Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Başörtüsünü çıkaran kadınlar

Yayına hazırlayanlar: Şükran Şençekiçer & Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Medyascope’ta arkadaşımız Büşra Cebeci iki röportaj yaptı, söyleşi yaptı. Bu söyleşi yaptığı kişiler üniversitesi öğrencisi kadınlar ve küçük yaştan itibaren aile ortamında başörtüsü takan, daha sonra kendi iradeleriyle başörtüsünü çıkartan, ama hâlâ ailelerine bunu kabul ettiremedikleri için ikili bir hayat yaşayan kadınlar ve bunların hayata geçirdiği bir internet sitesi var: “Yalnız Yürümeyeceksin” diye. Zaten kendilerini oradan bulduk, ulaştık, arkadaşımız konuştu. Büşra daha önce de Bianet’e bir dizi yapmıştı benzer bir konuda, başörtünün dönüşümü üzerine. Çok çarpıcı, etkileyici bir diziydi, onun bir devamı olarak biz de iki tane söyleşi yaptık; hatta o çevreden olan bir-iki kişiyle daha görüşmeye çalışıyoruz.

28 Şubat’tan bu yana değişen ve aynı kalanlar

Bunlar yayımlandığı andan itibaren az sayıda da olsa birtakım tepkiler geldi. Bu tepkilerin önemli bir kısmı erkeklerden geldi. Erkekler, her konuda olduğu gibi başörtüsü konusunda da –ama özellikle başörtüsü konusunda– söz sahibi olduklarını düşünüyorlar ve burada itiraz ettiler, suçladılar ve hatta bunun yalan olduğunu vs. söylemeye kalktılar. Kadınlardan da itirazlar geldi, özellikle de başörtüsünü çıkaranlar yerine zamanında 28 Şubat sürecinde özellikle başörtüsü devlet tarafından zorla çıkarılan kadınların öykülerinin daha değerli olduğunu, onlardan bahsetmek gerektiğini söylediler. Bu, malum, bir “Ondan bahsediyorsun ama şu da var” yaklaşımı — zaten şu son dönemin en öne çıkan yaklaşımı. O zamandan bu zamana çok şey değişti ve Türkiye’de artık başörtüsü taktığı için kimse laik bir devletten hiçbir şekilde zarar görmüyor, tam tersine bir anlamda daha bir rahat hareket etme imkânlarına teorik olarak sahip olduklarını gözlüyoruz. Dolayısıyla 28 Şubat ve diğer 90’lı yıllarda yaşanan, özellikle üniversitelerdeki başörtüsü yasağı ve ardından gelen uygulamalar tabii ki önemliydi; devletin bu şekilde öğrencileri, kadınları bir kalıba sokmak istemesi tabii ki büyük bir haksızlıktı, zulümdü; ama o defter bir şekilde kapandı; şimdi başka bir olay yaşanıyor.
Bu arada nelerin değiştiği nelerin aynı kaldığı konusu bence çok önemli, ilginç bir konu. O tarihlerde, 90’lı yıllarda, başörtüsü yasağını ve buna karşı direnişi gazeteci olarak çok yakından takip etmiştim; hatta Direniş ve İtaat: İki İktidar Arasında İslamcı Kadın diye bir kitabım da Metis Yayınları’ndan çıkmıştı. O direnişleri bizzat yerinde gördüm, kadınlarla konuştum, onların eylemlerini izledim ve o dönemin hâkim olan İslamî çevrelerinden de bu konuda bayağı bir gazetecilik çalışması yapmıştım. O süreçteki başörtüsü yasağı ve başörtüsü direnişi süreci gerçekten Türkiye için dönüm noktası gibi bir şey oldu; hâlâ o yıllardan geride kalan, yani hatırlanan en önemli husus başörtüsü. Başörtüsü gerçekten damga vurmuştu. Olayın hem sembolüydü hem de pratikteki en önemli alanıydı –belki de tek alanıydı–; ilginç bir şekilde, o tarihlerde ilk başta direniş başladıktan sonra, başörtülü kadınların direnişi başladığı andan itibaren, bunu İslamî siyasî hareketler, partiler ve diğer çevreler, gruplar çok ciddi bir şekilde kullandılar; ama özellikle 28 Şubat’la beraber devletin baskısı arttığı zaman bunların büyük bir kısmının ortadan kaybolduğunu gördük — sırra kadem bastılar resmen. Özellikle de şunu çok iyi hatırlıyorum: Marmara Üniversitesi yasağı en son uygulayan üniversitelerden birisiydi; çünkü rektör vardı –adını şimdi hatırlayamadığım–, onun daha toleranslı olduğu söyleniyordu, ama en son sıra Marmara Üniversitesi’ne de geldi. Türkiye’de baskının en katmerli olduğu bir dönemdi ve Marmara Üniversitesi’ndeki öğrencilerin direnişi birdenbire sahipsiz kalmıştı, birkaç kere yerinde izlediğim için buna tanık oldum.

İki iktidar arasında

Dolayısıyla burada geçmişteki başörtüsü olayının bir boyutu, kadınların kendi seslerini çıkarmak, kendi kimlikleriyle varolmak ve kendi tercihleriyle hayatın içerisinde olmak, okulda, sosyal hayatta olmak arayışıydı; bir de Türkiye’deki İslamî hareketin kendini göstermesi, bir alan açması, ilk boyutla iç içe geçmiş durumdaydı; ama İslamî hareketin değişik kurumları pes edince, kadınlar önce bir şok yaşadılar, sonra sayıları hızla azalarak bir direnişi sürdürmeye çalıştılar, ama başarısızlıkla sonuçlandı. Büyük bir hüsran oldu o dönemde, gerçekten yalnız kaldılar.
O tarihte demin sözünü ettiğim kitabı, iki iktidar arasında İslamcı kadın derken, bir tarafta tabii ki devleti, siyasî iktidarı, ama diğer tarafta da İslamî hareketteki erkek egemen iktidarı kastetmiştim. Burada kadınların başörtüsü takması ve başörtüsü mücadelesinin araçsallaştırıldığı çok ciddi bir olaydı; o tarihte zaten ilginç bir şekilde başörtüsü mücadelesinin, direnişinin ilk anlarında yer alan bazı kadınlar, aynı zamanda bu süreçle beraber bir tür feministleşme süreci yaşadıkları için İslamî hareket içerisindeki erkek egemen iktidarını da sorgulamaya başladılar ve bayağı ciddi kopuşlar yaşadılar. O tarihten hatırlıyorum, bu mücadeleyi ilk başlatanlardan, bu kavga sonunda 90’lı yıllarda başlarını açanlar olmuştu. Çünkü onlar kendi başörtüsü direnişlerinin İslamî hareketteki erkek egemen iktidarın elinde araçsallaştırıldığı ve kendilerinin de araçsallaştırıldığını düşündüler ve bir yerde böyle bir şekilde frene basanlar bile olmuştu. Sayıları çok değildi, ama onların argümanları, onların tezleri çok daha anlamlıydı. Dolayısıyla başörtüsü olayına iktidar ekseninden bakmak, yani olayın dinî boyutunu tartışmayı bir kenara koyup –yani Nisa Sûresi var mıdır, yok mudur; mecbur mudur, değil midiri bir yana bırakıp–; iktidarla ilişki, kadının sosyalleşmesi, kadının kendi ayakları üzerinde durması üzerinden baktığımız zaman, bugünü biraz daha iyi anlayabiliyoruz.

Erkek egemenliği her yerde var

Bugün başörtüsünü çıkartma eğiliminde olan kadınların büyük bir kısmının dindar ailelerden geldiğini, ailelerinin içerisinde başörtüsünün normal, hatta adı konmamış bir zorunluluk olarak yaşandığını görüyoruz. Geçmişteki 80’li 90’lı yıllardaki başörtüsü mücadelesinde diyelim, ya da direnişinde, yine ağırlıkla dindar kadınlar, dindar ailelerin çocukları vardı. Ama o tarihte ilginç bir şekilde bunların büyük bir kısmı ailelerine rağmen bu direnişi yapıyorlardı. Çünkü aileleri buradan başlarına bir şey gelebileceği, okullarını kaybedebilecekleri gibi gerekçelerle onların direnmeyip devlete bir şekilde itaat etmelerini telkin ediyordu genellikle. Ailelerin dışında birtakım cemaatler de bunu yapıyordu — ki bunların başında da Fethullah Gülen’in kendisi gelir. O tarihte başörtüsü meselesindeki çıkışı çok bellidir. Tamamen teslimiyetçiliği empoze etmiş birisiydi. O tarihteki başörtülü kadınların bazıları, aileleri çok da dindar olmayan kişilerdi. Onların da bir nevi devletle ve belki de aileleriyle olan kapışmalarında, onlara meydan okuyuşlarında başörtüsü onların işini kolaylaştırıyordu. Bugün baktığımız zaman, kendi kişisel tercihleriyle başlarını açmaya yönelen, başlarını açan kadınlar olduğunu görüyoruz. Bunun sayısı nedir? Bu yaygın bir eğilim midir? Bunları ölçmek mümkün değil. Bu konuda yapılmış herhangi bir araştırma olduğunu da sanmıyorum. Ancak birtakım kadınların, üniversite öğrencisi, daha genç yaşta sayılabilecek kadınların ailelerine rağmen, çevrelerine rağmen böyle bir tercih yapıp daha sonra öyle bir internet sitesi kurmak gibi, röportaj vermek gibi kendileri için riskli olabilecek adımlar atıyor olmaları da bunun önemli bir çıkış olduğunu bize gösteriyor. Yani niceliği bilmiyorum, ama nitelik olarak anlamlı bir şey.
Artık siyasî iktidarın arasında sıkışmışlık yok; ama erkek egemenliği her yerde var. Türkiye’deki siyasî iktidarda hep vardı, bugün çok daha güçlü bir şekilde var. Ve aile çevresinde, ailenin içerisinde ve çevrede de bu var. Ve buradan da baktığımız zaman öykülerine, anlattıkları öykülere baktığımız zaman, bunları kabullenmeme arayışı var. Bu anlamda dün nasıl başörtüsü bir meydan okuyuşsa, bazıları için başörtüsünü çıkartmak da bir başka meydan okuyuş olarak karşımıza çıkıyor. Yine burada iktidarın kadına çizdiği sınırlı alanı kabul etmeme anlayışını görüyoruz. Dün başörtüsü birçok kadın için, özellikle dindar ailelerden kadınlar için, sosyalleşmenin, sosyal hayata entegre olmanın bir aracıydı. Şimdi bir başka türlü sosyalleşmenin bir aracı olarak bazı kadınlar başörtüsünü çıkartmayı düşünebiliyorlar. Değişik şekillerde tartışmalarını yaptıklarının farkındayım, ama baktığımız zaman sonuçta bu eğilimin önemli olduğunu düşünüyorum. Tıpkı biz burada bir ara –son günlerde pek konuşulmadı ama– deizm tartışmalarında olduğu gibi bu da çok ciddi bir eğilimdi. İslamcılığın iktidar olmasıyla beraber, muhalif kimliğini kaybetmesiyle beraber ve devletin imkânlarından yararlanıp devletin merkezine, iktidarın merkezine taşınmasıyla beraber, itirazlarının yok olmasıyla, muhalif kimliğinin yok olmasıyla beraber girdiği yeni yolda, o statükonun içerisinde, statükocu bir çizgi tutturmasıyla beraber arayışlar özellikle gençlerde ciddi bir şekilde başlıyor. Esas olarak burada eleştirilen, tartışılan hususun İslam ya da İslamcılık değil, iktidar etme yöntemleri, iktidarın bireye ve topluma açtığı alan, açmadığı alan gibi hususlar olduğunu düşünüyorum. Ve bu anlamda da başörtüsü açma tercihinin bir anlamda iktidarın baskıcı –ki siyasî iktidarın, ama aynı zamanda ailenin, toplumsal iktidarın, çevre iktidarının– sınırlayıcı yönlerine karşı bir itiraz, küçük çaplı da olsa bir başkaldırı olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda önemli.

Kadınların kendi özgür tercihleri

Şunu özellikle vurgulamak lazım: Bugün başörtüsünü açan –sayıları kaç kişi olursa olsun– bu kişilerin tercihine saygı duymak ve onları takdir etmekle, dün başörtüsü hakkı için mücadele eden kişilerin tercihlerine saygı duymak ve takdir etmek aynı şey bence. Önemli olan burada bu kadınların iktidara karşı takındıkları pozisyon. Yoksa buradaki mesele başörtüsünün kendisi, bunun İslam’da olup olmadığı meselesi değil. Buradaki mesele, kadınların kendi özgür tercihleriyle toplumda kendilerine bir duruş, bir pozisyon arayışları ve bu anlamda da başörtüsüne olumlu ya da olumsuz yükledikleri anlamlar. Dolayısıyla burada tartışılması gereken esas husus başörtüsü değil, esas husus kadınların, her yaştan kadının –ama özellikle konumuzda genç kadınlar daha çok söz konusu– özgürlük, bağımsızlık arayışı, kendi ayakları üzerinde durma arayışı. Bu noktada ister devlete rağmen başörtüsü takmak ısrarı, ister ailelerine rağmen başörtüsü takmama ısrarı, hangisi olursa olsun bu iki ısrar da değişik konjonktürde, değişik durumlardaki yaşanan bu iki ısrar da bence bir özgürlük arayışının ısrarı ve bu anlamda takdir edilecek bir husus. Aileler bunu nasıl yapar? Çok zor olduğunu görüyoruz okuduğumuz öykülerde. Ailelerin kabullenmesinin zor olduğunu görüyoruz. Ama bir yerden sonra anlaşılıyor ki kadınlar bütün bu zorluklara rağmen kendi tercihlerini pekâlâ hayata geçirebiliyorlar. Ama zorlandıkları muhakkak. Halbuki bu tür şeylerin normalleşebilmesi lazım. Bu normalleşmede de tabii medyaya, eğitim kurumlarına çok görev düşüyor. Ama Türkiye’de maalesef böyle hassas konularda sorumluluk birinciyle hareket eden ne bir eğitim sistemimiz ne de medya atmosferimiz var. Dolayısıyla bu kadınların, dün başörtüsüyle mücadele edenlerinki ne kadar zorsa, bugün de kendi özgürlük arayışları içerisinde başörtüsü çıkartma tercihi yapan kadınların işlerinin hiç de kolay olmadığını söylemek gerekiyor. Ve bu anlamda da onları hakikaten takdir etmek gerekiyor. E
vet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.