Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Devlet Bahçeli: 2018’in kazananı

2018 Erdoğan’ın tek adam yönetimini kesinleştirdiği yıl olmakla birlikte bu yılın en kârlı ismi, iktidarın sorunlarının sorumluluklarını üstlenmeyip artılarını paylaşan MHP lideri Devlet Bahçeli oldu.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. 2018 yılı dünya ve Türkiye için çok yorucu bir yıl oldu ve genellikle yine dünya ve Türkiye için gerilemenin yaşandığı bir yıl oldu. Özellikle siyasî açıdan baktığımız zaman; demokrasi, temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti gibi kavramların iyice aşındığını ve buralardan bayağı uzaklaşıldığını gördük. Türkiye’de 2018, aynı zamanda tek adam iktidarının, yeni sistemin inşasının yılı oldu. Bu anlamda da baktığımız zaman, 2018’in en önde gelen galibinin Recep Tayyip Erdoğan olduğu düşünülebilir; ama ben o kanıda değilim. Bana göre MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 2018’in en kazançlı çıkanı oldu.

Onun devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı olmak gibi bir iddiası olmadı, partisi zaten aday bile çıkarmadı ve belli bir tarihten itibaren –aslında Haziran 2015 seçimlerinden itibaren– yapılan bir şey bu. Bir tür ittifak kuruldu ve bu ittifak AKP’yle, daha doğrusu Erdoğan’la kurulan bir ittifak. Bu ittifak daha sonra koalisyona evrildi; adı koalisyon olmasa da zaten yeni sistemde –eskisi gibi Bakanlar Kurulu yok, Meclis’ten çıkan bakanlar yok, başkanlık sistemi olduğu için eski tür koalisyonlar da yok– ülkenin bir koalisyon tarafından yönetildiğini ve bu koalisyonun büyük ortağının Erdoğan, küçük ortağının da Bahçeli olduğu çok açık.

Devletin bekası

Küçüklük büyüklük meselesine baktığımız zaman, tabii ki siyasî güç olarak bakıyoruz. Erdoğan, bütün sistemi kendi etrafında inşa etti, hoşuna gitmeyen kişileri ve kurumları ayıkladı; kimi durumda doğrudan yargıyı devreye soktu, kimi zaman politik kanallar işletti ve bu anlamda zaten seçimlerde de partisi ve kendisi MHP’ye göre daha fazla oy alıyor ve bu anlamda büyük ortak. Ama baktığımız zaman, bu koalisyonun ideolojik omurgasını aslında büyük ölçüde MHP ve Devlet Bahçeli oluşturuyor.

Bahçeli’nin uzun bir süre Erdoğan’a ve AKP iktidarına muhalefet ettikten sonra onunla müttefik olması üzerine çok spekülasyon yapılıyor, çok polemik yapılıyor ve çok eleştiriler dile getiriliyor. Onun eski sözleri, eski tavırları, saatinin 17.25’te durmuş olması gibi detaylar üzerinden Bahçeli’nin bir tavır değişikliği içerisine gittiği vurgulanıyor. Bu bir bakışta doğru; ama baktığımız zaman, dünkü Bahçeli’yle bugünkü Bahçeli arasında siyasî olarak, ideolojik olarak hiçbir fark yok, o hâlâ ne savunuyorsa onu savunuyor. Burada en büyük değişimi –hani bir dönme varsa–, en büyük dönüşü yapan, Erdoğan’ın kendisi. Ve her geçen gün bize çok daha iyi gösteriyor ki bu ittifak –ya da bu koalisyon– esas olarak Bahçeli’nin ve Bahçeli’nin hareketinin yıllardan beri dile getirdiği birtakım ilkeler üzerinden –ki bu ilkeleri çok da uzatmaya gerek yok, aslında tek bir cümle belki, isim tamlaması, o da “devletin bekası, devletin varlığını korumak” olarak– görebiliriz ve bu noktada özellikle değişik adlardaki çözüm süreçlerinde, “devletin bekası” gibi kavramlar Erdoğan’ın dilinde yoktu. Bir arayış içerisindeydi ve bu arayış sırasında karşısına en sert çıkan da Bahçeli ve onun partisi MHP’ydi. Ama o arayıştan vazgeçtiği andan itibaren Bahçeli’nin çizgisine gelmiş bir Erdoğan var. 

“Milliyetçi-muhafazakâr” tabandaki geçişkenlik

Erdoğan, İslamcı bir hareketten geliyor, Bahçeli milliyetçi bir hareketten geliyor; ama biliyoruz ki Türkiye’de İslamcı ve milliyetçi hareketler çok iç içe geçmiş hareketlerdir. “Milliyetçi-muhafazakâr” kavramı birlikte telaffuz edilir. Kimisi muhafazakâr ve milliyetçidir, kimisi milliyetçi ve muhafazakârdır; kimisi için din daha öndedir, kimisi için millet daha öndedir, ama her ikisi için de bu kavramlar çok değerlidir. Nitekim Türkiye’de milliyetçi-muhafazakâr coğrafyaya baktığımız zaman, seçmen tercihlerinin –1969’dan beri benim gözlediğim böyle– kimi zaman milliyetçiliği kimi zaman İslamcılığı öne alan partiden yana değiştiğini görürüz, gördük. Ve son seçimde de dikkat edilmiştir, MHP ciddi anlamda İYİ Parti’ye oy kaybetti; ama yine ciddi anlamda anlaşılıyor ki AKP’den oy aldı, böyle bir ilginç bir iç içe geçme hali var. Ve şu anda bir süredir Türkiye’de devletin resmî ideolojisinin esas bileşeni MHP’nin çizgisi, yani o milliyetçi, “devletin bekası” kaygısını her şeyin önüne koyan çizgi öne çıkmış durumda. 

Bahçeli neden en çok kazanan oldu? Bir kere öncelikle MHP’yi kaybetmedi; çünkü MHP’de çok ciddi bir şekilde Meral Akşener, Koray Aydın, Ümit Özdağ gibi isimler –ayrı ayrı başkan adayları– Bahçeli’yi çok ciddi bir şekilde sarstılar — özellikle Meral Akşener. Ve eğer usûlüne göre kongre yapılmış olabilseydi, o kongreden muhtemelen Bahçeli yenik çıkacaktı; ancak usûlüne göre kongre yapılmadı, burada yargı devreye girdi ve yargıya belli ki siyasî iktidar müdahale etti. Siyasî iktidar bir anlamda MHP’nin Bahçeli’nin elinde kalmasına yardımcı oldu ve bunun karşılığında da bu ittifak –zaten kurulmuş olan ittifak– iyice kök saldı ve böyle bir alışveriş de oldu. Yani Bahçeli, MHP’yi elinde korudu.

Ama burada şöyle bir yanlış değerlendirme yapılıyor olabilir: “Bahçeli, sadece MHP’nin liderliğini korumak uğruna Erdoğan’a çok ciddi tavizler verdi.” Zaman zaman bu tür düşüncelere birçoğumuz kapılmıştır da; ama baktığımız zaman, hiç de öyle verdiği bir taviz falan yok. Dış politikada olsun, iç politikada olsun Bahçeli’nin Erdoğan’a karşı verdiği, ilkelerinden, o teorik doktrininden –kendi tabiriyle– ciddi bir şekilde kopuş yaşadığı bir olay görmüyoruz. Ülkücülerin kendi arasında tartışılan, “Ülkücü hareket parlamenter sistemi mi savunur, başkanlık sistemini mi savunur?” gibi tartışmalar var; ama o tartışmalar çok geride kalmış tartışmalar. 

İttifaklardan kim kârlı çıkıyor?

Seçim ittifaklarına baktığımız zaman, Bahçeli bu seçim ittifaklarında da çok zararlı çıkmışa benzemiyor, genellikle kârlı çıkmışa benziyor. Öncelikle Meclis grubunu muhafaza etti. Başkanlık seçiminde zaten iddiası yoktu, aday göstermedi; tabii ki bunun sembolik bir önemi vardı, ama aday göstermedi. Birçok konuda AKP’nin adaylarına –Meclis başkanlığında olsun başka yerlerde olsun–, AKP’nin icraatına, Tayyip Erdoğan’ın tercihlerine tâbi oldu; ama bunun karşısında da kendisi bayağı bir şey kazandı.

Son yerel seçimlerle ilgili ittifakın olup olmayacağı konusunda biliyorsunuz kısa bir atışma yaşandı Erdoğan-Bahçeli arasında. Ama o atışmanın yaşandığı zaman da, birçoğumuz bunun nihaî bir son olmayacağını söylemiştik ve nitekim kısa bir süre sonra bunu telafi edip tekrar yerel seçimlere ittifakla girme kararı aldılar. Ve hatta anlaşılıyor ki önümüzdeki günlerde tahminin de ötesinde, düşünülenin de ötesinde, özellikle CHP-İYİ Parti ittifakının ya da işbirliğinin nerelerde olduğuna bakarak, bu kendi ittifaklarını da geliştireceğe benziyorlar. Sonuç olarak birkaç tane ilde –ki hele bunlardan birisi Adana olursa tabii, Manisa belki– MHP’li belediye başkanları seçilecek olması, herhalde MHP için bayağı iyi bir sonuç olacaktır 31 Mart’ta. 

Sorunların sorumluluğunu üstlenmeme lüksü

Bir diğer husus tabii ki özellikle ekonomideki kriz nedeniyle yaşanan sorunların sorumluluğunu Bahçeli’nin hiçbir şekilde üstlenmiyor olması. Çünkü ekonomiyi tamamen Erdoğan’a bırakmış durumda, burada bir iddiası yok, bulaşmıyor; bulaşsa çözülebilecek gibi değil ve dolayısıyla bu sorunların ortağı olur. Sonuçta yaşanan ciddi sorunlarının hiçbirisinin sorumluluğunu üstlenmeme gibi bir lüksü var; çünkü ortada yaşanan koalisyon tanımlı bir koalisyon değil, protokolü olan bir koalisyon değil. Birileri kalkıp MHP’li bir adaya enflasyondan, hayat pahalılığından, yükselen kurdan şikâyet edecek olursa, MHP’li aday pekâlâ, “Bunun bizimle alâkası yok, bunu AKP’lilere sorun, onlara şikayet edin” diyebilir. Seçmenin en fazla söyleyeceği de o zaman, “Ama siz de onlara destek veriyorsunuz” olacaktır; ona cevap da, “Biz bu konularda onlara destek olmuyoruz, sadece devletin bekası konusunda destek oluyoruz, Suriye konusunda destek oluyoruz” vs. şeklinde gelişecektir. Böyle de bir büyük bir avantajları var; yani siyasî iktidarın artılarını paylaşıp, eksileriyle hiçbir şekilde alâkası olmadığını dile getirmek. 

Kim daha çok bağımlı?

Tabii ortada şöyle bir husus var: Daha önce Erdoğan’ın çok sayıda müttefik değiştirmiş olması sebebiyle MHP’yi de bir gün bırakabileceği, daha doğrusu Bahçeli’yi de bir gün bırakabileceği. Bu ihtimal tabii ki var, ama şu aşamada bu ihtimalin uzağındayız. Kaldı ki MHP’yi ve Bahçeli’den kendini uzaklaştırdığı zaman kendisine nasıl müttefikler bulacağı… Çünkü görüyoruz ki AKP ve Erdoğan artık tek başına iktidar olabilme şansını yakalayabilecek gibi gözükmüyor. Gerek başkanlık seçimlerinde gerek parlamento seçimlerinde bir desteğe ihtiyacı hep olacak. Belki İYİ Parti olur, belki bir başkası olur; ama bir müttefike ihtiyacı olacak.

Şu anda MHP’nin çok fazla talep etmiyor gözüken iktidar ortaklığı, Erdoğan’ın çok da arayıp bulamayacağı bir şey. Ama yarın öbür gün şu ya da bu nedenle bu ortaklık bozulursa, buradan MHP tabii ki belli ölçülerde zararlı çıkacaktır; ama bazı noktalarda çok daha kârlı çıkabilir. Bunun en önemli nedeni bence 24 Haziran seçimlerinde AKP’den MHP’ye doğru bir kayış olduğunun –seçmen bazında– bariz bir şekilde görülmüş olması. Dolayısıyla bu trendi AKP’nin ve Erdoğan’ın tersine çevirebilmesi şu aşamada bana çok zor gibi geliyor.

Bir anlamda AKP’nin MHP’ye, Erdoğan’ın Bahçeli’ye muhtaç olduğunu söyleyebiliriz. Bahçeli’nin de tabii ki Erdoğan’a ve MHP’nin de AKP’ye, bu koalisyona ihtiyacı muhakkak var; ama yıllarca muhalefette yaşamış bir parti olarak pekâlâ yine küçük bir muhalefet partisi olarak yollarına devam edebilirler. Ama kurulduğundan bu yana iktidar olan bir AKP’nin muhalefete düşmek gibi bir seçeneği asla düşünmek istemediğini biliyoruz. Dolayısıyla karşılıklı bir bağımlılık olsa da, esas daha çok bağımlı olanın Erdoğan olduğunu düşünüyorum. Bunun Bahçeli tarafından da çok iyi okunduğu kanısındayım. 

Kim daha çok kaybeder?

Bahçeli gerçekten çok fazla hamle yapmadan, çok fazla kampanya yapmadan, sadece tweet atarak –arada bir, altı ayda bir belki–, basın toplantısı düzenleyerek ve salıdan salıya gruplarda konuşarak, siyaseti böyle yapıyor, böyle yapmaya da devam ediyor; ama durduğu yerde ilginç bir şekilde varlığını daha da güçlendirerek sürdürüyor. Bu anlamda bana göre 2018’in en büyük kazananı Devlet Bahçeli oldu ve bir anlamda da onun partisi oldu. 2019’da bu böyle sürer mi?

Şu aşamada baktığım zaman, kişisel olarak gördüğüm şu: 2019 herkes için çok zor olacak, iktidar için de muhalefet için de tüm ülke için de çok zor olacak; ama Bahçeli kaybetse bile, Erdoğan’ın kazanıp Bahçeli’nin kaybedeceği bir seçeneğin olabileceğini sanmıyorum. Eğer 2019’da Bahçeli’nin bir kaybı söz konusu olursa, bu Erdoğan’ın da kaybı anlamına gelecektir ve Erdoğan’ın kaybının Bahçeli’den, AKP’nin kaybının MHP’den daha fazla olacağını düşünüyorum. 

Sonuç olarak –tekrar olacak ama–, MHP için iktidarı kaybetmek, iktidar ortaklığını kaybetmek katlanılabilir bir durum olur; ama AKP için ve Erdoğan için iktidarı kaybetmek, asla kabullenilmeyecek bir durum olacak. Böyle ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.