Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Metin Feyzioğlu’nun gösterdiği: Kutuplaşma yalanı

Yakın zamana kadar Erdoğan karşıtı çevrelerin gözde isimlerinden olan Türkiye Barolar Birliği Başkanı (TBB) Metin Feyzioğlu’nun Cumhurbaşkanı ile sıcak bir diyaloğa girmesi neyin işareti? Kişisel bir “dönüş” mü söz konusu yoksa sistemin bekası için yeni bir tür mutabakat mı?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Öncelikle şu yanımdaki zeytin ağacını bir açıklayayım. İki gün önce yayında çiçeksiz çıkmıştım ve özür dilemiştim. O yayını izleyen konuklarım, Kaliforniya’dan gelen anne oğul iki konuğum, bugün, bana oradan hareketle, çiçek sorunundan hareketle bunu getirip hediye ettiler, sağ olsunlar. Ve Medyascope’un zeytin ağacı gibi uzun ömürlü olması temennisiyle… ben de bu temennilerine katılıyorum.

Evet, bugün Metin Feyzioğlu’ndan biraz bahsetmek istiyorum. Burada da çok ilginç bir rastlantı oldu. Yayını yapmaya karar verdim ve başlığı arkadaşlarla tartışıp saptadım. Ve biraz sonra gazeteci arkadaşım Murat Yetkin’in kendi kişisel blogunda aynı konuyu işlemiş olduğunu gördüm. Çok da iyi oldu. Tam aynı şeyleri düşünüyormuşuz ya da benzer şeyleri. Hatta onun da bir bölümünü Medyascope’ta yayınladık. Murat kendisi için “Eğer siyasî beklentileri hâlâ varsa, önümüzdeki dönemde AK Parti Kayseri milletvekili olabilir” demişti.

Biraz irdeleyelim. Ben bu olayın sadece bir parti milletvekilliği meselesi olduğu kanısında değilim. Başlığa da çıkarttığım gibi, Feyzioğlu olayı başlı başına Türkiye’de kutuplaşma diye bize dayatılan toplumsal kutuplaşma –ya da toplumda siyasî kutuplaşma– diye dayatılan şeyin ne kadar sahici ve bir aldatmaca olduğunu gösterdi. Şöyle ki; bir dönem Feyzioğlu kendisi Türkiye’de laik kesimlerin en gözde isimlerinden birisiydi. Ve hatta adı CHP’nin genel başkanlığı için geçiyordu. Ve belki de kendisi bu yolda geçirtiyordu kendisi, bilemiyorum. Ama geçtiğini biliyorum. Kılıçdaroğlu’nun beklentileri karşılamadığını düşünen isimler, insanlar, bir yeni parlak isim arayışındayken, Metin Feyzioğlu, Türkiye Barolar Birliği Başkanı –ki Türkiye’nin en önemli kurumlarından birisi– olarak sivrildi. Ve sivrildiği anlardan birisi de bir adli yıl açılışı da yaptığı konuşma sırasında salonun, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından terk edilmesiydi. Hatta o tarihte cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül kendisini yatıştırmak istemesine rağmen, Tayyip Erdoğan Gül’ü de sürükleyerek o salonu terk etmişti. Arkadaşlar onun görüntüsünü herhalde koyarlar birazdan. Orada, Feyzioğlu, Türkiye’de Erdoğan sevmezlerin önde gelen isimlerinden birisi olarak zaten adı vardı, iyice parladı. Peki sonra ne oldu? Geçtiğimiz gün, aslında bir süredir… Evet, şu anda o eski olayı görüyoruz. Orada Erdoğan’ın kendisine sataşma olduğu düşüncesiyle salonu terk ettiğini biliyoruz. Evet, atışmaları görüyorsunuz:

Feyzioğlu: “Bitirirken cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinin 76 milyonun cumhurbaşkanını seçtiği…

Erdoğan: “Bir saattir sen konuşuyorsun.”

Feyzioğlu: “Kızmayın Sayın Başbakanım. Güzel bir şey, güzel bir şey söylüyorum Sayın Başbakanım.”

Erdoğan: “Neyi güzel konuşuyorsunuz yahu?”

Feyzioğlu: “Neyi yanlış söyledim Sayın Başbakanım? Burada çok yapıcı bir konuşma…”

Erdoğan: “Böyle bir edepsizlik olmaz ki!”

Feyzioğlu: “Edepsizlik yapan ben değilim Sayın Başbakanım”.

Erdoğan: “Sen kendin yapıyorsun. Yalan konuşuyorsun hep. Ne anlatıyorsun? Van’da neler yapıldığından haberin var mı?”

Feyzioğlu: “76 milyonun Cumhurbaşkanını seçiyoruz. Bu Cumhurbaşkanımızın huzur içerisinde 76 milyonu kucaklamasını öneriyorum. Seçim sürecinin bu sürece uygun yürümesini arzu ediyorum. Ve bir kısmı da belki burada olan adayların birbirini kucaklayarak güzel bir seçim dönemi yaşamasını diliyorum. Ben edepsizlik yapmadım. Kimseye de edepsizlik yapıyorsun demeyi kendime yakıştırmam Sayın Başbakan. Lütfen. Çok yapıcı bir konuşmaydı Sayın Başbakan.”

Erdoğan: “Hukuksal bir hakkı da yok.”

Feyzioğlu: “Efendim, yasal hakkımız vardır.”

Erdoğan: “Ama maalesef bir tüzükle böyle bir şeyi sürdürebiliyor.”

Feyzioğlu: “Sayın Başbakan, bir cümlesinde hakaret yoktur size.”

Erdoğan: “Siyasî konuşma yapılıyor. Böyle bir şey olabilir mi?”

Feyzioğlu: “Hiçbiri siyasî değildir. Hepsi anayasaya uygundur.”

Erdoğan: “Van’la ilgili anlattıkların baştan aşağı yalan.”

Evet, fazla nostaljik kaçıyor; çünkü en son verilen fotoğraflar farklı. Orada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, o tarihte Başbakan, “Böyle bir şey olabilir mi?” kalıbını bir kere daha kullanmış olduğunu görüyoruz. Ve çok ciddi bir kopuş vardı. Ama sonra yapıştı. Erdoğan cumhurbaşkanı oldu o arada, Feyzioğlu da Barolar Birliği başkanlığını muhafaza etti. Muhafaza etmesinde tabii o tarihteki benzer çıkışları çok etkili oldu. Ama şimdi biliyoruz ki işin rengi değişti. En son yargı reformu stratejisinin açıklandığı toplantıda, özellikle avukatlara yeşil pasaport vaadiyle beraber aynı Feyzioğlu’nun Cumhurbaşkanı’nı hararetle alkışladığını gördük. Ve Cumhurbaşkanı’nın da onun alkışını görerek ona güldüğünü gördük. Evet, şu anda o videoyu arkadaşlarımız gösteriyor.

Bu kadar kısa bir süre içerisinde ne değişmiş olabilir diye bir soru var ortada. Ve genellikle şöyle bir yaklaşım var: Feyzioğlu bir çizgideydi, sonra çizgisini değiştirdi. Yani Erdoğan karşıtlarının bir nevi sözcüsüydü. Şimdi de Erdoğan’a yanaştı — yani o çok kullanılan tabirle… Evet coşkulu bir şekilde, keyifli bir şekilde alkışladığını görüyoruz. Ne deniyor? “Dönek” deniyor. Bence olay bir döneklik olayı değil aslında. Feyzioğlu’nun herhangi bir şekilde bir yerden bir yere döndüğü yok. Aslında bir kavuşma var. Çünkü aslında burada bize sunulan bir yanlış var. O da şu: Türkiye’de toplum bölünmüş durumda. Türk-Kürt diye bölünmüş durumda, laik-anti laik diye bölünmüş durumda, vs. vs.. Ve Erdoğan-Feyzioğlu meselesinde olay büyük ölçüde laik-anti laik gibi gösterilmek istendi. Yani Atatürkçülük ve Atatürk karşıtlığı gibi gösterilmek istendi. Ve Feyzioğlu da bu anlamda kutuplardan birinin gözde, yıldızı parlayan ismi olarak öne çıktı.

Bu arada ne oldu? Bu arada şu oldu: Aslında biz bugün, yani bu alkışlama olayında gördük ki aslında Erdoğan’la Feyzioğlu aynı yerde duruyorlar. Aynı yer neresi? Devlet ya da sistem. Sistem savunuculuğunda birleşiyorlar. Zamanında Erdoğan’ın Türkiye’de mevcut olan sistemi değiştirmekte olduğu iddiasıyla onun karşısında yer alan bazı isimler –ki sadece bu Feyzioğlu’ndan ibaret değil–, çok sayıda, özellikle Ergenekon sürecinde başı derde girmiş olan çok sayıda ismin bugün Erdoğan’ın yanında durduğunu görüyoruz. Burada bir mutabakat oluşmuş durumda. O mutabakat da sistemin savunuculuğu. Yani değişen birisi varsa, aslında değişen, Erdoğan’ın kendisi. Erdoğan sistemi belli bir yere kadar değiştirdikten sonra aslında eski sistem sahipleri ile bir tür yeni bir kontrat, sözleşme yaptı. Ben öyle görüyorum. Ve bu sistemde eski ile yeninin birleştiği, Erdoğan’ın tek adamlığında mutabık kalınarak yapılan eski sistemin bir şekilde iyi kötü sürdürülmesi olayıyla karşı karşıyayız.

Olay bu. Dolayısıyla Feyzioğlu’nun ya da daha önceki birtakım Ergenekon sanıklarının, yıllarca hapis yatmış olup şimdi Erdoğan’a ve AKP iktidarına destek verenlerin, ya da yıllarca Erdoğan ve AKP’yi en sert bir şekilde eleştirmiş olup şimdi onunla ittifak yapan MHP örneği, Devlet Bahçeli örneği… bütün bunlar aslında bize devletin içerisinde, sistemin tepesinde yeni bir mutabakatın oluştuğunu ve burada buna aslında toplumun hiçbir şekilde dahil olmadığını, toplumun hiçbir şekilde dahil edilmek istenmediğini bize gösteriyor. Yani bu bir Feyzioğlu’nun CHP Genel Başkanlığı amacına ulaşamamaktan dolayı rotasını, dümenini değiştirmesi olayı değil. Artık onun da, ya da Doğu Perinçek’in de, ya da Devlet Bahçeli’nin de Erdoğan’ı kendi kafalarındaki, kendi savundukları sistemin temellerini sarsacak bir isim olarak görmemelerinden kaynaklanan bir mutabakat var.

Şu anda “yargı reformu stratejisi” diye sunulan, aslında pek bir şey vaat etmeyen olayın hazırlanmasında yer almış bir kişi Feyzioğlu. Ve bu olayı destekliyor. Alkışladığı şey ne? Avukatlara yeşil pasaport verilmesi. “Ama” diyor Cumhurbaşkanı, “tabii ki hepsine vermeyeceğiz.” Ne yapacaklar? Güvenlik soruşturması yapacaklar, şunu yapacaklar bunu yapacaklar. Yani makbul avukatlara yeşil pasaport verilecek. Ve orada Barolar Birliği Başkanı anayasanın eşitlik ilkesini falan hatırlatan birisi değil. Tam tersine, nasıl olsa kendisi ve kendisine destek veren avukatlar makbul avukat safına kabul edileceği için bundan sevinç duyuyor.

Zaten şu âna kadar yaşanan, Türkiye’de hukuk devletinden uzaklaşma, savunma hakkına getirilen engeller gibi konularda Barolar Birliği Başkanı sıfatına rağmen ne kadar tutuk olduğunu, ne kadar ayrımcı bir pozisyon takındığını görmüştük. Ve buna da şaşırmamıştık. Burada birleşilen nokta nedir? Mesela bir Kürt sorunu, terörle mücadele gibi hususlar, birtakım milli davalar; bütün bunlarda da aslında benzer şeyleri söyleyen, beraber hareket eden kurumlar var, kişiler var. Kimisi siyasî parti, kimisi Barolar Birliği Başkanı olarak, işte görüyoruz Feyzioğlu.

Ama şunu söylemek lâzım: Bu aşamadan sonra, ne zaman yapılacak bilmiyorum ama, Barolar Birliği genel seçiminde tekrar kazanır mı? Açıkçası çok emin değilim. Çünkü orada genellikle Barolar Birliği başkanlığını kazanması ve sonradan yeniden seçilmelerinde etkili olan yönü onun bir nevi gericiliğe karşı cansipârâne mücadele eden laik avukat imajıydı. Artık böyle bir şeye gerek kalmadı. Çünkü zaten Türkiye’nin meselesi hiçbir zaman gericilik-ilericilik meselesi değildi. Bu aslında topluma yutturulan bir aldatmacaydı. Topluma bir taraftan siyasî iktidar tarafından, bir taraftan da onun muhalifi görünümlü Feyzioğlu gibiler tarafından yutturulan bir aldatmacaydı.

Baktık sonra; diyelim ki Kürt meselesi her şeyin önüne geçtiği zaman laiklik, yaşam tarzı gibi konulardaki her türlü fikir ayrılığı bir kenara itilip pekâlâ birlikte, elbirliği ile milli mutabakat fotoğrafları verebiliyorlar. Dolayısıyla şu anda iş doğal seyrinde akmaya başladı. Umarım toplum, vatandaşlar şu âna kadar kendilerine dayatılmak istenen bu sun’î kamplaşmaların asıl iktidar mücadelelerini perdelemek için kullanılmış zorlamalar, dayatmalar olduğunu görürler ve ona göre bir değerlendirme yaparlar diye bir temenni dile getiriyorum. Bunun gerçekleşme ihtimali ne kadar vardır? Açıkçası çok emin değilim.

Evet, şahsen hiç şaşırmış değilim. Başından itibaren, en anti-Erdoğan göründüğü andan itibaren aslında çok da demokrasi, temel hak ve özgürlükler, çoğulculuk, hukuk devleti savunucusu profili çizen bir kişi olarak görünmemişti bana Metin Feyzioğlu. Ve şimdi de gördük ki iş doğal akışına kavuştu. Artık kavgalara, çekişmelere gerek kalmadı. Devletin bekası, aslında sistemin bekası konusunda resmî ve sivil kurumların bir mutabakatı olayına tanık olduk. Ve bunun iki aktörü, birkaç yıl önce birbirleriyle yine bir salonda kapışmış olan aktörler, bugün pekâlâ birbirlerine uzak ve mesafeli de olsa, gülücükler yolluyorlar. Ve gerçek fotoğraf aslında bence bu ikinci fotoğraf. Kimsenin bir şeyden dönmüş olduğu yok. Bütün taraflar sistemi korumak için elbirliği ile hareket ediyorlar. Tabii burada sistem dediğimiz şeyin toplumu ne kadar umursadığı, toplumun çıkarlarını ne kadar umursadığı, öne aldığı meselesi var ki, ben böyle bir yaklaşımın, Türkiye’deki mevcut sistemin, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri öncelediğine hiçbir şekilde inanmıyorum. Evet, herkesin bayramını şimdiden kutluyorum. Bayramdan sonra görüşmek üzere diyorum.

Ve her zamanki gibi: Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.