Yayına hazırlayan: Gamze Elvan
Merhaba iyi günler. Hafta başı Cumhuriyet gazetesiyle ilgili yaptığım yayında şu yakamdaki kedi broşunun öyküsünü anlatmıştım. Genç bir mühendis arkadaşımın Avrupa’da bir ülke için ailesiyle beraber Türkiye’yi terk ettiğini ve oraya yerleşmeye gittiğini; gitmeden önce de bir vedalaşmaya geldiğinde bunu bana hediye ettiğini söylemiştim. Onun ardından çok sayıda tepki geldi, genellikle yurtdışından tepkiler geldi. Kendi öykülerinin de benzer olduğunu söyleyen çok kişiden mesaj aldım, bir de gitmek isteyenlerden mesajı aldım. Bir iki tane istisnayı saymazsak, giden gitmeyen herkes bu olayın anlaşılabilir bir şey olduğunu düşünüyor ve gidenlere hak veriyor — bir iki tane istisna, “vatan haini” vs. diyen, yani o klasik “ya sev ya terket” yaklaşımına sahip olanların hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Çünkü şunu biliyoruz: Gidenlerin büyük bir çoğunluğu sevdikleri için ülkelerini terk ediyorlar. Bu çok acayip bir durum. Yani sevmedikleri için ülkeyi terk etmek değil; sevdikleri için ülkeyi terk ediyorlar; çünkü sevdikleri ülkeyi de yaşanamaz görüyorlar ve buna daha fazla katlanamıyorlar — böyle bir olay var.
Gençler burada önlerini göremiyorlar
Şimdi Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank da geçen gün, “Yetişmiş insan kaynağımızı beyin göçü ile kaybediyoruz” diye yakındı. Kendisi uzun bir süre Cumhurbaşkanı’nın yanında yer aldı, danışman olarak özel kaleminde yer aldı ve şimdi de bakanlık yapıyor. Bu sürecin gelmesinde herhalde onun da bir dahli vardır, çünkü bu gençlerin –belli bir eğitim almış, iyi bir eğitim almış yabancı dil bilen gençlerin– ülkeyi terk etmesinde siyasî iktidarın o gençlerin önünü kapatmasının çok ciddi bir şekilde rolü var. Önünü kapatmaktan kasıt –bir yığın kasıt var– Türkiye’de bir süredir hep olan bir olay son dönemde çok daha net bir şekilde ortaya çıktı: Kayırmacılık –kliyantelizm olarak adlandırılır Batı’da– çok ciddi bir şekilde var; liyakat değil sadakatin öne çıkması var. Bir de tabii Fethullahçılık deneyinden dolayı çok büyük bir şüphecilik var ve birçok insanın Fethullahçılıkla alâkası olsun olmasın işini kaybettiği, devlette işini kaybettiği, özel sektörde de önünün tıkandığı bir süreç yaşıyoruz ve bu kolay kolay biteceğe de benzemiyor.
Ama olay sadece bundan ibaret değil; gençler burada önlerini göremiyorlar. Örneğin yakında, çok yakında –dün yanılmıyorsam– Milli Eğitim Bakan Yardımcısı, artık Türkiye’den yüksek lisans için Milli Eğitim Bakanlığı tarafından burslu öğrenci gönderilmeyeceğini, hele Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) hiç gönderilmeyeceğini açıkladı ve ABD’ye niye bu kadar ilgi olduğunu anlamadığını da söyledi. İşte bu zihniyetin, böyle bir yaklaşımın devlete egemen olması ve muslukların da bu zihniyetin elinde olmasıyla beraber, insanlar, gençler burada çok fazla umut taşıyamıyorlar.
ABD’de ve Batı ülkelerinde yüksek lisans yapılmayacak da nerede yapılacak? Hele Türkiye’de –diyelim ki yapılması varsayılıyor– son dönemdeki akademideki o çok büyük cadı avından sonra şu anda “evet efendim”cilerle dolan, tamamen kayırmacılıkla yürüyen, makamların büyük bir kısmının kayırmacılıkla elde edildiği ve bir tür partizanlıkla elde edildiği üniversitelerin, değil yüksek lisans öğrencisi, lisans öğrencileri için cazibesinin çok çok az olduğunu hepimiz biliyoruz. Hâlâ cazip olan üniversitelerin tepesinde de kılıçların sallandığını biliyoruz, bir şekilde onların diğer üniversitelere –liselerde de tıpkı bu oldu– diğer üniversitelerin seviyesini onların yanına çekmek yerine, onların seviyesini diğer üniversitelerin seviyesine indirme yaklaşımı, yani bir vasatlık, hatta vasat-altının egemenliği yaşanıyor ve bundan dolayı insanlarda, gençlerde, özellikle dünyaya daha açık olanlarda; yabancı dil bilen, belli bir iyi eğitim almış ve Batı’yla çok yoğun ilişkisi olanlarda; Türkiye’nin artık Batılılık iddiasının giderek azaldığı düşüncesinin de hâkim olduğunu görüyoruz.
Ülkenin kalitesi düşüyor
Şöyle bir yaklaşım vardı: “Giden gitsin, ülke bize kalsın; daha iyi olabilir”. Ama bu tür insanların gitmesi ile beraber ülke daha az yaşanabilir bir ülke haline geliyor, ülkenin kalitesi düşüyor; ülkedeki üretkenlik, yaratıcılık düşüyor ve sonuçta küçük olsun benim olsun diyenlerin elinde kalan şey tatsız tuzsuz bir şey oluyor, yani böyle bir olay da var. Geçen Yeni Şafak’ta Faruk Aksoy çok ilginç bir yazı yazdı — bayağı da tartışıldı aslında. Tam da bu konuları yazdı. “Yenilirken güzel yenilen ülkelere gidiyorlar” diye bir yazı yazdı. Orada İstatistik Kurumu’nun verdiği rakamla, “Bir önceki yıla göre %42,5’lik artış var, bu oran 253.640 kişiye tekabül ediyor” dedi ve bunların ezici bir çoğunluğunun da 25 ila 29 yaş aralığındaki gençler olduğunu yazdı.
Yeni Şafak’ta böyle bir yazının çıkması bu olayın ciddiyetinin en azından siyasî iktidara yakın çevrelerce de artık kabullenilmek zorunda kalındığını bize gösteriyor — deminki Bakan Varank örneğinin çok daha kapsamlısı bu. Çok ilginç bir yazı, diyor ki: “Bin türlü emek veriyorsun, umutlar yeşertiyorsun, hayaller kuruyorsun, kulağına dualar okuyorsun, türküler söylüyorsun, topluma katıyorsun; fakat görgüsüzün biri, şark kurnazı üçkâğıtçının teki geliyor o zeki çocuğun önüne geçiyor, hakkını hukukunu gasp ediyor, yarınını çalıyor, hayatını zindana çeviriyor”. Bu çok güzel bir örnek; bunun özellikle çok çarpıcı bir özet –örnek değil özet– olduğunu düşünüyorum.
“Bu kadar insan FETÖ’cü olamaz” diyor Faruk Aksoy, “bu kadar insan vatan haini olamaz, bu kadar insan bir yıl içinde sırf eğitim amacıyla yurtdışına çıkmış olamaz, işin içinde başka iş var; herkes ne yaşadığını ne gördüğünü kendisi biliyor. Genç insanlar büyüdükleri eğitim aldıkları ülkenin yarınlarına güvenmiyor” diyor. Evet, olay bu; bunu görmek için sadece –daha doğrusu, görmeye herkes görüyor– ifade edebilmek için birazcık cesaret, biraz da hakikaten bundan etkilenmiş olmak gerekiyor. Belli ki bunu yazan Faruk Aksoy’un da yakın çevresinde gördüğü, üzüldüğü çok olay olmuş.
Onlar için değil ülke için üzülüyorum
Buna üzülmeli miyiz? Açıkçası emin değilim çok; ben de son günlerde çok karşılaşıyorum, duyuyorum, giderse şaşırmayacağım çok insan var; gitmek için değişik yollar arıyorlar, imkânlar ölçüsünde bunu yapmaya çalışıyorlar. Onlar için açıkçası üzülmüyorum; ülke için üzülüyorum, ama onlar için seviniyorum, çünkü şu anda Türkiye’de gerçekten hayata meydan okuyacak, bulunduğu alanda, seçtiği meslekte ya da kariyerde –üniversiteyse üniversitedeki dalda– iddiası olan insanlar için Türkiye hiç cazip bir ülke değil. Ekonomik anlamda yaşadığımız sıkıntılarla beraber bu artık çok daha bariz bir şekilde kendini göstermeye başladı. Artık şurası çok net: Şu haliyle baktığımız zaman, Batı’nın herhangi bir yerinde para kazanmanız size daha iyi bir hayatı garanti ediyor. Tabii ki burada bir başka husus daha var: Çocuklar için bu yaş dilimi –25-29 yaş– evliliklerin yapılmakta olduğu, hatta ilk çocukların sahibi olunduğu yaşlar ve bunu da çok görüyorum, duyuyorum; birçok insan –ki bana bu broşu hediye eden arkadaşım da 3 yaşındaki kızı için gittiklerini söylemişti– aynı şekilde çocuklarına iyi bir eğitim ve iyi bir gelecek vermek istediklerini söyleyenler var.
Aklıma Venezüela geliyor; Venezüela’da yaşanan o garip sol popülist yönetimin ülkeye yaşattığı bir dizi siyasî ve ekonomik krize paralel olarak ilk önce kentli orta sınıfların ülkeyi terk ettiğini gördük; sonra da artık her türlü halkın, elinden gelen herkesin –özellikle son yaşanan depremden sonra– ülkeyi terk etmeye başladığını gördük. Çok büyük rakamlar telaffuz ediliyor. Tabii Venezüelalılar’ın şöyle bir avantajı var –avantaj diyelim– birincisi İspanyolca konuşuluyor ve dünyanın dört bir tarafında, Latin Amerika’da, ama Avrupa’da da –İspanya başta– İspanyolca konuşan çok ülke var. Buralara gitmek büyük ölçüde onlar için sorun değil. Bir de Venezüela’nın bir başka özelliği var: İnsanların en son deprem sonrasında olduğu gibi yürüyerek bile gidebilecekleri başka ülkeler var, ya da araçlarıyla gidebilecekleri başka ülkeler var — Kolombiya’ya özellikle çok gittiklerini duyuyoruz, başka sınırdaş ülkelere de. Ama Türkiye’de böyle bir durum söz konusu değil; yani dil tek başına yeterli olmuyor, bir yabancı dil, Batı dili bilmek gerekiyor, onun için şu anda ülkeyi terk edenlerin sayısı çok daha yüksek olabilirdi, öyle söyleyeyim.
Bir diğer husus da tabii Türkiye’de gidilecek doğru dürüst komşu yok; yani bu Türkiye’yi terk edip insanlar Suriye’ye mi gitsinler? Irak’a mı gitsinler? İran’a mı gitsinler? Gidecek bir yer yok. Bir tek belki Yunanistan var — Yunanistan’a da kaçarak gidiliyor, yasadışı yollarla gidiliyor. Böyle bir durum var yani: İnsanların kitleler halinde gidebilecekleri bir yer yok. Ama Türkiye Venezüela kadar değil –çok şükür, inşallah da olmaz– ama bu yaşananlar böyle yaşandığı müddetçe, insanların önünün açık olmadığı müddetçe, ülkenin önünün açık olmadığı müddetçe; özgürlüklerin, hukuk devletinin zapturapt altına alınması sürdüğü müddetçe, demokrasiden uzak olduğu müddetçe, insanlar kendilerine ve çocuklarına bir gelecek öngöremiyorlar.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
“Güzel günler göreceğiz” sözünün bile edilme imkânının kalmadığı bir dönem
Batı’nın belki de en büyük avantajı, bu anlamda yaptığınız iş belliyse, kazandığınız para belliyse, kendinize belli bir süre için belli bir hayatı çizebiliyorsunuz. Ama Türkiye gibi ülkelerde, özellikle son dönemde Türkiye’de böyle bir şey mümkün değil; bir döviz kuru hareketiyle beraber birdenbire 10 liranız 8 liraya 9 liraya inebiliyor ve birçok şey, hayatınız kökten değişebiliyor. Bir darbe girişiminin ardından hiç alakanız olmasa bile hayatınız kararabiliyor; attığınız bir tweet’ten dolayı başınıza işler gelebiliyor v.s. ve tabii burada Türkiye’nin önü açık değil; Türkiye’nin önünü açmaya talip olan odaklar, kurumlar, partiler yok — bir de böyle bir mesele var. Bu anlamda yani insanların “İşler iyi gitmiyor, ama şöyle şöyle olursa, şuradan gelecek şu kişiyle beraber Türkiye’ye iyi günler, daha iyi günler gelebilir”, hani o eski deyimiyle “Güzel günler göreceğiz” sözünün bile edilme imkânının kalmadığı bir dönemden geçiyoruz.
Bu anlamda gidebilenlerin gitmesine kimsenin söyleyecek bir lafı yok, yolları açık olsun; ama umarım Türkiye tekrar o kişileri geri kazanmayı hak edecek bir ülke olur.
Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.