Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan’dan peş peşe kritik stratejik hatalar

31 Mart yerel seçimlerinin en büyük kaybedeni Cumhurbaşkanı Erdoğan. Muhtemelen İstanbul ve Ankara’daki yenilgileri önceden gördü ama bunu engelleyemedi. Neden?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Türkiye gerçekten çok tarihî bir döneme girdi ve bu dönemi ben “Yepyeni Türkiye” diye tanımlıyorum. Birçok şey şimdiden değişmeye başladı, daha da değişeceğini düşünüyorum ve burada, bu yeni dönemde artık Recep Tayyip Erdoğan’ın, değil tek aktör olmak, belirleyici aktör olma özelliğinin de zamanla ortadan kalkacağı kanısındayım. Zaten son süreçte gördük; Ekrem İmamoğlu olayında yapabileceği çok fazla bir şey olamadığını, olmadığını ve bir anlamda yenilgiyi doğrudan kabullenmek yerine YSK üzerinden kabullenme noktasına doğru gittiğini görüyoruz. Bütün bu yaşananlar, gelinen nokta, aslında Erdoğan’ın siyasî kariyerindeki en büyük yenilgiler olarak tarihe geçecek. Çok zor dönemlerde, kapatma davası zamanında, öncesinde sonrasında, askerle olan kavgasında, buralardan bir şekilde başarıyla çıkmıştı Erdoğan — hem kendisi, hem partisi, hem de iktidarı. Ama şimdi görüyoruz ki bir yerel seçimle beraber Erdoğan’ın artık Türkiye’de oyun kurma gücü iyice azalmış durumda ve olaylara müdahale etme, yönlendirme anlamında çok fazla imkânları yok. Halbuki devletin bütün kurumları elinin altında, medya elinin altında,her türlü imkân elinin altında, ama toplumu istediği gibi yönlendirebilme kapasitesini kaybetti. Buradaki en büyük sorun, bence Erdoğan’ın artık toplumun içerisinden gelen, toplumun ya da kendi deyimiyle milletin ya da halkın –her neyse– adamı olmaktan çıkıp, kendini devletle özdeşleştirmesi ve devleti kendinde tekleştirmesi oldu ve sonuçta koruma ordularıyla gezen, ulaşılması zor bir siyasetçiye dönüştü, tek başına hareket eden bir siyasetçiye dönüştü. Zaten bu kopuş aslında Erdoğan’ın artık eskisi gibi olmadığını bize gösteriyor. 

Şu var: Eğer siz sistemi düzeltirseniz –ki Türkiye’de sistem düzelmedi–, Erdoğan öncesi ve Erdoğan sonrası Erdoğan’la birlikte girilen dönemde Türkiye’de sistem üç aşağı beş yukarıaynı sorunları üretmeye devam ediyor, Erdoğan bu sorunları çözme iddiasından çoktan vazgeçmiş durumda ve klasik devletin güç aygıtlarını kontrol ederek, yargıyı denetiminealarak, kuvvetler ayrımını bir anlamda ortadan kaldırarak her şeyi kontrol edebileceği gibi bir duyguyla hareket etti ve şimdi bunun böyle olmayacağı, özellikle Türkiye gibi ülkelerde bunun böyle olmadığını bize şu son yerel seçimler gösteriyor. 

Bir dizi stratejik hata yaptı Erdoğan, yapmaya da devam ediyor ve anladığım kadarıyla da devam edecek. Bu hataların miladını istediğiniz yerden alabilirsiniz; ama özellikle son dönemde baktığımız zaman, 24 Haziran’dan bu zamana bakalım –yani daha geriye gitmeyelim, yani çözüm sürecinin iptal edilmesi vs. bunların hepsini bir kenara bırakalım–, 24 Haziran’da seçilmiş bir başkan var, istediği gibi kabineyi şekillendiriyor; aslında kabine diye bir şeyin var olup olmadığı da belli değil; her türlü kararnameyle istediği her türlü yasayı geçirebiliyor, elinin altında çok büyük imkanlar var ve bir yıl bile geçmeden bir yerel seçime giriyor ve gözbebeği olan İstanbul’u, yanında Ankara’yı, yanında Antalya’yı kaybediyor, ortağı da Adana’yı, Mersin’i kaybediyor… Bu çok büyük bir travma Erdoğan için! Yıllar önce bir yerel seçimde sadece Trabzon’u kaybettiği için o tarihte sağ olan annesine telefonda bunu nasıl üzüntüyle anlattığı, Trabzon’u kaybetmenin üzüntüsünün ne kadar büyük olduğunu söylediğini gazeteler yazmıştı, hiç unutmam. Şimdi yaşananlar, yıllar önceki Trabzon kaybının kat kat üzerinde bir kayıp ve bunun birinci derecede sorumlusu Erdoğan’ın kendisi. Neden birinci derecede sorumlu Erdoğan’ın kendisi? İlkin, adayları o belirledi; İstanbul’u,Ankara’yı, İzmir’i o belirledi; Adana ve Mersin’de MHP’ye desteği o kararlaştırdı –giden önemli yerlerden bahsediyorum– o belirledi. Seçim kampanyasının sloganlarını o belirledi, bu olayı beka üzerine inşa etmeye karar verdi ve her yerde sadece ve sadece kendisinin olmasına da o karar verdi. Öyle ki birçok yerde belediye başkan adayları bile ortada gözükmezken Tayyip Erdoğan buralarda mitingler yaptı, tek başına bu işi götürebileceği duygusuyla hareket etti ve yapamadı. Bence en büyük hatalarından birisi her şeyi bu kadar fazla kontrol etmesi ve kontrol ettiği alanların her birinde çok ciddi hatalar yapması oldu. Çok sıklıkla vurguladığım bir husus var: İstanbul seçimlerinde en azından –tüm Türkiye’de bunu yaptılar, ama İstanbul’da yaşadığımız için daha çok gördük–, çok naif bir şekilde gönül ilişkisi, gönül belediyeciliği, aşk ilişkisi ve İstanbul’u sevmek üzerinden inşa edilmiş bir kampanya vardı. Bir taraftan da Erdoğan’ın her seçim mitinginde yaptığı gibi saldırgan bir üslûp, ötekileştiren bir üslûp vardı; Türkiye’yi “vatanseverler” ve “vatan hainleri”, “teröristler”diye ikiye bölmesi, kendisine oy vermeyen herkesi bir şekilde terörist ilan etmesi gibi bir tutum… Yani bu, sevgi ile nefretin beraber gittiği bir seçim kampanyası oldu ve sonuçta aslında bu kampanyada ağır basan yön nefret oldu, diğerleri bilboard’larda kaldı, ama o kutuplaştırıcı dil her şeye hâkim oldu. Ve en büyük hatası bence buydu; yani en büyük stratejik hatası, beka meselesi üzerinden kurduğu bu kutuplaştırıcı, kendisine destek vermeyen kişileri şeytanîleştirici üslûp artık yürümüyor. Şu âna kadar bir şekilde yürümüş olabilir ya da biz böyle sanıyor olabiliriz; ama dün bir yayında bahsettiğim gibi, artık toplumun birçok kesimi, onun kendi mahallesinden ve karşı mahalleden insanlar artık kutuplaşma, gerginlik istemiyor, önüne bakmak istiyor. Hele bir de burada, bu süreçte yaşanan bir ekonomik kriz varsa. İnsanlar kendi geçim dertlerine düşmüşken, işlerini kaybedip kaybetmeme ikilemiyle boğuşurken, alım güçleri düşmüşken, bir de komşusunu kardeşini ya da aynı bölgede yaşayan başkalarını kendisine düşman gösteren bir söylem onları fazlasıyla rahatsız ediyor. Bir arada yaşama, çoğulculuk aslında bu toplumun genlerine bayağıdır işlemiş durumda. Siz bu çoğulculuktan insanları uzaklaştırmak istediğiniz zaman başta başarılı gözüküyor olabilirsiniz, ama sonuçta bu son seçimde olduğu gibi sandıkta size bunun hesabını en güvendiğiniz seçmenlerle veriyorlar. 

Bu seçimde tabii ki birçok faktör etkili oldu; ama özellikle büyük şehirlerde, AKP’nin yaşadığı bu büyük hezimette kendi seçmeninin bir kısmını sandığa götürememesi ya da sandığa gidenlerin bir kısmının ilçelerde olmasa bile büyük şehirlerde rakibe yani CHP’li adaylara oy vermiş olmasıdır. Tabii ki HDP seçmeninin rolü önemli, tabii ki muhalefet seçmeninin bir şekilde konsolide olmuş olması önemli; ama esas husus bence kendi tabanını götürebilseydi, kendi tabanını olduğu gibi kendisine vermeye ikna edebilseydi, alabilirdi. Hatta şöyle de söyleyebilirim: Saadet Partisi’ne karşı da biliyorsunuz çok sert bir üslûp benimsedi Erdoğan bu seçim öncesinde ve başka AKP’liler ve medyası. Onun medyası bu nedenle mesela İstanbul’da bu kadar agresif bir tutum izlememiş olsalardı, belki Saadet Partisi’ne giden oyların bir kısmı, “Nasıl olsa bizim aday kazanamaz” diye AKP adayı Binali Yıldırım’a gidebilirdi. Ama Saadet Partisi’nin az da olsa aldığı oyda bu saldırgan üslûbun payı benceçok fazla ve bunun da etkisini gördüler, bunu muhakkak bir yere not etmek lâzım. Bu saldırgan üslûp gerçekten Erdoğan’ın yapabildiği tek şey olarak karşımıza çıkıyor, ama bunlarla çok fazla gidebilecek bir hali yok. 

Erdoğan artık toplumun tüm kesimlerine hitap etme imkânını kaybetmiş bir siyasetçi. Onun da ötesinde, kendi tabanını da artık eskisi kadar mobilize edemeyen bir siyasetçi, motive edemeyen bir siyasetçi — bu seçim bize bunu gösterdi. Halbuki bir zamanlar –özellikle ilk yıllarda– oy vermeyenler de, nefret edenler de Erdoğan’a bir şekilde kulak kabartırlardı, ama belli bir süreden ve uzun bir süreden beri artık Erdoğan’ın söyledikleri çok fazla dikkat çekmiyor. Tehditleri, saldırgan üslûbu bir rahatsızlık yaratsa bile bir yerden sonra artık kanıksanmış durumda. Bence en büyük stratejik hatalarından birisi de bu. Herkese seslenirken arada sırada “Ben tabii ki tüm Türkiye’nin Cumhurbaşkanıyım” diyor, ama bunun böyle olmadığını da her vesileyle bize tekrar tekrar gösteriyor. Artık Erdoğan’ın kişisel olarakböyle bir şansı yok, yakın çevresinde de, hani diyelim ki Erdoğan böyle bir üslûp benimsemiyor ama AKP’nin birtakım sözcüleri, önde gelen isimleri vs. topluma daha hoş gelebilecek mesajlar veriyor mu? Hayır, onlar da vermiyor. Çünkü zaten çok böyle bir itibarlı, sözü geçen, etkisi olan iktidar mensubu kalmadı bir yandan, kalanlar varsa da, az buçuk varsa da, onlar da Erdoğan’la bu kutuplaştırma yarışına girmiş durumdalar — böyle bir hal var. Dolayısıyla bu bir “Erdoğan iyi çevresi kötü” olayını çoktan aşmış durumda. 

Bir de medya olayı var, her vesileyle karşımıza çıkıyor: Bugün görmüşsünüzdür, Rusya dönüşü uçakta Erdoğan’la beraber gezen gazetecileri. Ben bunun fotoğrafını bugün Twitter’da paylaştığımda, AKP’ye destek verdikleri, Erdoğan’a oy verdikleri anlaşılan bazı takipçilerin de bu fotoğraftan, özellikle fotoğraftaki bazı kişilerden rahatsız olduklarını gözlemledim. Bir tanesi, mâlum –-burada onun yayınını da yaptık, Ekrem İmamoğlu’nun popülaritesinin artmasına ciddi bir şekilde katkıda bulunmuş bir televizyon programcısı ve köşe yazarı, Allah bilir bir yerlerde genel yayın yönetmeni falandır da tam bilmiyorum–Erdoğan’ın hemen yanında duruyor ve birçok AKP’linin o yayın yüzünden bu kişiye çok öfkelenmiş olduğunu biliyorduk; ama Erdoğan’ın hemen yanında oturuyor olması aslında bunun bir tercih olduğunu gösteriyor. Yani “Birileri içeriden AK Parti’nin kuyusunu kazıyor” şeklindeki açıklamaların çok fazla anlamlı olmadığını gördük. Başka isimler de var, Pelikan’la ilişkilendirilen isimler de var vs.. Bu fotoğrafa aslında bir bütün olarak bakıldığı zaman,Erdoğan’ın medyadaki kurmay takımı gibi görülebilir üç aşağı beş yukarı. Bu, yıllardır Erdoğan’a oy veren insanları bile tatmin etmeyen bir ekip olarak karşımıza çıkıyor. Bu ekip aslında birçok yerde söz konusu. Dolayısıyla eski günlerdeki gibi kuvvetli ekipler ya da çevresinde farklı kesimlerden önemli kişiler olan bir Erdoğan yok, tamamen kendi söylediklerini yapan, çok da fazla etkileri olmayan; değil AKP’ye oy vermeyen kesimleri etkilemek, AKP’ye oy veren kesimlerde bile çok olumsuz tepkilere yol açabilen insanlarla gidiliyor, böyle bir hal söz konusu. Dolayısıyla en büyük stratejik hata, Erdoğan’ın yüzde 50 artı 1 oy yeter mantığıyla hareket edip çoğulcu demokrasi gereklerine göre hareket etmemesi ve toplumun tüm kesimlerine hitap etmekten artık vazgeçmesidir. Yani bunu denemiyor bile olmasıdır. 

Bu saatten sonra bunu yapar mı? Yapmak isteyebilir, ama inandırıcı olur mu? Ayrı bir konu olarak önümüzde duracak. Bence en önemli hatalar, dediğim gibi kutuplaşma, tek başına olmak, kimseyle iktidarını paylaşmamak, kimsenin önünü açmamak ve toplumdan uzaklaşmak. Yani geçmişte uzun bir süre halkın içerisinden birisi olması en büyük özelliğiydi Erdoğan’ın ve bunu sürekli olarak sıcak tutuyordu; hâlâ tutmaya çalışıyor, ama şu haliyle baktığımız zaman artık toplumdan bayağı uzaklaşmış bir Erdoğan karşımızda, öyle olmasaydı İstanbul’u alırdı. İstanbul –ki en iyi bildiği yer–, İstanbul’u kaybetmiş olması başlı başına Erdoğan’ın kariyerinde herhalde en kötü an olarak tarihe geçecek. Nasıl kazanması en önemli başlangıç noktasıysa, kaybetmesi de böyle geçecek. Benim anladığım kadarıyla kaybedeceğini görüyordu, seçimden önce biliyordu; çünkü kendisi Türkiye’de kamuoyu araştırmalarını en çok yapan ve en sağlıklı bir şekilde yapan siyasetçilerden birisidir. Bunları görüyordu, anlıyordu; ama belli bir yerden sonra bunlara müdahale edebilme imkânlarını kaybetmişti, kaybetmesinin nedeni de bizzat kendisiydi. Ve bunu döndüremediği için de bu sefer başka yöntemlerle yine dilini otoriterleştirerek ve yüksek perdeden konuşarak bunu önlemeye çalıştı; ama bunu yaparken de İstanbul’u ve Ankara’yı kaybetti — İzmir’i zaten kazanma imkânı yoktu. Ama yine de partisinin içerisinde son kalan bir-iki parlak ismi buralara gösterdi –çok da fazla kaldığı söylemez–, onları da buralarda göstererek bir nevi siyasî jübile yapmalarına, kötü bir şekilde jübile yapmalarına da neden oldu. Yani şu anda Mehmet Özhaseki’nin, Nihat Zeybekçi’nin ve en önemlisi Binali Yıldırım’ın durumu gerçekten dramatik; bunu görmek lâzım, çok bariz bir yerel seçim yenilgisi aldılar. Hadi İzmir’deki daha anlaşılabilir bir şey, Ankara kısmen öyle, ama İstanbul’da Binali Yıldırım’ın yaşadığı ve yaşamakta olduğu –bu uzatmayla beraber yaşanması devam eden– yenilgi çok dramatik oldu. Ama bu yenilgi anlaşıldığı kadarıyla kaçınılmazmış ve bunu bir şekilde kendisi de görüyormuş ve bunu engelleme imkânlarından mahrummuş. Şimdi bundan sonrasına bakacağız; bundan sonrasına baktığımızda, bu stratejik hatalarından sıyrılması mümkün mü? Şu haliyle bakıldığı zaman mümkün gözükmüyor. Nasıl yapabilir bunu? Bunaönümüzdeki dönemde bakacağız; ama önümüzdeki döneme bakarken de artık sadece Erdoğan’a bakmayacağız. 31 Mart gecesinden itibaren Türkiye’de siyasî aktörler çeşitlendi ve sürpriz bir şekilde Erdoğan, bu süreci de uzatarak Ekrem İmamoğlu’nu bir lider olarak Türkiye’ye neredeyse hediye etti. Onu da ayrıca ileride çok daha geniş konuşuruz, ama şu haliyle baktığımız zaman yükselen en önemli isim Ekrem İmamoğlu, düşüşteki olan en önemli isim de Recep Tayyip Erdoğan! Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.