Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Cemal Kaşıkçı cinayeti unutuluyor mu?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Cemal Kaşıkçı cinayeti hâlâ bütün yönleriyle aydınlanmış değil. Salı günü Cumhurbaşkanı Erdoğan grup toplantısında bütün çıplaklığıyla olayı anlatacağını söyledi; dünyanın ilgisi o toplantıya oldu. Orada bu olayın tamamen planlı bir cinayet olduğunu söyledi; yargılamaların Türkiye’de yapılmasını, Suudi Arabistan’da tutuklanan 18 kişinin Türkiye’ye yollanması istedi; ama onun ötesinde bilinmedik çok yeni bir şey söylemedi. Duruşunu gösterdi; duruşu gerçekten o anlamda netti. Bunun üst düzeyde planlanmış bir cinayet olduğunun altını özellikle çizdi, planlı bir cinayet olduğunu vurguladı. Ama onun ötesinde o çok merak edilen ses kaydına değinmedi; hatta bazıları, grup toplansında ses kaydını dinletebileceğini bile düşünüyordu. Öyle bir şey yapmadı. O sıralarda CIA Başkanı Haspel Türkiye’deydi; Washington Post ve diğer gazeteler tarafından onun ses kaydını dinlemiş olduğu yazıldı; ama ses kaydının içeriği konusunda daha önce medyaya sızdırılmış haberler dışında yeni birşey çıkmadı. Orada çok bilinçli, planlı bir organizasyondan bahsediliyordu; özellikle Adli Tıp Kurumu’nun başındaki kişinin Kaşıkçı öldürüldükten sonra vücudunu parçalara ayırdığı ve bunu yaparken de insanları müzik dinlemeye çağırdığı, tavsiye ettiği söyleniyordu; ama daha sonraki günlerde bu bilgilerin doğru ya da yanlış olduğuna dair herhangi bir şey çıkmadı.

Türkiye’nin dediği noktaya gelindi

Şimdi, baktığımız zaman, Batı medyasında Cemal Kaşıkçı olayının altlara düştüğünü görüyoruz. Bunda ABD’de Demokrat Partili ya da Trump muhalifi çok sayıda kişi, ünlü kişinin evlerindeki posta kutularına yollanan el yapımı bombaların da etkisi var; ama tabii ki bir diğer husus da, kimse kolay kolay Suudi Arabistan rejimiyle ilişkilerini kopartmak istemiyor. Buna bir şekilde Türkiye de dahil. Şu beklendi: Suudi Arabistan Kralı’nın, Kral Salman’ın kendisinin oğlu Muhammed Bin Salman’ı veliahtlıktan alması beklendi — hâlâ bekleyenler var anlaşıldığı kadarıyla. Ama bunun olmayacağı yolunda, buna yanaşmayacağı yolunda çok güçlü işaretler de var. İlk günden itibaren yapılan açıklamalar, verilen fotoğraflar, en son “Çöldeki Davos” diye adlandırılan yatırımcılar konferansındaki konuşmalar, daha sonra Cemal Kaşıkçı’nın oğlu Salah’ın hem Kral hem de Veliaht-Prens tarafından kabulü vs… bunlar gösteriyor ki, bunu kabul etmeyecek. Ama Erdoğan’ın en son salı günü yaptığı açıklamanın kısa bir süre sonrasında Suudi adalet mekanizmasından, savcılıktan bu olayın bir kavga sonucu, tartışma sonucu ölüm olmaktan planlı bir ölüme doğru geçtiği kabul edildi. Yani bu anlamda Türkiye’nin dediği noktaya gelindi. Ancak, kimlerin nasıl planladığı, kimlerden emir alındığı konusu henüz ortada yok.

Kaşıkçı’nın naaşı nerede?

İlgi azalıyor. Suudi Arabistan’ın ilk söylediği ile bugün söylediği arasında çok fark var. Baskılar ve özellikle Türkiye’nin yerli ve uluslararası medyaya sızdırdığı bilgiler sonucunda dayanamayıp, pes edip birçok şeyi kabul ettiler; ama hâlâ çok önemli iki soru var: Birinci soru: Cemal Kaşıkçı’nın vücudu, naaşı yok ortada; öldüğü kesinleşti, ama bedeni yok. Onun bulunması kesinlikle gerekiyor ve bulunmaması için de aslında bir neden yok; çünkü zanlılar belli, öldürenler üç aşağı beş yukarı belli. Dolayısıyla onların bir şekilde naaşı sakladıkları, ortadan kaldırdıkları belli. Bunun normalde çok hızlı bir şekilde olması gerekiyordu; ama belli ki Suudi Arabistan hâlâ o konuda bir direnç gösteriyor. Bence bunun en önemli nedeni gerçekten cenazesinin ya da bedeninin parçalara ayrılmış olması, baştan beri söylenen bu ihtimal ve böyle bir naaşın gösterilmesi, parçalara ayrılmış cesedinin bulunması dünyadaki infiali bir kez daha güçlü bir şekilde artıracağı için bir şekilde bunu bulmak istemiyorlar, ortaya çıkartmak istemiyorlar belli ki.
İkinci soru da tabii: Kim azmettirdi? Talimat kimden geldi? Şu âna kadarki Suudi yetkililerden yapılan açıklamalar ya da adli yetkililerden yapılan açıklamalar: “Kendilerine bir talimat verildi, ama onlar talimatın dışına çıkarak başka bir şey yapmışlar” –yaptılar da değil, yapmışlar– şeklindeydi. Ama planlı bir cinayet olduğunu kabul ettikleri andan itibaren, o zaman da bu heyetin, yani 15 kişilik grubun ülkeyi terk ettiği andan itibaren, öldürmeye gittiklerini kabul etmiş oluyor Suudi yetkililer. Ama bunu kabul ettiği zaman da, talimatın kim tarafından verildiği meselesinde düğümleniyor.

CIA Başkanı’nın gelişi

Burada şu anda Batı medyasına baktığımız zaman şöyle bir hava var: Veliaht-Prens Muhammed Bin Salman, kendine en yakın isimlerden Kahtani’yi bir şekilde bundan sorumlu tutacak; bir diğer isim de istihbaratçı Asiri adlı istihbaratçı general. Bunları atacak ortaya ve kendisinin bu olayla ilgisi olmadığı; yani kendi yakınındaki birtakım isimlerin, o çok meşhur lafla “Kraldan çok kralcılık” yaptıkları iddiası üzerinde duracak. Ama buna kimsenin kolay kolay ikna olacağını söylemek mümkün değil. Veliaht-Prens’ten habersiz, onun onayı olmadan böyle bir şeyi yanındaki kişilerin yapmış olma ihtimalini aslında kimse kabul etmiyor. Ancak bu ilişkiyi kopartmak istemeyecekleri için böyle bir oyuna razı olabilecekler — birçok kişi, özellikle Amerikan Başkanı Trump için bu söz konusu.
Burada tabii kritik nokta Türkiye’nin ne yapacağı. Şu âna kadar Batı medyasında yazılan değişik yazılardan gördüğümüz kadarıyla, haberlerde özellikle olayı takip eden Amerikan medyası ve tabii ki Washington Post, Türkiye’nin basın özgürlüğü konusundaki, temel hak ve özgürlükler, demokrasi konusundaki sicilini hatırlatmakla beraber, şu âna kadar izlediği çizgiye genel olarak çok fazla eleştiri getirmiyorlar. Ancak hep bir rezerv koyuyorlar; “Acaba Türkiye belli bir yerden sonra, Suudi Arabistan’la ilişkilerini bozmamak için ve bu ilişkilerde birtakım yeni pozitif kazanımlar elde etmek için belli bir noktada soruşturmayı durdurur mu?” diye. Buna birtakım komplo teorileri de ekleniyor. Örneğin Türkiye’ye gelen CIA Başkanı’nın Türkiye’ye bir tür şantaj yaptığı yolunda iddialar da bazı Batı medyasında çıktı; ama bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri, bu iddialara çok fazla izin vermiyor. Ne dedi? “Elimizde başka bilgi belge yok değil, var. Gün ola harman ola. Çok aceleci olmanın da anlamı yok” dedi.

Erdoğan nerede frene basacak?

Belli ki bu olayın kolay kolay sönmesine Ankara izin vermeyecek ve belli ki önümüzdeki günlerde de yeni birtakım sızdırma olaylarına tanık olabiliriz. Tabii bir de Türkiye’de yürüyen bir soruşturma var. O soruşturmanın nasıl gideceğiyle de alâkalı. Ama şunu gözlemek çok kolay: Eskisi kadar ilgi yok. Dünyanın bin derdi var ve belli bir yere kadar Suudi Arabistan’ın ilk başladığı, yani “Arka kapıdan çıkmış. Bizim hiçbir şeyden haberimiz yok” olayından ya da “Türkiye ve Katar bize komple yapıyor” iddiasından, bunun planlı bir cinayet olduğunu kabule gelmiş olması bazılarını ikna edebilir. Ama bu arada Veliaht-Prens’in kaba tabiriyle kellesi istenmeyebilir.
Ama burada tabii ki belirleyici olacak olan Ankara’nın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nerede frene basacağı, şu anda ayağının pekâlâ her an gaza gidebileceğinin işaretini verdi. Nasıl geçen salı günkü toplantıdan önce bunu duyurduğunda tüm dünya ona odaklandıysa, muhtemelen önümüzdeki günlerde bu tür yeni çıkışlar da yapabilir. Ama birçok ayrı kanaldan çok ciddi pazarlıkların sürdüğü belli. Suudi Arabistan bunu bir şekilde kapatmak istiyor, ABD Ortadoğu planlarında Suudi Arabistan’ın ve Veliaht-Prens Salman’ın yeri çok önemli olduğu için bunu bir şekilde, belli bir aşamada örtbas etmek istiyor; ama bu olay kolay kolay unutulacak gibi gözükmüyor, çünkü bu olaya sahip çıkan bir medya var — özellikle Washington Post var.
Burada da bir kere daha görüyoruz ki medya, gazetecilik hâlâ çok önemli bir yerde. Bu tür olaylarda, insanî boyutu çok güçlü olan ama aynı zamanda da politik-diplomatik yönü çok güçlü olan olaylarda medyanın ısrarı, gazetecilerin ısrarlı takipçiliği gerçekten akışı değiştirebiliyor. Buradan hareketle Türkiye’nin kendisinin ne kadar kötü bir durumda olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Maalesef ülkemizde artık özgür, araştırıcı, sorgulayıcı, her şeyi sonuna kadar takip eden bir medyamız yok. Gazetecilerin çalışma koşulları, yaşam koşulları, özgürlükleri, olaylar ve gerçeklerle yüzleşme imkânını vermiyor ve Türkiye’de onun için her şey çok hızlı bir şekilde unutuluyor. Tabii burada Cemal Kaşıkçı’nın Washington Post için yazıyor olması çok önemliydi. Hep söylenen şu husus var: Suudi Arabistan uzun bir süredir Yemen’de insanlık dışı bir savaş yürütüyor ve bu savaşın Batı medyasında, Amerikan medyasında bulduğu yer çok azdı, hemen hemen hiç görünmeyen bir savaştı; ama kendi gazetelerinde yazan, kendilerinin tanıdığı bir kişiye yönelik insanlık dışı bir olaya karşı gösterdikleri hassasiyet aslında medyanın Yemen Savaşı’nda da başka olaylarda da bunu yapabileceğini pekâlâ gösteriyor.

Suudilerin lobi faaliyetleri

Dolayısıyla şunu söyleyebiliriz: Kaşıkçı cinayetini düzenlemekle Suudi Arabistan çok büyük bir yanlış yaptı ve bunun bedeli Suudi Arabistan için çok ağır olacak; ama onun ödeyeceği hiçbir bedel Cemal Kaşıkçı’yı geri getirmeyecek; en azından burada bir kez daha görüyoruz ki gazetecilik hâlâ dünyada etkili olabiliyor; bütün unutturma çabalarına rağmen, bütün susturma çabalarına rağmen — ki burada herhalde çok büyük paralar akıyordur, Suudi lobi şirketleri, Suudiler için çalışan lobi şirketleri özellikle artık bu olayı kapanması, çok fazla konuşulmaması için çok çaba sarf ediyordur. Ama kolay kolay unutturmayacaklar. Hele bir de Cemal Kaşıkçı’nın bedeninin, naaşının bulunması durumunda, olay yeniden çok ciddi bir şekilde dünyanın gündemine gelecek. İşte o ânı hiç yaşatmamak istiyorlar. Bakalım becerebilecekler mi? Bu noktada tabii Türkiye’ye ve Türkiye’yi tek başına yönettiğini artık herkesin bildiği Recep Tayyip Erdoğan’a da çok büyük bir rol düşüyor.
Şunu söyleyebiliriz: Cemal Kaşıkçı’nın muhtemelen parçalara bölünmüş bedeninin bulunması dünya çapında yeni bir ilgi odağı olacak, çok ciddi konuşulacak. Görüntüleri herhalde yayınlanamaz, ama yine de tarif edilmesi bile büyük ölçüde Türkiye’nin ve Erdoğan’ın elinde. Bakalım bunu yapacak mı? Umarım yapar, umarım bu cenazenin bir an önce bulunmasını Türkiye gerçekleştirir, kolaylaştırır ve böylece bu insanlık dışı olayın bütün yönleri daha net bir şekilde ortaya çıkar.
Evet söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.