Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Dünyanın Gidişi (9): Dijital uçurum – Zengin ve fakir çocuklar arasındaki bölünme sandığımız gibi değil

 

Günaydın

Bugünkü dünyanın gidişi programında, ABD’de eğitimle ilgili güncel bir tartışmayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Türkiye’deki pek çok ebeveynin ve eğitimcinin de gündeminde olan bir konu bu.

Benim çıkış noktam ise New York Times gazetesinde geçenlerde okuduğum bir makale oldu.

Başlığı mealen şöyleydi: “Zengin ve yoksul çocuklar arasında oluşacağı öngörülen dijital bölünme yahut dijital uçurum beklediğimizden farklı gelişti”

Dijital bölünme ya da dijital uçurum, 2000li yılların başlarında ortaya çıkmış bir kavram. Şunu varsayıyor: Yoksullar enformasyon ve iletişim teknolojilerine erişimde, zenginlere göre daha dezavantajlı. Bu durum ise zenginle yoksul arasındaki sosyo-ekonomik eşitsizliği, adaletsizliği daha da artırıyor, artıracak. Dolayısıyla, örneğin eğitimde fırsat eşitliği için, düşük gelirli ailelerin çocukları zengin çocuklarının gerisinde kalmasın diye, devlet okullarında teknolojiye yatırım yapılması gerektiğini savunanlar var.

NYT’daki Nelli Bowles imzalı makalede ise, zengin ve yoksul çocuklar arasında bu yöntemle kapanmayacak yeni bir uçurumun oluşmakta olduğuna dikkat çekiliyor.

Konuyu farklı kaynaklardan da araştırdım, ama önce Nelli Bowles’un makalesinden başlayayım:

Amerika’daki devlet okullarında yeni dijital iletişim ve enformasyon teknolojilerine giderek daha fazla yatırım yapıldığı, sınıfların akıllı ekranlarla doldurulduğu, hatta sadece online/çevrimiçi eğitim veren sanal anaokullarının bile açıldığı anlatılıyor. Buna mukabil zengin aileler, özellikle de teknolojik gelişmelerin kalbi Silicon Vadisi’nde yaşayan aileler ise, çocuklarını teknoloji ile mümkün olduğunca geç tanıştırıyorlarmış ve bu amaçla da onları dijital dünyadan uzak, “ekransız” özel okullara gönderiyorlarmış.

Biliyorsunuz bilgisayarlar, mobil iletişim teknolojileri giderek ucuzluyor, internet yaygınlaşıyor. Türkiye’deki Fatih projesi gibi her öğrenciye bir tablet, ya da her öğrenciye bir bilgisayar gibi kampanyalar da dünyanın dört bir yanında yaygınlaşıyor. Sınıflarda geleneksel kara tahtaların yerini akıllı ekranlar almaya başladı. Dolayısıyla giderek daha fazla sayıda çocuk, giderek daha erken yaşta dijital dünya ile tanışıyor.

Bu anlamda yoksul ve zengin arasındaki dijital uçurumun tümüyle kapanmasa da azaldığı söylenebilir.

Fakat bu teknolojilerin yaygınlaşması acaba öğrenme açısından umulan kazanımları ya da fırsat eşitliğini sağlıyor mu? Yukarıda bahsettiğim sosyo-ekonomik uçurum bu yolla kapanabilecek mi? İşte tartışma burada başlıyor.

Kuzey Carolina eyaletinde yapılan bir araştırmaya göre örneğin, bilgisayar teknolojisinin yaygınlaşıp giderek artan sayıda öğrencinin akıllı telefon, tablet, Ipad ve benzeri ürünlere erişmesiyle, öğrencilerin ekran başında geçirdikleri saatler artarken, matematik ve okuma derslerindeki performansları düşmeye başlamış.

Bir başka araştırma ise ABD’deki yoksul gençlerin zenginlerden, siyah ve Hispanik gençlerin de beyazlardan daha uzun süre ekran başında zaman geçirdiğini ortaya koyuyor. Düşük gelirli gençler günde ortalama 8 saat geçirirlerken, üst gelir gruplarına mensup olanlar 5 saat, 5 buçuk saat ile iktifa ediyorlarmış.

Wired dergisinden Chris Anderson’un ifadesiyle yoksul ile zengin arasındaki “eski dijital uçurum teknolojiye erişimle ilgili bir sorunken, görülen o ki yeni dijital uçurum, teknolojiye erişimin sınırlandırılması meselesi” olarak ortaya çıkıyor.

New York Times’daki makaleye dönersek, şöyle yazıyor: “Silicon Vadisi’nin elitleri tahta oyuncaklara ve insanlar arasında doğrudan iletişime dönerken, orta-sınıf ve daha alt sınıflardan çocuklar dijital ekranlara bakarak sanal dünyada büyüyecek gibi görünüyor”. Yani zengin çocuklar teknolojiden uzaklaşırken, yoksullar ekran başında büyüyor.

Utah’ta örneğin, online/çevrimi içi bir anaokulu açılmış. Devlet destekli olduğu için bedavaymış ve halen yaklaşık 10 bin çocuk, bu sanal yahut onların deyişiyle dijital okula kayıtlıymış.

Yani diyelim ki 4 yaşında bir çocuğunuz var ve pahalı olduğu için anaokuluna gönderemiyorsunuz. ABD’de Utah’ta yaşıyor olsaydınız, bu bahsettiğim ücretsiz çevrimiçi okula kaydettirip, evde bilgisayarın önüne oturtarak bu sorunu çözebilecektiniz.

Habere göre 2019’da bu sanal anaokullarından 5 eyalette daha açılacakmış. Başkan Obama döneminde özellikle kırsal kesimlerde uygulanmak üzere online anaokulu programları için tam 11 buçuk milyon dolarlık fon ayrılmış.

Microsoft ve Intel’de yöneticilik yapmış Silicon Vadisi sakinlerinden Pierre Laurent ise şöyle diyor: “Dünyanın başka yerlerinde çocukları ekrandan, teknolojiden uzak büyütmenin, onların geleceği açısından iyi olmadığı, eksikli yetişecekleri mesajı yaygın olabilir. Ama burada, bu mesaj yankı bulmuyor. Laurent ekliyor: “Bizler burada her şeyin sanal zeka etrafında döndüğünün, dönmeye devam edeceğinin gayet iyi farkındayız. Ama ilkokul dörtte cebinize cep telefonu kondu diye, gelecekte bu konuda iyi olacağınızın bir garantisi yok. Bizler bunu burada, Silicon Vadisinde gayet iyi biliyoruz.”

Kanımca makalenin en vurucu yeri burası. Teknolojiye kolay ve sınırsız erişim, yani iyi bir teknoloji tüketicisi olmak, bizleri teknolojinin üreticisi yapmaya yetmiyor…

Nitekim Silicon Vadisi yöneticilerinin çocuklarını göndermeyi tercih ettiği okulda, öğretmenler hala tebeşir ve kara tahtayı, öğrenciler de kurşun kalemlerini kullanıyormuş. Bilgisayar kodlama dersleri yerine de, işbirliği ve farklı düşüncelere saygı öğretiliyormuş. Dersler ise çocukların bizzat kendilerinin inşa ettiği barakalarda, ağaç evlerde veriliyormuş.

Ama bu arada teknoloji şirketleri, başkalarının çocuklarının önüne ekran koyma işini büyüttükçe büyütüyorlar. Apple ile Google, HP ile Dell ürünlerini dünyanın dört bir yanındaki okullara pazarlamak için birbirleri ile rekabet içinde. Pazar gerçekten çok büyük. New York Times’in 2017’deki bir haberine göre 2020 yılında sadece Amerika’daki okullara yapılacak bilgisayar ve yazılım satışlarının ederi 21 milyar doları bulacakmış.

Hal böyle olunca, ilaç firmalarının reçete yazan doktorlarla kurduğu ilişkinin benzerini, teknoloji firmaları da eğitim alanında çalışanlarla, karar verici konumdakilerle kurmaya başlamış. Hediyeler, bedava geziler, başka çeşitli özendirici teklifler, vs. vs.

Sonra gelsin sınıflara akıllı tahtalar, öğrencilere tabletler…

Eğitim pazarında dijital uçuruma son sloganları atan dev şirketlerin yöneticilerinin çocukları ama,, bu nimetlerden meğer yoksun büyüyorlarmış…

Örneğin Microsoft’un eski CEO’su Bill Gates, çocuklarının 14 yaşına kadar cep telefonu sahibi olmasına izin vermemiş. Apple’ın eski CEO’su müteveffa Steve Jobs da, 2011’deki bir mülakatında çocuklarına I-pad kullandırmadığını söylemiş ve “evde çocukların teknoloji kullanımını kısıtlıyoruz” demiş.

İlginç değil mi? I-pad’in yaratıcısı, okullara I-pad dağıtan bir şirketin CEO’su çocuklarına bu ürünü kullanmayı yasaklıyor.

Akıllı telefonların, tabletlerin, bilgisayarların bağımlılık yaratıcı etkisine karşı uyarı niteliği taşıyan, yüzlerce psikolog ve psikiyatristin imzasıyla yayınlanan bir çağrı metni nedenini anlamamıza yardımcı olabilir. Amerikan Psikiyatri Birliği’ne seslenen imzacılar şöyle diyorlar:

“Teknoloji şirketleri için çalışan psikologlar çocukları sosyal medyaya, video oyunlarına ve dijital ekranların başına kilitlemek için gizli manipülasyon tekniklerine başvuruyor. Bu durum meslek etiğine aykırı. İnsanların psikolojik zaafları üzerinden kâr elde etme amacı güden bu teknikler, çocuklarımızın ve ebeveynlerinin bilgi ve rızası dışında kullanılıyor. Yapılan bilimsel araştırmalar bu tekniklere maruz kalan kuşakların, zihinsel sağlıklarının ve akademik performanslarının olumsuz etkileneceğine işaret ediyor.”

Bu arada, imzacıların bu tür ürünlerin çocukların akademik ve/veya sosyo-duygusal becerilerini arttıracak şekilde geliştirilmesi için yapılacak çalışmalara karşı olmadıklarını, belli bazı tekniklerin kullanımına karşı çıktıklarını özellikle vurguluyorlar.

Fakat bizler tüketiciler olarak hangi şirket hangi tekniği kullanıyor bilmiyoruz ve örneğin New York Times’a konuşan ve çoğumuz gibi kendi çocuklarını bile ekran başından alamıyor oluşundan şikayetçi olan pediyatr Natasha Burgert, “Çocuklarımız eşi görülmemiş bir sosyal deneye tabi tutuluyor,” diyor endişe ile.

Burgert ekran başında geçirilen sürenin mutlaka ama mutlaka sınırlanması gerektiğini vurguluyor.

Tevekkeli değil, daha geçenlerde Fransa’da okullarda akıllı telefon kullanımına 9. Sınıfa kadar yasak getirildi. Fransa Eğitim Bakanı ilgili açıklamasında “Eğer çocukları 21. yüzyıla hazırlamak istiyorsak onlara matematik hâkimiyeti, genel kültür, sosyal ilişkiler kurabilme, başkalarını anlama ve saygı duyma becerilerini geliştirmeliyiz,” demiş.

İskandinav ülkeleri bu yeni eğitim anlayışını hayata geçirmede öncülük ediyor. Finlandiya örneğin, öğrencilerin sorun çözme ve yaratıcı düşünme becerilerini geliştirmelerine yardımcı olmak için, işbirliği ile iletişimi teşvik eden, oyunla ve eğlenerek öğrenme metotlarından yararlanıyor.

Bundan 4-5 yıl önce, oğlum 6-7 yaşlarındayken, matematiğe olan ilgisini fark edince tavsiyesini almak üzere, Matematik Köyü’nün kurucusu dünyaca ünlü Matematik profesörümüz Ali Nesin’i aramıştım. Ne yapmalıyım, oğlumun matematikte kendini geliştirmesine, başarılı olmasına nasıl yardımcı olurum, acaba bir kursa falan mı yollasam diye sormuştum.

“Sakın birşey yapmayın” dedi Ali Nesin bana. “Sakın!”

“Sakın kursa falan göndermeyin, ders aldırmayın, matematik çalıştırmayın. İşlem yapmayı vs. nasıl olsa öğrenir, okulda öğrenecek zaten. Asıl düşünebilmesi, düşünmeye açık ve hazır olması lazım…”

“Ee peki ne yapmalıyım düşünmesi için” dedim:

“Sıkılsın!” dedi.

Sıkılsın. O kadar.. Sıkılsın.

Sıkılsın ki düşünsün, düşünme becerisi gelişsin.

Profesör Doktor Ali Nesin, matematik alanında Türkiye’de toplumsal farkındalık oluşmasına olağanüstü katkılarından dolayı ve özellikle de Matematik köyünü kurarken ortaya koyduğu sebattan dolayı geçtiğimiz günlerde Matematiğin Nobeli sayılan bir ödüle Layık görüldü…

Bugünkü programın sonunda Matematik Köyü’nün hikayesi var. Ama hikayeyi yaratıcısı Ali Nesin bizzat anlatacak.

 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.