Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan İstanbul’da neden meydanlarda değil?

Cumhurbaşkanı Erdoğan beklenenin aksine 23 Haziran İstanbul seçimleri için henüz sahaya inmedi. Bu bilinçli bir tercih mi, yoksa zamanlama konusu mu?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba iyi günler, iyi haftalar. Cumhurbaşkanı Erdoğan İstanbul seçimlerinde aktif bir şekilde ortada gözükmüyor, en azından şimdilik. 15 günden az bir zaman kaldı, bunu konuşacağım, bununla ilgili birtakım yorumlar yapmak istiyorum; ama öncesinde şu mâlûm İmamoğlu-Yıldırım tartışması nihayet şekillendi. İki partinin temsilcileri bugün ortak açıklama yaptılar ve pazar günü Lütfi Kırdar’da saat 21:00’de yapılacağını açıkladılar. İsmail Küçükkaya sunacak yayını, öyle oldu. Şimdi, görüyorsunuz, İsmail Küçükkaya hem Binali Yıldırım’ı hem Ekrem İmamoğlu’nu ayrı ayrı konuk etmiş az sayıdaki gazeteciden biri ve bunu FOX TV’de yapıyor. FOX TV, muhalif olarak biliniyor, ne derece doğru bir saptamadır? Açıkçası çok emin değilim, ama genel kanaat bu yönde. Dolayısıyla bu tartışmada ev sahibinin bir anlamda Ekrem İmamoğlu olacağını; konuğun da Binali Yıldırım olacağını varsayacak insanlar. Zaten Binali Yıldırım ilk olarak Uğur Dündar’ın adını ortaya atmıştı, Uğur Dündar da başta kabul edip sonradan vazgeçmişti. Bu akıllıca bir hamleydi, çünkü Binali Yıldırım burada rakibe daha yakın olduğu bilinen bir ismi ortaya atarak kendisinin çekinecek bir şeyi olmadığını bize göstermişti. Şimdi ise, Uğur Dündar kadar olmasa da, İsmail Küçükkaya’nın da iktidardan çok muhalefete yakın olduğu varsayımından hareketle bu tür akıl yürütmeler yapılabilir. 

Buradan ne çıkar? Buradan çok fazla bir şey çıkacağını açıkçası sanmıyorum. Tabii ki burada önemli olan husus, bu adayların –“liderler” diyecektim, ama lider değil belediye başkan adaylarının– nasıl hazırlanacakları meselesi, bir de tabii sunucunun nasıl hazırlanacağı meselesi var. Şu anda, Ekrem İmamoğlu zaten 31 Mart’ta az farkla da olsa kazanmıştı ve sonradan yapılan değerlendirmelerde de Ekrem İmamoğlu’nun farkı koruduğu, hatta aştığı yolunda yorumlar, spekülasyonlar, değerlendirmeler yapılıyor. Dolayısıyla burada bu yayına esas ihtiyacı olanın Binali Yıldırım olduğu yorumu yapılıyor. Buradan ne çıkar? Açık bir şekilde herhangi bir tarafın egemen olacağı bir tartışma beklemiyorum açıkçası. Öyle bir şey olursa tabii Türkiye’deki kutuplaşmanın daha da kızışmasına yol açar. Ben daha ziyade kibar bir şekilde, medeni bir şekilde yaşanacak bir tartışma bekliyorum. Bakalım ne olacak? İsmail Küçükkaya konusunda da…, Didem Aslan Yılmaz’ın olmasını tercih ederdim, onu da baştan söyledim. Didem, bunu ilk ortaya atan kişi ve bunu bence en iyi yapacak kişidir. İsmail Küçükkaya ne yapar? Bilmiyorum, açıkçası beni heyecanlandıran bir seçim olduğunu söyleyecek değilim. 

Evet, gelelim Erdoğan’a: Erdoğan neden ortada yok? Bugün Yeni Şafak’ta Mehmet Acet ilginç şeyler yazmış — AKP’li bir üst düzey yetkiliyle konuşarak. Yetkili diyor ki: “Hareket noktamız şu şekilde: Bu seçimi kazanırsa Binali Bey kazanacak, kaybederse yine o kaybedecek”. Evet, AKP kendi stratejisini böyle dillendiriyor olabilir, ama bence Erdoğan’ın gözükmemesinin nedeni –ki en önemli husus– bu seçimin yeniden kaybedilme ihtimalinin yüksek olması ve o AKP’li yetkilinin de dediği gibi, “Muhalefet, Erdoğan’a kaybettirme üzerine bir strateji izliyor, buna izin vermeyeceğiz” demiş. Buna izin vermek istemeyebilirler, ama 31 Mart’tan itibaren Erdoğan, kendisi her şeyin önüne geçerek bu stratejiyi teşvik etmişti, kışkırtmıştı ve şu anda da herhalde Binali Yıldırım bu seçimi kaybederse, kaybedenlerden en önde gelenin Yıldırım’dan önce Erdoğan olduğunu düşüneceğiz. Kazanırsa herhalde Erdoğan’ın kendisi de tabii ki Binali Yıldırım’ın kazandığını kabul edecek, ama tekrar kendisinin onaylanmış olduğunu söyleyerek, bunu iktidarına bir tür güvenoyu olarak kabul edecek. Yenilgi halinde Binali Yıldırım’a; kazanç halinde Binali Yıldırım ve esas olarak Erdoğan’a yazılacak bir seçim olacağını tahmin ediyorum. Mehmet Acet soruyor: “Erdoğan 39 ilçede miting yapacaktı, ne oldu?” diyor ve cevap şu: “Bizden böyle bir açıklama duydunuz mu?” Yani belli ki ilk başta söylenen, Erdoğan’ın ilçelerin neredeyse hepsinde miting yapacak olmasından vazgeçilmiş gibi bir hava var. Zaten şu anda yapmak istese bile 39 tane yapması mümkün değil. 

Bir diğer husus da tabii –o yazıda dile getirilmeyen– Devlet Bahçeli’nin İstanbul’da kamp kurmaması olayı. Bahçeli de İstanbul’a kamp kuracağını ve Binali Yıldırım için çalışacağını söylemişti, ama ortalıkta gözükmüyor. Burada yapılan değerlendirmelerin en başta geleni, Kürt oylarını kazanmak için Bahçeli’nin istenmediği yolunda. Sadece bu olmayabilir; bu da işin bir yönü; ama sadece bu olmayabilir. Çünkü kutuplaştırma siyasetinin oy getirmediğini, hatta tam tersine kaybettirdiğini nihayet istemeyerek de olsa görmüş olması lâzım siyasî iktidarın ve temsilcilerinin. Dolayısıyla da kutuplaştırmanın iki sembol ismi olan Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin ne kadar az görünürlerse o kadar hayırlı olacağı, seçimde Binali Yıldırım’ın kazanma ihtimalinin o kadar yüksek olacağı yolunda bir hesap yapılıyor. Ama buna ek olarak bir başka kutuplaştırıcı isim var: İçişleri Bakanı Süleyman Soylu. İstanbul’da neredeyse Binali Yıldırım’dan daha yoğun bir şekilde kampanya yapıyor. Binali Yıldırım’ın ve Süleyman Soylu’nun bugünkü programlarına baktım: Süleyman Soylu daha çok kapı geziyor. Bugün mesela Binali Yıldırım, Çatalca ve Silivri’de olacaktı, herhalde oralardadır şimdi; ama Süleyman Soylu’nun her yerde olduğunu görüyoruz. Süleyman Soylu her yerde ve hep konuşuyor. Sürekli olarak muhalefete ve muhalefete yakın olduğunu varsaydığı çevrelere sürekli olarak lâflar söylüyor, sert çıkışlar yapıyor, agresif çıkışlar yapıyor ve Erdoğan’ın da iyice konuşmasını azalttığı bir yerde, sanki 23 Haziran kampanyasını Süleyman Soylu yürütüyormuş gibi bir imaj ortaya çıkıyor. 

Süleyman Soylu niye böyle yapıyor? Bu konuda rivayet muhtelif; değişik spekülasyonlar var. Kimileri Süleyman Soylu’nun Erdoğan’a rağmen yaptığını düşünüyor — ki ben böyle düşünmüyorum; Erdoğan’ın bilgisi, onayı ve teşviki olmadan bunları yapması çok mümkün olmaz. Peki niye böyle oluyor? Bence işte burada 24 Haziran cumhurbaşkanlığı seçimlerini anımsatmak lâzım. Orada Muharrem İnce’nin büyük yanılgısı, polemik üzerinden kazanacağını sanmaktı. Şu anda o polemiği Erdoğan yaratmak istemiyor, ama onun yerine her hareketi polemiğe, her sözü polemiğe zemin hazırlayan Süleyman Soylu, herkese, aynı anda birçok kişiye, Koç Grubu’na, Ekrem İmamoğlu’na vs. herkese yönelik birtakım çıkışlar yaparak onları bir anlamda tahrik ediyor bence ve onlardan da kendisine benzer üslûplarla cevaplar gelmesini bence umuyor, bekliyor. Ve sonuçta şöyle bir olay çıkabilir: Birisi her türlü şeyi söylüyor, ama o iktidarda olduğu için bunların çok fazla önemi olmuyor; ama muhalefetteki birisi buna cevaben bir şey söylediği zaman ve cevaben söylerken de ölçüyü birazcık kaçırdığı zaman, hemen o kişi hakkında karalama kampanyaları açılabiliyor. Özellikle bu kadar medya desteği de varken. Örneğin Ordu’da yaşanan son olay sonrasında –valiyle ilgili tartışmada– yakın zamana kadar Türkiye’de büyük medyanın en önemli yayın organı olan Hürriyet’te ve diğerlerinde, çok açık, trollerin kaleme aldığı belli olan metinler çıkmaya başladı, çünkü iş artık iyice çığırından çıktı. Burada şöyle bir durum var tabii: Binali Yıldırım 180 derece değiştirdi, pozitif bir propaganda yapmaya çalışıyor; gülüyor, gülümsüyor, somut vaatler üzerinden geliyor, siyaset konuşmuyor, konuşmamaya çalışıyor, o konulardan kaçıyor, İstanbul konuşmak istiyor ve herkesi kucaklama iddiasıyla yola çıkıyor; hatta o kucaklama iddiası sonucunda Diyarbakır’a kadar gidip Kürtlerin oylarını bizzat Diyarbakır’da talep etme yoluna gidiyor… Ama buna karşılık Süleyman Soylu tam tersine; tamamen negatif bir propaganda yapıyor. Yani bu, eski tâbirle: “İyi polis-kötü polis oyunu”. Süleyman Soylu’nun yaptıkları, söyledikleri şeyler üzerinden muhalefet bir şey söylemeye kalksa, pekâlâ “Aday o değil ki kardeşim!” cevabı alabilir. Ama Süleyman Soylu’ya cevaben yapılan, yapılacak olan, yapılabilecek olan birtakım hatalar kesinlikle bizzat onun tarafından yapılmasa da Ekrem İmamoğlu tarafına yazılacak, hanesine yazılacak, aleyhine yazılacak; böyle bir durum var, böyle bir ikili siyaset var…

Bununla birlikte Erdoğan’ın 23 Haziran’a kadar İstanbul’a çıkmama konusunda çok kararlı olabileceğine emin değilim. Şunu biliyorum, Türkiye’de şu anda aktif siyasette olan siyasetçilerin içerisinde kamuoyu yoklamalarını en çok önemseyen, en profesyonel bir şekilde bunları yaptıran –kamuoyuna böyle yansıtmıyor olabilir–, bu konuda elde ettiği bilgilerle adımlarını genellikle kamuoyu yoklamalarıyla, seçmenin nabzına göre atan, strateji ve taktik değiştiren Erdoğan, eğer kamuoyu yoklamaları son güne kadar olumlu geçmezse, bir şekilde bizzat ipleri tekrar eline almak isteyebilir. Şu haliyle bu stratejiyi biraz daha denedikleri kanısındayım, ama eğer sonuçlar bâriz bir şekilde Ekrem İmamoğlu lehine ve Binali Yıldırım aleyhine çıkacak olursa, Erdoğan’ın yapabileceği yegâne şey yine bizzat sahaya inmek olacaktır. Ama bunun pek de bir işe yaramadığını 31 Mart’ta gördük. Sonuçta iktidarın ve Erdoğan’ın aslında malzeme üretmekte, enstrüman üretmekte, yöntem, taktik ve strateji geliştirmekte çok da imkânları olmadığını görüyoruz. Eğer 31 Mart’ta bu seçimin sonucunu kabul etmiş olsalardı, belki biraz daha az hasarla atlabilecekleri bir olayı, şimdi 23 Haziran’a taşıyarak hasar ihtimalini daha çok yükseltmiş durumdalar. Şu âna kadar gördüğümüz kadarıyla da Binali Yıldırım’ın dilini değiştirmek, üslûbunu değiştirmek dışında siyasî iktidarın yapabildiği çok fazla bir şey olmadığı, ikili tartışmaya çok önem atfettikleri anlaşılıyor. Bir yerde kaybedecek çok bir şeyleri olmadığı düşüncesiyle bunu istiyor olmaları lâzım; ama –başta da söylediğim gibi– bu tartışmadan Binali Yıldırım lehine çok büyük bir gelişme açıkçası beklemiyorum. Yani Ekrem İmamoğlu’na oy vermiş olup da, Binali Yıldırım’la tartışmasındaki performansı nedeniyle İmamoğlu’na oy vermekten vazgeçecek seçmenler olacağını pek sanmıyorum. Ama Binali Yıldırım burada eğer gerçekten iyi bir performans sergilerse, normalde AKP seçmeni olup oy vermemeyi düşünen ya da Binali Yıldırım’a vermemeyi düşünen bazı seçmenlerin oylarını alabilir belki. Sonuçta bu televizyon tartışmasının demokrasi, demokrasi kültürü ve medeniyet anlamında iyi olacağını tekrar tekrar vurgulamak lâzım. Bu anlamıyla iyi bir gelişme, sevindirici bir gelişme; ama seçimin sonuçlarına çok fazla etkili olacağını sanmıyorum. 

Son bir not: Binali Yıldırım’ın ikili tartışmayı bu kadar istiyor olmasını, bir şekilde Erdoğan’ın bunu bir belediye başkanları seçimi, yani beka seçimi değil de İstanbul seçimi olarak kabul ettirmek istemesiyle ilişkilendirilenler var. Bu doğru olabilir, sonuçta yıllardır yapılmayan, 2002’den beri yapılmayan bu tartışmanın nihayet yapılıyor olması ve iki kişinin, Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım’ın tartışacak olması, bu seçimin Türkiye değil de İstanbul seçimi olduğunu bir ölçüde vurgulayabilir. 

Son dedim, ama bir son daha söylememe izin verin, ne zamandan beri aklımda: Türkiye’deki bir yabancı gazetecinin söylediği söylenir bunu –duydum, ama gazetecinin adını hatırlamıyorum, kaynağını da bilmiyorum; bana aktaran bir Türk meslektaşım aktarmıştı, büyük bir ihtimalle o söylemiştir– çok ilginç bir olayla karşı karşıyayız: ABD’de iktidarın en büyük yayın organı, en has yayın organı, yani Trump’ın FOX televizyonu; düşman gördüğü en büyük kuruluş da CNN. Türkiye’de de nedense tam tersi; Türkiye’de iktidarın artık tam tescillenmiş bir şekilde, en büyük destekçilerinden, yeni destekçilerinden birisi CNN ve muhalefete en yakın görünen ise FOX TV — böyle bir ilginç bir durumla, Türkiye ve ABD arasındaki ilginç bir zıtlığı da vurgulamak istedim. Çünkü ne zamandan beri dilimin ucunda her yayında unutuyorum, bugün nasip oldu söylemek. 

Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.