Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“Tamam”ın sırrı

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde Refah Partisi kampanyanın son gününde İstanbul’u afişlerle donatmıştı. Çok yaratıcı bir afişti, “Tamam inşallah” başlıklı. Ve büyük bir sürpriz olmuştu herkes için. Ardından sandıklar açıldıktan sonra da esas sürpriz oldu. İstanbul’da Recep Tayyip Erdoğan Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. Ankara’da da Melih Gökçek seçilmişti aynı partiden, aynı seçimde. Aradan geçen onca zamandan sonra dün Cumhurbaşkanı Erdoğan, aynı Erdoğan, Meclis’te partisinin grubunda yaptığı konuşmada söylediği bir cümleyle birdenbire aynı “Tamam inşallah”ı çağrıştıracak bir cümleyle kendi aleyhine bir şekilde, muhalefete çok güzel bir slogan hediye etmiş oldu. Cümle şuydu — biliyoruz hep birlikte izledik, sonradan öğrendik en azından: “Milletimiz ‘tamam’ derse, çekiliriz. Bu kadar basit”.
Burada aslında Erdoğan kendisinin milletin kararına ne derece saygılı olduğunu göstermek istiyor. Ancak kendi ağzından “milletin ‘tamam’ demesi” şıkkını telaffuz ediyor olması, aslında onun gibi deneyimli bir siyasetçiden beklenmeyecek bir sürpriz oldu. Büyük bir hataydı bence.
Bir gazeteci olarak kendisini İstanbul Refah Partisi il başkanlığından beri takip ediyorum. Herhalde bu kadar bâriz bir hatayı bu kadar kritik bir dönemde çok az yapmıştır. Bunun nasıl bir hata olduğu zaten kısa bir süre içerisinde çıktı. Onun cümlesindeki “Tamam derse” sözünden “Tamam” kelimesi alındı muhalifler tarafından ve sosyal medya üzerinden hızlı bir şekilde gündeme getirildi. Siyasî iktidarın, iktidar partisinin ve devletin buna “devam”la mukabele etme çabası çok etkili olamadı. Dünyada bir şekilde sosyal medyayı takip eden çevrelerin, hatta yabancı haber ajanslarının da haberleştirdiği şekilde, “Tamam” kelimesi birdenbire literatüre girdi.
Daha önceki referandumda “Hayır” sözcüğü vardı. Ama zaten o referandumun seçeneklerinden birisiydi. Doğal bir şeydi. Burada muhalefetin Erdoğan’a karşı, özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ve aynı şekilde genel seçimlerde birlikte hareket etmek isteyen, eder gibi olan muhalefetin ortak slogan bulma diye bir sorunu vardı; belki de aramıyorlardı, arasalar da belki bulamayacaklardı ya da benimsenemeyecekti. Erdoğan onlara böyle bir şeyi ikram etmiş oldu. Ve o slogan üç cumhurbaşkanı adayı tarafından –ki sonradan buna Selahattin Demirtaş da bir şekilde dahil oldu– hemen benimsendi ve tedavüle sokuldu. Hatta Muharrem İnce kendi kampanyasını “Artık tamam” sloganıyla inşa edeceğe benziyor. Meral Akşener aynı şekilde sahip çıktı. Temel Karamollaoğlu da –başta söylediğim– 1994’teki sloganı alıp, “Tamam inşallah” sloganıyla buna sahip çıktı.

“Medya padişahınsa sosyal medya bizimdir”

Burada öncelikle şunu vurgulamak lazım: Temel Karamollaoğlu demişken; onun bir süre önce attığı tweet’ler vardı, “Medya padişahınsa sosyal medya bizimdir” diye. Burada tam da bunu yaşıyoruz. Bugün Türkiye’nin etkili medya organlarının hemen hemen hepsi –televizyonlar, gazeteler– Erdoğan’ın denetiminde, siyasî iktidarın denetiminde. Manşetler orada, diğerleri yok. Televizyonlar sadece Erdoğan’ı veriyor; belki arada sırada ortağı olan Bahçeli’yi de. Onun dışındaki kişilere devletin televizyonu da dahil olmak üzere yer vermiyorlar. Tıpkı 1994’te Refah Partisi’ne o dönemin ana akım, merkez medyasının yer vermemesi gibi. Ama orada bir sloganla –o tarihte tabii sosyal medya yoktu, ama duvarlar vardı, afişler vardı– bayağı etkili bir şekilde seçimin kaderini değiştirebilmişti Refah Partisi. Bugün de medyadan mahrum bırakılmış olan muhalefet, sosyal medya üzerinden bütün o medya imparatorluğuna hükmeden gücün karşısına çıkabildi — beş harflik bir kelimeyle, kavramla.

Erdoğan’ın en sıkıntılı seçimi

Bu çok önemli bir dönüm noktası olacak bu seçimlerde. Bunu şimdiden söylemek lazım. Artık seçimin en azından bir tarafının sloganı var; “Tamam” diye. Diğer taraf da ona cevaben “Devam” sloganını devreye sokmak istiyor. Ne derece etkili olacak göreceğiz; ama şunu görüyoruz: Aktif olan muhalefet; buna cevap verip engellemeye çalışan, cevap vermeye çalışan ise iktidar. Bu aslında Tayyip Erdoğan’ın siyasî kariyerinde çok karşılaşmadığımız, özellikle iktidara geldiği andan itibaren karşılaşmadığımız bir durum. Genellikle oyunu Erdoğan kurardı ve rakipleri, özellikle ana muhalefet partisi ve bir zamanlar MHP, kısmen HDP, ona cevap yetiştirmeye çalışırlardı. Şimdi tersi bir durum var. Cevap yetiştirmeye çalışan iktidar.
Bu aslında şaşırtıcı bir durum değil —en azından benim için değil; çünkü izleyenler biliyor, ben uzun bir süredir siyasî iktidarın ve Erdoğan’ın kendisinin, “reisçiliğin” ciddi bir krizde olduğuna inanıyorum. Bu kriz politik bir kriz. Bu kriz ideolojik bir kriz. Kendini yeniden üretemeyen, tıkanan, artık pozitif mesajlar veremeyen bir Erdoğan var. Artık reaktif bir Erdoğan var, proaktif değil reaktif bir Erdoğan var. Bu uzun süredir var ve bu seçimlerde bunu çok daha açık bir şekilde görür olduk. Ve daha önce söylediğim gibi Erdoğan’ın takip ettiğim seçimleri içinde, katıldığı daha ilk 89 yılındaki İstanbul Beyoğlu Belediye Başkanı adaylığı seçiminden bunu yana en sıkıntılı seçimini yaşıyor demiştim. Dünkü yaşanan olay da bence bunu gösteriyor.

FETÖ işi mi?

Burada her ne kadar siyasî iktidar bunu FETÖ’ye, PKK’ya vs. bağlamak istese de, büyük ölçüde sosyal medya üzerinden sivil vatandaşların –muhalif vatandaşların tabii ki– geliştirdiği bir hareket oldu “tamam” meselesi. Daha sonra Cumhurbaşkanı adayları ve diğerleri bir şekilde buna dahil oldular. Ama başlangıcı bambaşka bir şekilde daha bireysel bir tepkiydi. Bu da gösteriyor ki sivil bir hareketlilik var muhalefette. Bu seçimde böyle bir hareketliliğe tanık oluyoruz. Ve de açıkçası Türkiye’deki OHAL koşullarında, özellikle sosyal medya kullanıcılarının değişik konularda başına işler geldiğini de biliyoruz. Gözaltına alındıklarını, tutuklandıklarını, mahkûm edildiklerini biliyoruz. Ona rağmen bunun yapılmış olması bir anlamda korku duvarının aşıldığını da gösteriyor.

Aşırı medya denetiminin zararları

Buna nasıl bir cevap verecek? Verebilecek mi? Ne yapacak? Onu bugün yarın göreceğiz. Ama bunun çok açık bir şekilde siyasî iktidar ve Erdoğan’ın aleyhine bir durum olduğu kesin. Çok az bir süre var seçimin olmasına. Şu an itibariyle ilginç bir şekilde Erdoğan’ın ikramıyla muhalefet moral olarak bayağı bir üstünlük elde etmiş durumda. Bu kalıcı olur mu olmaz mı? Bunu net bir şekilde söylemek mümkün değil. Tabii ki Erdoğan’ın elinde çok güçler var, devlet imkânları var. Her şeyi kontrol ediyor. Medyayı tamamen kontrol ediyor.
Ama tekrar burada bir husus var ki, bugün Yeni Şafak’ta yazan Ali Saydam –kendisi bir iletişim uzmanıdır ve yakın bir zamanda AK Parti trenine binenlerden birisi–, o bile dayanamamış. Medyanın tamamen, sadece Erdoğan’ı gösteriyor olmasının Erdoğan’ın aleyhine olabileceğini, olduğunu yazmış. Mealen aktarıyorum. Birtakım silahların ellerinde patlaması gibi bir olaya tanık oluyoruz. Aşırı medya kullanımı, medyanın aşırı denetimi ve diğerlerine tamamen kapatılmasının Erdoğan’ın çok işine yaramayabileceği noktasında kendi çevresinden de sesler çıkmaya başladığını görüyoruz.

Erdoğan İnce dışındaki rakiplerinin adını anmıyor

Şu âna kadar Erdoğan’ın stratejisinde ben şöyle bir şey gözledim: Bu seçimin kendisiyle Muharrem İnce arasında olduğunu, daha doğrusu AK Parti’yle CHP arasında olduğunu, dolayısıyla da Türkiye’de sağ ve eski bildiğimiz anlamda sol arasında olduğunu göstermeye çalışıyor. Meral Akşener’in adını hâlâ telaffuz etmedi. Temel Karamollaoğlu’ndan ve Saadet Partisi’nden de çok dolaylı şekilde bahsediyor. Olayı burada sınırlı tutup Türk sağının oylarını almak ve böylece bir çoğunluğa ulaşmak istiyor. Dolayısıyla siyasî iktidar en büyük engellemeyi bence Saadet Partisi ve İYİ Parti’ye yapıyor ve yapacak. Onları iyice görünmez kılmak isteyecek. Onlar ne kadar öne çıkarsa, Meral Akşener ve Temel Karamollaoğlu, İYİ Parti ve Saadet Partisi, o kadar AK Parti’nin ve Erdoğan’ın işi zor olacak. Muharrem İnce’yle ve CHP’yle muhatap olmaya, onunla sınırlı tutmaya çalışıyor. Bunu yaparken de –en son dünkü o grup konuşmasında– Muharrem İnce’yle ilgili söylediklerinin de çok küçümseyici ve aşağılayıcı olduğunu gördük.
Bu da açık söylemek gerekirse, geçmişte, zamanında ülkeye hâkim olan güçlerin ve medyanın Refah Partililere ve Erdoğan’a reva gördüğü muameleyi, yıllar sonra Erdoğan rakiplerine reva görmeye başlıyor. Bu tür kibirli davranışlar, tepeden bakma davranışları, demokrasi kültürünün iyi kötü olduğu, demokrasi geleneğinin iyi kötü olduğu Türkiye’de geri teper. Zamanında Refah Partisi olayında geri tepmişti, bugün de geri tepme ihtimali çok yüksek.
Ama şunu görüyoruz: Erdoğan tam olarak –zaten AK Parti’de Erdoğan’dan başka konuşan kimse yok, dikkat çeken kimse de yok, bu da Erdoğan’ın eseri zaten– neyi nasıl söyleyeceği konusunda çok bocalıyor. Bu noktada bugün Cumhuriyet’te Kemal Can’ın yazısını özellikle tavsiye ederim. Onun altını çizdiği bir husus var. Şu âna kadar AK Parti’nin attığı adımlar, baskın seçim olsun, seçim ittifakı olsun, en kritik adımlar ve seçim ittifakı ve baskın seçim özellikle, aslında MHP’nin dayattığı ve AK Parti’nin de kabul ettiği şeyler.
Benim daha önce söylediğim gibi bir “kaybedenler ittifakı”nı gösteriyor bu da. MHP, özellikle Bahçeli liderliğindeki MHP Genel Merkezi, Türkiye’de irtifa kaybeden bir hareketti. Zaten İYİ Parti’nin çıkması da bunun sonucunda olmuştu. Kongrede Bahçeli’ye karşı çıkan, çıkmak isteyen adaylar –ki kazanma şansları, özellikle Meral Akşener’in, çok yüksekti–, burada parti yönetimi de kaybetme ihtimalinin önünü almak için, Devlet Bahçeli’nin Erdoğan’la bir ittifaka girdiğini gördük. Kendi kaybını geciktirmek ya da engellemek için kurduğu bir ittifaktı. Erdoğan da kendi krizini telafi etmek için MHP’yi yanına çekti. Ama burada sonuç olarak ayrı ayrı sorunlardan mustarip olan iki hareketin, iki partinin bir araya gelip birbirlerinin sorunlarını çözmek yerine, bence sorunlarını daha da derinleştirdiklerine tanık oluyoruz. Dolayısıyla şu aşamada gerçekten zor bir seçime giriyor Erdoğan ve onun liderliğindeki “Cumhur İttifakı”. Dikkat ederseniz zaten Bahçeli çok fazla konuşmuyor; etkili bir konuşma yaptığını da görmüyoruz. Zaten Cumhurbaşkanlığı seçiminde MHP yarışmıyor, Erdoğan’a destek veriyor.

İnce’nin Demirtaş ziyareti

Sonuç olarak toparlayacak olursak, burada son dönemde çok ilginç bir olayla karşı karşıyayız. Başta başkanlık sistemi, ardından seçim ittifaklarının yasalaşması… bütün bunlar Erdoğan’ın kendi krizini aşmak için geliştirdiği hususlardı. Ama sorunu çözmek için başvurduğu bu yöntemlerin tam tersine muhalefetin işine yarayabileceğini, en azından böyle bir zemini oluşturduğunu gördük. En son olarak da dünkü “Tamam” ikramıyla beraber, Erdoğan’ın rakiplerine tam anlamıyla bir malzeme sunmakta olduğunu görüyoruz — ki Erdoğan’ın siyasî kariyerinde gerçekten çok şaşırtıcı hususlar bunlar. Bunu özellikle vurgulamak lazım.
Son olarak, bugün Muharrem İnce Selahattin Demirtaş’ı ziyaret edecek. Daha sonra da Hakkâri’de bir miting yapacak. Bunların çok önemli gelişmeler; özellikle ikinci tura kalma durumunda, Muharrem İnce ile Erdoğan’ın kalması durumunda, HDP oylarını elde etmek gibi bir boyutu da var; olmasa bile ziyaret önemli. Dün Temel Karamollaoğlu da, yaptığı bir basın toplantısında Selahattin Demirtaş’ın tahliye edilmesi gerektiğini söylemiş. Muhalefetin İYİ Parti dışında HDP konusunda –CHP Genel Merkezi de böyle yapıyor– bir yakınlaşma içerisinde olduğunu görüyoruz. Bundan sonra dikkat edeceğimiz husus –tabii eğer gerçekleşirse, son anda olmayabilir–, AK Parti Genel Merkezi’nde yapılması söz konusu olan Erdoğan-Muharrem İnce buluşması olacak. Tabii ki bu buluşma, Erdoğan’ın demin söylediğim gibi mücadelenin sadece kendisiyle Muharrem İnce arasında olduğu algısını yaratmasına yardımcı olabilir. Ama yine de bu buluşmanın ilginç bir buluşma olacağını –eğer gerçekleşirse– söyleyebiliriz. Şu hâliyle baktığımız zaman, muhalefetin; ayrı ayrı yerlerden gelen, birbirinden çok farklı itirazlara ve beklentilere sahip olan muhalefetin birleşmesini hızlandırmakta, bir araya gelmesini hızlandırmakta Tayyip Erdoğan çok ilginç bir katkıda bulundu. Muhalefet de burada bütün önyargılar, önkabuller, geçmişten gelen kinler, şunları bunları bypass ederek birden “Tamam” kelimesi etrafında buluştu. Bu seçimin sonucu ne olursa olsun, herhalde tarih kitaplarına bu seçim, özellikle cumhurbaşkanlığı ayağı, “Tamam” kavramı etrafında konuşulacak. Bu da hiç istememesine rağmen Erdoğan’ın sayesinde ya da Erdoğan üzerinden gerçekleşti.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.