak gerekir. Eşitsizlikler esasen başlangıç eşitsizlikleridir. Bir gecekondu mahallesinde doğduğunuz zaman, zenginlik de eğitim de olmadığında, ne yaparsanız yapın durumunuzun değişmemesi çok büyük ihtimaldir. Bu noktada devreye Devlet girmeli ve vergi yoluyla, zenginliklerin miras olarak devrini daha zorlaştırıp, halkın sağlığa ve eğitime erişimini kolaylaştırmalıdır.

Kitabınızdaki ender önerilerden biri, fabrikaların ülke dışına çıkışının telafisi olarak ve küreselleşmenin olumlu etkilerini ayakta tutmak için “kârların paylaşımı”. Bu paylaşım nasıl haklı gösterilecek ve hangi biçimi alacak?  
Küreselleşmenin halihazırdaki işleyişinde, yoksul kimseler birbirleriyle yarış halinde. Ama bu yarışın sonucunda kâr artıyor; dolayısıyla eşitsizlikler de artıyor. ABD’deki hanelerin orta geliri, benim Dünya Bankası’ndaki ilk görevime geldiğim 1998 ile bugün arasında değişmedi. Oysa ABD’de önemli bir büyüme yaşandı; bu da öncelikle en yüksek gelirlere faydalı olduğu anlamına geliyor. Dolayısıyla sorun, gelişmiş ülkelerin emek güçleriyle gelişmekte olan ülkelerin emek güçleri arasındaki bir kavgada değil; emekle sermaye arasındaki klasik kavgada. Bu olgunun bilincine varmak, küreselleşmeyle ilgili perspektifimizi değiştirme olanağı verir.
Küreselleşmede muazzam bir yeniden dağıtım ihtiyacı var; bunun sonucu olarak da, bugünkü gibi yoksulluğun paylaşıldığı bir anlayıştan, kârların paylaşıldığı bir biçime geçilmesini öneriyorum. Fabrikaların yurtdışına çıktığı ülkelerdeki emekçilere yeniden dağıtılacak, kârlardan %10’luk bir vergi biçimini alabilir bu. Zengin ülkelerin ahalilerinin gelişmekte olan ülkelerin kalkınmasına ilgi göstermesini sağlayabilecek, evrensel kâr hakkının bir biçimi olur bu. Doğal olarak başlangıçta zoralımlara/müsaderelere başvurulacaktır; servet sahibi kişiler servetlerinin bir kısmını kaybedeceklerdir; ama bu, işbirliğinin de başlangıcı olacaktır. Ve küreselleşmeyle bencilliğin aynı şey gibi görülmesine son vermeye doğru da ilk adım.

Dünya Bankası’nın eski bir baş ekonomisti olarak dünya ekonomisinin günümüzdeki durumunu nasıl görüyorsunuz?
Günümüzdeki durum özel olarak bunaltıcı. Uluslar arasındaki rekabet tehlikeli bir yarışa yöneltiyor. En eşitlikçi ülkeler küreselleşmenin halihazırdaki bağlamında ayakta kalmak için eşitsizlikleri artırmaya mecburlar. Düşük eşitsizlik düzeyli bir ülke olan Japonya’nın durumu böyle oldu; fakat şirketler bundan fena etkilendiler, çünkü tam olarak da küreselleşme bağlamında o toplumsal yapıyı korumak imkânsızdı. Yirmi yıldır Çin ve Hindistan’da da eşitsizlikler artıyor. Buna yeterince dikkat gösterilmiyor bence. Ama mesela Ortadoğu’daki çatışmaların da bu bölgelerdeki istihdam durumunun bozulmasıyla bağlantılı olduğunu düşünenlerdenim.
Asıl endişe verici olan şey, bu durumu iyileştirici çok az önlem alınması. Elbette, Avrupa Komisyonu daha işbirliğine dayalı bir bütçe politikası gerekliliğinin bilincine varıyor gibi; ama henüz yeterli değil bu. Filipinler ya da Türkiye gibi bazı ülkelerde, çözüm otoriter rejimler çehresine bürünüyor. Ben yine de iyimserim, çünkü yeniden dağıtım ve işbirliği önlemlerine yönelmenin zorunlu olacağına inanıyorum. İklim değişiminin ve tutunamayacak toplumsal sistemlerin meydan okumasına karşı, bugün ütopik gibi görünenleri de göz ardı etmeksizin çözümler bulmak gerekecek.

FransizKultur

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.