Meir Michael Bar-Asher: “Kur’an’ı Yahudi düşmanı telakkî etmek niçin yanlıştır?”

Meir Michael Bar-Asher yakın zamana kadar Kudüs İbranî Üniversitesi’nde Arap Dili ve Edebiyatı bölümü başkanlığını yapmıştır. Aynı üniversitenin Asya ve Afrika Araştırmaları Enstitüsü’nü ve Ben-Zvi Doğu Yahudi Cemaatleri Araştırmaları Enstitüsü’nü yönetmiştir. Aynı zamanda İsrail Eğitim Bakanlığı’ndaki Arapça Öğrenimi Meslekî Komitesi’nin başkanlığını yapmıştır.

Bar-Asher, “Kur’an’da Yahudiler” (Les Juifs dans le Coran, Albin Michel, 2019) adlı kitabında, Kur’an’ın her sûresinde Kitab-ı Mukaddes’ten Yahudi veya Hıristiyan unsurlar bulunduğunu gözlemliyor ve İslam ile Yahudilik arasındaki ilişkilerin, çoğu zaman önümüze konan karikatürden hayli karmaşık olduğunu belirtiyor.

Bar-Asher ile Le Monde des religions’dan Raphaël Buisson-Rozensztrauch’ın yaptığı ve 11 Şubat 2019’da yayınlanan söyleşiyi Haldun Bayrı çevirdi.

Meir Michael Bar-Asher

Kur’an’da Yahudilerin yeri bugün yakıcı bir konu. Niçin?

Her şeyden önce bu konu her biri bir halk tarafından taşınan iki dini ilgilendirdiği için böyle bu. Araplar ve Yahudiler denen bu iki halk, sadece geçen yüzyılda değil, karşılıklı tarihlerinin birçok ânında dövüşmüşlerdir. Çalışmamda zikredilen sorunsalların bazıları İsrail-Filistin çatışmasınca billurlaştırılmıştır; oysa bu çatışma ille de dinî değildir. Bununla birlikte, çok defa, iki taraftan düşünürler bu çatışmaya esasen dinî bir yön vermeye kalkışmışlardır. O düşünürler Yahudilerle Araplar arasındaki bu karşıtlık durumunu dinî bir terminoloji ve kavramlaştırmayla tasvir etmişlerdir. Bugün devraldığımız miras budur; sorunu bu kadar karmaşık ve ilginç kılan da budur.

Yahudiler Kur’an’da nasıl adlandırılıyor?

Yahudilere Kur’an’da verilen adların her biri, bu grubun özel bir kavranışını icap ettirir. Bolca kullanılan terimlerden biri olan Ben-i İsrail, “İsrailoğulları” diye çevrilebilir; bu terim Kitab-ı Mukaddes’te anılan eski İsraillilere işaret eder. Kur’an, o dönemle bağlantılı olayları anlatırken, Yahudilerin atalarına işaret etmek için daima bu terimi kullanır. Aşağıdaki âyette gördüğümüz de odur: “Ey İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi ve sizi alemlere muhakkak üstün kıldığımı hatırlayın” (Bakara, 122). Bir başka terim olan yahud, daha ziyade küçümseyici bir anlamda Yahudilere işaret eder. Daha sonra Medine’de indirilen, dolayısıyla Yahudilere ve Hıristiyanlara karşı daha hasmâne olan ileri tarihli sûrelerde bu terim çok yaygındır. Birçok kez geçen üçüncü bir terim ise Kitap Ehli, “Ehl’ül-Kitâb”dır ve yerine göre Yahudilere ve Hıristiyanlara işaret eder. Bu terim kimi yerde müspet kimi yerde menfidir: Bazen Yahudilere Tevrat’ın bağışlanmış olduğunu zikreder; fakat bazen de, vahiy bağışına mazhar olmasına rağmen bunu uygun bir şekilde taşımayı beceremeyen Yahudi halkının “kitap yüklenmiş eşek” olduğunu da hatırlatır. Dolayısıyla bu üç adlandırmanın her birinin İslam nazarında Yahudiliğin bir kavranışını içerdiği görülür.

İslam-öncesi Arabistan’da Yahudilerle Araplar arasındaki ilişkiler nasıldı?

Muhammed’den önce, Yahudiler Arap Yarımadası’nın daha çok güneyine yerleşmişlerdi; bunların torunları Yemen Yahudileridir; bir de Hicaz’daydılar, yani yarımadanın İslam’ın doğduğu kuzeybatısında. Arabistan’ın büyük bir bölümüne Yahudilerin hâkim olduğunu düşünebiliriz; günümüz Yemen’inde yerleşik olan Himyar Yahudi Krallığı’ndan destek alıyorlardı. Yahudilerle Araplar arasındaki kültürel ve ticarî ilişkiler Hicret’e kadar yoğundu. Bu unsurlar önemli, zira Muhammed’in Arabistan’da karşı karşıya kaldığı kültürel arka-planı teşkil ediyor. Bazı araştırmacılar şunu bile söyleyeceklerdir: Peygamber 622’de hayli Yahudi nüfus bulunan Medine’ye göç etmeyi seçmiştir, zira tevhidin/tektanrılılığın yeni bir kavrayışı etrafında kendisine katılmalarını bekliyordur. Muhammed Hicaz Yahudileri tarafından kabul görmeyi beklemiştir kuşkusuz. Muhammed’in ince siyasî düşüncesini, 616’da bağlılarından bir grubu aynı nedenlerle Etiyopya Hıristiyan İmparatorluğu’na gönderdiğinde de görürüz. Peygamber’in döneminde Arabistan’da Yahudilerin ve Hıristiyanların kuvvetli mevcudiyeti, Kur’an’ın her sûresinde görülen Kitab-ı Mukaddes’ten unsurları açıklamaktadır.

İslam’a Yahudilik’ten miras kalan uygulamalar var mı?

Filoloji ve tarih bakımından kesin bu. Eski Ahit’ten unsurların ötesinde, ilkin söyleyebileceğimiz, İslam’ın da tıpkı Yahudilik gibi bir “yasa” dini olduğu, Hıristiyanlığın tersine yasayı ve akaidi merkez aldığıdır. Fıkıh ilmi, halaha’nın ya da şeriat’ın rolü bu iki dinde de temeldir; başka benzerlikler de vardır, fakat bir noktaya kadar. Muhammed’in tebliğinin başlangıcında, Yahudi uygulamalarına bir yakınlaşma arzusu görülür. Yahudilerin çoğunlukta olduğu an geçince, İslam’ın Yahudilik ve Hıristiyanlıktan bir azat olma arzusu ifade edilir. Doğaldır bu: Her din, mirasçısı olduğu geçmiş gelenekler nazarında bağımsızlığını vurgulamalıdır sonunda. Bir örnek vermek gerekirse: Başlangıçta, Müslümanların kıblesi Kudüs’tür; Yahudilerle ilk Müslümanlar arasındaki ayrılık yaşandıktan sonra, namazın yeni kıblesi Mekke olur. Burada iki aşama açık bir biçimde görülür: benzerlik, sonra da farklılaşma.

Kur’an “antisemit/Sâmî karşıtı” mıdır?

Kur’an’ı bu şekilde telakkî etmek yanlış ve tarihe aykırıdır; ve bazıları tarafından İslam’a karşı propaganda olarak kullanılmaktadır. Her şeyden önce, “antisemitizm” (Sâmî karşıtlığı) terimi sonraki bir hâdiseye göndermektedir; oysa Yahudi karşıtlığı hayli önceden mevcuttur. Haddizâtında, Kur’an’da Sâmî karşıtı bir düşünceyi beslemeye hizmet edebilen âyetler olduğunu söylerdim. Fakat açıkça Kur’an’ın Sâmî karşıtı bir metin olduğunu söylemek bütünüyle yanlış olur. Yahudi olarak bu anlayışla aram iyi değil: Kur’an’ı ergenliğimden beri çok ilgiyle okuyorum. Bunu Araplarla beraber öğrendim, otuz yıldan fazla bir süredir Kudüs İbranî Üniversitesi’nde ve dünyanın başka yerlerinde dersini veriyorum… Bana muazzam öğreten bu metne çok saygım var. Kur’an’da olağanüstü pasajlar vardır: mesela “takvâ âyeti” (Bakara, 177) ya da “âyet-el kürsi” (Bakara, 255). Yahudi olarak beni, bir Hıristiyan’ı, ya da herhangi bir insanı rahatsız eden başka âyetler de vardır! Faydasını söz konusu etmeden Kitab-ı Mukaddes’teki şedit ve kabul edilemez âyetler için de tamamen aynı şey söylenebilir.

19. yüzyılda bir Müslüman ve bir Yahudi

Kur’an Yahudilerin paradoksal bir suretini veriyor gibi. Bu paradoks nasıl aşılır?

Bu konu üzerine bir seminer sırasında, Şii Müslüman bir öğrenci bana şunu söylemişti: “Yahudiliğin bir başka suretini inşaya yardım etmek ve tanışmayı kolaylaştırmak için Müslüman hükemâ Kur’an’ın 9. sûresini (daha ileri tarihli Tevbe Sûresi; dolayısıyla Yahudiler ve Hıristiyanlar nazarında daha polemiktir) uyarlasa ya da kaldırsa buna değeceğini düşünüyorum. Bu konuda ne düşünürsünüz?” Kutsal kabul edilen bir metinde her tür değiştirmeye karşı olduğumu söylemiştim ona. Kur’an’ın kudsiyetine inanan milyonlarca kişi var, dolayısıyla hiçbir şeyi değiştirilemez. Buna karşılık değiştirilebilecek olan, metne bizim yaklaşımımızdır. Bir paradoksun olması, bence, çözüme doğru bir anahtardır. Kur’an Yahudiler, Hıristiyanlar ve birçok başka konuda çeşitli ifadeler kullanır. Çelişik görünen bu noktaları anlamak için ilk bağlama dönmek gerekir: Yahudilere karşı polemikler tekrar Muhammed’in verili bir dönemde, verili bir bölgedeki tebliği bağlamına oturtulmalıdır ve Yahudilerin kim olduğu üzerine bir genelleme gibi telakkî edilmemelidir. Kur’an’ın paradoksal ve çelişik görünmesi aslında harfi harfine yaklaşıma karşı bir çare teşkil etmektedir.

Not: Kur’an çevirileri Ali Bulaç’ın mealindendir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.