Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Başörtüsünü çıkaran kadınların duruşu

Sosyal medyadaki “10 yıllık meydan okuma” furyası vesilesiyle çok sayıda genç kadın, eski başörtülü/yeni başı açık fotoğraflarını birlikte yayınlayıp tercihleriyle övündüklerini ilan etti. Bu duruşun anlamı üzerine…

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Geçen yıl eylül ayı başında başörtüsünü çıkaran kadınlar üzerine bir başka yayın yapmıştım. O tarihte Medyascope’ta arkadaşımız Büşra Cebeci’nin yaptığı bazı röportajlardan hareketle bazı gözlemlerimi, düşüncelerimi anlatmıştım. Şimdi bunun bir nevi yenilenmesi gibi olacak ve buna da vesile, mâlûm, o sosyal medyada “10 yılın meydan okuması” diye bir furya var ve insanlar genellikle kendilerinin 10 yıl önceki ve bugünkü fotoğraflarını yan yana koyarak bu furyaya bir şekilde eşlik ediyorlar. Bu furya içerisinde sosyal medyada başörtüsünü çıkaran kadınların başörtülü ve başörtüsüz hallerini gösterdikleri fotoğraflar peş peşe gelmeye başladı ve bu fotoğrafların yayınlanmasıyla birlikte de bunlara yönelik çok yoğun tepkiler… Tepki derken hepsini olumsuz olarak görmemek lazım; kimileri olumlu, destek veren, alkışlayan, kimileri de tam tersine öfkeli, saldırgan tepkiler. Burada eylülden bu yana benim için değişen açıkçası bu kadar kısa süre içerisinde başörtüsünü çıkarmış olan genç kadınların cesareti oldu. Aslında bu yayının başlığını “Başörtüsünü çıkaran kadınların duruşu” olarak tanımladım; bu duruş esas olarak bir cesaret ve o sosyal medyadaki furyadan hareketle söylersek: Meydan okuma aslında. Burada eylül ayındaki yayını yapmama vesile olan şey röportajlardı, orada çok samimi bir şekilde bu kadınların kendileriyle yüzleşmeleriydi, bu kararı nasıl aldıklarını anlatmaları ve ondan sonra başlarına gelenlerdi. Başka bir cesaret vardı; ama burada kadınlar anonimdi ve gerçek kimliklerini açıklamıyorlardı — yakın çevrelerine tabii ki açıklıyorlar, ama kamuya yönelik olarak açıklamıyorlardı. Bu seferki olayda çok büyük bir fark var: Artık kendi fotoğraflarıyla, gerçek kimlikleriyle kadınlar çıkıyorlar ve çok da fazla konuşmadan -fotoğrafları zaten kendi başlarına konuşuyor–, ama bir iki yorum da yaparak ve yorumu genellikle özgürlük üzerinden, kişisel bireysel karar üzerinden yorumlar, bir de tabii bazı gelen tepkilere karşı verdikleri cevaplar var. İlginç bir şekilde, benim gördüğüm fotoğrafların hemen hemen hepsinin kullanıcıları, yani o hesapların kullanıcıları –sosyal medyada, özellikle Twitter’da– gerçek adlarını kullanan kişiler değil; kendilerine genellikle yabancı dilden –İngilizce çoğunlukta– birtakım isimler bulmuşlar, kullanıcı adı bulmuşlar; ancak fotoğraflarda gerçek kimlikleri var. Yani sonuçta kullanıcı adı olarak gerçek kimlikleri yok, ama fotoğraflarda gerçek kimlikleri var. 

Bu ne anlama geliyor? Bence bunun çok anlamı var; her halükârda bugün Türkiye’de AKP iktidarında başörtüsünün; birtakım işleri kolaylaştırdığı belli olan bir iktidarda –yani iş bulmak olsun, işte yükselmek olsun– daha başka türlü devlet nimetlerinden istifade etmek ve devlet nimetlerinin dışında da birtakım sosyal imkânlardan yararlanma konusunda başörtüsü geçmişte ne kadar ön tıkayan bir şeydiyse –siyasî iktidarların duruşları nedeniyle–, bir süredir tam tersine bir durum söz konusu. Buna rağmen yani şöyle söyleyeyim — daha da net olması için: Bazı kadınlar belki de iş sahibi olabilmek için, birtakım imkânlara ve imtiyazlara sahip olmak için, çok da fazla niyetli olmasalar bile örtünmeyi tercih edebilirken –ki bu türden öyküler duyuyoruz–, bu kadınların başörtülerini çıkartıyor olması, gerçekten takdire şâyan bir şey. Takdire şâyan dediğim, başörtüsünün kötü bir şey olduğunu falan söylüyor değilim, bu tamamen kişisel tercihtir; insanlar şu ya da bu nedenle, esas olarak da Türkiye’de tabii ki dinî referanslarla, başlarını örterler; buna hiçbir zaman itirazı olan birisi değilim. Ama bu olayda, nasıl dün özgür iradeleriyle başlarını örtenlerin hakkını savunduysam, savunduysak, bugün de kendi özgür iradeleriyle başlarını açan insanların haklarını savunmak ve onların cesareti dünkü başörtülü kadınların cesaretiyle, bugün de başörtüsünü çıkartan kadınların cesaretiyle birebir aynı olmasa bile, aslında özgür tercih anlamında baktığımız zaman çok benzeşiyor ve saygıyla karşılamak gerekiyor. 

Şimdi birincisi, gerçekten bu kadınların her birinin şu ya da bu nedenle hayatlarında aldıkları bu karardaki cesaretin birtakım dezavantajlara, birtakım mağduriyetlere yol açabilecek bu çıkışlarının bir cesaret ve bir meydan okuma olduğunu kabul etmek lazım. İkinci bir husus şu: Türkiye’de AKP iktidarı her ne kadar İslamcı olarak tanımlanamasa da İslamiyeti bir araç olarak kullandığı belli olan bir iktidar. Ve yukarıdan aşağı devlet eliyle İslamîleştirme konusunda da bayağı çabaları olan, bu yöndeki faaliyetlerin önünü açan bir iktidar söz konusu. Bu tür kopuşlar, bu tür pozisyonlar aslında devlet eliyle yaşanan İslamîleşmenin belli bir yerde bireylerde ve toplumda nasıl kırılmalara ve reaksiyonlara yol açabildiğini bize gösterdiği için de ayrıca anlamlı. Buradan bu kadınların, bu genç kadınların çıkışından aslında AKP iktidarının toplumsal anlamda, kültürel anlamda gerçekleştirmek istediği, ulaşmak istediği birtakım hedeflere ulaşmakta zorlandığını düşünüyorum, bunu gösterdiğini düşünüyorum. Yani bunlar hiçbir şekilde münferit olaylar değil; münferit olan belki bu cesareti gösterenlerin sayısıdır. Ama nasıl dün başörtüsünü açan kadınlar birtakım internet siteleri etrafından seslerini çıkarmaya cesaret ettilerse, onların açtığı kapıdan bugün sosyal medyada başörtüsünden çıkma öykülerini paylaşan insanlara geçtik; belki ileriki aşamada bambaşka birtakım tezahürlerle bu karşımıza çıkacak. Şunu söylemek istemiyorum: Bu bir dalga, bu genel bir eğilim. Bunu söylemek istemiyorum, böyle bir gözlemim yok; ama şunu unutmamak lâzım: Bazı hususlarda bazı duruşlar öncü rol oynar. Nasıl zamanında üniversitelerde ilk başörtüsüyle üniversiteye gidenler bir öncülük yaptıysa, bunların da şu andaki bu pozisyon alanlarında, bu tercihi yapanların da bir öncü rol oynaması şaşırtıcı olmaz. Böyle bir trendin doğabileceğini düşünüyorum; illâ olacak diye bir şey yok, ama AKP iktidarı, Erdoğan iktidarı bu çizgisini sürdürdüğü müddetçe, yani insanlara artık ideolojik ve politik olarak hiçbir vizyon sunamaz hale gelmiş ve sadece ve sadece iktidarı korumaya yönelik ve dilini giderek milliyetçileştiren bir siyasî iktidarın dindar gençlerde, dinî eğitimli gençlerde, dine yakın gençlerde çok ciddi hayal kırıklıklarını da beraberinde getirdiğini gözlemliyorum ve bunu değişik şekillerde zaten dile getirdik, tartıştık. Bu da böyle gitmesi halinde –ki böyle gideceğe benziyor– bu tür kopuşların sayısının ve kalitesinin nicelik ve nitelik açısından bir tırmanışa geçme ihtimali çok ciddi bir şekilde söz konusu. Bu son dönemde Türkiye’de deizm-ateizm tartışmalarının bu kadar yoğun bir şekilde yapılıyor olması ve devletin ilgili kurumlarının da bunlara kayıtsız kalamaz halde olması hiç boş şeyler değildi. Başörtüsü de aynı şekilde insanların inanarak ve benimseyerek taktıkları bir olay olmaktan, siyasî bir enstrümana doğru evrildiği ölçüde ya da birtakım işleri kolaylaştırıcı bir enstrümana dönüştüğü ölçüde –ki bunun böyle olduğunu görüyoruz– o zaman ontolojik olarak hayata değer veren, inanca değer veren bazı insanlar, inançlarından uzaklaşmasalar bile başörtüsünden pekâlâ uzaklaşabiliyorlar. 

80’li yılların sonu, 90’lı yılların başlarında bu konuda yaptığım çalışmalarda bazı kadınlarla karşılaşmıştım. Başörtüsü mücadelesinin en yoğun olduğu dönemde, başını açan kadınlar, başını açma kararı veren kadınlar görmüştüm. İlk başta herkes gibi bende onların baskılardan dolayı başlarını açmış oldukları sanmıştım; ama tam tersine, başörtüsünü açmayı bir direnişi başka türden sürdürmenin yöntemi olarak benimsemişlerdi. Biraz karışık bir laf olduğunun farkındayım; ama oradaki mesele, bu kadınların başörtüsü mücadelesinin İslamî hareket içerisindeki erkek egemen iktidarın ve söylemin bir enstrümanına dönüştürülmesine tepki duyarak başlarını açan –çok az sayıda da olsa– kadınlar görmüştüm. Burada da aslında baktığımız zaman, şu anda yaşananlarda şunu görüyoruz: Türkiye’de hayatın birçok alanında olduğu gibi İslamî hareket içerisinde de ve AKP içerisinde de, kadınların katılımı, varlığı giderek daha çok artıyor; ama devlette ve siyasî iktidarda kadınların mevcudiyeti öyle çok ahım şahım artmış durumda değil. En son bir fotoğraf gördük: Dışişleri Bakanı, uluslararası ilişkiler konusundaki akademisyenlerle toplanıyor, fikir teatisinde bulunuyor ve içlerinde tek bir kadın yok. Ya da bakıyoruz, işte şu anda belediye başkanlığı seçimlerinde önemli yerlerde gösterilen kadın aday sayısı –sadece AKP için de geçerli değil bu aslında; diğer partiler için de büyük ölçüde söylenebilir– çok az. Dolayısıyla şu anda Türkiye’de aldatıcı bir olay yaşanıyor, ülkenin genelinde ama özel olarak da dindar mahallede yaşayan kadınlar daha aktif, daha fazla varlar; ama hiyerarşik olarak bakıldığı zaman onlara daha az yer tanıyor, önleri kesilmek isteniyor. Böyle bir adaletsizliğin, toplumdaki var olan adaletsizliğin sürdüğü ve bazı durumlarda katlanarak sürdüğünü görüyoruz. Dolayısıyla bu olayın, başörtüsünü çıkartma kararının bir anlamda genel olarak toplumda özel olarak da İslamî câmiada hâkim olan erkek egemenliğe bir tepki olarak da görmek mümkün. 

Başörtüsünü çıkartan kadınların bir kısmı hâlâ o mahallede ya da o çevrede kalmaya çalışanlar da var biliyorum, duyuyorum, görüyorum — bazılarını tanıyorum işleri çok zor, durumları çok zor ve büyük ihtimalle zaman içerisinde artık bir şekilde dışlanmanın da verdiği ve de çaresizliğin de verdiği etkiyle kendilerini iyice çektiklerini, en azından kendilerini izole ettiklerini görüyoruz; ama bir diğer husus da şu: Başörtüsünü çıkarmak aslında bir mahalleden de çıkmak anlamına gelebiliyor bazı durumlarda; özellikle son dönemde gördüğümüz o 10 yıl — ki 10 yıl derken, salgının kendisi, sosyal medyadaki furya 10 yıl, ama baktığımız zaman bu fotoğrafların kimisi üç aylık ya da iki yıllık, üç yıllık fotoğraflar, yani onu vesile edip kullanılmış fotoğraflar. Orada gördüğümüz insanların büyük bir kısmının aslında tam bir kopuş yaşadıklarının, sadece başörtüsünü çıkarmak değil, ama aynı zamanda bir düşünce sisteminden ve o çevreden de kendilerini koparttıklarını görüyoruz ve ne derece içtenler? Tabii ki bunu ölçmek mümkün değil; ama hallerinden hâlâ memnun olduklarını görüyoruz. Özellikle bana çarpıcı gelen, kendilerine yönelik saldırılara karşı verdikleri rahat cevaplar, kendinden çok emin duruşları. Yani normal şartlarda sosyal medyada saldırı çok kolay kaldırılabilecek bir şey değildir; ama bunu da çok rahatlıkla atlatabildiklerini görüyoruz. Evet bu bir fenomen –fenomen derken, genellikle sosyal medya fenomenleri falan anlamında anlıyorlar, bu bir olgu diyelim– bu bir olgu, bir gerçek ve bu gerçek aslında Türkiye’deki hızlı dönüşümün bir sonucu. Şu anda birileri ülkenin AKP iktidarı, Erdoğan iktidarı eliyle alabildiğine İslamîleştirildiğini düşünürken, birtakım böyle istisnaî görünen olaylar da aslında dipten gelen dalganın bize bambaşka bir şey olduğunu gösteriyor. Ben açıkçası böyle görüyorum.

Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.