Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan, büyüsünü kendi eliyle bozmaya devam ediyor

Erdoğan siyasi hayatının en zor seçim kampanyalarından birini yaşıyor. Bunun en büyük nedeni negatif bir kampanya yürütmesi. Buradan geniş dönüş mümkün mü?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Recep Tayyip Erdoğan’ı İstanbul’da Refah Partisi’nin İl Başkanı olduğu tarihten beri bir gazeteci olarak biliyorum. Ve hatta 1989’de ilk yerel seçimde Beyoğlu’ndan Refah Partisi’nin adayı iken ben de bir Beyoğlu seçmeni olarak Cihangir’de oturuyordum o sırada. Seçim kampanyasına bir vatandaş olarak da tanık olmuştum. O zamandan bu zamana Erdoğan belediye başkanlığı ya da milletvekilliği yaptı ve bu adım adım gelişti, cumhurbaşkanlığına kadar gitti. Kampanyalarını bir gazeteci olarak yakından, olabildiğince yakından takip etmeye çalışıyorum. Bu seçim kampanyasında açıkçası hiçbir yere gitmedim. İlkin, imkânım pek olmadı. İkincisi de, açıkçası çok fazla heyecan duymuyorum. Çünkü en son gittiğim, 24 Haziran’da izlediğim kampanyalardaki olağanüstü güvenlik önlemleri ve halkla yani seçmenle Erdoğan arasında örülen duvar ve biz gazetecilerle örülen duvar ve gazetecilere yönelik güvenlik güçlerinin vs. tavrı gibi şeylerle açıkçası çok da heveslenmedim. Halbuki meslektaşlarım da bilir, ben mitingleri, seçim faaliyetlerini izlemeyi çok seven birisiyim. Özellikle de Refah Partisi, Fazilet Partisi ve AKP mitinglerini çok yakından izlemiş birisiyim. 

Ama bu seçimde, mitinglere gitmesem de Erdoğan’ın bütün söylediklerini duydum; zaten siz kulaklarınızı tıkasınız bile hep karşınızda Erdoğan var. Dün Trabzon buluşmasında Berat Albayrak’ın dediği gibi, insanları televizyonları izlemeye çağırıyor ve orada gerçeklerin açık bir şekilde söylendiğini belirtmiş. Çünkü medya tamamen kontrolü altında. Yaptıkları her faaliyet her yerde karşımıza çıkıyor. Sosyal medyada da karşınıza çıkıyor, en azından reklam olarak karşımıza çıkıyor. Mesela şöyle ilginç örneklere tanık olduk: Ankara ile ilgili yaptığım yayın, Mansur Yavaş ile ilgili yaptığım yayının videosunun girişinde kim oldukları belli olmayan birilerinin YouTube’a verdiği, birtakım isimlerle verdikleri reklam videosu başlıyor. Ve bu reklam videosunda Mansur Yavaş’ın –tırnak içinde söylüyorum–, onları tabiriyle “yalanları” ya da “oyunları” anlatılıyor. Yani her yerde tam anlamıyla iktidar tarafından kuşatılmış durumda Türkiye’de kamuoyu. Özellikle de Erdoğan’ın söylemleriyle kuşatılmış bir durumdayız. 

Ama benim gördüğüm kadarıyla bu seçim, Erdoğan’ın, benim izlediğim kadarıyla kariyerinde en başarısız olduğu seçim kampanyası diyebilirim. Bu aslında bir sürecin sonunda gelinen bir nokta, adım adım geldiği bir nokta. Ama bu seçimde bunun çok daha bariz bir şekilde kendini gösterdiği kanısındayım. Bunda tabii bu seçimin hemen bir ekonomik krizin ortasında yapılıyor olmasının etkisi çok büyük. 24 Haziran seçimleri krizin arifesinde yapılmıştı. Şimdi krizin tam göbeğindeyiz. Ekonomide yaşanan ve kolay kolay çözüleceğe de benzemeyen kriz Erdoğan’ın zaten çok zor olan durumunu daha da zorlaştırmış durumda. Ve krizini, kendi krizini, kendi ideolojik ve politik krizini daha da derinleştirmiş durumda. Burada en önemli husus bence bir süredir izlediği ve bu seçimde çok daha net bir şekilde izlediği tamamen negatif bir propaganda, kampanya inşa etmesi — ki bu Erdoğan’ın tavrı olan bir şey değil. 

Erdoğan’ın bundan önceki süreçlerde de, Refah Partisi zamanından itibaren gelen süreçlerde en büyük artısı –ve bu yayının başlığına da atıfta bulunursak– “büyü”sü şuydu: Herkes ona düşmandı, o düşmanlarını çok da fazla takmadan doğrudan topluma, seçmene hitap eden, onlara bir şey söyleyen bir liderdi. Ve genç bir liderdi. İleriye yönelik birtakım vizyonları olan bir liderdi. Ve bu tavrı ile herkes kendine saldırırken o kendini savunma ihtiyacını da çok fazla hissetmeden kendi bildiğini anlatan, kendi vizyonunu anlatan bir siyasetçi profilini çizebildiği ölçüde başarılı oldu. Yani özetlersek: Herkes ona düşman, ama o seçmene dost bir siyasetçi profili çizdi ve bunda da büyük ölçüde başarılı oldu. Tabii ki bunun aksadığı birtakım yerler vardı, kendisini tutamadığı yerler çok oldu. Ama genel olarak izlediği çizgi buydu. Fakat bir süredir ve özellikle bu seçimde şunu görüyoruz: Erdoğan herkese düşman, Erdoğan herkesle kavgalı ve insanlara, doğrudan topluma bir şeyler anlatmak yerine toplumun beklentilerini, halkın, seçmenin beklentilerini bilip, onları sahiplenip, onlara çözüm önerileri, vaatlerde bulunmak yerine, o insanlara ötekilerini çekiştiren bir Erdoğan pozisyonunda görüyoruz. 

Ne yapıyor? Mesela Yeni Zelanda’daki terör saldırılarının görüntülerini hâlâ yayınlamaya devam ediyor. Başkalarının, rakiplerinin, şeytanîleştirdiği kişilerin görüntülerini yansıtıyor. Dün gece şöyle bir olay oldu: Yurtdışında yaşayan bir dostum beni aradı ve bana büyük bir heyecanla televizyonda büyük Trabzon buluşmasını izlediğini ve orada Erdoğan’ın benim bu stüdyoda –ama stüdyo masası farklıydı– 1 Kasım seçimleri öncesi Selahattin Demirtaş’la yaptığımız söyleşiyi ekrana yansıttığını söyledi. O yurtdışında olduğu için yeni görmüş. Halbuki biliyorum, ilk günden beri burada bizim Selahattin Demirtaş’la yaptığımız yayının bir bölümünü bütün mitinglerinde yayınlıyor. Burada yaptığı ne oluyor? Sonuçta Selahattin Demirtaş’ın ne kadar terör destekçisi vs. olduğunu göstermeye çalışıyor. Ama sonuçta yaptığı, baktığınız zaman Selahattin Demirtaş’ın reklamı oluyor. Bugün Kemal Öztürk Yeni Şafak‘ta yazmış. Özellikle HDP kısmını yani Erdoğan’ın ve iktidar ortaklarının, Bahçeli de dahil, MHP ve AKP adaylarının bu HDP karşıtı söyleminin HDP’yi alabildiğine motive ettiğini ve HDP’nin özellikle büyükşehirlerde aday göstermediği yerlerde HDP seçmenindeki sandığa gitme arzusunu kamçıladığını söylemiş. Daha doğrusu ilk aşamada kendi adayı olmadığı için HDP seçmeninin yüzde 25’i sandığa gitmeyi düşünmezken, şimdi bu oranın iyice azaldığını ve bunu da yapanın iktidar partisinin sözcüleri olduğunu ya da iktidar koalisyonunun sözcüleri olduğunu söylüyor. 

Normal şartlarda bu aslında geçmişte başarıdan başarıya koşan, seçim başarıları yaşayan Erdoğan’ın yapacağı bir şey değildi. Bu tür kavgalar yapmazdı; onun yerine, muhalefet partileri seçimlerde bir Erdoğan düşmanlığı ile oy toplamaya çalışırlardı — ki bunu en açık yapanlardan birisi şu andaki ortağı olan Devlet Bahçeli idi. Çok sayıda Bahçeli mitingi izledim. Erdoğan’la kurduğu bu koalisyon öncesinde Bahçeli’nin, Devlet Bey’in yaptığı, konuşmalarında yaptığı en önemli şey Erdoğan eleştirisiydi ve Erdoğan’ı milliyetçilik üzerinden eleştirmesiydi. Yani Erdoğan’ı milliyetçi bulmadığı için, hatta milliyetçilik karşıtı bulduğu için eleştirmesiydi. İşte bu noktada bir başka olayla karşı karşıyayız. 

Erdoğan’ın büyüsünün en önemli özelliklerinden birisi, bence onun geçmişteki başarısının en önemli özelliklerinden birisi bence şuydu: Milliyetçi-muhafazakâr ya da muhafazakâr-milliyetçi bir coğrafyanın lideri olarak ortaya çıkan, kitlelerin lideri olarak ortaya çıkan Erdoğan, milliyetçiliği ve hatta muhafazakârlığı, ama özellikle milliyetçiliği hep belli bir dozda tutmasıyla dikkat çekiyordu. Ve bu yüzden de belki haklı nedenlerle, kendince haklı nedenlerle MHP’lilerin, özellikle de Bahçeli’nin tepkisini çekiyordu. Milliyetçi-muhafazakâr tabana seslenen, o kesime seslenen Erdoğan için ilk başta riskli bir şeydi bu. Ama daha sonra bence tek başına iktidara gelmesinin ve o iktidarı artan oy oranlarıyla korumasının bence en sihirli metotlarından birisiydi. 

Yani siz milliyetçiliği ile ve muhafazakârlığı ile temayüz etmiş kitlelerin temsilcisisiniz, içinden çıkıyorsunuz. Ama bu milliyetçiliğe ve hatta muhafazakârlığa çok fazla vurgu yapma ihtiyacı hissetmiyorsunuz. Onun yerine birtakım kalkınma temelli ya da demokratikleşme temelli ya da Kürt sorununu çözme gibi konularda birtakım vaatlerle, vizyonlarla çıkıyorsunuz. Ama bir süredir biliyoruz ki bu, onun başarısının ve o anlamda da büyüsünün en önemli zeminlerinden birisiydi. Ama ne zaman ki Erdoğan milliyetçilikte Bahçeli ile yarışır oldu, artık o büyüsünü bozmaya başladı ve artık o büyünün büyük ölçüde yok olduğunu görüyoruz. 

Çünkü şöyle bir olay var bana göre: Tabanda “Evet, biz milliyetçiyiz; evet, biz muhafazakârız. Dinimize sahip çıkarız. Tamam, bunlar zaten verili bir durum. Ama bizi yönetecek olan kişilerin bunların ötesinde bir şeyler söyleyebilmesi lâzım” şeklinde bir beklenti var. Bunu bir başka yayında da söylemiştim. Mesela AKP’nin kuruluşunda, ilk örgütlenmesini yapan, önde gelen isimlerden birisi bana anlatmıştı. Anadolu’da, İç Anadolu’da dolaştıklarında, halka dinî birtakım mesajlar verdiklerinde, insanların kendilerine “Ya tamam, biz dinimizi biliyoruz, sizin de dindar olduğunuzu biliyoruz. Bunları bırakın. Siz esas işsizliği nasıl çözeceksiniz, şu sorunları nasıl çözeceksiniz onu anlatın” dediklerini söylemişti. Ve AKP’nin başarısının, ilk kuruluşundaki başarısının en büyük nedeni de bence olayı din temelli olarak götürmek yerine tamamen somut sorunlara somut çözüm önerileri getirmek, ama bunu yaparken de kendi milliyetçi-muhafazakâr kimliklerini de gizlememekti. Ama şimdi Erdoğan bu kimlikleri alabildiğine öne çıkartıyor, insanların gözüne sokuyor. Öte yandan sorun çözme, vizyon önerme, perspektif sunma gibi noktalarda gerçekten çok sessiz ya da heyecan verici çıkışlar yapmıyor. 

Yani bu seçime damgasını basan olay nedir? Bir önceki seçimde Millet Bahçeleri’ydi, yuvarlanmaktı. Ne olduğunu insanlar doğru dürüst anlayamadı. Şimdi de çay paketi dağıtmak. Bunlar gerçekten Erdoğan’ın yakından izlediğim kariyeri için bence trajik bir varış noktası. Bunun çok daha ötesini yapabilecek bir liderin, yaşadığı ideolojik ve politik kriz nedeniyle ve bu ideolojik ve politik krizin ekonomik krizle iç içe geçmesiyle ve iktidarı elinde tekelleştirdiği ölçüde bir yandan otoritesini güçlendirirken ama aynı zamanda da zayıflamasıyla, güçsüzleşmesiyle alâkalı bir şeyden bahsediyorum. 

Son bir örnek vermek istiyorum. Giresun’da yaşanan acı bir olay var: Rabia Naz olayı. Bu olay, diyelim ki bundan 10 yıl önce olsaydı, yani 11 yaşında bir kız çocuğu meçhul bir şekilde, ama babasına göre, ailesine göre meçhul değil ama bir şekilde hayatını kaybetmiş, mazlum bir ailenin mazlum bir çocuğu, hayatını kaybetmiş bir çocuk ve bunun, gerçeğin peşine düşen bir baba olayı var. Ve buna karşı tam bir duyarsızlık, ilgisizlik var. En son Adalet Bakanlığı’nın yaptığı açıklamadaki kuruluk ve iticilik, insanî hasletlerden alabildiğine uzak yaklaşım, gerçekten artık bu sihrin, büyünün iyice bozulmuş olduğunu bize gösteriyor. 10 yıl önce olsaydı o baba, o anne Erdoğan’ın yanında olurdu. Hatta belki de Erdoğan yanına giderdi, bu olaya el koyardı ve en azından görünüşte bir şeylerin değişmekte olduğunu, olayın… Hani çünkü şöyle bir sloganı vardı: Kimsesizlerin kimsesi. İşte tam böyle bir kimsesizlerin kimsesi olayı ile karşı karşıyayız. Ama kimsesizlerin kimsesi olmayan bir siyasî iktidar, tam tersine gerçeğin peşine düşen acılı bir babayı mahkemeye veren devlet yöneticileri, onu akıl hastanesine yatırmaya çalışan devlet yöneticileri vs.. Bu gelinen noktanın, Rabia Naz olayının, bu acı olayın, bize aslında AKP’de ve Erdoğan’ın yönetim tarzında nereden nereye geldiğimizi çok net bir şekilde gösterdiği kanısındayım. Artık buradan geri dönüş kolay kolay olmayacaktır. Ve bunu gören birtakım aşağıdaki insanlar, bu yaşananları gören insanlar, bu süre içerisinde Erdoğan’a destek veren insanların da onunla beraber yorulduklarını ve bazılarının artık usandığını müşahede ediyorum. 

Prof. Hüsrev Hatemi –yani doktor olan, diğeri Hüseyin Hatemi, hukukçu olan– sosyal medyada şöyle bir paylaşım yaptı Twitter’da: Bir uçak şeye girerse, neydi onun adı, aklıma gelmedi çok mahcup da oldum ama, uçak zor durumda kalırsa (türbulans) diyelim, “Siz orada pilotu değiştirip yerine başka pilot aramaya kalkarsanız uçağın düşmesine neden olursunuz” mealinde bir şey yazdı. Ve orada da şunu görüyoruz ki burada kastettiği uçak Türkiye ve uçağın pilotu da tabii ki Tayyip Erdoğan. Tamam, diyor ki “Evet bir sorun var”, bu sorunu görüyor. Ve bir diğer gördüğü husus da şu: Birileri, yakın çevresinde birileri bu uçağın yaşadığı sorundan pilotu sorumlu tutuyorlar. Ve o da diyor ki “Burada pilotu sorumlu tutmak yanlıştır. Bu dış etkenlerle olan bir şeydir. Burada pilota sahip çıkmak gerekir.” 

Şimdi bu AKP tabanında çok dile getirilen ve Erdoğan’ın da aslında pompalamaya çalıştığı bir husus. Ne diyor Erdoğan? Bu cezalandırılacak bir seçim değil. Yani tamam bir şeylere rahatsız olabilirsiniz, kızmış olabilirsiniz. Ama bu seçimde bunun hesabını sormayın. Hesap sorulacak seçim değil diyor Erdoğan. Bu da, Hüsrev Hatemi’nin söylediği de benzer bir olay. Ama burada doğru ya da yanlış, şunu görüyoruz ki, birileri gerçekten uçağın artık kötü bir durumda olduğunu, sarsıldığını ve bunun sorumlusunun da pilot olduğunu, o çevrede, uçağın içerisindeki yolcular –genellikle siyaset için tren benzetmesi yapılır ama burada uçak oluyor– uçağın içerisindeki yolcuların pilottan şikâyet ettiğini görüyor ki, “Aman pilota sahip çıkalım” demiş Prof. Hüsrev Hatemi. Ama birileri de tam tersine, “Artık bu pilotla bu iş gitmeyecek, bu uçak yoluna devam etmeyecek” diyorlar ki böyle bir şeyi alenen söyleme ihtiyacı hissetmiş. 

Nitekim benzer bir şeyi Erdoğan da, bu sefer belki ilk defa, seçimlerde ilk defa sandığa gitmemenin yanlış olduğunu Erdoğan’ın söylediğini gördüm. Sandığa gidilmemesinden, yani küskün seçmenden, oy kullanılmamasından şikâyetçi olanlar genellikle Türkiye’de AKP iktidarı döneminde muhalefettir biliyorsunuz. Muhalefet der ki tabanına “Aman ne olur gidin, aman bir oy bir oydur, işte yazlıklardan gelin vs. yapın, tatillerinizin zamanını buna göre ayarlayın” diye hep, her seçimde muhalefetin bir seçmeni sandığa taşıma gayreti vardı. Bu seçimde Erdoğan’ın bunu söylediğini görüyoruz — ki bu yeni bir olay. Demek ki burada konsolidasyon, bu seçimin en meşhur kavramlarından birisi konsolidasyon meselesi, gerçekten Erdoğan’ın yaşadığı bir mesele. Kendi tabanının kendisine sahip çıkmasını sağlamakta zorlanıyor. Bunun sorumlusu taban mıdır? Bence değildir. Bunu sorumlusu varsa, kendisi ve kendisi ile beraber bu yönetimin yaptıkları ettikleridir. Dolayısıyla hesap sormanın haksızlığını, yanlış olduğunu söylemeyen, ama bunun zamanı olmadığını söyleyen bir Erdoğan’la karşı karşıyayız. 

Son bir anekdotla bitirmek istiyorum. Geçenlerde bir genç arkadaşımla sohbet ediyorduk. Bana cep telefonunda Yenikapı mitinginden, Cumhur İttifakı’nın Yenikapı mitinginden fotoğraflar gösterdi arkadaşlarıyla beraber. Kendisi de gitmiş. Öteden beri ailecek zaten Milli Görüşçü ve daha sonra AK Partili olan bir arkadaş. Ve bana şunu söyledi: “Gittik, oradaydık. Gitmememiz söz konusu değildi. Ama bu fotoğrafta…” Bir fotoğraf gösterdi, 4-5 kendi yaşında arkadaşı. “Bu fotoğrafta gördüklerinden birisi dışında”, yanlış hatırlamıyorsam öyleydi, “birisi dışında hiçbirisi bu seçimde AK Parti’ye oy vermeyecek” dedi. Saadet Partisi’ne oy vermeyi düşünenler varmış. CHP’ye oy vermeyi düşünenler varmış. Bunları normal bir şeymiş gibi yaşıyor insanlar. Bu ne kadar genelleştirilir bilmiyorum, ama böyle olaylar da var. Ve benim anladığım kadarıyla Erdoğan da bunun çok iyi farkında. Ama artık bu saatten sonra bunu nasıl telafi edebileceğini bilmiyor ya da bilse de yapamıyor. 

Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.