Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan’ın hedefinde neden Akşener var?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 24 Haziran seçimleri öncesi adını bile anmadığı Meral Akşener’i, 31 Mart seçimleri öncesi sert eleştirilerle hedef alıyor. Neden böyle yapıyor? Başarılı oluyor mu?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. 

Bugün, uzun süredir yaptığım bazı değerlendirmelerde değindiğim bir hususu başlı başına ele almak istiyorum. O da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Meral Akşener’e yönelik polemikleri ya da polemik girişimleri diyelim. Bunu neden yaptığını, buradan sonuç elde edip edemeyeceğini ele almak istiyorum ve burada tabii temel soru şu — geçen bir yayında söylediğim gibi: Erdoğan’ın bu seçim öncesinde yeni bir Muharrem İnce’ye ihtiyacı var. Muharrem İnce ile ne olmuştu? 24 Haziran öncesinde Muharrem İnce, arkasındaki muhalif kesimlerin desteğini kendi başarısı olarak görüp bunun üzerinden kendisine güveni artmış bir şekilde Erdoğan’la bir düelloya girişti ve kaybetti — kazanması da mümkün değildi. Ama bu arada esas meselelerin, özellikle de Erdoğan’a oy verme potansiyeli olan kitlelerin Erdoğan’la aralarına mesafe koymalarına yol açacak konuları gündeme getirmedi — ya da gündemin geri sıralarında getirdi. Erdoğan, seçim kampanyalarında sahici sorunların –ki bu sorunların hemen hemen hepsinin birinci derecede sorumlusu kendisi ve yönetimi oluyor– konuşulması yerine, bu siyasî-ideolojik meselelerin bir kavga halinde dile gelmesini tercih ediyor ve bunu uzun bir süredir yapıyor — bunda da genellikle başarılı oluyor. Başarısız olduğu anlar da oldu tabii; ama bu genellikle işleyen bir formül olarak gözüktü ve 24 Haziran bunun en açık örneğiydi. 

Bu seçimde tabii ki her zaman olduğu gibi öncelikle CHP’yi –onun deyimiyle “CeHaPe zihniyeti”ni– muhatap alıp onlarla bir kavgaya girmek istedi. Tunç Soyer’in babasının 12 Eylül döneminde askerî savcı olmasını kullanmak istedi — yürümedi. Ekrem İmamoğlu gayet sakin bir profil izledi, Mansur Yavaş da çok fazla –ki o apayrı bir konu– bu anlamda bir Muharrem İnce olmadı; Kemal Kılıçdaroğlu da geri planda kaldı — zaten çok fazla öne çıkmıyor, çıktığı zaman da bir ağız dalaşına diyelim, en azından girmiyor. HDP’yi bayağı buraya çekmeye çalıştı; ama HDP’liler de, kendi imkânları yetmediğinden de olabilir, ama kendileri de böyle bir şeye çok fazla girmediler. Tabii ki birtakım cevaplar veriyorlar; ama bunu, Erdoğan’la kavga eder şekilde bir seçim kampanyasıyla yapmıyorlar; kendi meselelerini anlatarak bir seçim kampanyası yürütüyorlar ve birden baktık ki: Erdoğan Akşener’i buldu, Akşener’i gündeme getirdi. Ona yönelik çok sert eleştiriler gündeme getirdi ve Akşener’in ona verdiği cevabın ardından da, o mâlum “mahkemeye verme” tehdidi gündeme geldi. Akşener –biliyorsunuz– milletvekili de değil, dokunulmazlığı da yok. Cumhurbaşkanı bunu alenen böyle söyledi; “Cezaevinde süre dolduranlar var” dedi; yani Cumhurbaşkanı’na hakaretten çok sayıda insan, değişik mesleklerden değişik yaşlardan insan, Türkiye’nin dört bir tarafından, cezaevlerinde, ceza alanlar var ve olayı da böyle bir noktaya getirdi. Tabii burada şöyle bir husus var: Cumhurbaşkanı Erdoğan herkese her şeyi söylüyor, en sert şekilde söylüyor, ona bir şey olmuyor; ama ona onun sertliğinde cevap vermeye kalktığınız zaman, Cumhurbaşkanı’na hakaretten başınıza işler gelebiliyor, böyle adaletsiz bir sistemle yürüyor işler. 

Meral Akşener’in cevap verdiğine tanık olduk. Meral Akşener’in dışında da İYİ Parti’nin cevap verdiğine tanık olduk; hatta İYİ Parti’nin tüm kurullarıyla birlikte ortak bir açıklama yaptığını da gördük — “Hepimiz Meral Akşener’iz!” şeklinde. Şimdi burada bu politika ne derece hayata geçti? Buna baktığımız zaman, birkaç tane soru ortaya çıkıyor: Birincisi bütün medyayı Erdoğan denetliyor ve Erdoğan bu medyada sürekli Meral Akşener’e –diyelim ki– yükleniyor. Bu oyunun tutması için Meral Akşener’in ona verdiği cevapların da o medyada yer alması lazım, ama bunlar yer almıyor. Yani şöyle oluyor: Erdoğan bir şeyler söylüyor, medyada var; Meral Akşener ona cevap veriyor, medyada yok. Erdoğan onun söylediklerini eğip bükerek tekrar ona cevap veriyor ve onu mahkemelerde süründürmekle tehdit ediyor, bu yine medyada var. Meral Akşener’in buna karşı verdiği cevap yine medyada yok. Dolayısıyla burada Erdoğan, bir stratejiyi yarım uyguluyor; geçmişte Muharrem İnce’ye –geçmiş dediğim yakın geçmiş– Muharrem İnce’ye belli bir alan sundu, televizyonlara çıkıyordu, orada birtakım gazeteci gruplarının sorularını cevaplıyordu ve o verdiği cevaplarla çok da mutlu oluyordu. O gazetecilerin ağzının payını verdiğini, hükümet yanlısı gazetecilerin ağzının payını verdiğini düşünüyordu ve onu izleyenler de belli bir tatmin yaşıyorlardı ve oyun böyle devam ediyordu; ama bu sırada gerçek sorunlar, gerçek sorular sorulmuyordu — soruluyordu ama geri planda kalıyordu. Ama şimdi Meral Akşener’le bir polemiğe girme çabası var; yani Muharrem İnce’nin yerine bir nevi Meral Akşener’i koyma çabası var. Ama ona hâlâ medyanın kapılarını açmadığı için, aralamadığı için bu bir kere yarım kalıyor — birincisi bu. İkincisi; burada çok önemli bir husus var: Meral Akşener sağcı bir politikacı. AKP’nin kuruluşunun ilk aşamasında Erdoğan’la beraber hareket etmiş, ama daha kuruluş olmadan son anda vazgeçmiş birisi; yani birbirlerini çok iyi tanıyorlar, aslında aynı mahallenin insanları denebilir üç aşağı beş yukarı. Dolayısıyla Meral Akşener’den Muharrem İnce’den yararlandığı gibi yararlanmasının çok da mümkün olduğunu sanmıyorum. Şimdi bir bakıyoruz; aslında birkaç gün öncesine kadar “Acaba Erdoğan bu politikadan vaz mı geçti?” diye düşünüyordum, yine gördüm — bugün yanılmıyorsam: Evet, Ankara’da bir yerde, “Adı iyi kendisi fesat bir parti ve bu parti FETÖ’yle PKK’yla işbirliği yapıyor” şeklinde giden suçlamalar var. Hadi FETÖ’yü neyse diyelim ki bir yere kadar insanları, “İYİ Parti ve Meral Akşener’in FETÖ’yle ilişkisi var”a, zorlaya zorlaya, belki biraz hafif ikna ettiniz. PKK’yla nasıl irtibat tanıyacaksınız? Bunun hiçbir karşılığı yok. Dolayısıyla Meral Akşener’den –bir de kampanyanızı beka üzerinde kurduğunuz zaman– ve onun partisi İYİ Parti’den bir şeytan çıkartmak aslında çok da mümkün değil, bunda ciddi bir şekilde zorlanıyor. Bir de Meral Akşener’in kendisi var tabii. Meral Akşener’in kendisi dediğimiz zaman, onun 28 Şubat’taki performansı, AKP’lilerin de yakından bildiği siyasî geçmişi var; bu çok da fazla karşılık bulabilecek bir şey değil. Ama yine de –bence–  Akşener ve arkadaşları Erdoğan’ın bu kendilerine yönelik saldırılarına cevap vererek çok akıllıca bir şey yapmadılar. Ama bu cevapları çok da fazla yaygınlaşmadığı için belki de Erdoğan tam olarak muradına eremedi. 

Peki Erdoğan niye böyle bir şey yapıyor? Bu tamamen sadece ikinci bir Muharrem İnce bulma arayışı mı? Yani kendisiyle uğraşacak ve ekonominin konuşulmasının üstünü örtecek bir kavga arayışı mı? Belki; ama bir diğer husus da bence şu: Bu seçimde “Millet İttifakı” diye tanımlanan –ki kendileri Millet İttifakı demiyor, çünkü o 24 Haziran’daydı, Saadet Partisi işin içinde yok, ama İYİ Parti ile CHP’nin kurduğu bir seçim işbirliği var– bu seçim işbirliği de AKP sayesinde mümkün olabildi. Yasayı AKP değiştirmeseydi, her parti kendi başına girmek zorunda kalacaktı. Aslında Erdoğan kendi belediyelerini garanti altına almak adına rakiplerinin önünü de bir anlamda açmış oldu. Şimdi şu âna kadar konuşulanlardan hareketle baktığımız zaman, birlikte seçime giriyor olmanın, muhalefet partilerine daha fazla yarama ihtimali yüksek –öyle gözüküyor–; tabii sonuna kadar durum ne olur o ayrı bir husus. Bir diğer husus da şu: Erdoğan’ın ortağı olan Bahçeli’nin elindeki büyük şehirleri –Adana, Mersin, Manisa gibi– koruyamama ihtimali ciddi bir şekilde gündemde. Ve buna karşılık elinde hiçbir büyükşehir belediyesi olmayan İYİ Parti’nin bir ya da iki, belki de üç büyükşehir kazanma ihtimali de gündemde. Dolayısıyla böyle bir ilginç durum ortaya çıkıyor. Milliyetçi sağda eğer MHP elindeki büyük şehirleri kaybederse, buna karşılık İYİ Parti en azından bir tane büyükşehir kazanırsa, psikolojik olarak dengeler çok değişecek. 24 Haziran’da tam tersi olmuştu; 24 Haziran’da İYİ Parti beklenenin altında oy alıp MHP de beklenenin üstünde oy almıştı ve bu anlamda da milliyetçi sağda moral üstünlük MHP’ye geçmişti. Ama şimdi 31 Mart sonrasında bu tersine dönebilir, bu da Cumhur İttifakı’nın geleceğini bir anlamda tehlikeye sokabilir, olayın bir başka yönünün de bu olduğunu düşünüyorum. 

Zaten Mansur Yavaş olayına baktığımız zaman, burada görüyoruz –ki kendisiyle yarın saat 14’te bir canlı yayın yapacağız, o Ankara’da olacak, Skype üzerinden yapacağız– Mansur Yavaş konusunda bugün Bahçeli’nin kalkıp onun istifa etmesi gerektiğini, hakkındaki suçlamalar nedeniyle istifa etmesi gerektiğini söylemesi de bence çok aydınlatıcı. Eğer Ankara’da MHP’yle birleşmiş Adalet ve Kalkınma Partisi, 25 yıldır kontrol ettiği Ankara Büyükşehir Belediyesi’ni MHP kökenli ama CHP’den giren ve İYİ Parti’nin de desteğini alan Mansur Yavaş’a kaybederse, gerçekten çok ciddi bir sonuç olacak ve zaten apar topar yapılan bu soruşturma, hazırlanan iddianame de kaybetme ihtimalini bize çok ciddi bir şekilde gösteriyor. Yani eğer AKP ve MHP Ankara’da emin olsalardı böyle bir alelacele bir mahkeme yaratma, soruşturma yaratma gibi bir şeyin içerisine girmezlerdi, AKP Sözcüsü Ömer Çelik her gün bir açıklama yapmazdı Tabii buradaki açıklamalarda şöyle bir husus var: AKP Sözcüsü bir açıklama yapıyor, bütün kanallar canlı veriyor. Mansur Yavaş cevap veren açıklama yapıyor, o kanalların hiçbirisi vermiyor — galiba bir kanal vermiş. Sonra bugün yine Ömer Çelik bir açıklama daha yapıyor –Mansur Yavaş’a cevaben–, orada da bütün kanallar veriyor. Böyle bir adaletsizlikle gidiyor; ama böyle bir adaletsizlikle gidiyor olması, görüldüğü kadarıyla Mansur Yavaş’ın kazanma ihtimalini azaltmıyor. Bu bana 25 yıl önceki medya gücüyle merkez partilerin, Refah Partisi’nin önünü kesebileceklerini düşündükleri günleri hatırlatıyor; orada bütün medya gücüne rağmen tam bir fiyasko yaşamışlardı, şimdi bir benzeri 25 yıl sonra pekâlâ olabilir. 

Demin Devlet Bahçeli dedik, yine Devlet Bahçeli’yle bitirelim: Devlet Bey bugün yine arada sırada yaptığı ilginç çıkışlardan birisini yapmış ve beka meselesinde üç parti liderinin adlarının beşer harften oluştuğunu söylemiş. Yani Kemal, Meral ve Temel. Benim de hem adım soyadım beş harfli, ben de dolayısıyla bir beka sorunuyum; ama maalesef elimizden başka bir şey gelmiyor, bu işi yapmak zorundayız. Yaptığımız yayınlar nedeniyle ülkenin ve devletin bekasına tehdit geldiğini sanmıyorum; ama yine de beş harfli olduğumu tekrar hatırlatmakta yarar var diyelim. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.