Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Mansur Yavaş ile özel yayın

İYİ Parti’nin de destek verdiği CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mansur Yavaş, seçim kampanyasının gidişatını canlı yayında Ruşen Çakır’a anlattı.

Yayına hazırlayan: Tania Taşcıoğlu Baykal 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mansur Yavaş ile özel yayındayız. Kendisine Ankara’dan Skype üzerinden bağlanıyoruz. CHP’nin adayı, ama aynı zamanda İYİ Parti’nin de destek verdiği bir aday. Mansur Bey, merhaba.

Mansur Yavaş: Merhabalar, kolay gelsin.

Sağolun. Sizin adaylığınız kesinleştiğinde, seçimi ve projelerinizi konuşmak üzere sözleşmiştik. Ama işin içine hukukî bir durum soktular. Siz bu konuda açıklama yaptınız. Açıklamalarınız büyük ölçüde medyada yansıtılmadı. Bu konunun detaylarına girmek istemiyorum, çünkü çok karışık bir olay. Seçime çok kısa bir süre kala böyle bir olayın gündeme gelmesi sizi şaşırttı mı?

Şu açıdan şaşırttı: Bu konu, iki buçuk, üç ay kadar önce başka bir gazetede yayınlanmaya başladı. Daha sonra aynı haberin, büyük gazeteler dahil diğer yayın organlarına da dağıtıldığını öğrendim. Hatta bu evraklar Cumhuriyet Halk Partisi’ne de getirilmiş, kimse ilgilenmemiş. Bu haber yayınlandıktan sonra, avukatım aracılığıyla, bu şahsın ceza aldığı, –evet, sahte senet olduğu doğru ama– sahte senedi kendisinin verdiği, bunun da mahkemede ispat edildiği ve bundan dolayı 4 yıl hapis aldığı, şahsın kendisiyle yaptığım görüşmeleri ve görüntüleri hukuka aykırı bir şekilde kaydederek “özel hayatın gizliliğini ihlal etmek” ve bu görüntülerle “şantaj yapmak”tan, toplamda 6,5 yıl hapis cezası aldığı, mahkeme kanalıyla yapılan tekzip beyanında belirtildi. Bu şahsın sahtecilikten de ayrıca bir mahkûmiyeti olduğu, şizofren raporu bulunduğu, bilgisayarında çocuk istismarıyla ilgili görüntülere ulaşılmasından dolayı yargılamasının devam ettiği tekzip metninde yazıldı ve ilan edildi. Bunun üzerine zaten diğer yayın organlarının hiçbiri topa girmedi. Çünkü netameli bir durum olduğunu gördüler. Fakat daha sonra, anketler birdenbire bu şekilde sonuç verince, tekrar konuyu gündeme getirip 3 gün boyunca yazmaya başladılar. Ben bekledim. İşin arkasından siyasîlerin çıkacağı belliydi zaten. 

Ben siyasîler konuşsun diye beklerken, birdenbire Özhaseki bu konuya girdi: Görüntülerden anladığım kadarıyla kahve gibi bir yerde, keyifli bir şekilde “Ne bileyim? Birine sahte senet mi vermiş? Birini mi tehdit etmiş?” şeklinde alaylı alaylı bir konuşmasını gördüm. O gün bir gazete ziyaretim vardı ve orada, ertesi gün bu konuyu basın toplantısıyla açıklayacağımı söyledim. Ama buna fırsat kalmadan, aynı gün Sayın Ömer Çelik bu konuyla ilgili bir basın toplantısı yaptı. Mecburen, bir yandan dosya toplamak ve evrakları hazırlamak için avukatlardan belgeleri isterken, bir yandan da seçim çalışmalarını sürdürdüm. Biz 24 saati dolu insanlarız. Seçim çalışmaları için önceden belirlenmiş toplantılarımız var. Bütün bunları tamamlayıp, akşam saatlerinde evrakları da topladıktan sonra, ertesi sabah bir basın toplantısıyla iddiaları açıkladım. Ben yayınladıklarına pişman olduklarını düşünüyorum. Hâlâ saçma sapan gerekçelerle bu konuyla vakit geçirmek istiyorlar. Halbuki biz Ankara’yı konuşmak istiyoruz. 

Bunun da sebeplerini izleyenlere kısaca izah edeyim Ruşen Bey. Bu sadece Ankara’da var. Başka bir büyükşehirde varsa da ben duymadım, bu şekilde bir seçim yarışı hiç gündeme gelmedi. Ben 2009’da aday oldum, gazeteler dağıtmaya başladılar. 2014’te aday oldum, yine buna benzer karalama faaliyetleriyle çok karşılaştım. Başka bir yerde bu kadar olmuyor.

Bu Ankara ile mi alakalı, yoksa sizinle mi alakalı?

Ankara’daki siyasetle alakalı. Ben aday oldum. Ankara’da büyük bir teveccüh vardı. Çünkü bu seferki, geçen seferki gibi değildi. Aday olmamı isteyenlerin hepsi, “Aday ol da nereden olursan ol” diyerek geliyorlardı. Bir de, hatırlarsanız, o günlerde benim dışımda yapılan anketlerin hemen hepsinde “Mansur Yavaş önde” diye çıktı. Önde çıktığım için ben yeniden adaylığı düşündüm. Yoksa adaylığı düşünmüyordum. Bu şekilde gösterilen teveccühler ve anketlerin birdenbire yüksek çıkmasının sebebini araştırmak için “Mansur Yavaş’a neden oy veriyorsunuz?” diye soruluyor. Kimi “Ankaralı olduğu için” diye cevap veriyor. Bunun arkasından, benim Ankaralı olmadığım, Makedon olduğum iddiaları konuşulmaya başlandı. Kaldı ki Makedon olsam ne olacak? Ama “O Ankaralı değil” deyip Ankaralılardan oy almamı engellemek istediler. Bu konu kapandı.

Yine 2009 yılında ve 2014 yılında aday olduğumda taksiciler çok sevdi beni. Benim propagandamı taksiciler ve berberler çok yapıyor. Bunun bir sebebi vardır mutlaka, kendilerine yakın buluyorlar. Bu kez de “Mansur Yavaş 40 bin taksiciyi Kızılay’a sokmayacak” yayınları başladı. Aslında Ankara’da 7 bin taksi var. Biraz onunla uğraştım. 

Bu yetmedi, bu sefer duvarlara “Yavaş Yavaş Devrim” diye yazı yazdılar. Bize belediyeden bildirilen, tahmin ettiğimiz bir ismi şikâyet ettik. Bu konu bitti, hemen arkasından en son, duvara “Her biji Mansur” diye Kürtçe yazı yazıldı. Oradan geçen biri bu yazan kişiyi kameraya çekince şahıs tespit edildi. Bu anlatacağım daha da ilginç: Şahıs eve geliyor, kapüşonunu çıkartıyor, zile basıyor. Kamera görüntüleri hangi kata, kaç numaralı daireye girdiğini gösteriyor. Bu görüntülerden bir isme ulaşılıyor. Ama savcı apar topar takipsizlik kararı veriyor. Gerekçesinde, “Bu yazılarda suç unsuru yoktur, halkı tahrik yoktur veya bu iş sadece para cezasını gerektirir” dese amenna. Ama savcı yazıyı yazan kişinin yüzünün tespit edilemediğini belirtiyor. Biz şimdi o yüzü tespit edip –biraz önce kamera görüntülerini de izledim– kamuoyuyla paylaşacağız.

Peki, Mansur Bey bu kara propaganda örnekleri, evet, geçmişte de vardı, bugün de var. Bir ara mahkeme hususunda da “anketler” dediniz. Nedir bu anketler? Her seçim öncesi böyle şeyler olur. Değişik değişik iddialar ortaya atılır. Siz 31 Mart öncesi, Ankara’da kendi durumunuzu nasıl görüyorsunuz? 

Bunu anlamanın çeşitli yolları var. Biz uzun süredir siyaset yapıyoruz. Ben iki seçime girdiğimde de, rakiplerimiz bizi hep anketle boğdular. Anketlerde bizi hep düşük gösterdiler. Bu sefer ben aday olduğumda daha hiç anket yaptırmadığım halde ve üstelik daha önce AK Parti’ye yakın kanattan yapılan anketlerin hepsinde, 8-10 puandan aşağıya fark çıkmadı. Bu şöyle de düşünülebilir: Hem ekonomik sıkıntı nedeniyle, hem de Özhaseki’nin vatandaş nezdinde pek tutulmadığını söyleyebiliriz. Bu anketleri benim yaptırma imkânım yok. Biz iki tane anket yaptırdık. Bir tanesini 8 bin denekle yaptırdık. Ama bu tamamen, seçmenin tabandaki oy verme davranışlarını tespit etmek içindi ve çok detaylı bir çalışmaydı. Çok soru sordurduk ve bu ankette 4,5 puan önde çıktık. Daha sonra MAK Danışmanlık Şirketi’ne anket yaptırdık. O şirketi de herkes tanıyor. Biliyorsunuz, daha önce AK Parti’ye anket yapmışlardı. O ankette de 4,5 puan önde çıktık. PollMark Araştırma’nın anketinde 11 puan, en son yapılan PİAR Araştırma’nın anketinde 8 puan çıktı. 

Bunların gerçek olduğunu nereden anlıyoruz? Benim bunlara ulaşıp “Şöyle bir anket yayınlayın” deme lüksüm yok, imkânım da yok. Kısıtlı imkânlarla çalışıyoruz.  Ben sahiplerini bile bilmiyorum açıkçası. Ama sokaktaki algıya baktığımız zaman, ilk defa çok sayıda “Biz AK Parti’ye oy veriyorduk, bu sefer sana oy vereceğiz” diyen insan görüyorum. Mesela geçen seçimde veya referandumda ben bunları çok görmedim, ama şimdi bunlar çok sayıda.  Bunun bir sebebi, bence ekonomik. Bunun da katkısı olduğunu söylememiz lazım. İkincisi, AK Parti’ye oy veren seçmenin adayı beğenmemesi. Ama ilginç olan, bunu söylemeleri. Çünkü eskiden bunu konuşmuyorlardı. Anadolu’nun her tarafında, aday olamayan AK Partili belediye başkanları, yöneticileri açık açık başka partilere geçeceklerini söyleyip aday olmaya başladılar. Bunu ilk defa yaşıyoruz. Bu davranışları, daha çok karşı tarafın sıkça yaptırdıkları anketlerle “Neden Mansur Yavaş tercih ediliyor?” algısının üzerine oynadıklarını söyleyebilirim. Ben mal beyanımı açıkladım. Şeffaflık bildirgesini açıkladım. Son olaylar da onun üzerine geldi. 

Peki, bir şey sorabilir miyim? Mâlum, Özhaseki MHP tarafından da destekleniyor. Sizin de geçmişinizde MHP var. İlk olarak MHP’den aday olarak siyasette sivrildiniz. Bir ülkücü gelenekten geliyorsunuz diyelim. Zaten Ankara, geleneksel olarak milliyetçi oyların, ülkücü hareketin belli bir gücü olan bir yer. Her şey bir yana, bu oyların nasıl dağılacağı hususu var. Normal olarak, İYİ Parti’nin sizi destekliyor olması ve MHP’nin de Özhaseki’yi destekliyor olması, diyelim ki oyları yarı yarıya bölüyor. Özel olarak o tabanda bunun ötesinde bir durum gözlüyor musunuz?

Ben kesinlikle bir grubu dikkate alarak program yapmıyorum. Zaten bizi tanıyan tanıyor, ayrıca özel bir şey söylemeye gerek yok. Herkesin oyunu istediğimi söylüyorum. Kesinlikle bir parti veya bir grubu karşıma alıp onların üzerinde bir çalışma yapmıyorum. Buna da gerek yok zaten.

Ama hatırlarsanız, geçen seçim MHP’nin adayı varken, belediye meclisinde yüzde 19- yüzde 20 oy almasına rağmen, bunun kesintisiz 13-14 puanı bize geldi. Çünkü o zamanki aday yüzde 8’e yakın oy almıştı; ama bunun da yüzde 4’ü, AK Parti’ye ve CHP’ye oy vermeyenler nedeniyleydi. Böyle orantıladığınız zaman, Ankara’daki ülkücülerin neredeyse 4/5’i bana oy vermişti. Bununla ilgili olarak bugüne kadar “Ülkücüler bana oy verecek, şu grup bana oy verecek” diye bir şey söylemedim. Ankara’nın kendi takdirine bırakıyorum. Oranları görüyorlar. Özhaseki’yi de görüyorlar. Özhaseki’nin daha önce söylediği sözleri de biliyorlar. Herkesin geçmişini de biliyorlar. Biz sessiz kalıyoruz o konularda. Kendimizi ortaya koyuyoruz ve bize güvenen herkesin oyunu istiyoruz. 

Ben seçimi kazanacağıma neden eminim, anlatayım. Şöyle bir ortam var Ruşen Bey. İsim vermeyeyim, bir anket şirketi yetkilisiyle konuşurken, onun anket yaptığını bilen rakibim, “Nasıl çıktı anket sonucu?” diye sormuş. “Mansur Bey 4,5 puan önde” diye cevap vermiş. “Olur mu? Bana da anket sonucu geldi yüzde 56 görünüyor” demiş rakibim. Anketi yapan yetkili “Sizin Ankara’daki en büyük adayınız Recep Tayyip Erdoğan’dı ve yüzde 51 almıştı” diye hatırlatmış. Bu bir vaka. Ben 10 puan veya 10 puandan fazla bir farkla seçimi alacağımızı düşünüyorum. Bu hırçınlıkların başka bir sebebi olamaz.

Peki. Mâlum, Ankara deyince akla gelen bir Melih Gökçek vardı. Ne zamandır gündemde yok, ama bu seçimde bir Melih Gökçek faktörü var mı? Etkili mi? Siz nasıl görüyorsunuz?

İzlenen yöntemlere bakarsanız, Gökçek’vâri. Açıkçası, her ne kadar birbirimizden hoşlanmasak da, kimsenin günahını almak istemem, bu işleri bizzat onun yaptırdığı konusunda bir şey söyleyemem. Açık açık söylüyorum bunu. Ama iki dönemdir yaşadığım yöntemler aynı, iftiralar aynı. Kazanırsam belediyeye 20 bin teröristin işe alınacağı söylentileri yayılmış. 

Bu arada ses gidip geldi. Melih Gökçek diyorduk, Melih Gökçek’ten devam edelim konuya. 94’ten itibaren Ankara, tam 25 yıl boyunca Melih Gökçek tarafından ve bir siyasî partinin silsilesi tarafından yönetildi.  Son döneminde Gökçek’in görevden zorla uzaklaştırılmasını saymazsak; 25 yıl. 25 yıllık bir belediye geleneği var orada. Ve siz çok iddialısınız, 1 Nisan’da seçilmiş olacağınıza eminsiniz. Ama bu 25 yıl karşınıza nasıl çıkacak? Siz herhalde belediyenin durumunu, kurumlarını öğrenmişsinizdir kendi imkânlarınızla. Sizce nasıl bir şey bekliyor sizi? Koca bir 25 yıl ve bu 25 yıl hep aynı tarzla yönetildi. Siz o tarzın dışında ve o tarzı sert bir şekilde eleştiren birisiniz. 

Tarz derken, ben hep yönetim şeklini eleştirdim. Benim şöyle bir anlayışım var: “Çoğunluğun yanlışı, her zaman bir kişinin doğrusundan daha iyidir”. Sayın Gökçek her zaman tek başına karar verdi. Ankara için belki iyi şeyler de yaptı, ama zarar veren şeyler de yaptı. Bir kitapta okumuştum, Amerikalıların şöyle bir yöntemleri var. Genellikle bu Türkiye’de tam tersi oluyor. Türkiye’de birisi işbaşına geldiğinde, kötü olana bakıp, “Senin yüzünden”, “geçmiş yönetimler”, “enkaz devraldık” şeklinde konuşurlar. Halbuki Amerikalılar diyor ki: “Böyle bir problem olduğunda, sorunu ortaya koyup bu problemi nasıl çözmemiz gerektiğine kafa yorarız. Kimin ne yaptığı o kadar önemli değil.” 

Biz, geçmişte yapılanları irdeleyip bunları halka şikâyet etmeye kalkarsak, 5 yıl çabucak biter. Biz öyle yapmayacağız. Belediyenin mevcut kaynaklarını, gelirlerini, borçlarını, üstün yönlerini, zayıf yönlerini ortaya çıkardıktan sonra ilk yapacağımız projelerden başlayarak, bir an önce bu projeleri hayata geçireceğiz. Eğer geçmişe takılıp kalırsak bu işin içinden çıkamayız. Burada önemli olan, zihniyettir. Kamuoyuna sunduğunuz mesajlardır. Onlarla beraber işbirliği yaparak ortak akılla Ankara’yı nasıl yöneteceğimize bakmamız lazım. Şu anda Melih Gökçek’in benim için anlamı, sadece bir seçmen olmasıdır. Kendisinden herhangi bir hasmâne tutum gelmediği müddetçe, Gökçek hakkında hiç konuşmak istemiyorum açıkçası. Çünkü bugün televizyonlarda da yayınlandı; Ankara’da benim rakibim çoğaldı. Bir tane değil, birçok rakibim var. Hepsiyle birden boğuşurken, açıkçası bir de Gökçek ile boğuşmak istemem. 

Türkiye’de, farklı partiler olması durumunda merkezî iktidarla yerel iktidar arasında sorun olabileceği öteden beri söylenir. Şimdi üstüne bir de Başkanlık Sistemi geldi. Biliyorsunuz Başkanlık Sistemi’nde, Cumhurbaşkanı’nın ya da Başkan’ın olağanüstü yetkileri var. Böyle bir durumda, muhalif parti adaylarına en çok sorulan soruyu size sorayım: Ankara’yı kazanırsanız ne bekliyorsunuz? Çünkü doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlı bir hükümet var. Sorun yaşanır mı? Siz mâkul bir şekilde görevinizi yapabilecek misiniz?

Öncelikle muhalefette olan belediyelere bakmak lazım. Buna bir örnek Eskişehir. Eskişehir Belediyesi’nin hem Meclis’te çoğunluğu yok, hem de yıllardır muhalefette. Ama ulaştığı seviyeye bakarsanız, belki yüz binlerce ya da milyonlarca turist şehri gezmeye gidiyor ve oraya kaynak bırakıyor, para bırakıyor. Bir de tabii, orada belediyeye ilişkin yapılan çalışmalar da ortada. Demek ki öncelikle iktidar olmak gerekmiyor. 

Ankara’da da tam tersine, 2002’den beri devam eden bir hükümet var, iktidarı 17 yıldır sürüyor. Ama aynı zamanda da, aynı partiden olan bir belediye başkanı vardı. Ankara’ya “En önemli sorunlar nedir?” diye sorduğunuz zaman “ulaşım” diyor. Ama metrosu yapılmamış. “Su” diyor, hem pahalı hem içilemez durumda. Yeşil alanlar az. Çarpık kentleşme var. Yani iktidar olmasına rağmen, Ankara’nın önemli problemleri tam manasıyla çözülememiş. Böyle bakarsanız, hükümet olmanın tek başına bir önemi olmadığı ortaya çıkar. Kaldı ki ben de 10 yıllık belediye başkanlığımda, 6,5 yıl muhalefette çalıştım. Ama bu durumdayken bile –şimdiki Cumhurbaşkanımız o zaman Başbakan’dı– ondan da yardım aldım. Sayın Beşir Atalay’dan, Cemil Çiçek’ten, birçok hükümet görevlisinden yardım aldım. Çünkü yapacağınız hizmeti yapıyorsunuz, oraya bir eser bırakıp gidiyorsunuz. O yardım verenlerin isimlerini de “Burası, şuradan gelen kaynakla yapılmıştır” diye her yere yazdım. Hatta ve hatta gazete haberi yaptırdım. Hatırlarsanız, o günlerde Sayın Cumhurbaşkanı bir açılışa gelmişti. Kendisini, Belediye Başkanı sıfatıyla çiçek vererek karşıladım. Şu andaki yetkiye göre, belediyelerin, önemli yatırımları ve harcamaları ile ilgili Cumhurbaşkanlığı’ndan izin alması gerekiyor. Biz Ankara için yapacağımız işlerde elbette ki Cumhurbaşkanı ile görüşürüz. Devletin en tepesinden, muhtarlarına kadar, “Ortak akılla yönetelim” diyoruz. Biz oraya kavga etmek, çatışmak, siyaseten birbirimizi hırpalamak için gitmiyoruz. Zaten benim farklı bir belediyecilik anlayışım var. Belki birçok belediye başkanı da benim gibi düşünüyor: Biz, seçildikten itibaren kamu görevlisiyiz. Dolayısıyla bizim, siyaset yapmak yerine, bir an evvel Ankara’nın sorunlarını nasıl çözeceğimize, kiminle çözeceğimize odaklanmamız lazım. Ankara herhangi bir Anadolu şehri veya kasabası değil. Büyük bir kent. Ankara’da engellenen, yaptırılmayan herhangi bir hizmet olursa, burada aksayacak herhangi bir hizmet, evet, belediye başkanını zora sokar, ama hükümeti de zora sokacağı kanaatindeyim. Belediye Meclisinde oluşacak tabloya da bakacak olursanız, zaten Ankara’yı Mecliste olan bütün üyelerle ve ortak akılla yönetmemiz gerekecek. 

Siz siyasetten uzak durmaya çalışıyorsunuz. Kampanyanızı Ankara üzerine inşa etmeye çalışıyorsunuz. Ama bildiğiniz gibi iktidar ortakları seçim kampanyalarını beka ve siyaset üzerine inşa ediyorlar. Ankara’da bunun çok çarpıcı bir örneği de oldu: Su tahsilatına gelecek ya da saati okuyacak kişinin PKK ya da FETÖ mensubu olması gibi birtakım varsayımlar ortaya atıldı. Bunlar seçmende bir karşılık buluyor mu?

Hayır, bulmuyor. Çünkü ben miting ve toplantılara gittiğim zaman şunu söylüyorum: ‘’Yenimahalle Belediye Başkanınız Sayın Fethi Yaşar, ilçeyi AK Parti’den aldı ve şu anda CHP’li bir belediye başkanı. Hiçbir işçiyi çıkartmadı. Eski ekiple devam etti. İki dönemdir de görevini sürdürüyor. Vatandaşa da, hükümete de soruyorum: Siz şimdiye kadar Yenimahalle Belediyesi’nde kaç tane terörist yakaladınız? Çankaya Belediyesi uzun yıllardır CHP’de. Kaç tane terörist yakaladınız? Eskişehir’de, Muğla’da kaç tane yakaladınız?’’ dediğimiz zaman, bunun inandırıcılığı kalmıyor. Ayrıca, Sayın İçişleri Bakanı “Dağlarda 700 PKK’lı kaldı” derken, Ankara’da 20 bin PKK’lıyı nereden bulacak bilmem. Bunların siyaseten söylendiğinin, insanları korkutmak amacıyla söylendiğinin farkındalar. Bir de, bizim siyasî müktesebatımız var. “Birisine iftira atacaksanız, yakışan iftira atın” derler. Dolayısıyla bunların bizim üzerimizde tutma ihtimali hiç yok. “Demek ki Mansur Yavaş seçimi kazanıyor ki bu kadar üstüne gidiyorlar” gibi, tam tersi bir etki yarattığını düşünüyorum. Kimse bunlara inanmıyor. 

Ankara’daki meslektaşlarımdan, Mehmet Özhaseki’nin bir televizyon programına çıkıp sizinle tartışmak istediğine dair bir şey duydum. Bunu bir yerde açık bir şekilde görmedim; ama kulis takip eden, güvendiğim meslektaşlarım söylüyor. Böyle bir şey sizin kulağınıza geldi mi? Böyle bir teklif gelirse ne dersiniz?

Gelmedi. Ben daha önce de söyledim: “İzin alsın, ondan sonra fikrimizi söyleriz. Ben izin almadan konuşabiliyorum” dedim. Bugüne kadar kamuoyuna yansıyan net bir şey yok. Yansısın, ona göre konuşacağız. Vereceğimiz cevaplar var. Çünkü böyle bir şey olursa, hangi kanalda, kiminle çıkılacak, bunların hepsine bakmak lazım. Ama benim açımdan, bir önyargım veya izin almamı gerektirecek bir pozisyonum yok. Bunu neye dayanarak söylüyorum? Bizim aleyhimizde basın toplantısı yapıldığı zaman, neredeyse Türkiye’nin tamamına duyurulacak şekilde yapılıyor. Maalesef medyanın durumu ortada. Ama biz basın toplantısı yaptığımız zaman, herkes penguen oluyor, yüzünü gözünü kapatıyor. Böyle adil olmayan bir seçim varken, elbette biz de birtakım şartları ortaya koymayı düşünürüz. Her şeyin adil olması lazım. Televizyona canlı yayına çıksak, herhalde bazı televizyonlar, rakibim Özhaseki’nin konuşmasını verecekler, ben başlayınca susturacaklar. Çünkü iş o aşamaya kadar geldi. Ülkemiz açısından üzücü. Yargıda dünyadaki sıralamamıza, basın özgürlüğündeki sıralamamıza baktığımızda ülkemiz adına üzülüyoruz. Bu konuşulan konuların birçoğunun, siyaseten, seçim döneminde konuşulduğunu… Umuyorum, seçimden sonra bunlar unutulur, ortadan kalkar. Çünkü Türkiye’nin uzlaşmaya ihtiyacı var, yeni kutuplaşmalara, kavgalara ihtiyacı yok. 

Ben hep şunu söyledim: Bu tartışma sadece Ankara’da var. Ben ılımlıların temsilcisiyim Ankara’da. İnsanlar kavga edeni sevmiyor. Dün Kızılcahamam’a gittiğimizde, 91 yaşındaki bir teyzemizin ‘’Sabahlara kadar ağlıyorum evladım. Bunlar sana neden böyle iftira atıyorlar?’’ diye bana bir sarılışı vardı. Dün televizyonlarda yayınlandı bu. İnsanların bana bir bakışı var; ağzından kötü söz çıkmayan, mâkul, efendi biri olarak gönüllerde yer etmişim. Ben bunu, sokağa çıktıkça, özellikle bizden yaşça daha büyük abla ve ağabeylerimizden görüyorum. Ben Türkiye siyasetine bunun hâkim olmasını istiyorum. Kötü söz söyleyerek, kutuplaşarak bir yere varamayız. 

Şunu da söyleyerek bu konuya son vermek istiyorum: Kaç seçim geçirdik. Her seçimde, yerine göre 5’li çete olduk karşılarında. Yerine göre 4’lü çeteye indik. Sürekli bu tür tartışmalar oldu. İktidar, kendisine oy vermeyen herkesi çok ağır bir şekilde suçladı. Bu kadar suçlamaya rağmen, Ankara’da, ne iş yerlerinde, ne esnaflar arasında, ne de aynı apartmanda oturup farklı görüşlere sahip, farklı partilere oy veren insanların hiçbirisinin kavga ettiğini görmüyoruz. Toplum bunu istemiyor, bunu görmeleri lazım. Bu nedenle, bu tür fanatik, katı düşünenlerin sayısının çok az olduğunu, toplumun büyük çoğunluğunun kavga istemediğini görüyorum. Çünkü çeşitli vesilelerle yıllardır devam eden bu ötekileştirmeye, ayrıştırmaya karşı, toplumun hâlâ dimdik ve bir arada durmasının başka izahı yoktur. İnşallah böyle devam eder. Buna benim de bir katkım olursa, çok sevinirim. 

Programı kapatmadan önce son olarak şunu sormak istiyorum. Siz CHP’nin adayısınız, İYİ Parti de destek veriyor. Kampanyanızı kiminle yapıyorsunuz? Bütün bu partilerle mi? Çünkü yıllardır Ankara’da siyaset yapıyorsunuz, çok deneyimlisiniz. Seçimlere de girdiniz. Nasıl yürüyor Mansur Yavaş kampanyası? Bir CHP-İYİ Parti ortak kampanyası mı? Nedir?

Ortak kampanya yürütülüyor. Gideceğimiz yerler önceden belli. İster İYİ Parti milletvekili, ister CHP milletvekili, kim müsaitse mutlaka birkaç tanesi programlarımıza katılıyor. O manada hiçbir sorun da görünmüyor. Mesela, İYİ Parti’nin adayı olan bir yere, İYİ Parti ve CHP İl başkanları muhakkak katılıyorlar. Veya CHP’nin ilçe adayı olan yere, İYİ Parti’nin milletvekili ve il başkanı mutlaka katılıyor. Bu, halka da anons ediliyor. Onlar da oraya gelen misafirlerin kim olduğunu duyuyorlar. Şu âna kadar en ufak bir sorun çıkmadı.

İlginçtir, 24 Haziran’da “ittifak” olarak tanımlandığında birlikte hareket etmeyi çok fazla görmemiştik. Şimdi “işbirliği, güç birliği” olarak tanımlanıyor ve daha fazla öne çıkıyor. Mesela, geçen gün İYİ Parti’ye yakın olan Yeniçağ gazetesine baktım. Yeniçağ’ın içerisinde, çok sayıda CHP’li hakkında pozitif yayınlar vardı. Sanki, bu seçimde gerçek bir ittifak oluşmuş gibi duruyor. Ne dersiniz?

Aslında geçen sene Ankara’da bunu başarmıştık. Keşke devam edebilseydi. Ankara’da gerçekten çok zıt bilinen kutuplar yan yana gelip birlikte çalıştılar. Hep söylediğim gibi, bu, inşallah toplumun uzlaşmasına katkı verir. AK Parti’den de, MHP’den de bekliyorum aynısını. Aynı ülkede yaşıyoruz. Aynı otobüsleri, aynı apartmanları kullanıyoruz. Belediyenin akıttığı aynı suları içiyoruz, aynı parklarda beraberiz. Böyleyken aramızda hiçbir sorun yoksa, bir seçim için neden birbirimizi kıralım? Neden birbirimiz için kötü şeyler söyleyelim? Bunu anlamak mümkün değil. Sonuçta o makamlara oturanlar, halkın verdiği paralardan, vergilerden maaşlarını alacaklar ve işlerini yapacaklar. Bu şekilde düşünmek lazım, ama siyaset işin içine girince…

Ama burada şöyle bir durum var: İstanbul, Ankara, 25 yıldır bir gelenek tarafından yönetilen şehirler. Biliyorsunuz, merkezî iktidara gelişi de bu yerel iktidarlarla olmuştu. Onların gitme ihtimalinin muhalefet üzerindeki siyasî sonuçları ne olur, bu ayrı bir tartışma. Ama iktidarın büyük ortağı için, yani AK Parti için herhalde çok ciddi bir siyasî anlamı olacaktır. Eğer iddia ettiğiniz gibi Ankara’yı çok net bir farkla siz alırsanız, bunun siyasî mesajı çok yüklü olacak, değil mi?

Siyasî mesajı nasıl olur bilmiyorum, ama Ankara’da aday tercihindeki yanlışlık olarak da değerlendirilebilir. Veya son süreç nedeniyle aradaki farkın açıldığı, hata yapıldığı da tartışılabilir diye düşünüyorum. Çünkü bugüne kadar hiçbir şekilde iki kişi arasındaki hukukî ihtilafı siyasete taşıma olayı olmamıştı.

Bakın şunu söylüyorum: Ben mal beyanımı açıkladım. Kaç yıldır da hükümet elinizde. Bütün harcamalarım, elde ettiğim gelirler ortada. Ve iki defa da Gökçek’e karşı aday oldum. Eminim ki her şeyim didik didik araştırılmıştır. Bana, “Sizin şu projeniz yürümez, yanlış düşünüyorsunuz. Şunları şunları yapamazsınız, karşılığı yok” desinler, bunların tartışılması lazım aslında. Bunlar tartışılamayınca, size başka bir şey söyleyemedikleri için, bu şekilde korkutma yoluna gidip “Belki böyle oy alabiliriz’’ diye düşünüyorlar. Hatırlayın, 2009 seçimlerinde “Gökçek gidecek sol gelecek” diye korkuttular. 2014’te “Devletimizin istikbali” dendi. Şimdi “Devletin bekası” deniyor. Böyle böyle gidiyor. Seçim kazanmak için herkesin kendi tarzı ve propaganda usulü var, oradan devam ediyorlar. Biz ise üç seçimdir, Ankaralı bizi nasıl tanıyorsa aynı şekilde oradan devam ediyoruz.  

Çok teşekkür ediyoruz Mansur Bey. Kolay gelsin. Belki seçimden önce sizi bir kere daha yakalayabilirsek, bir yayın daha yapmaya çalışırız. Çok da zaman kalmadı ama.

Uygun olursa, hay hay. 

Oldu efendim. Çok teşekkür ediyorum. CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mansur Yavaş ile yaptığımız yayın burada sona eriyor.  Kendisine çok teşekkürler, izleyicilerimize de teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.