Geçen hafta kaybettiğimiz büyük İranlı düşünür Daryush Shayegan’ın anısına, ondan bir parça:
“(…) Sonunda usanıp, mekanizmaları hakkında hiçbir şey bilmediğimiz yöntemleri, nesneleri ve fikirleri tüketmeye başladık. (…) Yanılmamızın doruğu ise, önümüze gelen şeylerin doğasında bir ayıklama yapabileceğimize saflıkla kanaat getirmemiz oldu: Kuruyu yaştan ayırma yanılsaması. Tekniği ve ateşli silahları seçip, bunların temelinde yatan laikleştirici ve yıkıcı fikirleri kahramanca reddetmek. Yani hem Şeriat’ın her yerde varlığına tamamen boyun eğen tam bir Müslüman, hem girişimci bir kapitalist, hem iş bitirici bir teknokrat, hem de (neden olmasın?) ateşli bir milliyetçi olmak. Sonra, daha harekete geçmeye vakit olmadan ve olup bitenin gerçekten bilincine varmadan, ırmağın öte yakasına geçmiştik bile. Dünyada olanlarla kafalarımızda olanlar arasında bir uçurum oluşmuştu. Taşradaki tatil aniden son buluyordu, çünkü arada geçen zamanda dünya değişmiş, tarih ilerlemiş, tanıdık ekolojimiz yıkılmıştı ve biz bir no man’s land’e atılmıştık: Ne atalarımızın toprağı, ne de yeni sahiplerimizin toprağı olan bir yere. Uzakta olan hep haksızdır! Evet, öyle! Haksızdık, çünkü tarihin randevusunu kaçırmıştık.”
(Daryush Shayegan, Yaralı Bilinç, s. 26, 2014 baskısı)