Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı olayının gösterdikleri

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Öncelikle 3 yıl önce bugün, 10 Ekim’de Ankara’da yaşanan katliamı hatırlatmak istiyorum. Katliamı lanetliyorum ve orada hayatını kaybeden herkesi saygıyla, sevgiyle anıyorum.
Bir Cemal Kaşıkçı olayı yaşıyor tüm dünya; öncelikle Türkiye yaşadı, ama tüm dünyayı ilgilendiren küresel bir olay haline geldi. 2 Ekim Salı günü öğleden sonra Suudi Arabistan’ın en önde gelen gazetecisi, Arap dünyasının da önde gelen birkaç gazetecisinden biri olan Cemal Kaşıkçı, kendi ülkesinin İstanbul Levent’teki başkonsolosluğuna gidiyor ve bir daha oradan çıkmıyor. Suud yetkililer, “Girdikten kısa bir süre sonra arka çıkıştan çıktı” iddiasında; ama Türkiye –adını vermeden açıklama yapan yetkililer– içeride kaldığını ve öldürüldüğüne inandıklarını söylüyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, “Eğer çıktıysa, kendisinin çıkmış olduğunu Suud yetkililerin kanıtlaması talebini dile getirdi.
Yaklaşık kaç gün oluyor, 8 gün oluyor, 8 gün boyunca yaşanan bir olay, hâlâ aydınlanabilmiş değil. Ama genel kanı öldürülmüş olduğu, hatta öldürülmenin de ötesinde, bir anlamda katledilmiş olduğu yolunda neredeyse bir görüş birliği oluşmakta. Az sayıda, kendisinin kaçırılıp Suudi Arabistan’a götürülmüş olabileceğini söyleyenler de, düşünenler de var. Ama bu ihtimalin her geçen dakika daha da azalmış olduğunu görüyorum. Özellikle konuyu çok yakından takip eden Amerikan medyası haberlerine baktığımız zaman –ki kendisinin yazı yazdığı– Washington Post’un üst düzey yöneticileri de bu konuda kendilerinin de öldürüldüğü yolundaki düşüncelerinin çok güçlü olduğunu üzülerek beyan ettiler.

Acayip zamanlar

Bu çok acayip kötü bir olay, şaşırtıcı bir olay gözüküyor; ama aslında şaşırtıcı değil. Dünyanın şu anda içinde bulunduğu ortamda çok da şaşırtıcı değil. Tabii çok cüretkâr bir hareket. Eğer gerçekten Suudlar, başkonsolosluğa gelen kendi vatandaşlarını, sırf Batı’da rejimi eleştirdi diye, özellikle Veliaht-Prens Bin Salman’ın aleyhine görüşler dile getiriyor diye öldürmüş olmaları ihtimali çok dehşet verici; ama pekâlâ mümkün. Çünkü başka örnekler görüyoruz. Örneğin eski Rus ajanının ve kızının İngiltere’de zehirlenmesi olayının artık Rus gizli servisi, askerî istihbaratı tarafından yapıldığı neredeyse kesinleşti. Ama bir külliyen reddetme perspektifi var. Burada da pekâlâ bu olabilir. Çünkü daha önce de Bin Salman’ın kendi ülke vatandaşlarına, çok önde gelen isimlere, iş insanlarına ve Kraliyet ailesi mensuplarına reva gördüğü muameleyi biliyoruz. Bunların tutuklandığını, lüks bir otelde de olsa tutuklandıklarını, işkence gördüklerini biliyoruz. Ya da Lübnan Başbakanı’nın Suudi Arabistan’da alıkonduğunu biliyoruz. Bunun örnekleri var.
Ve tabii ki buradaki temel hususlardan birisi Suudi Arabistan’ın şu anda Trump yönetiminin bölgedeki en önde gelen müttefiklerinden birisi olması. Bunun da verdiği bir cüret var. Özellikle Trump’ın damadı Kushner ve Veliaht-Prens Salman’ın çok yakın bir ilişki içerisinde olduğu biliniyor. Ve Amerikan basınında çıkan haberlere bakılacak olursa çok hassas birtakım istihbaratların Kushner tarafından Bin Salman’a servis edildiği iddiaları da çok ciddi bir şekilde gündemde. Ama olay sadece Trump yönetimi ile sınırlı değil. Bin Salman en son Amerika Birleşik Devletleri’nde bir tur yaparak önde gelen yerlerde, New York’ta, Washington’da ve Silikon Vadisi’nde çok üst düzey isimlerle çok samimi görüşmeler yaptı ve kendisinin sözüm ona Suudi Arabistan’ı reforme edeceği beklentilerine çok kişi inandı ya da inanır gibi yaptı. Ve burada bir gençleşme, yenileşme beklentisi içerisinde ya da o kisvede Suud rejimine çok değişik destekler yağdı — medyadan yağdı, sadece Trump’tan değil. İş çevrelerinden çok ciddi bir şekilde kendisine kredi verildi. Tabii bunun verdiği bir aşırı güven söz konusu olabilir. Ama eğer Kaşıkçı olayı dile getirildiği gibi çıkarsa, bu Muhammed Bin Salman’ın bütün yaptığı yatırımların, imaj yatırımlarının çok ciddi bir şekilde tuzla buz olmasını da beraberinde getirebilir.

Geciken ilgi ve tepki

Burada Türkiye olaya nasıl baktı? Bu çok ilginç. Yaklaşık 8 gündür sürüyor: Nişanlısı Türk olan, bir Türk’le evlenmek üzere olan biri ve zaten başkonsolosluğa gitmesinin nedeni de bu; evlilik işlemleri için deniyor, ama anladığım kadarıyla boşanma işlemleri için, yani Suudi Arabistan’daki eşinden boşanma işlemleri için; ama sonuç olarak nişanlısı ile evlenebilmek için gidiyor. Nişanlısının Washington Post’a söylediğine göre, “Gitmesem aslında belki daha iyi olur” diyerek başına gelebilecekleri belki de sezerek gidiyor. Önce bir cılız sesler çıktı. Birkaç arkadaşı, Türkiyeli gazeteci arkadaşı, Arapça konuşan isimler, daha doğrusu Türk-Arap Medya Derneği diye bir kuruluşta yer alan kişiler olayı dile getirdiler. Ama önce bir tutukluk yaşandı.
Bu arada nişanlısının ilk söylediklerinden hareketle, başına bir şey gelirse siyasî iktidarda önemli yerlerde olan bazı isimlerle temas kurmasını nişanlısına söylemiş — ki o isimlerden Yasin Aktay, Arap medyasında da bu konu hakkında görüşler beyan etti. Bir şekilde olayla ilgili konuştu, onu da gördük. Ama ta ki Reuters’de bir Türk yetkiliye dayanarak, ölme ihtimalinin güçlü olduğunun haberleştirilmesine kadar aslında bu olay çok da büyütülmedi. Bu haberin ardından olay kademe kademe uluslararası camiada da, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde ve İngiltere’de yayıldı. Basın meslek kuruluşları, gazeteler, birtakım ilgili kuruluşlar ve nihayet Pazartesi günü de Trump kaygısını dile getirdi.

Suudi Arabistan’a tanınan süre doldu

Türkiye burada ne yapmak istiyor? Çok zor bir durum. Aslına bakılacak olursa, Türkiye Körfez’de yaşanan son krizde açıkça Suudi Arabistan’ın ve diğer Körfez ülkelerinin karşısında Katar’dan yana açık bir tavır almıştı. Dolayısıyla Suudi Arabistan’la zaten iyi olmayan ilişkilerin bu olayla beraber iyice kötüleşmesi beklenirdi. Ancak bunun böyle olmasının istenmediği görülüyor. Şu âna kadar izlenen politikada Türkiye, Suudi Arabistan’a bayağı bir kredi açtı aslında. İlk günden çok ciddi bir şekilde Suudi Arabistan’ı suçlamaya yönelik çıkışlar yapılmadı. Genellikle tutuk davranıldı. Bir şeyler söylendi, işaret edildi; ama çok da fazla üzerine gidilmedi. Örneğin başkonsolosluk önündeki gösteri çok kalabalık olmadı ya da medyaya sızdırılan bilgiler çok kapsamlı olmadı.
Ama belli bir aşamadan sonra bir baktık ki –bugünden itibaren özellikle–, hükümete yakın medyada peşpeşe, özellikle iki özel jetle buraya gelen, olay günü İstanbul’a gelen 15 Suud yetkili ya da her neyse, ajan olanlar olduğu söyleniyor, devlette çalışan kişiler –ki içlerinde adlî tıp uzmanlarının bile olduğu belirtiliyor haberlerde– fotoğraflarıyla beraber bunlar servis edildi. Başkonsolosluğun çevresindeki kamera kayıtları servis edildi ve hatta bazıları ölüm ânının da, öldürülmesinin de videosunun olduğu, devletin elinde videosunun olduğu yolunda birtakım iddiaları da dile getirdiler.
Bunlar kademe kademe oldu. Belli ki Suudi Arabistan’ın bir şekilde olayı herkesi ikna edecek şekilde çözmesi için bir fırsat tanındı; ama böyle olmayınca, Suudi Arabistan bunu tamamen reddedince, artık daha da bunun vurgusu artırılmaya başlandı. Bugün Amerikan gazetelerini okuduğumda birbirinden farklı, adını açıklamayan Türkiyeli üst düzey yetkilinin Amerikan medyasına, Washington Post’a, New York Times’a –İngiliz medyasına da herhalde, ben Amerikalılara baktım– çok sayıda kritik bilgiler verdiklerini görüyoruz. Zaten bilgilerin bir kısmı da hükümete yakın yayın organlarında da geniş geniş yer alıyor. Ve artık tamamen olay, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından olay tamamen, Suudi Arabistan’ın yaptığı, öldürdüğü iddiası üzerine şekilleniyor — ki ben de başından itibaren kişisel olarak elimde herhangi bir kanıt vs. olmasa da, tabii ki Cemal Kaşıkçı’nın ölmemiş olduğunu temenni ederek ama büyük bir ihtimalle böyle bir operasyonla hatta işkence edilerek öldürülme ihtimalinin çok yüksek olduğu kanısındayım.
Suudi Arabistan rejimi böyle bir rejim. İsterse Veliaht-Prens en yakışıklı ve en spor kıyafetleri ile Amerikalıları, Batılıları tavlasın; ama bu rejim çürük bir rejim. Dolayısıyla sürdürülebilmesi için de çürük yöntemlere başvurmak durumunda. Suudi Arabistan’ın kadınlara ehliyet vs. vermeye başlayarak ya da bir iki sinema salonu açarak ileri ülkeler düzeyine geleceğini beklemek diye bir şey söz konusu olamaz. Baştan itibaren yanıltıcı — kaldı ki özellikle insan hakları konusunda ve kadınlara yönelik çok ciddi hak ihlallerinin olduğunu ve Yemen’de çok insanlık dışı bir savaşı yürüttüğünü de biliyoruz Suudi Arabistan’ın, özellikle Yemen söz konusu olduğunda diğer Körfez ülkeleri ile birlikte.

Ankara’nın gözü Washington’da

Türkiye Cemal Kaşıkçı meselesinde ne yapmak istiyor? Buradaki temel husus bence, bir, Suudi Arabistan’ın sorumluluğunu, üst düzeyde sorumluluğunu tespit — ki Amerikan medyasına konuşan üst düzey yetkililer bu tür bir operasyonun devletin en üstü tarafından onaylanmadan yapılmasının mümkün olmadığını belirtmiş. Eğer gerçekten o 15 kişinin bizzat katıldığı bir öldürme olayı varsa, o 15 kişi Suudi Arabistan’dan özel jetlerle gelecekler ve geri dönecekler, herhalde devletin bilgisi dahilinde yapılmış bir şeydir. Bu konuda herhalde devletin pozisyonu net. Ama henüz bağlayıcı bir şekilde adını vererek bir Türk yetkilisi, hele tabii ki Cumhurbaşkanı Erdoğan –en çok o merak ediliyor– bu konuda herhangi bir bağlayıcı açıklama yapmış değil . Suudi Arabistan’ı doğrudan suçlayan bir açıklama yapmış değil.
Amerikan medyasında şöyle bir analiz var — ki doğruya benziyor, katılmamak mümkün değil: Türkiye bu olayın Amerika Birleşik Devletleri tarafından sürdürülmesini, bu hesabın Amerika Birleşik Devletleri tarafından sorulmasını bekliyor. Çünkü bunun bir nedeni Kaşıkçı’nın esas olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyor olması ve Washington Post’a yazıyor olması. Ama Amerika Birleşik Devletleri bunu pek yapacağa benzemiyor. Amerikan Devleti’nin, Trump yönetiminin bu konuda çok sert bir şekilde suçlayıcı bir tavır içerisine girmesi çok beklenecek bir şey değil. Dolayısıyla bu olayın taşıyıcılığı Türkiye’nin üzerinde kalabilir. Tabii ki Türkiye’nin bu konuda kendisinin de kendi topraklarında böyle bir şey yaşandığı için ayrıca bir tavır alması lazım. Ama burada da işte, mâlûm, zaten iyi olmayan ilişkilerin iyice kopma noktasına gelmesi gibi bir durum var.

Türkiye’nin haberini Batı medyasından almak

Bütün bu süreçte şunu gördük: Kaşıkçı olayı haklı bir şekilde ifade özgürlüğü, temel hak ve özgürlükler, basın özgürlüğü temelinde ele alındı. Çok yerinde. En son biraz önce, yayına girmeden önce Ahmet Davutoğlu’nun attığı tweet’i de gördüm. O da aynı şekilde bunu vurguluyor. Ama şunu da biliyoruz ki, Türkiye bu konuda en kötü sicile sahip ülkelerden birisi. En önde geliyor neredeyse basın özgürlüğü konusunda. Ve zaten daha olayın ilk ânından itibaren Amerika’dan ve diğer Avrupa ülkelerinden bu konuda yapılan yorumlarda hep bu hususa dikkat çekildi. Türkiye’nin basın özgürlüğü konusundaki kötü sicili ile Kaşıkçı olayının Türkiye’de yaşarıyor olmasının yarattığı çelişkili durum diyelim ya da ilginç durumun altı çizildi. Bir de Türkiye’nin daha önceki basın özgürlüğü ihlalleri konusunda yaptığı savunmaların, hiç de tatmin edici olmayan açıklamaların nasıl bugün Suudi Arabistan’ın yaptığı açıklamalara benzediği vurgusu da yapılıyor.
Şöyle diyenlere rastlıyorum: Bu olay Türkiye’nin imajını iyice sarsacak, Kaşıkçı’nın öldürülmesi vs.. Türkiye’nin Batı’daki imajının sarsılacak bir hali kalmış değil. Türkiye’nin imajı yerlerde sürünüyor maalesef, özellikle özgürlükler konusunda, hukuk devleti noktasında. Ama Kaşıkçı olayı Türkiye’nin imajını bir ölçüde toparlanmasına yardımcı olabilir. Böyle de bir husus var. Burada tabii ki nasıl bir pozisyon alınacağı ile ilgili. Ama şunu söyleyeyim: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yabancı medyanın karşısına çıkıp, ya da her türlü medyanın karşısına çıkıp bu olayı basın özgürlüğü, evrensel basın özgürlüğü ilkeleri ile açıklayacak olması, tarif edecek olması bir burukluk yaratacaktır, çok da inandırıcı gelmeyecektir. Bu olay tabii ki özellikle basın özgürlüğü anlamında ele alınması gereken bir olay. Ama yaşama özgürlüğü anlamında da ele alınması gereken bir olay. Ve Suudi Arabistan, eğer bunu yaptıysa –ki bütün işaretler bunu gösteriyor– şu âna kadar Suudi Arabistan bunları bertaraf edecek hiçbir hamle yapmadı. Konsolosluğu önce medyaya sonra da Türk devletine açarak, “Buyrun gezin, konsoloslukta bir şey yok” diye kapısını açtı; ama ekran görüntüleri yok, video görüntüleri yok. O gün çalışmıyordu vs. gibi baştan savma cevaplarla olayı örtbas etmeye çalışıyor.

Zor bir olay

Zor bir olay, herkes için zor bir olay. Tabii ki özellikle yakınları için, arkadaşları için, nişanlısı için zor bir olay — ki nişanlısı bugün Washington Post’ta çıkan yazısında doğrudan Trump’a seslenerek yardımcı olmasını istedi. Gerçekten burada özel olarak, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin tutum alması ile birtakım şeylerin aydınlanma ihtimali, eğer hâlâ yaşıyorsa özgürlüğüne kavuşma ihtimali, ama öldürülmüşse neyin nasıl olduğunun anlaşılabilmesi, bir nebze olsun anlayabilme ihtimali var. Ama hemen hemen herkes şunda mutabık, öyle görüyorum yorumlarda: Tam olarak neyin nasıl yaşandığını bilmemiz çok fazla mümkün olmayacak. En fazla, bu 15 kişi gerçekten bu olayı, bu cinayeti onlar işlemişlerse, o 15 kişiden herhangi birisi yarın ya da öbür gün yaptıklarından pişman olur anlatırsa belki bir şeyleri öğrenebiliriz.
Sonuçta Ortadoğu’nun en kötü, berbat yönetimlerinden birisinin Türkiye’de, nedense Türkiye’de çünkü kendisi esas olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyor ve bir iddiaya göre Amerika Birleşik Devletleri’nde de konsolosluklara başvurduğu söyleniyor, gittiği de söyleniyor. Ama Türkiye topraklarında böyle bir şey yapmış olmaları gerçekten hiç de iyi olmadı. Ama özellikle tekrar vurgulayalım: Bunu Türkiye’nin itibarı vs. meselesinin ötesinde bir insanın hayatına ve yaşama özgürlüğüne ve düşünce özgürlüğüne yönelik küresel anlamda çok ibret verici ve tiksindirici bir olay olduğu gerçeği. Türkiye hâlâ bunu büyük ölçüde bir stratejik hesaplarla yürütmeye çalışıyor; ama anladığım kadarıyla belli bir andan itibaren bu böyle süremeyecek ve herhalde çok yakın bir zamanda resmî ağızlardan, doğrudan Suudi Arabistan’ı suçlayan, sorumlu tutan açıklamalara da tanık olacağız.
Ondan sonra ne olacak? Suudi Arabistan Amerika Birleşik Devletleri’ne ve Trump’a güvenerek küstah bir şekilde yoluna devam edebilir ya da belki birilerini yem olarak atarak olaydan çıkmak isteyebilir, sıyrılmak isteyebilir. Her halükârda bir hayat yok olmuşa benziyor. Çok parlak bir isim gerçekten. Arap medyasının önde gelen isimlerinden birisi — ki kendisi uzun bir süre Suud rejimi ile çok yakın ilişkileri olan, herkesi yakından tanıyan, onların da çok itibar ettiği birisiydi. Daha sonra yollarını rejimle ayırmış, dolayısıyla bir nevi ondan intikam almak istemiş olmaları söz konusu anladığım kadarıyla. Yaptığının bir tür ihanet olarak görüldüğü anlaşılıyor — ki zaten kendisine yönelik Suud rejimine yakın birtakım insanların değişik tehditleri de sosyal medyada falan ortaya konuldu.
Evet çok kötü bir olayı yaşıyoruz. Bir an önce aydınlanması temennisiyle. Denecek laf çok fazla artık kalamıyor. Ama şunu tekrar vurgulayayım: Bu olayı, bu olayın detaylarını esas olarak Batı medyası üzerinden öğreniyor olmamız da –tabii son gün bugün başladığı hükümete yakın yerler birtakım şeyler, fotoğraflar vs. yayınlamaya başladılar– ama önemli bir süre boyunca özellikle Reuters’ten başlayarak ve Washington Post, New York Times gibi yerlerden öğreniyor olmamız da Türkiye’de aslında bir özgür medya diye bir şeyin olmadığını, ana akım medya diye bir şey olmadığını da bize çok acı bir şekilde gösterdi. Kendi ülkemizde olan biteni başkalarından öğreniyor olmamızı ben 12 Eylül döneminde BBC Türkçe yayınları döneminden hatırlardım. Onca zaman sonra tekrar dönüp aynı noktaya geliyor olmamız çok acı bir durum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.