Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Eski bir şakirt anlatıyor: Altın nesilden kayıp nesile

Bu metin, üniversite öğrenciliğine başladığı sene Fethullahçılara katılıp kısa süre içerisinde örgütte yükselen, bir süre sonra da ayrılan bir kişi tarafından kaleme alındı. Birkaç düzeltme dışında olduğu gibi yayınladığımız metnin Fethullahçılık olgusunu daha iyi anlamada yardımcı olacağını sanıyor ve umuyoruz.

 

Fethullah cemaatine bağlı en önemli grup benim de bir zamanlar dahil olduğum hizmet neferleridir. Yani hizmet fedaileri (askerleri). Nefer dilimize Arapça’dan geçen ve asker anlamına gelen bir sözcük. Bu gruptaki kişiler genel olarak yapıya barınma, burs, iş, referans vs. gibi nedenlerden dolayı katılmaktadır. Düşünün 2007 yılında İstanbul’da bir üniversiteyi kazanmışım, Kredi Yurtlar Kurumu’na yurt başvurusunda bulunmuşum ama yurt çıkmamış. Kredi Yurtlar Kurumu’nun kapasitesi ise toplam öğrenci sayısının yüzde 10’u bile değil. Öğrencilerin yüzde 25’ini İstanbullu kabul edersek geriye kalan ve Anadolu’dan gelen yüzde 65 nerede kalacak? Muhafazakâr bir aileden geliyorsan doğruca Cemaat’in kucağına. Senin onları aramana, bulmana bile gerek yok. Nasıl olsa iletişim bilgilerini bulup seninle bir şekilde irtibata geçer aileni ziyaret eder ve seni bir güzel kafalarlar. Üniversite öğrencisinin kalabileceği özel ev, devlet yurdu gibi diğer ortamları da bir güzel karalarla (cemaat jargonuyla anti tahşidat). İstanbul gibi hapçısı, sapçısı, hırsızı, sapığı bol olan memlekette en güvenilir yerin cemaat evi olduğuna dair ailenizi de ikna ederler. Samanyolu televizyonuna aşina olan aileniz Sırlar Dünyası’ndaki üniversiteli iyi kalpli cemaat abisinin hikayesini de mutlaka izlemiştir. Toplumun bilinçaltı da bu tür mesajlara hazırdır. Zaten aileden bir akrabanın, komşunun, kasap Hayri abinin veya manav Cevdet amcanın çocuğu da onlarda kalmış, sonra güzel de bir işe girmiştir. Şimdi cemaate ağız dolusu küfürler eden bu kişiler o zaman orada kal diye sıkı sıkı tembihlerler. Özel öğrenci yurdunun yemek ve ulaşım hariç aylık ücreti ise 400-500 TL’dir (Memur maaşı ise 1000 TL bile değil). Benim gibi babası memur olan birinin, haliyle “hele önce kalmaya başlayayım sonra ortamını bulur çıkarım” demekten başkaca seçeneği yoktur. Tabii sen ortamı buluncaya kadar seni kafalamamışlarsa.

Başımı sokmaya bir yer buldum en azından üniversiteye yakın bir evde kalırım hayalleri kurarken üniversiteye bir saat uzaklıkta bir eve verirler seni. Sonradan öğrenirsin ki o ilden seninle aynı üniversiteyi kazananların o bölgede kaldığını. Sonra da dersin “duble yollar yapacağınıza yurtlar yapsaydınız ve gençliği tarikatlara cemaatlere mahkum etmeseydiniz” diye. Ama nafile! Çünkü işin işten geçmesi ve bizim gibi gençlerin bedel ödemesi gerekmektedir önce.

İlk aylar herşey çok güzel

Neyse başladık kalmaya yapacak birşey yok. Tabii ilk aylar herşey çok güzel. Bayram harçlıkları, burslar, ramazanda esnaf abilerle lüks iftarlar, vs. 18 yaşındaki bıçkın delikanlının gözünü boyamak için yeter de artar bile. Ancak ben yapım gereği verdikleri bursu iade etmiştim. Çünkü herhangi bir menfaat olmadan karşılıksız vermenin mümkün olmadığını düşünüyordum, hâlâ da öyle düşünüyorum. Beklediğim gibi de oldu. Çok geçmeden yapıştırdılar 7. sınıf talebelerini (sonradan bu çocukların askeri lise sınavlarına hazırlandığını öğrendim). İstişarede abiler bu çocuklara abilik yapmam için beni uygun görmüşler. Cemaatle ilk karşı karşıya geldiğim olay bu oldu. Benim adıma kim ne hakla karar verebilirdi! Tepkimi koydum ve kabul etmedim abiliği. Ben bakmayınca çocuklarla mecburen bizim o zamanki bölge abisi (Bölge Talebe Mesulu-BTM) ilgilenmeye başladı.

Aradan kaç ay geçti hatırlamıyorum bir hafta işi çıkmıştı gelememişti ve benden o gün için çocuklarla ilgilenmemi istemişti. Kırmadım ve kabul ettim bu isteğini. Baktım çocuklara ders anlatmak, namaz kıldırmak, sohbet etmek vs. fena şeyler değil, “bundan sonra ben ilgilenebilirim” diye abiye haber yolladım. İlk yılım bu şekilde geçti. Tabii burada şu hususu da belirtmek gerek: 18 yaşındayım ve hayat felsefemi, siyasi görüşümü kısacası kimliğimi oluşturmamışım ve her ölümlü gibi ölüm sonrasına dair bir anlam arayışım var. Cemaatin bu faaliyetleri bu anlam arayışımda benim can simidim olmuştu adeta. Bunları yaparak Allah’ın rızasını kazanabileceğimi düşünmüştüm. Tabii burda Altan Tan’ın meşhur (belki ona ait bir söz değildir ancak ondan duyduğum için öyle yazdım) “en tehlikeli yalan yarısı doğru olan yalandı”r sözü gibi Fethullah “misyonumuz kul ile Allah arasındaki engelleri ortadan kaldırmak” dedi ve kaldırdı ancak sonra oraya kendini koydu. Hayatın gayesi hizmet, her şey hizmet için..

Dış dünyayla iletişim sıfıra yakın

Adanmışlar, kutsiler, vs. vs. Tabii ki haftada en az 3 kez yapılan sohbetler, programlar (1 yıl içinde en az 150-200 program), kitap okuma kampları, istişareler. Dış dünyayla olan iletişim ise sıfıra yakın. Yalnızca üniversiteye gittiğinde dışarıda bir hayat varmış hissine kapılıyorsun. Belki biraz abartı ama kendini ashabı kehf gibi hissediyorsun dışarı çıkınca. Evlerde televizyon, internet yasak (düşünün o yıllarda akıllı telefonlar, tabletler de yok). Her gün düzenli olarak gelen bir Zaman gazetesi ve Sızıntı dergisi takip edebileceğiniz tek süreli yayınlar. Bunun haricinde gazete, dergi veya başka bir materyal getirmek veya okumak yasak. Ha bir de Fethullah’ın kitapları ve risaleler var. Bunları okumak serbest. Hatta istediğin kadar okuyabilirsin. Okumasan da zorla okutuyorlar zaten. Fethullah’ın videolarını dinlemek ve izlemek de serbest ayrıca. Zaten her programda mutlaka bir videosunu izlemek durumunda kalıyorsun.

Tek taraflı besle(n)me, sınırsız iletişimsizlik özgürlüğü ve yoğun bir propaganda (cemaat jargonuyla tahşidat) yeterli entellektüel donanımı ve kuru ezber retorikleri hariç sağlam bir dini altyapısı olmayan ve kimlik oluşturma sürecini tamamlamamış üniversite öğrencisinin zihniyetini bükmeye ve iradesini mefluç etmeye yeterlidir diye düşünüyorum. Bükemese bile ciddi anlamda tahrip ettiği kesin. Tüm bunlar bahane, mantığa bürüme ya da sorumluluktan kaçma olarak gözükebilir ancak şu an yapmak istediğim sadece bir durum tespiti yapmak. Zaten iki yıldır kamudan ihraç olmuş birisi olarak bu işin sorumluluğunu da fazlasıyla ödediğimi düşünüyorum. İngilizce tabiriyle “I’ve paid the price of it” yani parasını/bedelini ödedim demek.

Neyse hikayemize dönecek olursak üniversite 1. sınıf bu şekilde geçti. Artık gelsin yaz tatili diye hayal ederken hop birden yaz kampı işi çıktı. Abisi olduğum öğrencilere yazın iki ay kamp yapmam gerekiyormuş. Önce şaka sanmıştım ama sonra çok ciddi olduklarını gördüm. Neyse uzatmayayım, altımdan girdiler üstümden çıktılar bir şekilde ikna ettiler beni. O yaz çocuklarla birlikte iki ay kamp yaptım. Çocuklara ders anlattım, birlikte kitap okuduk, namaz kıldık, program yaptık vs. Tabii çok zor bir süreç olmuştu benim açımdan. Tatil yok, hava sıcak, çocuklar haftanın beş günü evde kalıyorlar, tüm yemek bulaşık benim üzerimde vs. Evde zaten benden başka üniversiteli yok. Yalnızca bölgeye ait diğer evlerde kalan üç-beş üniversiteli var (bir bölge ortalama 4-5 evden oluşmaktadır ve başında BTM diye tabir edilen ve genellikle üniversite 3. veya 4. sınıf öğrencisi bölge talebe mesulü vardır. Her evin başında ise ev abisi/imamı vardır ve bu imamlar BTM’ye bağlıdır). Zaten bölgede yazın genelde BTM ve öğrencisi olan üniversiteliler ya da ev abileri kalır. Diğerlerini bilmem ama benim amacım gerçekten Allah rızasını kazanmaktı. O amaçla büyük bir fedakârlıkta bulunarak yaz tatilini orada geçirdim. Tabii bize tatil yok dönemin adı yaz tatili ama bizim için yaz işkencesi bile denebilir.

Burada şu hususu da belirtmekte fayda var: O gün için cemaatteki abiler sohbetlerinde bu yapıya/halkaya dahil olan herkesin iştiraki amali uhreviye (yani ahiret amellerindeki ortaklık) dahil olduğunu ve kişinin sadece kendi sevabı değil halkaya dahil olan herkesin de yaptığı ettiği iyi işlerden dolayı elde ettiği sevaplara da ortak olduğunu söylerlerdi. Tabii bu büyük bir motivasyondu benim açımdan. Belki aptal diyebilirsiniz ama daha önce yaşanmış onca tecrübeye rağmen bir koyup bin alma sistemi Çiftlikbank’a onca insan varını yoğunu yatırdı. Kaldı ki bu ahirete yönelik bir sistem ve ahiretse henüz yaşanmadı yani sistemin gerçekten doğru olup olmadığını hâlâ bilmiyoruz. Ancak tabii ki şu husus kesinlikle söylenebilir: Madem öyle o zaman neden Müslüman olan herkes neden diğer Müslümanların sevaplarından da faydalanamıyor diye bir akıl yürütme ya da rasyonel argümantasyon yapılabilirdi kesinlikle. Ya da Peygamber’in kızına hitaben “kızım babam Peygamber diye güvenme” sözünde olduğu gibi Tanrı peygamberine geçmediği torpili neden Fethullah’a ve onun güzide takipçilerine geçtiğine dair uzun uzun kafaya yorabilirdik. Neyse olan oldu artık ne söylesek boş.

Aileye yabancılaşma

Üniversite 1.sınıftaki ilk yazım ailemden ve arkadaşlarımdan uzak bir şekilde böylece geçti. Tabii o yaz amcamın kızının düğününe de katılamadım çünkü çakma kutsilerin davası herşeyden daha önemliydi. Zaten bu yapıya girdiğinde aile bağların giderek zayıflamaya başlıyor. Ailenle daha az görüşüyor, onlara daha az danışıyor ve gittikçe onlara yabancılaşıyorsun. Karar alma mekanizmalarına artık aileni dahil etmiyor ve onlara hayatında yalnızca sembolik bir yer veriyorsun. Örneğin, bir abi evleneceği kişiyi abilerin aday gösterdikleri ablalar arasından seçiyor (sanki üniversiteye rektör atıyor!), onların belirlediği tarih ve yerde düğün yapıyor. Bir kişinin hayatının en önemli kararlarından birisi olan evlilikte anne babaya düşen rol oldukça sembolik. Bu listeye kariyer seçimi, araba-ev seçimi, vs. gibi diğerlerini de ekleyebiliriz. Zaten cemaat içinde helaya bile gitsen abinden izin al/istişare kararıyla git vs. gibi retorikler oldukça yaygındır. İstişare kararları cemaat içinde anayasa hükmündedir. Bazı kararlar değiştirilemez hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Sanki Tanrı buyruğu! Peygamber’in söylem ve eylemlerine bile karşı çıkılabilirken bu kararları sorgulamak hele hele itiraz etmek zinhar haramdır. Zaten altın nesilin en önemli vasıflarından biri de bilakaydı şart itaattir. İslami olarak mesul olmanın bile en önemli gerek şartı özgür ve hür olmakken cemaatin bu tavrı en hafif tabiriyle insanı, fıtratı yok saymaktır. Bu amlanda kendini İslam’ın temsilcisi olarak gören ancak esasında bir din ideolojisi olan cemaat Cemil Meriç’in tabiriyle idrakimize giydirilen bir deli gömleğinden başka birşey değildir.

Başı öne eğik yürüyen bir şakirt

Diyeceksiniz “kardeşim amma da çok şey biliyorsun, o zaman neden itiraz etmedin? Koyun gibi itaat ettin” diye. Hatırlatayım o zaman 18 yaşındaydım ve o zamanki dünya görüşüm, din bilgim ve entellektüel birikimimle şimdiki arasında dağlar kadar fark var.

Neyse konu konuyu açıyor en iyisi ben 1.sınıfı bitireyim. O yazın sonunda kot pantolon giyen burnu havada yürüyen bir üniversite öğrencisinden kumaş pantolon ve gömlek giyen (cemaate mensup kişilerin toplum tarafından bilinen en ayırıcı özelliklerinden biri) başı öne eğik yürüyen bir şakirte dönüşmüştüm. Burada kumaş pantolon gömlek meselesini de irdelemek de fayda olduğunu düşünüyorum. Cemaat içinde özellikle vazifesi olan kişilere (ev abisi, BTM, BBTM vs.) kumaş ve gömlek giymeleri konusunda psikolojik bir baskı uygulanır. Bunun sebebini bugün bile anlamış değilim. Gerekçelerinden birisi kot giymenin dini açıdan sakıncalı olduğu gibi saçma bir açıklama. Cemaatin bunun gibi bazen toplumsal kurallarla (örf, adet, anane vs.) örtüşen bazen de onlarla taban tabana zıt değer yargıları/değerler sistemi var. Örneğin, sigara içmek bunlardan bir tanesi. Sigara içmek iyi bir şey değil tabii ki ama cemaat içinde sanki içki içmekle eşdeğer bir şey sigara. Ya da soru çalmak veya referans ile işe girmek cemaat içinde çok normal bir şey. Cemaatin referansıyla hakim olan birisinin kendi telefonunu haram olur düşüncesiyle iş yerinde şarj etmemesi gibi ironik durumlar bu anlayışın bir tezahürü olsa gerek. Belki 1 liralık bir harcamada hassas davranırken ömür boyu aldığı maaşların helalliğini/haramlığını ve onun yüzünden o işe yerleşemeyen kişinin hakkına girdiğini düşünmemesi gerçekten üzerinde durulması gereken bir konu.

Askeri okullara öğrenci seçme

Üniversite 2. sınıfta ev abiliğine devam ettim. Artık tam bir şakirt olmuştum. Elimde bir el çantası o istişare senin bu istişare benim dolanıyordum. Bir yandan da öğrenci bakmaya devam ediyordum. Öğrencilerim 8. sınıfa geçmiş ben ise bir yandan ev abiliği (imamlığı) yapıyor bir yandan da onlara abilik yapıyordum. Tabii o yıl bu çocukların askeri okullara hazırlandığını tam olarak öğrenmiştim. Hatta bu amaçla çocuklar abilerin talimatlarıyla cemaate ait dersaneye değil başka bir dersaneye kayıt yaptırdılar. Amaç askeri okul mülakatında cemaatten olduklarının bilinmemesiydi. Yine dindar aile çocukları oldukları bilinmesin diye annelerinin başları açık resim çektirmeleri istenirdi. Genelde aileler çocuklarının geleceği için bu tür konularda sıkıntı çıkartmazlardı. Sıkıntı çıkartanlar olursa da abilerin mekik diplomasisiyle çözülürdü olay. Tabii o günkü şartlarda 28 Şubat, AKP’nin kapatılma süreçleri, başörtüsü meselesi vs. dini hassasiyetleri olan bu insanların bu tür olayları mantığa bürümelerinde önemli etkenlerdi.

Bir de burda şu hususu belirtmekte yine fayda görüyorum: Bu tür öğrenci grupları seçilirken önce genele hitap eden etkinlikler yapılır. Halı saha maçları, yemekler, geziler vs. gibi programlarla öğrenciler yapıya kazandırılmaya çalışılır (Cemaatte para sıkıntısı yok tabii hele İstanbul gibi büyük illerde). Burada amaç olabildiğince fazla öğrenciye ulaşabilmektir. Sonra bu öğrencilerin arasından belli kriterlere göre askeri okullara hazırlanacak öğrenciler seçilir. Bunlar çocuğun sağlık durumu, ailesinin Alevi olup olmaması, kendisinin veya ailesinin başka bir cemaat ya da tarikate müntesip olup olmaması vb. gibi kriterlerdir. Yeni gelmeye başlayan çocuklar topluca göz muayenesine götürülür ve gözünde sıkıntı olanlar gruba alınmazlar. Çocuğun kendisinin veya ailesinin müntesip olması ise sanırım bu kişilerin güvenlik soruşturmasında sıkıntı yaşanabileceği için gruba alınmaz. Askeri okullara seçilen öğrenciler (cemaatin işine yarayanlar) ayrı bir grupta toplanır ve bu grupla özel olarak ilgilenilir. Burada hiçbir masraftan ve emekten kaçınılmaz.

Cemaatin işine yaramayan öğrenciler ise başka bir gruba alınır ancak bu grupla doğru düzgün ilgilenilmez, takibi yapılmaz ve bu grup zamanla dağılır gider (burada toplumda da genel kabul gören cemaatin yalnızca kafası çalışan, parası olan ya da cemaatin işine yarayan insanlarla ilgilendiği görüşü tamamen doğrudur). Tabii cemaatin sadece Allah rızası içn tüm bu fedakârlıkları falan yaptığı, askeri okullara hazırlayan abinin ve hazırlanan öğrencilerin Uhud’da savaşan sahibeler mertebesinde olduğu gibi zırvalar işin kılıfıdır. Cemaat için burada iki kategoriden bahsedilebilir: Cemaatin işine yarayanlar ve yaramayanlar. Tabii bu gruplar da kendi içinde daha az yarayanlar, daha çok yarayanlar gibi alt gruplara ayrılabilir, ancak temel çerçeve budur.

Tüm bu söylediklerim lise grupları için de geçerlidir. Orada da sistem tamamen aynıdır. Gruba alınan bu çocuklara çok sıkı bir program uygulanır. Yazın ve 15 tatilde kitap okuma kampları yapılır, programlar geziler düzenlenir, gerekirse özel öğretmen tutup ders anlattırılır. Okul döneminde ise bu çocuklar haftanın dört veya beş günü öğrenci evinde kalırlar. Bunun nedeni sanırım çocukları aileden soğutarak bu genç dimağların örgüt dili ve söylemini benimsemelerini sağlamaktır. Zaten çocuklar evlerine gidince namaz kılmaları bir de sahabeye özenmeleri için takılan Ömer, Ali, Talib gibi isimleri olması ailenin çocuklarıyla gurur duyması için yeter sebeplerdir. Ancak yine burada asıl amaç çocukların tedbir adı altında kendi kimliklerini diğer cemaat üyelerinden gizlemekken din yine hoyratça kullanılmaktadır.

Sınav sorularını önceden verme

Sınav zamanı yaklaştıkça çocuklara uygulanan programın yoğunluğu da artmaktadır. Son bir ay çocuklara her gün deneme çözdürülür. Tabii sınavdan birkaç gün önce çözülen denemenin önemi bir başkadır. Sorumlu olduğunuz abi size bir deneme verir ve çocukların bunu çözmelerini ister ama denemeri çözdükten sonra bunları yırt at diye sıkı sıkıya da tembihler. Tabii yer mi Anadolu çocuğu! Bu durumdan işkillenip soruları yırtmadım tabii ki. Sınavdan sonra ÖSYM’nin yayınladığı sorulara baktığımda hayatımın en büyük şokunu yaşamıştım. Abinin sınavdan önce verdiği sorularla sınavda çıkan sorular tamamen aynıydı. 2009’lu yıllardan bahsediyorum. Yani cemaatin AKP ile el ele olduğu, herkesin hocaefendilerini yere göğe sığdıramadığı diyerek, Fethullah’la 5 dk. görüşebilmek için türlü rüşvetler pardon himmetler verildiği, kısacası cemaatin alayıvala ile karşılandığı yıllar. İki yıldır Allah rızasını kazanmak için uğraşıyorsunuz, ancak iki yılın sonunda ne vicdanınızın ne etik değerlerinizin kabul etmediği bir şeyle karşılaşıyorsunuz. Beni cemaatten soğutan en önemli olaylardan biri olan bu bu soru çalma olayından sonra yapıya devam ettim ancak bu durum hep aklımın bir köşesinde bir soru işareti olarak kaldı.

Üst katmanlardaki kolektif kibir

Beni soğutan diğer önemli bir etkense özellikle bu yapının üst katmanlarına doğru giderek artan kolektif kibirdir. Kişisel tatminlerin, egoların, gösterişlerin kolektif bir kendini beğenme duygusuna dönüştüğü cemaatte hiyerarşik olarak en altta olan kişilerin yoğun olarak hissettikleri bir duygudur. Bu durum özellikle açık öğretim okuyanlar, iki yıllık mezunları ve LM dedikleri askeri okullara hazırlanmak için Anadolu’dan gelen lise mezunu öğrenciler için daha yoğun olarak yaşanmaktadır. Bu kişiler özgül ağırlıkları olmadığı için (bir işe yerleşmek için mutlaka cemaat referansına ihtiyaç duyduklarından) biraz abartı gibi gelebilir ancak cemaat içinde hayvan gibi muamele görmektedir. Birey olarak bu kişilere genelde saygı duyulmaz ve eşya taşıma, öğrenci bakma, programlarda yemek yapma, vb. gibi tüm angarya işler bu kişilerin omuzlarına yüklenir. Bu kişiler de artık ne kadar sürede işe yerleşeceklerse o süreye kadar biraz dişlerini sıkar, kişilik ve gururlarından taviz verir yani kısaca köprüyü geçene kadar biraz sabrederler. Peygamberin ama bir kişi olan Abdullah b. Ummu Mektum’a yüzünü ekşitmesi ve sonrasında Abese süresi ilk 3 ayetinin inmesi konunun ne kadar önemli olduğunu bizlere göstermektedir. Mütevazı görünüp üstten bir dil kullanma, benim ve benim gibi birçok insanın bu yapıdan nefret etmesine neden olmuştur (Herkesin böyle olduğunu söyleyemeyiz tabii ki. Cemaatin içinde çok değerli kişilikli gerçekten Allah dostu insanlar da vardı. Zaten biz de onlar yüzünden kandık. “Bu insan da burdaysa yapılan doğrudur” gibi bir akıl yürüttük. Ancak bu söylediğim belki ortalama bir cemaat abisi için geçerli olabilir).

Askeri öğrencilerin denetlenmesi

Üniversite 3. sınıfta da dolu dizgin hizmet etmeye devam ediyordum. O yıl da ev abiliği yapıyordum. Kolektif kibir ve soru çalma olayları gibi durumlar aklımın bir köşesinde olduğu gibi duruyordu tabii ki. Her yılın sonunda Mart ayında cemaat içi tayinler ve terfiler belli olur. Bu yıl bu toplantılara beni de çağırdılar. Burada BTM (Bölge Talebe Mesulu) olarak görevlendirildiğimi öğrendim. Artık ev imamlığından BTM’liğe terfi etmiştim. Cemaat hiyerarşisinde giderek yükseliyordum. Bana bağlı 5 ev ve o evde kalan toplam 20-30 üniversite öğrencisi vardı. Bu görev tevdi edildikten kısa bir süre sonra lisede aynı okulda okuduğum benden 3-4 yaş büyük bir abi beni aradı ve benimle görüşmek istediğini söyledi. Dediği saate oraya gittim ve beklemeye başladım. Abi geldiğinde çok şaşırmıştım çünkü daha önce kumaş pantolon ve gömlekli bir şekilde görmeye alıştığım bir abiyi ilk defa kot pantolon Lakost tişört ve güneş gözlükleriyle görmek çok şaşırtmıştı beni. Tabii daha önce de söylediğim gibi bu normal bir durum ancak cemaat içinde bu giyim tarzı hele de büyük bir abi için çok tuhaf ve ayıplanan bir durumdu. Neyse, tabii şaşırdığımı anladı ve beni daha fazla sabırsızlandırmadan merakımı giderdi. Bana bir görev verileceğini, bu görev için iki haftada bir hafta sonları İzmir’e gitmem gerektiğini ve İzmir’e giderken tedbir amaçlı olarak bu şekilde giyinmem gerektiğini vs. söyledi. İlk gideceğim hafta sonu birlikte gideceğimizi ve orada ne yapmam gerektiğini o zaman anlatacağını söyledi.

Neyse ilk gitmemde kot pantolon tişört giyerek birlikte yola çıktık ve Bornova’da bir eve gittik. Evde bizi evin sahibi olan yaşlı bir amca ve teyze karşıladı. Bizi salona buyur etti ve bir kaç kısa sohbetten sonra bizi yalnız bıraktı. Tabii gittikçe meraklanmaya başlamıştım. Abi de hiçbir şey söylemiyordu. Aradan yarım saat bir saat geçtikten sonra bir iki kişi daha geldi. Bu kişileri görünce çok şaşırmıştım çünkü bunlar daha önce cemaatte birlikte görev yaptığım kişilerdi. Bunlar askeri okulları kazanmış gitmişlerdi. Tabii bu kişilerle tekrar görüşmek ya da iletişim kurmak vs. diye bir şey yoktu çünkü bu kişiler izlerini bir şekilde kaybettirirlerdi. Artık durum açığa kavuşmuştu. Bu kişilerle bundan sonra iki haftada bir program yapacak, onların abisi olacaktım. Okul döneminde iki haftada bir olan bu programlar tatillerde tatil süresinin üçte ikisi kadar kampla geçerdi. Yani cemaat askeri okullara gönderdiği elemanının takibini bırakmıyor, onunla iki haftada bir düzenli program yapıyordu. Bu görüşme ve programlarda genellikle herhangi bir cemaat evi ya da kurumu değil dikkat çekmesin diye cemaate ait insanların özel evleri tercih ediliyordu. Burada Fethullah’ın kitapları okunur, videoları izlenir, cemaate ait gündemler işlenir ve ayda bir de bu çocuklara ihtiyacı olduğu kadar burs verilirdi. Bugünün parasıyla bilet paraları ve program giderleri dahil her bir askeri öğrenciye en az 600 TL. yatırım pardon masraf yapılırdı. Ayrıca ayda bir de stajyer dedikleri askeri öğrenci abileri ziyarete gelirdi. Bu kişiler genel olarak öğrencilerin okuldaki durumlarıyla ilgilenir komutanlar ya da diğer askeri öğrenciler hakkında öğrencilerden vs. bilgi alırlardı. Bu kişilerin isimlerini ya da başka kişisel bilgilerini bizim bilmemiz kesinlikle mümkün değildi. Bunların kaç askeri öğrenciden sorumlu oldukları ve ne tür bir hiyerarşik yapılanmaya dahil oldukları kesinlikle bilinmezdi. Askeri öğrencilerin mezun olduktan sonra nereye tayin olacakları, kiminle evlenecekleri (yine gösterdikleri adaylar arasından) ve maaşlarından ne kadar örgüte himmet verecekleri vs. bu kişiler tarafından belirlenirdi.

Burada evlilik konusuna da ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Geleceğin Fethullahçı subaylarının iyi bir kariyeri olan güzel kızlarla evlendirdiklerini duymuştum bir abiden. Onun aktarımına göre bu kızlar cemaat evlerinde kalan güzel kızlar arasından seçilmekte ve başları kapalıysa bile açtırılır ve üniversitede veya kendi yakın çevresi dahil kimsenin onun cemaatten olduğunu bilmemesine özen gösterilirmiş. Burada sanırım Fethullah örgütünün en operasyonel birimini şekillendirirken Hasan Sabbah’ın Ömer Hayyam’ın iki cennet fikrinden esinlendiği ideolojiden ilham almış. O da tıpkı Hasan Sabbah gibi fedailerine hem bu dünyada hem de öbür dünyada bir cennet vadetmiştir. Tabii buradaki cennet diğerinin çakmasıdır. Çakması böyleyse gerçeği nasıldır Allah bilir tabii ki! Dünyada en güzel işler, eşler, vs. hep bu ideolojinin yansımaları olsa gerek.

Tabii sadece askeri öğrenciler için bu durum geçerli değildir. Cemaatin kendi entelektüeli ve aydınını oluşturmak için bursla okuttuğu, yatırım yaptığı kişileri de aynı kategoride değerlendirebiliriz (Bu kişiler eğer kendi imkanlarıyla bunları başardıysa ben kendilerinden özür dilerim ancak yine de bu gerçek değişmeyecektir çünkü isimlerini bilmesek de böyle kişiler vardır. Zaten bugün cemaatçi geçinen yazar, çizer, televizyoncu, aydın vs. gibi insanların en büyük özellikleri isimlerinin başındaki Fethullahçı ibaresidir. Bu ibareyi kaldırınca ortada haliyle başka bir şey de kalmıyor).

Bu insanların bir kısmı belki şu an cemaate daha eleştirel bakıyor, kült hareketine dönüştüğünü iddia ediyor vs. Ancak ben ipleri bunların eline vermeden önce tüm bunları düşünmeleri gerektiğini, iş işten geçtikten sonra yaşanan pişmanlıkların, nedamet getirmelerin çok da önemli ve değerli olmadığını düşünüyorum. Zaten Descartes’in “hür olmayan düşünce düşünce değildir” sözünde olduğu gibi hür düşüncenin olmadığı, eleştirinin, sorgulamanın ayıplandığı bir yerde ne aydınından bahsediyoruz ki!

Evet bir yılım daha cemaat içinde bu şekilde geçti. Tabii burada yine şu hususu belirtmekte fayda var. Cemaat bu tür kozmik bilgileri kişi yapıya tam olarak angaje olduktan ve ona güven duyduktan sonra ancak o kişiyle paylaşıyor. Yani yapıyla üç yıllık içiçe geçmişliğiniz var, Ergenekon ve Balyoz süreçleri var, yıllardır muhafazakâr dindar insanların merkezden dışlanması vs. vs. var. Tabii bunlar cemaatin yediği haltlara bir mazeret olamaz ancak neden tepkisiz ya da sessiz kalındığının belki bir açıklaması olabilir. Bir de bu işi yaparken özel olduğunu hissetme, herkesin bilmediği özel bilgilere hakim olma ve gizem gibi olayın psikolojik yönlerini de göz ardı etmemek gerekir.
Bölge abiliğine terfi

Dördüncü sınıfta da BTM’lik yapmaya devam ettim. Bu yıl kariyer planım da belli olmuştu artık. Hayatımın en önemli kararını üstümdeki birkaç abi tabii ki bana danışmadan vermişlerdi. Abilerim benim hakkımda GT olmam konusunda istişare etmişler. GT geri talep demek, yani bölge abiliği. Cemaat evi veya yurdunda kalan üniversiteliler için son sınıfa geldiklerinde sorumlu abileri bir kariyer planı yaparlar. Bu kariyer planını kişinin okuduğu/bitirdiği bölüm, şakirtlik derecesi, o dönemdeki cemaatin öncelikleri vs. gibi durumlar belirler. Örneğin hukuk fakültesinde okuyan öğrencinin kariyer planı hakim ya da savcılıktır. 2010’lu yıllara kadar cemaatin önceliği askeriyeye adam sokmakken (üniversite mezunları için geçerli bu durum) 2010 yılından sonra GT yani bölge abiliği olmuştur. Kariyer planını etkileyen bir diğer husus ise üst abilerden gelen hedeflerdir. Her bölgeden mezun olan öğrenciler arasından cemaatin kurumlarında çalışacak, yurt dışına gönderilecek, askeriyeye gönderilecek, GT olacak, birime gönderilecek kişiler bu hedefler doğrultusunda seçilir/belirlenir.

Üniversite okurken evlerde kalmış ve abilerin yönlendirmesiyle bölge abisi olmuş, kurumlarda çalışmaya başlamış (örneğin dersane veya kolejde öğretmen olarak işe başlamış), yurt dışına gönderilmiş kişiler TT olurlar. TT tayine tabi demek. Yani cemaatin 657’si diyebiliriz kısaca. Bu kişiler cemaatin kadrolu elemanlarıdır. İhanet etmedikleri ve tedbirsiz davranmadıkları sürece kimse bu kişilere bir şey yapamaz. Yani cemaat üyesinin iş garantisi, üstündeki abinin iki dudağı arasında değildir.

Birime kabul edilme

Burada birim konusunu biraz açmak gerekir. Birimde görevli kişiler askeri okullardan mezun olan öğrencilerin yani artık muvazzaf subayların takibini yapan kişilerdir. Birimde görevli kişiler yine cemaatten biriyle evlenmek durumundadır. Eşi cemaatten olmayan bir kişi birime alınmaz. Bunun nedeni subay olan kişinin eşiyle de birimdeki kişinin eşinin ilgilenecek olmasıdır. Birimdeki kişinin ayrıca kamu kurumunda çalışması tercih edilir. Çünkü eğer kamuya atanamazlarsa bu cemaate maddi anlamda ciddi bir külfet demektir. Sanırım 2010 KPSS sınav sorularını bu nedenle çalmışlardı. Cemaatin birimde olan üyelerine bu sorular verilmişti diye duymuştum. Elimde net bir veri olmadığı için kesin bir şey söyleyemiyorum bu konuda.

Ayrıca birime kabul edilmenin en önemli diğer bir şartı da abilerin istediği yere tayin olma şartı. Birimde görev alabilmeniz için bu iki şartı mutlaka taşımanız gerekir. Bunlar iki haftada bir ya da ayda bir kendi evlerinde veya başka bir yerde program yaparlar. Yani cemaat herhangi bir subayın askeri okullara hazırlanmasında, öğrencilik yıllarında ve muvazzaf olarak görev yaptığı dönemde sürekli takip eder. Cemaat size bir şey verir ama siz ona en az 10 şey verseniz yeterli gelmez. Bu yapıya hayatınızı vermelisiniz. Ona herşeyinizi vermelisiniz. Gerçekten Hasan Sabbah bugün hayatta olsaydı Fethullah denen adamla kesinlikle gurur duyardı.

Neyse ben de GT olmuştum ve yapının kadrolu elemanıydım artık. 4. sınıf ilk dönemde bütün dersleri verdim ancak ikinci dönemden 17 veya 18 dersim kaldı. Yani okulu uzatmıştım. Okulu uzatma sebeplerim tabii ki tembellik, ev abiliği, öğrenci bakma, takip için sehir dışına gitme, gece geç saatlere kadar süren istişareler vs. gibi yoğun cemaat faliyetleriydi. Ancak bu konuda cemaat abileri hiçbir sorumluluk üstlenmedi. Bitirseydin kardeşim der gibi laflar ettiler. Tabii bu durum çok ağırıma gitti ve ayrılmak istedim bu yapıdan. Ancak maddi sebepler ve ailemin beni maddi anlamda desteklememesi kerhen orada kalmama neden oldu. O sene GT olduğum için uzatma maaşı adı altında asgari ücret tutarında maaş aldım.

Ayrılma süreci

Artık yapıdan tamamen soğumuştum ve hiçbir gönül bağım kalmamıştı. Bu durumu asla affetmedim. Sadece maaş karşılığı çalışan profesyonel bir işçiydim artık. Sonraki yıl sınav döneminde bir haftalığına izin istedim ancak üstümdeki abi izin vermedi. Bir sonraki gün iki sınavım birden varken 50 kişilik listeyi aramam gerektiğini söyledi. İtiraz etmeye çalışsam da en sonunda “kardeşim maaş alıyorsun, arayacaksın” diye bir laf etti. Tabii ağlaya ağlaya aradım hepsini.

O yıl okulumu bitirdim ama o yaşadıklarımı asla unutmadım. Cemaatten gerçekten nefret ediyordum artık (hâlâ da hiç birşey eksilmedi nefretimden). Okulu bitirince tam maaş almaya başlamıştım yani bugünün parasıyla ek dersi tam olan öğretmen maaşı kadar (yaklaşık 4000 TL denebilir). Maaşlar iyi olunca, hazır da işim varken devam ettim. Ancak gerçekten gönül bağım kalmamıştı. Yapılanları asla unutamıyordum ancak işime geldiği için kalmaya devam ediyordum. Öğrenci evlerinde kaldığımız için ev kirası, doğal gaz, elektrik vs. gibi ücretler ödemiyorduk. Yalnızca 200-300 TL gibi bir giderimiz vardı. Ekonomik açıdan işime geldiği için 17-25 Aralık sürecine kadar maaşlı bir işçi olarak bu yapıda kalmaya devam ettim. 17-25 Aralık’tan sonra ise ailemin de telkinleriyle (zaten yapıdan da iyice soğuduğumdan) ayrıldım. Daha sonra KPSS’yi kazandım ve atandım.

KPSS’ye hazırlık sürecinde son bir umut benimle birimde görev almam konusunda görüşmeye geldiler. Ancak tekliflerini kabul etmediğim için bir daha beni ne aradılar ne de sordular (işlerine yaramayınca geçmişte yaptıklarının da bir anlamı olmuyor bu yapıda maalesef). 15 Temmuz’dan sonra ise hattımda bylock çıktığı gerekçesiyle ihraç oldum. En son ben bu yapıdan ayrılmadan önce üzerime çıkarttıkları telefon hattına bylock yüklemişler. Mahkemede bunu ispatlamama rağmen bu anlattıklarımdan ötürü yine de 2,5 yıl ceza aldım. Geri dönebilir miyim inanın bilmiyorum.

Ancak içim rahat çünkü ben kimseye bir kötülük yapmadım bilerek veya isteyerek kimsenin hakkına girmedim. Neden bunlar başıma geldi bile demiyorum çünkü dünyaya gelirken de dahilim yoktu bunlar başıma gelince de ve ölünce de dahilim olmayacak. Bunları inançlı bir insan olarak külli iradenin yansımaları olarak görüyorum. Yarattığı her bir canlının dünyada kalacağı yer ve rızkı konusunda teminat veren bir Yaratıcı elbette bir çıkış yolu gösterecektir!

Sonuç

Kendi hayat hikayemi merkeze alarak FETÖ/PDY’nin örgüt yapısını (talebe hizmetleri) anlatmaya çalıştım. Anlattıklarım tamamen doğrudur. Hiç kimseye ne bir iftira attım ne de hakikatleri gizledim. Cemaat 15 Temmuz’un neresindeydi gibi bir tartışmaya hiç girmedim. Bana göre 17-25 Aralık ve 15 Temmuz süreçleri bu yapıya ait kuşkuların, yanlışların dışavurumu veya herkesin bildiği sırların ortalığa saçılmasıydı sadece. Bu süreçlerin yapının toplumsal tabanını kaybetmesiyle sonuçlanması da bana göre en olumlu gelişmedir. AKP iktidarının da en önemli icraatlarından biridir.

Umut ediyorum ki İslam’ı kullanan, yapısını bozan, onu kullanan bu ve bunun gibi yapıların hepsi tamamen ortadan kaldırılır. 17-25 Aralık sürecinde hukuk içerisinde kalınarak bu durumun çözülemeyeceği fikrine hâlâ daha katılıyorum. Tüm bu pislikleri yapanların yurtdışına kaçtığı bir yerde alt tabakanın tüm faturayı ödemek durumunda bırakılması vicdanları kanatıyor. Bizler bu yapıya babalarımızın, amcalarımızın referanslarıyla onların yönlendirmesiyle girdik. Ancak iş bedel ödemeye gelince maalesef arkamızda durmadılar ve bu enkazın altında bizi olduğu gibi bıraktılar. Ben bu yapının sendikasına üye olmadım, bankasına da para yatırmadım. Yatıran kişiler de evini arabasını sattı gitti bankaya para yatırdı. Bunu belki cemaate vefa duygusuyla yaptı belki başka bir sebepten bilmiyorum. Ancak bütün bu insanların çoğu emin olun cemaate küfrediyor.

Ben 2011 yılında bunların ne mal olduğunu anladım, Tayyip Erdoğan 2013 yılında, Hüseyin Gülerce de 2014 yılında anladı. Birçoğu da 15 Temmuz’da anladı. Lütfen artık masum insanlar suça bulaşmamış kişiler işlerine dönsün ve daha fazla mağduriyetler yaşanmasın!!

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.