Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: NATO zirvesi, Putin-Trump görüşmesi & Türkiye’de yeni sistem ve Batı

Yayına hazırlayanlar: Şükran Şençekiçer & Sahra Atila

 

Merhaba, iyi günler. Bu hafta Transatlantik’te sadece Ömer Taşpınar ile birlikteyiz, Gönül Tol olamadı. Ömer, merhaba.

Ömer Taşpınar: Selam Ruşen.

NATO’yu konuşalım; biraz sonra da, Trump ve Putin’in bulaşacak olmasına biraz değişmiştik, en sona da Türkiye’yi saklayayım. Malum, yeni sisteme geçtik pazartesiden itibaren. Ama zirve ile başlayayım: Brüksel’deki NATO zirvesinde Trump Almanya’yı Rusya’nın oyuncağı olmakla itham etti. Bu çok acayip bir şey; çünkü genellikle NATO ülkeleri Trump’ın Rusya’nın dümen suyuna girmesine endişelenirken, baskın basanındır yaptı yine. Bu NATO zirvesinde de Trump tedirginliği ve gerginliği yaşanıyor, değil mi?

Taşpınar: Kesinlikle öyle. Bu birkaç haftadır yaşanıyor; zaten G7’de başlayan, Trump’ın Kuzey Kore’yle zirvesinden önce G7’de Kanada’da başlayan bir ticaret meselesi, ticaret savaşı vardı. Orada da NATO konusu gündeme geldi ve NATO zirvesinin son derece zor geçeceği konusunda açık açık sinyaller verildi. Şimdi, bir yapısal mesele var; o yapısal mesele NATO ülkelerinin savunma bütçelerinin Amerika’ya oranla son derece az olması, gayrisafi milli hasılalarının yüzde ikisini ayırmaları gerekirken, savunmaya son derece küçük bir oran ayıran çoğu ülke –başta Almanya olmak üzere– Amerika’nın NATO içerisindeki askerî gücünden yararlanarak bu işi bir bakıma onlara devretmiş durumdalar, yani savunma işini Amerika’ya devretmiş durumdalar. Almanya ekonomisi Avrupa’nın, dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri. Amerika’yla çok ciddi ticari fazlası var Almanya’nın. Dolayısıyla Trump Almanya’yı gözüne kestirdi; Merkel’in göçmen politikalarından da rahatsız; çünkü Merkel göçmenler konusunda bir Hıristiyan-demokrattan beklenmeyecek derecede liberal politikalar izledi ve bunun bedelini de ödedi aslında — Almanya’da aşırı sağın çıkmasıyla. Trump Almanya’daki aşırı sağa, Fransa’daki aşırı sağa, İngiltere’deki aşırı sağa hep göz kırpan tweet’ler atıyor. En son olarak da Almanya’da Merkel ile görüşmesinde, Almanya’nın Rusya konusunda Amerika’ya bu kadar yüklenmeye hakkı olmadığını; altı üstü Almanya’nın kendisinin Rusya’ya ekonomik açıdan son derece bağımlı olduğunu; enerjisinin çok önemli bir kısmını, doğalgazının büyük bir kısmını Rusya’dan aldığını; Almanya’nın kendisi de Rusya’nın kucağındayken böyle dışarıdan gazel okumaması gerektiğini; eğer gerçekten Rusya konusunda endişeleri varsa ekonomik olarak da endişelerinin olması gerektiğini belirtti.   

Peki buradan ne çıkacak?

Taşpınar: Şimdi NATO içinde bir çatlak var; bu çok açık şekilde ortada. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkmış olması aslında Trump’ın elini daha da güçlendiriyor. Çünkü artık İngiltere de Avrupa’yı suçlayabilir konuma geliyor – Avrupa Birliği’nin bazı politikalarını. NATO’nun önümüzdeki dönemde mutlakla savunma harcamalarını artırması gerekecek. Aksi takdirde Trump sürekli olarak bundan şikâyet etmeye başlayacak; zaten başladı, buna devam edecek. Korkulan şey NATO’nun askerî boyutunda bir zayıflama olacağı. Yani Amerika’nın mesela Almanya’daki 35.000 kişilik askerî gücünü –ki bu Soğuk Savaş döneminde oraya yerleştirilen bir askerî güçtür– çekmesi. Bunun Rusya’ya göndereceği sinyal. Rusya’nın NATO’ya en büyük tehdit unsuru Baltıklar — yani Estonya, Litvanya, Letonya ülkeleri. Buralarda gösterebileceği askerî bazı kozları var Rusya’nın. Buna karşı tabii Ukrayna artık söz konusu değil, Ukrayna’yı kaybetti Batı. Ukrayna’nın ne Avrupa Birliği’ne ne NATO’ya üyeliği gibi bir şey söz konusu değil — ki zaten Putin’in Ukrayna macerası ve Kırım işgalinin arkasındaki stratejik zafer de bu. Kimse Ukrayna’yı almak istemiyor NATO’ya. Bunun dışında bir de Türkiye’yi yakından ilgilendiren Kafkaslar boyutu var. Gürcistan üzerinde daha fazla baskı kurabilir Rusya. Bunlara karşı NATO’nun sağlam durması gerekiyor. NATO’nun sağlam durması içinse Fransa, Almanya ve İngiltere’nin Avrupa içinde ortak politikalarda anlaşması gerekiyor. Bu tür anlaşma ortada yok. Amerika son derece rahatsız Almanya’nın askerî harcamalarını artırmıyor olmasından. NATO’nun Avrupalı üyeleri de Amerika’nın Rusya’yla flörtünden rahatsız. O da, birazdan konuşacağımız, “Helsinki Zirvesi’nde acaba Trump Putin’e tavizler verir mi?” korkusu. Geçen hafta konuştuğumuz korku.

Oradan yürüyelim o zaman. Nasıl tavizler söz konusu? Zaten Ukrayna konusunda neredeyse bir sessiz kalınarak ya da az ses çıkartarak oradaki oldu-bitti kabul edilmiş gibi bir durum var. Başka ne yapabilir Trump, Putin’e ne verebilir?   

Taşpınar: Şimdi Putin’e verebileceği en büyük hediye, Doğu Avrupa’da Polonya’yla, Macaristan’la, Bulgaristan ve Balkanlar’da yapılan ortak tatbikatların rafa kaldırılması — ki bunu Trump daha önce yaptı Kuzey Kore konusunda, “Güney Kore’yle askerî tatbikatları rafa kaldırıyoruz” dedi. Tabii Trump bunu yapar mı, yapmaz mı? “NATO tatbikatlarını bir süreliğine azaltıyoruz. Bu ülkeler, NATO ülkeleri askerî harcamalarını artırmadıkça biz Amerika olarak ortak harekât, ortak tatbikat yapmayacağız” dediği anda, bu aslında Putin’e Baltıklar konusunda açık çek olmasa da cesaretlendirici bir işaret olarak gözükebilir.

Ömer, istersen onu açsana; şimdi bu konulara hâkim olmayanlar için. Tatbikatın nasıl bir caydırıcılığı ya da etkisi var? Tatbikat yapmadığın zaman Rusya bundan neden memnun oluyor? Sonuçta savaş ilanı değil, bir şey değil.

Taşpınar: Tatbikatlar iki ülke arasında genelde ortak tehdit algılamalarına karşı caydırıcılık unsuru taşırlar. Beraber tatbikat yapan iki ülkenin beraber bir kere askerî boyutta sözleşik ortaklığı belgelenmiş olur. Mesela eskiden Türkiye ve İsrail ortak tatbikat bile yapıyorlardı.  Konya’da İsrail hava savunma sistemi deneniyordu. Konya hava üssünde İsrail uçakları uçuyordu. O dönemler, 1990’larda Türkiye ve İsrail neredeyse stratejik bir ortaklığa doğru gidiyorlardı. Bu tatbikatlar çok önemli.  Mesela Türkiye bugün Yunanistan’la ortak tatbikat yapamıyor. Niye? Çünkü Yunanistan konusunda bir tehdit algılaması var, tehdit algılamasına karşı ortak tatbikat yaptığı ülke bir caydırıcılık taşıyor. O yüzden NATO içinde de, NATO’nun Polonya’da, Macaristan’da, Bulgaristan’da yaptığı, hele Baltıklar’da yaptığı tatbikatlar Rusya’ya “Sen bizim potansiyel tehdit olarak gördüğümüz bir ülkesin” mesajını taşıyor. Bu tatbikatlar kaldırılırsa, ciddi bir çatlak olduğunu gösterir NATO içinde, o çok önemli. Başka bir taviz Almanya’dan asker çekmek olabilir. “35.000 askerimiz var, neden oradalar?” diyor Trump. “Bu askerlerin ne işi var orada? Rusya’nın Almanya’yı işgal etme gibi bir tehdidi mi var? Kesinlikle yok. O zaman biz Almanya’nın bedavadan savunmasını üstleniyoruz, karşılığında da onlardan dünya kadar Mercedes, BMW araba, iş makinası alıyoruz. Böyle şey olur mu? Hem bir yandan onların savunmasını üstleneceğiz, bir yandan da onlar bize dünya kadar mal satacaklar; biz ticarî açıkta bulunacağız. Böyle bir şey bitiyor” diyor.

Ama buradan dinlediğimiz zaman, bana da mantıklı geliyor Ömer, itiraf edecek olursam.

Taşpınar: Zaten tam onu söyleyecektim, lafı ağzımdan aldın. Tahmin edersin ki böyle bir söylem Trump’ın tabanında son derece karşılık bulduğu gibi, Amerika’daki yerleşik düzenin bazı kesimlerinde bile, “Trump belirli açılardan haklı; Amerika uzun süre Avrupa’nın bedava savunmasını üstlendi; artık Soğuk Savaş bitti, Avrupa’nın kendi savunmasını kendisi yapması gerekiyor. Gerekirse Avrupa Birliği kendisi bir ortak savunma sistemi oluştursun” denebiliyor. Tabii Fransa’da –sen Fransa’yı iyi biliyorsun– Fransa dış politikasının ana amaçlarından biri Avrupa’nın kendi başına bir savunma sistemi oluşturup Fransa’nın da bu savunma sisteminde liderlik oluşturmasıydı. Almanya buna karşıydı hep. Almanya ve Atlantik İttifakı’nın –diyelim ki Amerika’ya sadık– ülkeleri, Belçika gibi, Hollanda gibi ve hele Doğu Avrupa, Avrupa’nın Amerikasız böyle bir role soyunmasını istemiyorlar. Ama gidişat o yöne doğru gidebilir. Macron altında –ki Macron güçlü bir lider, güçlü bir Fransa mesajını taşıyor–, Macron altında kendi başına nükleer gücü olan bir Fransa diyebilir ki: “Ben nükleer şemsiyemi Avrupa’ya veriyorum. NATO dışında da güçlü bir şekilde bir askerî yapılanmaya gitmemiz gerekiyor.” Bunun için İngiltere’yi de arkasına alması gerekiyor. İngiltere geleneksel olarak burada Amerika’dan yana çıkan ve Kıta Avrupası’nın tek başına bir ordu oluşturmasını istemeyen bir güç. O yüzden İngiltere’nin ne yapacağı çok önemli önümüzdeki dönemde.

İngiltere’nin de kendi içinde dertleri var zaten son dönemde, değil mi?

Taşpınar: Evet.

Neyse, Türkiye’ye gelelim Ömer. Yeni bir sistem başladı, yeni bakanlar belli oldu. Batı en çok Berat Albayrak’a baktı. İlk işaretler o yönde. Çünkü birçok ismi zaten bilmiyordu, çok da fazla önemsemiyor olabilirler. Ama Berat Albayrak etrafında, ekonominin patronluğunun Berat Albayrak’a, dolayısıyla doğrudan Başkan Erdoğan’a verildiği imajı var, değil mi?

Taşpınar: Evet, kesinlikle. Şu açıdan zaten tablo açıktı: Erdoğan zaten Türkiye’yi bir başkanlık sistemindeymiş gibi yönetiyordu. Dolayısıyla Erdoğan’ın kendine bağlı bir kabine yaratması, kendine bağlı isimlerle çalışması yeni bir şey değil. Yeni olan şey, Erdoğan’ın Türkiye’yi bir aile şirketi gibi yönetmeye başlayacak olması. Bu aslında Mehmet Şimşek’in, Naci Akbal’ın veya Ali Babacan gibi isimlerin kabineden çıkmış olması – Ali Babacan uzun zamandır yok tabii, ama Mehmet Şimşek’in çıkmış olması– gerçekten de bir şok etkisi yarattı piyasalar üzerinde. Hatırlarsan Erdoğan seçimlerden birkaç hafta önce Londra’ya gidip o kendi ekonomik görüşlerini savunduğunda, “Düşük faizler enflasyonu engeller” gibi ekonomik teorileri Londra’da dile getirdiğinde, Türk lirası bir günde yüzde 10’a varan bir kayba uğramıştı. 4.90’lara, 5’e doğru gidiyordu. Merkez Bankası hemen müdahale etti. Ertesi hafta da Mehmet Şimşek Londra’ya yollandı ve bir zarar kontrolü yapmak açısından, krizi yönetmek ve zarar kontrolü yapmak açısından Mehmet Şimşek ismi son derece önemliydi. Mehmet Şimşek kimdi? Mehmet Şimşek İngiltere vatandaşlığı da bulunan, Goldman Sachs’da çalışmış, İngilizcesi anadili gibi olan ve piyasaları çok iyi bilen, piyasaların anladığı dili konuşan bir isimdi. Mehmet Şimşek’in olmayışı, Ali Babacan’ı beklerken öyle bir iyimserlik içine girmiş piyasalar –Mehmet Şimşek ve Ali Babacan tekrar beraber çalışabilirler gibi naiflik, optimistlik içine giren piyasalar– birdenbire Berat Albayrak ismini duyunca tabii çok şaşırdılar. Nitekim Türk parası, borsa ve hazine bonoları, 10 yıllık hazine bonoları bunu hemen göstermeye başladı.

Peki, buradan ekonomi dışında diğer şeylerde çok büyük bir tepki pek yok galiba, değil mi? Nasıl olsa bekleniyordu.

Taşpınar: Demin dediğim gibi Ruşen, bekleniyordu. Türkiye’deki sistemin adı şu anda resmî olarak başkanlık sistemine döndü; ama fiilen Türkiye zaten, yani Erdoğan cumhurbaşkanı olduğundan beri, daha doğrusu Ahmet Davutoğlu’nu bir hamlede, bir fiskede kovduktan sonra zaten belliydi Türkiye’yi kimin yönettiği. O nedenle piyasalar veya yorumcular diyelim, bu yeni sisteme çok şaşırmıyorlar. Zaten mevcut olan bir düzen devam ediyor diyorlar. Burada birazcık şaşırtan isim, bir genelkurmay başkanının, aktif görevde olan bir genelkurmay başkanının ve Erdoğan’ın istediği her şeyi yapan, Abdullah Gül’e mesaj bile götüren bir genelkurmay başkanının daha aktif görevdeyken Savunma Bakanlığı’na atanması. Yani Genelkurmay Başkanı şimdi istifa edip Savunma Bakanı oldu. Dolayısıyla bu yeni bir şey. Ve bu bana göre, daha henüz bununla ilgili bir şeyler okumadım ama, “Türkiye’de 2016’daki 15 Temmuz darbesinde acaba çok mu başarılıydı da bu genelkurmay başkanı, altında darbe olan bir genelkurmay başkanı nasıl olur da savunma bakanlığı ile mükâfatlandırılır?” sorularını beraberinde getirecektir. Ve tahmin ediyorum bu, Gülencilere, bana göre burada Amerika’da hâlâ güçlü olan Fethullah Gülen Cemaati’ne, bir konuşma notu verecektir. Yani: “Bakın, ortada danışıklı ve kontrollü bir darbe vardı ki o adamı hâlâ tutuyor ve Genelkurmay Başkanlığı’ndan alıp Savunma Bakanlığı’na getiriyor, yanında tutmak istiyor” diyeceklerdir.

Peki, önümüzdeki dönemde ekonomiyi veri olarak aldık, Batı Türkiye’de yeni sistemde ve yeni yönetimiyle –yani 24 Haziran sonrası– nelere daha fazla dikkat edecek? Neleri kollayacak? Yani Amerika’nın Suriye politikası diyeceğim ama, Amerika’nın Suriye politikasının ne olduğu tam belli değil aslında. AB ile ilişkiler artık tükenmiş bir hâlde. Mültecilik meselesi dışında bir sorun yok. Türkiye’yi çok fazla umursamayacaklar mı? Türkiye konusunda takip ettikleri, radarlarına aldıkları hususlar neler olacak? Var mı öyle şeyler?

Taşpınar: Şimdi, Amerika açısından bakacak olursak, ana konulardan bir tanesi Rusya’yla ilişkileri Türkiye’nin. Rusya’yla S400’ler eğer kesinlik kazanmışsa, Kongre’den F35’lerin verilmemesi. Son jenerasyon askerî uçakların, hava sisteminde çok güçlü oldukları belli. F16’ların yeni versiyonu olan F35’lerin Türkiye’ye verilmemesi –ki Türkiye bu konuda 2 milyar dolara yakın yatırım yaptı zaten– gündemde. Ve şu çok önemli: Kongre bu yönde kararlar alma sinyalleri veriyor. Fakat Beyaz Saray ve NATO içinde, Nato Genel Sekreteri frene basıyor. Diyor ki Türkiye’yi F35’lerden çıkarmayalım. Bu onu bütünüyle Rusya’nın kucağına iter. Tersine işlemeye başlıyor: Amerikan Beyaz Sarayı ve Dışişleri Bakanlığı Kongre’ye karşı. Başka bir konu ise Türkiye’nin İran politikası. Türkiye İran konusunda, petrol almaya devam edecek mi? İran’a yaptırımlar tekrar başlarken Amerika’nın getirdiği, nükleer anlaşmanın lağvedilmesinden sonra Türkiye İran’la sanki her şey yolunda devam ediyormuş gibi devam edecek mi? Yoksa Türkiye Amerika’nın İran hassasiyetlerine kendisi ve petrol konusunda bazı yaptırımlara uyarak teşvik verecek mi? Bu konuda çok ümitli değil Washington açıkçası. Türkiye’nin İran politikasında pek bir değişilik beklenmiyor. Fakat Mike Pompeo ve John Bolton gibi İran konusunda son derece şahin isimleri daha da Türkiye karşıtı bir pozisyon almaya itebilir bu. En acil mesele, Rahip Brunson’ın –İzmir’deki misyoner rahibin, yaklaşık iki yıldan beri kendisi hapiste– serbest bırakılıp bırakılmayacağı. Bu konuda eğer bir…

Seste bir sorun oldu Ömer, duyuyor musun?

Taşpınar: Bu, en azından Trump ve Erdoğan ilişkisinin ne kadar sağlam olduğunu gösterecektir. Trump’a da şu seçim döneminde Amerika’da, Evanjelistlerin güçlü olduğu ve Amerikan Anayasa Mahkemesi’ne yeni bir üyenin atanacağı bir dönemde, Trump’ın elini güçlendirecektir — en azından Evanjelist tabanda. Bu Andrew Brunson meselesi de önemli. Bunlar Amerika açısından; yani sonuçta Rusya, İran ve Andrew Brunson diyelim. AB açısından önemli olan şey, Türkiye’nin bir bakıma demokratikleşme alanında bazı adımlar atması — ki Olağanüstü Hâl’in kaldırılması, doğru yönde bir adım olarak görülüyor. Fakat OHAL kaldırılmadan 18 bin kişinin tutuklanması…

Tutuklanması değil, işten atılması.

Taşpınar: Yapısal olarak zaten sert bir sistemin getirilmesi, o konuda da çok ciddi bir soru işareti yaratıyor. Suriyeli göçmenler konusundaki anlaşma devam edecek gibi. Türkiye’nin en büyük kozu Avrupa’ya karşı o. AB bir de gümrük birliği konusunda adımlar bekleyecek Türkiye’den. O konuda da müzakereler devam edecek.

Evet Ömer, burada noktayı koyalım. Bu hafta Transatlantik’i Ömer Taşpınar’la birlikte yaptık. Ömer’e çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.