Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Marcel Gauchet: “Korkarım, demokrasinin ortak değerlerini kaybediyoruz”

Demokrasi düşünürü, filozof ve tarihçi Marcel Gauchet, Sosyal Bilimlerde Yüksek Araştırmalar Okulu EHESS’te onursal araştırma-yöneticisi; 1980’de Pierre Nora ile birlikte kurdukları, önde gelen Fransız entelektüel dergilerinden Le Débat’nın (Gallimard) başyazarı. Özellikle de “Demokrasinin Gelişi” (L’Avènement de la démocratie, Gallimard, 2017) adında, dört ciltlik bir eserin yazarı. 

Gauchet ile Le Monde’dan Françoise Fressoz’un yaptığı ve 11 Mart 2019’da yayınlanan söyleşiyi Haldun Bayrı çevirdi.

Marcel Gauchet

Demokrasi tehlikede mi? 

Yurttaşların büyük bir kısmında muazzam bir hüsrana yol açacak ve nereye götürdüğü bilinmeyen bir itiraz doğuracak derecede işleyiş bozukluğu yaşıyor. Esasında kötümser de değilim; zira demokratik rejime hakiki bir alternatif önerisinin su yüzüne çıktığını görmüyorum. Elbette bulanık otoriter eğilimler var; ama onları taşıyacak ne ideoloji, ne toplumsal kuvvet, ne de örgütlenme var. 1930’lu yıllarla aradaki en büyük fark bu: Demokrasi ilkesi kafalara öyle bir girdi ki başka her şey bizim için düşünülemez. 

Buna karşılık, demokrasiyi uygulamaya dökmek ve onu düzgün bir şekilde işler kılmak için tatminkâr çözümler yok elimizde. Benim çekindiğim, bir sorgulamadan ziyade, demokrasinin ortak değerlerinin yitirilmesi durumu; bu durumda, demokrasi adına, uzlaşıyla iyi yaşatma tarzı diye kabul edilene doğru bir yol açılmasına izin vermeden, bütünüyle çelişik eğilimler gün ışığına çıkar. Bu durumun benzerini yaşamadık ve bu çok rahatsız edici; ama diktatörlüklere geri dönüldüğünün belirtisi değil. 

Bununla birlikte, kamuoyu araştırmalarında, demokrasiye bağlılık geriliyor, oysa otorite talebi artıyor. 

Bu doğru, ama o verileri düzgün bir biçimde yorumlamak gerek: Daha fazla otorite özleminin ardında esas olarak ifadesini bulan şey, siyasetin artık sağlamadığı verimliliğe olan bir talep. Demokrasinin iyi işlemesi için, hem her birimizin özgürlüğünü garanti edebilmesi, hem de kolektif iktidara iş gördürebilmesi lâzım. Her birimizin özgürlüğü geniş ölçüde edinilmiştir/müktesep durumdadır. 

Buna karşılık, herkesin iktidarının tamamen kusurlu olduğu görünüyor. Bugün bizatihi demokrasi terimi üzerindeki küsüşmenin bağrındaki bir hüsranı besliyor o iktidar. Popülizmin farklı derecelerde etkilediği ABD, Büyük Britanya, Macaristan, Polonya ya da Fransa kadar çeşitli demokrasilerde saptanıyor bu. 

Fransa bunlardan ne bakımdan ayrılıyor? 

Fransa 1980’li yıllardaki dönemeci özel olarak kötü geçirdi; zira büyük demokrasiler içinde, kamusal otoriteden en fazlasını bekleyen ve siyasetin iş görürlüğüne en çok inanan demokrasi o. Oysa otuz yıldır iktidar, devleti esas kaldıraçlarından yoksun bırakan özelleştirmelerle, kötü yürütülen bir adem-i merkeziyetçilikle ve kamusal kararları bulandıran bağımsız yetkililerin çoğalmasıyla seyrelmiştir. Bu yüzden, Fransızların hesap sorma vakti geldiği zaman, sadece ve sadece cumhurbaşkanına doğru dönerler, çünkü başkanlık seçimi onu kimliği belli tek sorumlu haline getirmiştir. 

Kamusal ruh Alain Juppé’nin dediği gibi “marazî” hale mi geldi? 

Önüne gelenin hiçbir cezaya uğramaksızın tüm Yeryüzü’ne küfretmesine olanak tanıyan bir teknolojik devrim oldu. Liberal felsefe açısından, hakiki bir sorun çıkarıyor bu: Sorumluluğu olmayan sınırsız bir ifade özgürlüğü sorunu. Artık siyasîliği kalmayıp ahlâkî ve öznel olan bir radikallik gelişiyor ve ötekinin bakış açısına karşı sert bir hoşgörüsüzlüğün damgasını taşıyor. 

Elbette endişe verici bu; zira demokrasi sadece özgürlük değildir, huzur getirici bir anlaşmaya varmaya yönelik ortak bir tartışmanın da hizmetinde olmasıdır özgürlüğün. Bu boyut en kültürlü insanların bile kafasından psikolojik olarak yok oluyor. 

Elitler niçin bu kadar damgalanıyor? 

Onlarda kınanan şey var olmaları değil ortak yazgıyla uğraşmamaları. 1960’lı yıllarda General de Gaulle’ün teknokrasisi meşruydu, zira kamu hizmeti etiğiyle çalıştığı algısı vardı. 

Bugün artık durum böyle değil. Ayrıca, kamu sektörüyle özel sektör arasındaki karışımlara ve gidiş-gelişlere bağlı olan yapısal bir sorun da var. Yurttaşların zihninde sürekli bir yolsuzluk kuşkusunu ayakta tutuyor. Durumu netleştirmek gerek. 

Halk ile seçilmişleri barıştırmak hâlâ mümkün mü? 

Sanırım. “Sarı Yelekliler” hareketinde heyecan verici olan şey, siyasete yönelttikleri güçlü taleptir. Yurttaş girişimiyle referandum (RIC) etrafındaki taleplerini alın: “Bütün iktidar Sovyetlere” demekten ibaret değil bu; “Bazı konularda size güvenmiyoruz, dolayısıyla bize danışılsın istiyoruz” talebini öne çıkarmaktır. İlke olarak bu talebe cevap vermekten men edecek bir şey görmüyorum. 

Kurumlara dokunmak gerekir mi? 

Kurumsal alt üst oluşa inanmıyorum. Kurumlar her zaman aktörler onları nasıl kullanırsa ondan ibaret olacaklardır. Her şey siyasî personelin bilgeliği ve iktidar yanılsamalarına direnme kapasitesine dayanır. Bilge bir başkan, her şeye tek başına karar veremeyeceğini, toplum içinde bağlantılara ihtiyacı olduğunu anlamalı ve toplumun ifade ettiği, sözüne kulak verilme ihtiyacına bir tercüme bulmalıdır. 

İşin zorluğu, halkın talep ettiğini tutarlı bir hale getirecek çarkın esaslı bir dişlisinin noksan olmasıdır: Partilerin hepsi yıpranmış durumda; ama burada da kabahat kimin? O partilerin yetkilileri kolektif zekâya/ortak akla katkıda bulunan ağırlayıcı örgütlenmeler yapabildiler mi? Bizi bu sorulara cevap vermekten muaf tutan bir mekanizma hayali kurmayalım. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.