Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

2019’un özeti: “Bay Kemal” kazandı

2019’a damgasını yerel seçimler bastı. 31 Mart ve 23 Haziran’da Erdoğan’a siyasi hayatının şu ana kadarki en büyük yenilgisine zemin hazırlayan stratejinin altında Kemal Kılıçdaroğlu’nun imzası vardı.

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Evet, 2019’u bu gece itibariyle kapatıyoruz. Yoğun bir yıl oldu, zor bir yıl oldu. Ama dünkü yayında da söylediğim gibi, sonuç itibariyle baktığımızda iyi bir yıl oldu. Türkiye için yepyeni bir dönemin başlangıcı oldu. 2020, bu yepyeni Türkiye’nin devamı olacak gibi gözüküyor. Ama yine zorluklar var, yine çözümü imkânsız gibi gözüken sorunlar var. Ama Türkiye öyle büyük bir ülke ki, artık daha fazla bu krizlerle, bu sorunlarla yaşayabilecek bir ülke değil. Bir şekilde Türkiye’nin önü açılacak diye düşünüyorum. Bu anlamda da kimilerinin bana eleştiri olarak atfettiği iyimserlikten vazgeçmemeye kararlıyım. 2019’a ne damga bastı? Dün bayağı sayıda, kişiler, kavramlar, kurumlar, olaylar diyerek saydım. Ama bir özet çıkartmak istenirse, özet bu başlıktır: “Bay Kemal kazandı”. Neden “Bay Kemal kazandı” diyorum? Çünkü 2018’in özeti, “Adam kazandı”ydı, Muharrem İnce’nin İsmail Küçükkaya’ya attığı WhatsApp mesajı –kamuoyu, destekçileri kendisini ekranlar karşısında görmek isterken çıkmayıp gazeteci dostuna yolladığı mesaj– 2018’in özetiydi. Bu 24 Haziran. Tesadüf bu ya, 23 Haziran 2019’un da özeti de “Bay Kemal kazandı” oldu. Neden böyle diyorum? Seçimin kaybedeni Binali Yıldırım değildi, mâlûm, Recep Tayyip Erdoğan’dı. Erdoğan bir mesaj atmış olsaydı herhalde bunu atardı. Kazanan tabii ki Ekrem İmamoğlu, ama esas kazanan, bir şekilde bu sürecin gelişmesini, adım adım inşasını yürütmüş olan Kemal Kılıçdaroğlu — Erdoğan’ın deyimi ile: “Bay Kemal”. “Bay Kemal”i bir küçümseme olarak kullandı, kullanıyor Erdoğan. Ama bunca zaman sonra Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkanı iken Erdoğan’a ilk esaslı yenilgisini bu yerel seçimlerde yaşattı. Aslında daha önce Haziran seçimlerinde de –2015’te– bir yenilgi vardı. Ama onu Erdoğan bir şekilde –hâlâ bir gücü vardı– toparladı. Kasım’da ülkeyi, tabii kaotik bir ortamda ülkeyi seçime götürerek o yenilgiyi bir şekilde iptal ettirmişti. Esas yenilgi, ikinci ama daha sert bir yenilgi 31 Mart ve 23 Haziran yerel seçimlerinde oldu. İstanbul’u 25 yıl sonra, Ankara’yı 25 yıl sonra kaybetti Erdoğan. Çok büyük bir yenilgidir. Bu yenilginin önemini kimse azaltamaz. Şöyle düşünelim: Bir yıl önceki seçimde, yani cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçiminde, zaten Erdoğan ilk turda seçilmişti Muharrem İnce’ye karşı, Cumhur İttifakı yüzde 53,7 oy almıştı, Millet İttifakı yüzde 33,9. Tabii bir de HDP vardı. HDP ile toplandığı zaman yüzde 45 civarı ediyordu. Aradaki bu fark yerel seçimlerde çok bâriz bir şekilde kapandı. Her ne kadar Anadolu’daki seçimleri AKP baz almak istese de, yerel seçimlerin kalbi büyükşehirlerde atıyordu. Batıdaki büyükşehirlerde, güneydoğudaki büyükşehirlerde çok bâriz bir hezimet yaşadı Adalet ve Kalkınma Partisi ve MHP, yani Cumhur ittifakı. Yüzde 22,6 oy almış olan bir CHP söz konusu 2018 Haziran seçimlerinde. Ve bu CHP, ülke nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan ülkenin batı ve güney kıyısındaki ve Ankara’daki büyükşehir belediyelerini kazandı. Ülke ekonomisinin kalbinin attığı yerlerde yüzde 22 oy almış olan bir partinin İstanbul’u, Ankara’yı –İzmir’i zaten alıyordu, Aydın’ı zaten alıyordu–, ama buna ek olarak Adana’yı, Mersin’i katmış olması, Antalya’yı katmış olması, bu kadar kısa bir süre içerisinde başlı başına büyük bir başarıydı. Ve bunu biz yeterince konuşmadık. Çünkü hâlâ Türkiye’de insanlar Tayyip Erdoğan’ın yenilemezliği ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun yenemezliği üzerinden hesap yapıyorlar. Neredeyse bir tesadüf gibi, konjonktürel bir olay gibi algılanıyor. Ama bu çok daha köklü bir strateji ile alâkalı bir şey. Bunun startı da bildiğim kadarıyla 16 Nisan 2017 referandumudur esas olarak. Burada şöyle bir husus vardı Kılıçdaroğlu’nun önünde anladığım kadarıyla. CHP’nin oy oranı üç aşağı beş yukarı tarihsel olarak belli. En güçlü olduğu zamanlarda yüzde 33-35 alabilmiş bir parti. Ama son dönemde baktığımız zaman 25 ve civarında seyreden bir parti. Ve bu partinin Türkiye’nin gidişatına ve tek başına iktidar olan, cumhurbaşkanını istediği kadar seçtirebilen Adalet ve Kalkınma Partisi’ne karşı başarılı olabilmesinin yegâne yolu… Yani iki tane yolu var tabii ki. İlk yol akla gelen insanları CHP’li yapmak, CHP seçmeni yapmak. Bu hep deneniyor ya da denendiği söyleniyor. Baykal da denedi, başkaları da denedi. İlk yıllarında Kılıçdaroğlu da denedi. Ama belli bir yerden sonra olmuyor. Çünkü bâriz bir olay var ki Türkiye sağcı bir ülke. Türkiye’de baktığımız zaman siyasette sağın çok bâriz bir hakimiyeti var. Tabii ki Kürt seçmenin oyları ile beraber, özellikle 80 sonrasında işin rengi birazcık değişti; ama şöyle bir olay oluyor: Sağ, sol ve Kürt partileri şeklinde. Kürtlerin oyları da, Kürt partilerinin oyları da yaklaşık yüzde 10 civarında seyrettiğini varsayalım. Böyle bir tabloda CHP’nin yapabileceği bir şey kendi oyunu artırmak. Ama bu belli bir yere kadar denendi ve çok da başarılı olamadı. Dolayısıyla sağın bir kısmını, olabildiğince geniş bir kısmını o ana gövdeden koparıp kendi yanına almak ve bunu yaparken aynı zamanda da Kürt partilerinin desteğini almak. Çünkü sağdan koparttığınız insanla mesela HDP’yi yan yana getirmek mümkün değil pratikte. Ama buna bir formül bulundu. Nasıl bulduklarını çok da bilmiyoruz, yansımıyor. Ama son yerel seçimlerde bunu gördük. İYİ Parti de destek verdi. Özellikle büyükşehirlerde aktif bir şekilde, kendi aday çıkarmadıkları yerlerde aktif bir şekilde CHP adayları için çalıştılar. HDP de destek verdi. Ama bu iki akım birbiri ile karışmadı ve buna bir de tabii ki ek olarak AK Parti’den gayri memnun olan kesimler destek verdi. Böyle bir stratejiyi hayata geçiren bir Kemal Kılıçdaroğlu gerçeği var. Bu, referandum sonrasından itibaren hayata geçirildi, ama cumhurbaşkanlığı seçiminde başarıya ulaşmamıştı; orada Muharrem İnce’nin adaylığı Meral Akşener’in kendisinin aday olmasıyla işin rengi değişmişti. Orada bâriz bir yenilgi yaşandı. Ama ardından hızlı bir şekilde durumu toparladı. Burada nasıl bir olay yaşanıyor? Kılıçdaroğlu’nun ilk seçildiği zamanlar, yani Baykal kasetlerinin ardından CHP’nin başına geçtiği zamanlarda yaptığı bütün kongreleri Ankara’da izlemiştim, ilk kongreleri. Daha sonra da onun özellikle salı günü Meclis grubunda yaptığı çok sayıda konuşmayı izledim. Bazı seçim gezilerini de izledim. Kılıçdaroğlu kendini bir anti-Tayyip Erdoğan, Tayyip Erdoğan’ın rakibi, onu alt edecek kişi olarak sundu ve bunu hayata geçirmeye çalıştı. Tıpkı Baykal’ın daha önce yapmaya çalıştığı gibi. Ve olmadı. Hiç unutmuyorum, bir keresinde bunu bir yayında daha anlatmıştım, ama tekrar olsun, CHP’nin bir Meclis grup toplantısına girdiğimde –biraz geç girmiştim–, Kılıçdaroğlu çok coşkulu bir şekilde konuşuyordu ilk yıllarında. CHP’nin önde gelen isimlerinden birisinin yanı boştu, oraya oturdum. Ve ben oradayken yani izlemeye başladığımda en aşağı 30-40 kere Recep Tayyip Erdoğan dedi. Yani ona saldırarak. Ben de o CHP’liye şey yazdığımı hatırlıyorum, “Niye bu kadar çok reklamını yapıyorsunuz Erdoğan’ın?” diye, hatırlıyorum. Artık belli bir yerden sonra bunun doğru olmadığını, yanlış bir strateji olduğunu, şahıs olarak Kılıçdaroğlu’nun –şahıs derken tabii ki Erdoğan’ın “şahsım” lafından hareket ediyorum– şahıs olarak Erdoğan’ı yenmesi çok mümkün olmadığı ortaya çıkınca, tabii bu arada Erdoğan iktidarı iyice tekeline alınca, dolayısıyla tek adam yönetimine karşı bir koalisyonu, ittifakı hayata geçirmeye çalıştı Kılıçdaroğlu. Ve bunda başarılı olduğu ölçüde –ki yerel seçimler bunun göstergesidir– Erdoğan’a çok ciddi yenilgiler tattırdı. 31 Mart’ta ve 23 Haziran’da yaşanan yenilgilerin Erdoğan için çok travmatik etkileri olduğu kanısındayım. Zaten bu süreçte CHP ve Kılıçdaroğlu’na yönelik birtakım saldırı gibi ya da bu son Külliye’ye giden CHP’li asparagası gibi olayların da çok fazla tesadüf olmayabileceğini düşünüyorum. Tabii bu arada CHP’nin içerisinde sürekli bir… CHP’nin alametifarikası nedir? Hiziplerdir. Sürekli bir iç iktidar savaşıdır. Hep böyle bir yönü vardır CHP’nin. Ve rakipleri en çok buraları kaşıyarak, bunların önünü açarak CHP’nin zaten kendi kendini tüketmesini sağlarlar ya da tüketmesine katkıda bulunurlar. Şimdi de bakıyoruz, mesela AKP denetimindeki, Erdoğan denetimindeki medya aynı şekilde CHP’nin içerisinde tekrar bir iktidar savaşı vs. olması için her türlü çabayı da gösteriyor. Burada tabii ki Ekrem İmamoğlu’nun, tabii ki Mansur Yavaş’ın, tabii ki diğer tüm kazanan CHP’li belediye başkanlarının rolü çok önemli bu yerel seçimlerde yaşananlarda. Ama şunu özellikle vurgulamak lâzım: Orada bir zemin yaratıldı. O zemin neydi? İdeolojik olmayan bir seçim kampanyası; ideolojik olmayan, belediyecilikleri ile öne çıkan ya da çıkacak olan adaylar — ki bunun için en kestirme yöntemi olan, ilçe belediyelerinde kendini kanıtlamış isimler. İzmir’de de böyle oldu, Adana’da da böyle oldu, Antalya’da da böyle oldu. Ankara’da da diyebiliriz –eskiden hareketle Mansur Yavaş–, ama en önemlisi İstanbul’da böyle oldu. Fakat şunu da özellikle unutmamak lâzım: İstanbul’da ilçe belediye başkanından il belediye başkanı adayı çıkarma stratejisinde ilk akla gelen isim de açıkçası Ekrem İmamoğlu değildi. Çünkü çok bilinen isim değildi. Bu arada CHP’nin İstanbul’un değişik ilçelerinde, örneğin Sarıyer’de birtakım isimleri de pekâlâ olabilirdi. Tabii bu arada hiç unutmamak lâzım, büyükşehirlerde CHP’nin birtakım iddialı isimleri aday adaylıklarını açıkça dile getirmişlerdi — özellikle İstanbul’da ama diğer yerlerde de. İzmir’de de mesela böyle olduğunu biliyorum; birtakım milletvekillerinin İzmir’e –en kolay tabii ki İzmir– aday olmak istediklerini de duyduk. Burada Kılıçdaroğlu bir standart belirledi ve o standart büyük ölçüde bu yeni isimlerin, yıpranmamış isimlerin kamuoyunun karşısına çıkmasını sağladı. Ve böylece gerek İYİ Parti, gerek HDP, gerekse de AK Parti’den kopan isimler, kişiler, seçmenler kolaylıkla, daha kolay oy verebildiler. Çünkü karşılarına çıkan isim, aday olarak çıkan isim yıpranmamış, şu ya da bu şekilde geçmişinde çok fazla soru işareti bırakan faaliyet olmayan isimler çıktılar. Ve bu anlamda da bir başarı elde edildi. Bundan sonrası için de CHP’nin benzer bir çizgi tutturmak istediğini, bunu muhafaza etmek istediğini görüyorum, gözlüyorum. Ama Erdoğan da tabii ki yılların deneyimli siyasetçisi, işin sırrının bu olduğunu hepimizden daha fazla görüyor. Ve bunu bozmaya yönelik çabalar içerisine giriyor. Yani ne yapıyor? Özellikle İYİ Parti’yi CHP’nin yanından çekmek için birtakım şeyler yaptı. Daha da fazla yapacağa benziyor. Ama önünde çok ciddi bir başka bir sorun var. Kendi içinden kopan Davutoğlu’nun Gelecek Partisi ve de adı belli olmayan Ali Babacan’ın kuracağı parti. Bunların önümüzdeki dönemde Kılıçdaroğlu’nun bu ittifak stratejisini güçlendirmesinden ciddi bir şekilde endişeleniyor. Bu konuda açıkçası şu anda çok fazla bir şey söylemek mümkün değil. Teorik olarak baktığımız zaman, gerek Davutoğlu gerek Babacan’ın partileri pekâlâ Erdoğan’ın Cumhur İttifakı’nın karşısında yer alabilirler. Böyle gözüküyor. Ama şu âna kadarki izlediğimiz kadarıyla Davutoğlu’nun Erdoğan’la özellikle Şehir Üniversitesi üzerinden yaşanan bir sertleşmesi var, tabii ki bu önemli. Ama Babacan’ın şu âna kadar verdiği üç röportajda da –yani bir Karar gazetesi, ardından Fatih Altaylı ve en son Şirin Payzın’a verdiği röportajlarda– Erdoğan’ın gözünü korkutacak herhangi bir şey olduğunu sanmıyorum. Tam tersine çok dikkatli, ürkütmemeye çalışan bir üslûp. Ama partiyi kurduktan sonra işin rengi herhalde değişecektir. Dolayısıyla bunların, gerek Davutoğlu’nun gerek Babacan’ın partisinin Kemal Kılıçdaroğlu’nun stratejisi için çok önem arz ettiklerini düşünebiliriz. Burada tabii yine HDP önemli bir rol oynayacak. Bu ittifak yani daha önce adı Millet olan, hâlâ var mı yok mu çok belli değil ama var galiba, yani CHP ile İYİ Parti’nin oluşturduğu, bir önceki seçimde Saadet Partisi’nin de dahil olduğu bu ittifaka HDP’nin bir şekilde, açık ya da örtülü bir şekilde dahil olup olmayacağı meselesi önemli olacak. Zira son seçimde biliyoruz ki Selahattin Demirtaş, HDP de değil, Selahattin Demirtaş cezaevinden destek mesajı vermeseydi, İstanbul’u daha birinci turda pekâlâ Binali Yıldırım kazanabilirdi. İkinci turda o tarihî ara yaşanmayabilirdi. Evet baktığımızda, 2019’a baktığımızda kaybedenlerin ve kazananların çok bâriz bir şekilde ortada olduğu gözüküyor. Ama buradaki ilginç olan husus şu: Bir tarafta Erdoğan, onu karşısına Kılıçdaroğlu’nu tek başına koymuyoruz, koyamıyoruz. Çünkü Kılıçdaroğlu başta da söylediğim gibi Erdoğan ile savaşan, mücadele eden bir siyasetçi olma iddiasında değil. Mesela cumhurbaşkanı adayı da olmadı iki keredir. Muhtemelen önümüzdeki seçimlerde de cumhurbaşkanı adayı olmayacak, başkalarının olmasını teşvik edecek. Kim olacağı… Muhtemelen şu haliyle baktığımızda Ekrem İmamoğlu olur gibi gözüküyor. Ama insanlar tabii ki esas olarak Ekrem İmamoğlu’na ve Mansur Yavaş’a ve Ali Babacan’a ya da Ahmet Davutoğlu’na, Meral Akşener’e bakacak. Ama Kemal Kılıçdaroğlu kendine seçtiği bu ilginç misyonla Türkiye’nin siyasetini ciddi bir şekilde değiştiren bir siyasetçi olarak tarihe geçeceğe benziyor. Dün de söyledim, bugün başta da söyledim, insanların çok söylediği, kabul ettiği bir şey değil bu. Çok heyecan verici bir şey değil. Yani bugün Kemal Kılıçdaroğlu’nu övmek ya da Kemal Kılıçdaroğlu’nun hakkını vermek, takdir etmek çok –nasıl denir?– şık bir şey değil. Ama Sezar’ın hakkı Sezar’a demek lâzım. Birçok hata yaptı bu noktaya gelene kadar. Hâlâ yaptığı çok bâriz hatalar var. Ama Kılıçdaroğlu, çizdiği o sakin bir şekilde ideolojik olmayan sağın belli bir kesimini Erdoğan’dan kopartmayı hedefleyen stratejisiyle bence 2019’a damga basmış bir siyasetçidir. Bu anlamda onun attığı bu adım, hazırladığı bu zeminden en çok istifade eden kişilerin başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere, mesela bir Mansur Yavaş ve diğer başka isimler olduğu muhakkak; Kılıçdaroğlu onların önünü açmış olmaktan, özel olarak da Ekrem İmamoğlu’nun önünü açmış olmaktan rahatsız olmayacaksa, bu strateji 2020 yılında çok daha başarılı bir şekilde gelişebilir. Tabii burada İmamoğlu’nun da aynı şekilde Kılıçdaroğlu’yla belli bir uyum içerisinde çalışmayı sürdürebilmesi gerekiyor. Bu noktada İmamoğlu demişken, İstanbul demişken, Canan Kaftancıoğlu faktörünü hiç de yabana atmamak lâzım. Bazılarıi Kılıçdaroğlu’nun bu ideolojik olmayan sakin stratejisinde Canan Kaftancıoğlu’nun yerinin pek olmadığı kanısında. Ben hiç öyle olduğunu düşünmüyorum. Çünkü İstanbul seçiminde çok ciddi bir katkısı oldu onun. Yani CHP her ne kadar ideolojik kavgalardan vs.’den kaçsa da, kendine has bir duruşunun olduğu noktasında ilk akla gelen isimlerden birisi Canan Kaftancıoğlu. Yani şöyle söyleyelim çok kabaca — bu konu tabii çok tartışmalı: “Hâlâ CHP sol mudur?” sorusunda, insanlar “Neden olmasın?” cevabını verebiliyorsa, ilk akla gelen kişilerden birisi de Canan Kaftancıoğlu ve bu anlamda çok önemli bir fonksiyonu yerine getirdiği kanısındayım. Bitirmeden şu çiçeğimize bakalım. Biliyorsunuz bir çiçeğimiz bizle beraber burada büyüdü, aldı başını gitti. Sonra filmlerde oynattılar onu. Ve şöhreti taşıyamadı ve soldu gitti. Onu yeniden canlandırma operasyonuna giriştik. Böyle başladı bakalım, 2020’de bunun büyümesini göreceğiz. Bakalım o da Türkiye’nin hangi havasına uyacak. Türkiye’de çünkü kötümser olmak için çok neden var, iyimser olmak için az ama güçlü nedenler var. Bakalım bizim çiçek kötümser mi olacak, iyimser mi olacak. Evet, herkese mutlu bir yıl diliyorum. 2020’nin 2019’dan çok daha iyi ve güzel olmasını temenni ediyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.