Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan ne yapıp edip İstanbul’u alır mı?

Rusya’ya giderken İstanbul seçimleri hakkında yaptığı açıklamaların ardından “Erdoğan ne yapar eder İstanbul’u alır” diye düşünenler haklı çıktıklarını ilan ettiler. Öyle mi?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. İstanbul muamması hâlâ sürüyor. Ankara halloldu, Mansur Yavaş mazbatasını aldı; ama İstanbul hâlâ sürüyor ve burada genel eğilim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne yapıp edip İstanbul’u vermeyeceği –vermek istemediğini biliyoruz da– yolunda bir kanaat oluşturulmak isteniyor. İktidarın –Erdoğan başta olmak üzere– ve onun destekçilerinin bunu oluşturmak istemeleri anlaşılır bir şey; ancak Erdoğan karşıtı olma iddiasındaki, AKP karşıtı olma iddiasındaki kesimde de çok ciddi bir “Ne yapar eder, alır” kanaati var. Bu konuda yazılar yazılıyor, sosyal medyada özellikte çok şey dolaşıma girmiş durumda.

Şimdi bugün sabah Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı açıklamalara gelmeden önce bu bakışa bir göz atmakta yarar var. Şöyle bir yaklaşım var: “Erdoğan İstanbul’u vermez; çünkü Erdoğan biliyor ki İstanbulu alan Türkiye’yi kazanır, İstanbul’u kaybeden de Türkiye’yi kaybeder”. Doğru. “Dolayısıyla vermemek için elinden geleni yapacaktır”. Bu da doğru. “Ve o kadar güçlü ki, rejimi o kadar değiştirdik ki, her şeyi o kadar kendine bağladı ki, bunu yapar”. Bu yanlış. “Ne yapar eder, İstanbul’u alır” yaklaşımı bence baştan yanlış bir yaklaşım. Bir kere hem doğru çıkma ihtimalinin olduğunu düşünmüyorum hem de bu ele alış şeklinin pozitif bir ele alış şekli olduğunu düşünmüyorum. Şöyle ki, eğer İstanbul’u Erdoğan ne yapar eder alırsa bu kadar insan niye sandığa gitti? Eğer böyle olacaksa bu kadar insan günlerdir –özellikle CHP örgütü, CHP milletvekilleri– bir haftadır niye sandığın başında sabahlıyorlar? O zaman gidin deyin ki bu insanlara, “Ya, boşuna sabahlıyorsunuz, boşuna bekliyorsunuz; çünkü Erdoğan her istediğini yapar, bunu size vermeyecek, haydi gidin evinize mışıl mışıl uyuyun”. Halbuki böyle değil; bu sadece İstanbul’da çıkan bir sonuç da değil aslında; Ankara’da, Antalya’da, Adana’da hatta Bursa’da çıkan sonuçların bütün hepsine baktığımız zaman, Türkiye’deki bu “Erdoğan ne yapar eder, seçimi istediği gibi sonuçlandırır” algısının tamamen yıkılmasına yol açtı. İlk olarak da, “Erdoğan’ın sadık seçmenleri var; bunlar ölseler oy vermekten vazgeçmezler” algısını yıktı; “Erdoğan seçimde yenilmez” algısını yıktı. Tüm dünya bunu böyle okuyor; ama yine de tabii ki Erdoğan’ın buna nasıl cevap vereceğini bekliyorlar. Ama burada, Türkiye’de baktığımız zaman, Erdoğan karşıtı olma iddiasındaki bazı kişiler, “Bir şey olmaz, o bir şekilde bunu alır” diyorlar ve sonuçta aslında Erdoğan’ın en çok ihtiyacı olan o zemini hazırlamaya çok ciddi bir şekilde katkıda bulunuyorlar.

Şöyle düşünün: İktidar yanlısı bir gazetecinin, iktidar yanlısı köşe yazarlarının, sözcülerinin, televizyon kanallarının İstanbul’da usulsüzlük vs. olduğu yolundaki bir haftadır yaptıkları yayınların hiçbir etkisi olmuyor kendi tabanlarına bile etkisi olmuyor — bu çok net bir şekilde görülüyor. Eğer öyle bir şey olsaydı, taban gerçekten İstanbul’da seçimin çalınmış olduğunu düşünseydi, AK Parti tabanı bir şekilde bunu dile getirirdi. Böyle bir şey yaşanmadı, birincisi bu. Bunun karşılığında Erdoğan’ın güçsüzlüğünün sonucu olarak ettiği lafları, davranışlarını, verdiği tepkileri birileri onun gücü olarak algılıyor ve diyor ki: “Ne yapacak edecek, görün bakın, bunu vermeyecek”. Vermeyecek de ne olacak? “İşte, Erdoğan otoriterleştiriyor, pekiştiriyor” vs. vs. Bu tamamen yanlış; bence Erdoğan’ın İstanbul’u almasının, bu haliyle almasının imkânı yok. Alırsa eğer, bir şekilde alırsa, kalkar burada “Tamam, ben yanlış söylemişim” derim. Ancak şunu da özellikle vurgulamakta yarar var; benim durduğum yer, benim gibi insanların durduğu yer kanunlar, hukuk, evrensel ilkeler, sandığın kutsallığı ilkesi — ki bu noktada Abdülkadir Selvi çok güzel bir yazı yazmış Hürriyet‘te, okumanızı tavsiye ederim. Bu noktadan baktığımız zaman Erdoğan’ın İstanbul seçimlerini almasının imkânı yok ve bunu da söylemekte hiçbir beis yok. Ama bu durum ortada iken, “Böyle olabilir, ama istediğini yapar” dediğiniz zaman, aslında Erdoğan’la beraber hareket etmiş oluyorsunuz.

Bugün Cumhurbaşkanı Rusya’ya giderken açıklamalar yaptı. Bu açıklamanın ardından da “Ne yapar eder İstanbul’u alır” kanısına sahip olanlar, “Bakın, haklı çıktık” diye yine o kötümserliklerini piyasaya sürmeye başladılar. Bu açıklamalar Erdoğan’ın seçimi kaybettiğinin kendisi tarafından da kabul edilmesi açıklaması. Ne diyor? “Eninde sonunda 12 bin-13 bin oy farkıyla İstanbul gibi bir yer alınır mı?” diyor. Bunun demokrasiyle ne derece bağdaşmasını bir kenara bırakalım, “Evet, yenildik; ama az fark var, seçimi bir şekilde gözden geçirmemiz lâzım” gibi çok geri bir pozisyonda duruyor Erdoğan aslında, bugünkü açıklamasına baktığımız zaman. Ama insanlar bu geri pozisyon üzerinden ona bir tepki vermek yerine, onun bu hareketine “Zaten noktayı koydu” düşüncesi ile birtakım tepkiler vermeye çalışıyorlar. Buradan kalkıp Türkiye’nin değişik yerlerindeki, Yusufeli, Bursa vs.’deki, az farkla AKP’nin, MHP’nin kazandığı yerleri gösterip “çifte standart” üzerinden bunu tanımlamak da bence çok anlamlı değil. Oralar ayrı bir olay, İstanbul ayrı bir olay. Oralarda seçimler yenilenmiş olsaydı, sayım yenilenmiş olsaydı bu sefer İstanbul’u kabul etmek mi gerekecekti –bunu da özellikle vurgulamak lâzım–; ama İstanbul başlı başına bir olay ve İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı artık tescillenmiş durumda. Sadece bunun YSK tarafından adının konulması lâzım. Erdoğan YSK üzerinde bir baskı oluşturmak istiyor — burası muhakkak. Zaten YSK’nın görev süresini uzatarak vs. onu büyük ölçüde kendi denetimine aldığını da düşünüyor; ama bu tek başına ona yetmiyor. Bunun bir de psikolojik zemininin, toplumsal zemininin oluşması lâzım. Yaptığı açıklamalar o yönde açıklamalar; ama ortada “Elimizde görüntüler var” vs. gibi hiçbir karşılığı olmayan açıklamalarla buna ikna etmeye çalışıyor. Kimse bunun kanıtını ortaya süremezken, usulsüzlük, organize suç, organize bir usulsüzlüğün, hilenin kanıtını ortaya süremezken, birileri, “Erdoğan böyle dediyse bu iş olacak, İstanbul’u vermeyecek” noktasına vardığı zaman, işte o zemini hazırlamış oluyorsunuz.

Burada bence serinkanlı bir şekilde ve sakin bir şekilde düşünmek lâzım — özellikle benim “Sakin olan kazanıyor” tespitimle çok dalga geçen var, olabilir; ama şunu biliyoruz ki sakin olduğunuz zaman kazanıyorsunuz. Öte yandan şöyle düşünelim: “Erdoğan ne yapar eder, İstanbul’a alır”, diyelim ki böyle, peki bunu diyen insanlara bir şey sormak gerekiyor. O zaman İstanbul ne yapsın? Binali Yıldırım’a oy vermemiş insanlara ne öneriyorsunuz? CHP’lilere ne öneriyorsunuz? İYİ Parti’lilere ne öneriyorsunuz? HDP’lilere ne öneriyorsunuz? Bu hiçbir zaman politik bir duruş değil, bu tamamen kaçmanın söylemi, kaçışın söylemi, buradan siyaset üretilemez. Siz verili yasalar üzerinden bir duruş alırsınız, bununla ilgili mücadelenizi verirsiniz, sandıkta kampanyanızı yaparsınız, sandıkta kazanır ya da kaybedersiniz ve ondan sonra önünüze bakarsınız. Birileri oyun oynanırken kuralları değiştirmek isteyebilir, onu da engellemeye çalışırsınız –ki şu anda CHP’lilerin özellikle İstanbul’da sandıklarda yapmak istediği ve büyük ölçüde başardıkları da bu–; birileri bunu başka yollarla da yapmak isteyebilir, bunu da yasalar içerisinde, mevzuat içerisinde engellemeye çalışırsınız. Eğer bütün yasalara mevzuatlara rağmen göz göre göre bunu yaparlarsa da bu sefer yeni politikalar üretirsiniz; ama baştan, “Zaten böyle diyorsa yapacaktır” dediğinizde, siz zaten politikanın dışına çıkıyorsunuz, hiçbir şey söylemiyorsunuz, insanlara hiçbir şey vaat etmiyorsunuz. Şunu kabul etmek lâzım: Ekrem İmamoğlu Erdoğan’ın bugünkü açıklamasından da görüldüğü gibi oy farkı ne olursa olsun –diyelim ki 13 bin, diyelim ki 15 bin– Ekrem İmamoğlu İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı, bir kere noktayı burada koymak lazım. İkinci tespit: Erdoğan bundan çok rahatsız, tamam. Üçüncü tespit: Bu rahatsızlığın sonucunda bunu engellemek için elinden geleni yapıyor. Ama dördüncü tespit: Ne yaparsa yapsın bu sonucu değiştirmeyecek, bence bu.

Eğer değiştirirse, eğer ben haksız çıkarsam ne olacak? Aslında işin böyle de bir boyutu var; bunu tartışmak sonranın meselesi, ama şunu da söyleyeyim: Eğer her halükârda bir şekilde Ekrem İmamoğlu’nun yerine Binali Yıldırım o koltuğa oturtulursa –Erdoğan tarafından; YSK görünümlü, ama Erdoğan tarafından oturtulursa– zaten Erdoğan’ın fiiliyatta yaşanmakta olan sonunun alabildiğine hızlandırılmış olduğunu görürüz. Artık burada –daha önceki birçok yayında da söylediğim gibi– Türkiye’de sağ, milli irade gibi çok kullandığı, sandığın kutsallığı gibi temellerinden uzaklaştığı andan itibaren bitmiştir, bu aslında bir intihar olur. Yani şu var: “Böyle bir intihar olsun” denmez, yani şöyle bir akıl yürütmüyorum: “Bırakalım İstanbul’u bir şekilde alsın ve böylece sonunu hızlandırsın”. Böyle bir şey söyleyecek halde değilim. Olay kurallar içerisinde gittiği zaman İstanbul halkının daha fazla bir bölümü muhalefetten yana tercihini yaptı. Eğer buna iktidar razı olmazsa, onaylamayıp bu sonucu, sandıktan çıkan iradeyi ters çıkaracak bir sonucu dayatmaya kalkarsa, buna ne Türkiye ne dünya razı olur. Bu razı olmamanın sonucunda Binali Yıldırım koltuğundan olmaz  –eğer oraya atanırsa, seçilmekten bahsetmiyorum atanmaktan bahsediyorum – ama bunun hem AKP’ye hem Binali Yıldırım’a hem Erdoğan’a hem de Türkiye’ye çok büyük zararları olacaktır.

Bu zararı göze alıyorlar mı? Bence almıyorlar; bence şu anda Erdoğan’ın yaptığı aslında yenilgiyi YSK’ya havale etmek. Yani şöyle bir hava yaratacak bence — benim gördüğüm, bugünkü konuşmasından anladığım: “Biz itirazlarımızı ettik, kanıtlarımızı gösterdik; ama YSK bunu kabul etmedi. YSK’nın sonuçlarını kabul ediyoruz, ama saygı duymuyoruz”. Daha önce çok yapmıştı Erdoğan bunu, biliyorsunuz, “Yargının kararlarına saygı duymak zorunda değilim” demişti geçmişte yaşanan  birçok olayda. Burada daha büyük bir ihtimalle “Biz aslında kaybetmedik, ama YSK bizim iddialarımızı ciddiye almadı” vs. deyip bir şeyler yapmanın zeminini hazırladığı kanısındayım. Ama buradan büyük bir panikle, “Evet, Erdoğan sonucu değiştirmek üzere işte” gibi çıkarsamaların hâkim olması durumunda, o zaman başka birtakım şeyleri düşünebiliriz. Ama bence bugün Erdoğan’ın konuşması, Ekrem İmamoğlu’nun kazandığının tespitidir; bunun böyle olduğu kanısındayım, yanlış çıkarsa da burada çıkar yanlış olduğunu, yanlış söylediğimi söylerim. Ama şunu tekrar söylüyorum: Her şey ortada, bu kadar her şey aleniyken, “Şunu yapabilir, bunu yapabilir” üzerinden üretilen tezlerin, argümanların siyasî hiçbir yönü yok, Türkiye’ye hiçbir hayrı yok. Erdoğan’ın bu çıkışları onun gücünü değil güçsüzlüğünü, zayıf düşmüş olduğunu bize gösteriyor. Bu çıkışlardan güç sonucuna varmak bence çok yanlış bir analitik perspektif.

Bugün bir başka yazı dolaşımda: 2 Haziran’da seçim olacakmış. Yazıya bakıyorsunuz neye dayandırılıyor? Hiçbir kaynak vs. şu bu yok; ama böyle bir şey yaratılmaya çalışılıyor. İşin acı tarafı bu yazı dolaşıma çok ciddi bir şekilde sokulurken, Abdülkadir Selvi’nin –demin sözünü ettiğim– o iyi yazısı, aslında AKP destekçilerinin, AKP’ye oy vermiş olanların da büyük bir kısmının paylaştığını düşündüğüm, bildiğim perspektifi dile getiren o yazı nedense görülmezden geliyor. Hep böyle oluyor zaten; sert çıkan, agresif olan, keskin birtakım şeyler öne çıkartılıyor, mesela kefen giyenler çıkartılıyor, ama onun dışında AKP tabanındaki gerçekten demokratik, özgürlüklerin geliştiği bir hukuk devletini isteyen insanların beklentileri ve kaygıları görmezden geliniyor. Şimdi de böyle; bu seçimin sonuçlarını kabul etmeme yolunda her türlü mızıkçılığı yapanlara dikkat edilirken, öte yandan serinkanlı bir şekilde “Evet, kaybettik; kaybettiğimizi de kabul etmemiz lâzım; neden kaybettiğimizin üzerinde düşünmemiz lâzım, önümüze bakmamız lâzım” diyenlerin cesaretlendirilmediğini görüyoruz. Onların cesaretlendirilmemesi de aslında AKP’nin geleceğinin hiç parlak olmadığını bize gösteriyor.

Bugün bu yayını yapmayı düşünüyordum, normalde saat 17’de bir yayın yapmayı düşünüyordum, bu böyle araya kaynadı diyelim. Belki 17’de yine bir başka yayın yaparım, çünkü konuşacak çok husus var. Benim “Yepyeni Türkiye” dediğim olayın bayağı bir şekillenmekte olduğunu görüyoruz. Burada serinkanlı bir şekilde, sakin bir şekilde, çok önemli olan seçim sonuçlarının, Türkiye’de yeni bir dönemi açtığı kesin olan ve bu yeni dönemin açılmış olduğu gerçeğinin üstünü örtmeye çalışanlara rağmen, bu yeni dönemi konuşmak, ileriye doğru konuşmak her zaman için daha iyi olacaktır diye düşünüyorum. Muhtemelen saat 17’de yine bir yayınla karşınızda olacağım. Şimdilik, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.