Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Herkes memnun: Tüm yönleriyle Yıldırım-İmamoğlu yayını

Ruşen Çakır, dün akşam İsmail Küçükkaya moderasyonunda Cumhur İttifakı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Binali Yıldırım ile CHP ve İYİ Parti İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Ekrem İmamoğlu ortak yayınını değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba iyi günler ve iyi haftalar. Nihayet beklenen ve tarihî olarak tanımlanan buluşma gerçekleşti ve Binali Yıldırım ile Ekrem İmamoğlu İsmail Küçükkaya’nın yönetiminde üç saat tartıştılar. Bayağı bir izlendiğini tahmin ediyorum — sonuna kadar izlenmemiş olabilir, çünkü sonlara doğru tempo düşünce insanların da sıkıldıkları yolunda çok tanıklık var. Ama Türkiye’nin –özellikle İstanbul’un– büyük ölçüde bu tartışmaya odaklandığını biliyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu buluşma için çok öncesinde çağrı yapmıştı; bu da “Acaba ne olacak? Binali Yıldırım’ın nasıl bir hazırlığı var, neler yaşanacak?” sorusunu beraberinde getirmişti. Cuma günü yaptığım değerlendirmede şapkadan tavşan çıkartmanın söz konusu olmayabileceğini, hatta ortada bir şapkanın bile olmayabileceğini söylemiştim, nitekim öyle oldu sürpriz olarak hiçbir şey yaşanmadı denebilir. Ama sonuçta bir tartışma yaşandı, yıllardan sonra ilk defa bir seçim öncesi iki rakip aday tartıştılar. 

Tartışma ne kadar verimliydi, ne kadar heyecanlıydı? Bunları biraz ele almak istiyorum; ama esas olarak tabii bu tartışma siyaseten kime yaradı, kime ne getirdi, kimden ne götürdü? Bu meselelere bakmak istiyorum. Benim genel yorumum –başlığa da koyduğum gibi– herkesin buradan memnun ayrıldığı şeklinde. Muhakkak İmamoğlu ve taraftarlarının ya da Yıldırım ve taraftarlarının “Keşke şu şöyle olsaydı” dediği yerler olmuştur, birtakım kendi yaptıkları hataları görmüşlerdir vs.; ama baktığımız zaman her iki tarafın da buradan memnun ayrıldığını, memnun ayrılmaması için bir neden olmadığını söylemek mümkün. Yani İngilizce deyimiyle win-win olayı, yani kazan-kazan olayı. 

Kim ne kazandı? Bir kere Binali Yıldırım’ın kaybedecek hiçbir şeyi yoktu; çünkü seçimi 31 Mart’ta kaybetmişti ve yapılan anketlere, sızan bilgilere de göre kazanma ihtimali 23 Haziran’da da çok yüksek değildi. Dolayısıyla zaten bu tartışmaya razı olmasının da, AKP’nin 17 yıl sonra CHP’yle bir tartışmaya razı olmasının da en temel motivasyonu, kaybetme ihtimalinin yüksek olmasıydı. Dolayısıyla Binali Yıldırım buraya çıktı, belki de son bir şansını denedi diyelim, kazanmak için son bir hamle yaptı. Binali Yıldırım’ı destekleyenlerin yorumlarına, gazetelerin ya da birtakım yazarların söylediklerine ya da siyasetçilerin söylediklerine baktığımız zaman, başarılı olduklarını düşünüyorlar, buna inanıyorlar ya da böyle gösteriyorlar. Yani amaç hasıl oldu onlara göre ve buradan mutlu ayrılıyorlar, öyle gözüküyor. Öteki taraftan Ekrem İmamoğlu kazanmış birisi olarak çıktı, onun kaybedebileceği birtakım şeyler vardı, kazanmışlığı kaybedebilirdi, böyle bir ihtimal vardı. Ama Ekrem İmamoğlu’nun hâlâ bir bilinirlik, tanınırlık ve herkese sesini iletme gibi bir meselesi var. Özellikle bu canlı yayının birbirinden farklı kanallar tarafından –ki iktidar yanlıları da var– canlı yayınlanmış olması, Ekrem İmamoğlu’na ilk defa bu kadar olabildiğince sakin bir şekilde iktidar tabanına da seslenme imkânı sağladı, bu başlı başına büyük bir kazançtır. İktidar tabanından oy alır mı, almaz mı? Bu ayrı bir konu; ama özellikle söz konusu olan tartışma, 23 Haziran’ın en önemli tartışması, sandığa gitmeyen kararsızların sandığa götürülmesi. Adaylar kendi lehlerine kararsızları sandığa götürmek istiyorlar ve kimisine göre burada kararsızlar içinde AKP’lilerin ya da Cumhur İttifakı’nın sayısı daha fazla, kimisine göre tersi. Ama sonuç olarak baktığımız zaman, her iki tarafa da yakın olan ayrı ayrı, neredeyse eşit sayıda oy kullanmamış seçmen var. Dolayısıyla burada Ekrem İmamoğlu’nun AKP tabanındaki tereddütlü seçmene ulaşma imkânı da bu sayede oldu. 

Peki nasıl oldu yayın ve ne derece başarılı oldu adaylar? Herkesin tabii farklı farklı değerlendirmesi var. Bu sabah Medyascope’ta arkadaşlarla konuştuğumuz zaman benim İmamoğlu’da olumsuz olduğunu düşündüğüm şeyleri bazı arkadaşlarım tam tersine olumlu olarak görmüştü, bunda anlaşmak mümkün değil. Dolayısıyla ben kendi görüşlerimi aktarmak istiyorum. Özellikle tartışmanın başında Binali Yıldırım daha gergin gözüktü bana ve o gerginlik aslında normaldi, çünkü eşitsiz bir yerde başlıyordu, kaybetmiş birisi olarak başlıyordu. Ancak ilk bölümde, özellikle 31 Mart tartışması ve buna bağlı olarak da Anadolu Ajansı (AA) tartışmalarında bana göre Ekrem İmamoğlu gereksiz bir şekilde bu konuyu uzattı, çok da fazla gerekmiyordu; ama dediğim gibi bazı arkadaşlar tam da bunun gerekli olduğu kanısında. Bana göre gerekli değildi, çünkü artık bu saatten sonra 31 Mart’ta ne olduğu konusunda kimsenin kimseyi ikna etmeye imkânı yok, ihtiyacı da yok. Artık bu konuda zaten herkes kararını verdi, çalma-çırpma olmadığı konusunda genel bir mutabakat zaten var, bunun bir siyasî müdahale olduğu konusunda AKP seçmeninde dahi büyük ölçüde mutabakat var. Ve başta giden polemikler, tartışmalar, ara sıra suçlamalara varan ama çok sürmeyen tartışmalar sonucunda, zamanla Binali Yıldırım’ın daha sakinleştiğini, daha kendini kontrollü bir şekilde yürüttüğünü gözledim ben. Ve sonlara doğru ilginç bir şekilde her iki aday da gayet sakin bir şekilde, esprili bir şekilde birbirlerinin sözlerine gülümseyerek, birbirlerine latife yaparak olayı tamamladılar — ki bu son bölümler en az izlenen bölümler oldu. 

Şöyle düşünüyorum; her halükârda –sadece bu tartışma değil, genel olarak– Ekrem İmamoğlu avantajlı olan durumda olan kişi, zaten 31 Mart’ta kazanmış, sakin biri, en azından Binali Yıldırım’a göre genç, daha dinamik biri ve konuya çok hâkim; çünkü Ekrem İmamoğlu, Beylikdüzü Belediye başkanı olduktan sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olarak ilan edildiği andan itibaren çok çalışmak zorundaydı; çünkü onu az insan biliyordu ve kendisini göstermek zorundaydı ve dosyasına hâkim olmak zorundaydı ve bunu büyük ölçüde başardığını gördük. Yani belediyenin temel sorunları, belediyenin kaynakları, rakamlar vs. değişik vesilelerle çıktığı yayınlarda ya da halkla kurduğu ilişkide, mitinglerde bunu gördük. Ve zaten dün akşamki yayında da bunu gördük, Ekrem İmamoğlu konuya çok hâkim. Bu Sayıştay Raporu meselesinde de gördük ki Binali Yıldırım çok fazla hâkim değil. Bunun da bir nedeni var, çünkü 31 Mart’ı Binali Yıldırım bir nevi çantada keklik olarak görüyordu, çok da fazla çalışmamıştı, çok da fazla kampanya yapmamıştı; hatta projeler söz konusu olduğu zaman topu Cumhurbaşkanı’na atmıştı, esas kampanyayı Cumhurbaşkanı yönetiyordu. Ama 31 Mart faciasının ardından iş değişti ve Binali Yıldırım hızlı bir şekilde vaatler ve birtakım rakamlar şunlar bunlar verdi ve arayı tam olarak kapatamadığını gördük. Dolayısıyla İstanbul’un somut meseleleri konusunda, belediyenin temel sorunları konusunda, israf başlı başına önemli bir madde — ki AKP’nin yumuşak karnı olduğu görülüyor. Bu konularda Ekrem İmamoğlu çok güçlüydü, çok avantajlıydı. Bunu bence yeterince kullanmadı, kullanamadı. Onun yerine 31 Mart tartışmalarına daha fazla enerji harcadı. Halbuki o konularda, Sayıştay Raporu örneğinde gördüğümüz gibi ya da Suriyeliler meselesinde gördüğümüz gibi olaylara daha hâkim ve somut öneri getiren bir belediye başkan adayı profili çizdi. İşte bu yönüyle, AKP’de kafası karışık olan, tereddütte olan seçmeni etkilemesi bence daha fazla mümkün olacaktı. Burada tabii, mesela –izleyenler de kabul edecektir– İmamoğlu hep “AK Parti” dedi, hiçbir zaman “AKP” demedi, bu çok hassas. Özellikle AKP tabanına yönelik olarak hassasiyetini baştan sona kadar korudu ve bu anlamda büyük ölçüde başarılı olduğu söylenebilir ve hatta kapanışta belediye sosyal tesislerinde içki ve kadın-erkek havuzların ayrı ayrı olması olayında olması gibi bunu fazlasıyla yaptığı da söylenebilir; hatta bu konuda kendisine destek veren seçmende de bir rahatsızlık olduğunu görmek lâzım. Yani “Başkalarını kazanırken bizi kaybetmeyi niye düşünmüyorsun?” şeklinde bir yaklaşımın çok da güçlü olmamakla beraber dillendirildiğini görüyoruz. 

Şunu kabul etmek lâzım — en azından ben bunun genel olarak kabul edildiği kanısındayım: 31 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’na oy vermiş olup da 23 Haziran’da tercihini Binali Yıldırım’dan yana yapacak çok kişi olacağını pek sanmıyorum. Ama buna karşılık, tercihini Binali Yıldırım’dan yana yapmış olup ardından mesela burada YSK kararının âdil olmadığı düşüncesiyle Ekrem İmamoğlu’na oy verecekler çıkabilir ya da normal olarak AKP seçmeni profiline uygun olup, 31 Mart’ta oy vermeyenlerin bir kısmından da Ekrem İmamoğlu’na yöneliş olabilir, bunları ihtimal dahilinde görüyorum. Ama en önemli ihtimal, 31 Mart’ta sandığa gitmemiş muhalif seçmenin büyük bir kısmı –eğer çok büyük bir teknik imkânsızlık yoksa– herhalde Ekrem İmamoğlu için oy verecektir. Dolayısıyla Ekrem İmamoğlu’nun burada esas seslenmesi gereken, kendi tabanından ziyade karşı taraf yani Binali Yıldırım’ın potansiyel seçmenleri. Ve bu anlamıyla birtakım muhafazakâr mesajlar işlevli olabilir; ama o polemik gibi olan kısımların onun bu hedefine çok yaradığını sanmıyorum. Özellikle tartışmanın ilk bölümünde Ekrem İmamoğlu’nun daha çok kendi tabanının beklentilerini karşıladığını ve buna da çok fazla gerek olmadığı kanısındayım. 

Binali Yıldırım ne yaptı? Binali Yıldırım herkese seslenmeye çalıştı, tamamen apolitik bir yerden gitmeye çalıştı –tabii ki istisnaları vardı–, ama ilginç bir şekilde anlatırken, somut vaatler sıralarken de bunları tam olarak anlatabildiği kanısında değilim. Çok sayıda vaatle insanları etkileyebileceğini düşünüyor, ama buradaki sorun, Ekrem İmamoğlu’nun da çok isabetli bir şekilde belirttiği gibi 25 yıldır zaten İstanbul’u Binali Yıldırım ve o çizgideki insanların yönetiyor olması. Ne dedi Ekrem İmamoğlu? “Vaat bize yakışır”. Bu gerçekten doğru, zaten Binali Yıldırım’ın önündeki en büyük engel de zaten 25 yıldır yönetiyor olmaları. Yani Binali Yıldırım statükonun sözcüsü, Ekrem İmamoğlu da değişimin sözcüsü ve genellikle toplumlar –özellikle gençler– değişime daha açıktırdırlar ve bu anlamda da Ekrem İmamoğlu’nun da teorik olarak daha avantajlı olduğu muhakkak. Ama bunu dün akşam tam olarak yansıtabildiği kanısında değilim. Şu husus bence önemli; İmamoğlu’nun kalkıp dün Binali Yıldırım’ı “ezmesi” gibi bir olay yaşanmadı ve anladığım kadarıyla da Ekrem İmamoğlu bu konuda özel bir özen gösterdi, çünkü bu gerçekten çok yanlış olurdu, belli bir ölçüde tuttu. Tartışmanın en çok kızıştığını düşündüğümüz yerlerde dahi bir şekilde frene bastılar. 

Burada, Ordu meselesinin Ekrem İmamoğlu’nun en yumuşak, en zayıf alanlarından birisi olduğunu bir kere daha gördük. Hatta orada, Binali Yıldırım, “En yakın arkadaşı Fatih Portakal bile” diyerek –biliyoruz, İmamoğlu ile Fatih Portakal üniversite yıllarından arkadaşlar – bir şekilde kaleyi bir anlamda içten fethetti. Ama AA meselesinde de tabii ki çok daha sert bir şekilde ya da eşit sertlikte Ekrem İmamoğlu Binali Yıldırım’ı zor durumda bıraktı. Bir FETÖ muhabbeti var, çok anlamsız bir soruydu. Bu soruyu doğrudan Ekrem İmamoğlu’na sordu İsmail Küçükkaya. Ondan sonra sosyal medyadaki tepkiler kendisine aktarılınca –ya da kendisi takip etti, gördü–, daha sonra Binali Yıldırım’a da sordu ve aldığı kısa bir “yok” cevabıyla olay kapanmış oldu. Bence FETÖ meselesinin dün akşam hiçbir anlamı yoktu ya da öyle bir şey olsa bunu çok daha fazla, uzun uzadıya konuşmaları gerekirdi. FETÖ meselesine Binali Yıldırım vakıflar üzerinden girdi ve şöyle bir şey söyledi, “FETÖ’yle mücadele edebilmek için özellikle gençlere yönelik sivil toplum faaliyetleri önem arz ediyor. Belediye bunlara bu nedenle destek veriyor” dedi; ama mesela bir Okçuluk Vakfı’nın FETÖ’yle mücadelede nasıl bir işlevi olacağını söylemedi; yani FETÖ’cü sanılan kişileri ok atışına mı tutacaklar? Anlamak mümkün değil. Bu aslında israf ve vakıflar meselesi, hükümete yakın vakıflara –ki bunların bir kısmı çok yeni kurulan vakıflar, bir kısmı eskiden beri olan İslamî kesimlerin vakıflar– belediyeden aktarılan kaynaklar meselesinin  Binali Yıldırım’ın ve AKP’nin en zayıf noktalarından biri olduğu kesin. 

Mesela benim çok ilgimi çekti, başkalarının da ilgisini çekmiş olabilir: İsmail, “Her birinizden diğerine birer soru sormanızı istiyorum” dediği zaman, İmamoğlu şaşırdı ve hazırlıklı değildi, ama Binali Yıldırım hemen o veri kopyalama sorusunu sordu. O veri kopyalamanın üzerine gitmekle ne hedefleniyor? Bir FETÖ bağlantısı hedefleniyor, bu da ileri derecede bir komplo teorisi; yani “O verileri alacak, FETÖ ne yapacak?” vs. hazırlanılmış bir şeydi, belki de en iddialı oldukları alanlardan birisiydi — ama Binali Yıldırım bu tür polemikleri sürdürebilecek birisi değil. Aynı malzeme diyelim Melih Gökçek’in elinde olsaydı ve Ekrem İmamoğlu’nun karşısında Melih Gökçek olsaydı, herhalde biz Ordu meselesi ve veri kopyalama meselesiyle üç saat geçirmiş olurduk. 

Sonunda aslında genel olarak baktığımız zaman sakin bir tartışma oldu. Kimsenin oy tercihini kolay kolay etkileyecek bir yayın olmadı; yani “İzledim ve Ekrem İmamoğlu’na oy vermeye karar verdim” ya da “Fikrimi değiştirdim Binali Yıldırım’a veriyorum” ya da “Fikrimi değiştirdim, dünkü yayın nedeniyle Ekrem İmamoğlu’na veriyorum” diyecek çok fazla insan çıkacağını sanmıyorum; ama her halükârda iyi oldu, hiç yoktan iyidir. Tabii en önemli siyasî gösterge, siyasî iktidarın 2002’den bu yana ilk defa yenilmekte olduğunu, geride olduğunu ve muhalefetle eşitliği kabul etmiş olduğunu bize gösterdi, bu anlamıyla tarihi bir olay oldu. 

Moderatör meselesine gelince; her ne kadar İsmail Küçükkaya her iki katılımcının da oturumun sonunda onayını almış olsa da, bence vasat bir yönetim –ki bu hiç şaşırtıcı değil– sergiledi. Yani kazasız belasız bir tartışmayı bitirdi diyelim; ama kazasız belasız bir tartışmayı bitirmiş olmak tek başına yeterli değil. Özellikle Kürtlerle ilgili söylediği, “Vatan aşkıyla dolu Kürt kökenli vatandaşlar” lâfı, aslında siyasî olarak nasıl bir yerde durulduğunu gösteriyor. Soruları uzun uzadıya uzatarak sormanın bence çok bir anlamı yok. Mesela o soruyu pekâlâ Kürt demeden de Binali Yıldırım’a, “HDP aday göstermiyor, siz HDP’nin oylarını nasıl almayı düşünüyorsunuz?” şeklinde de sorabilirdi ya da “Kürtlerin oyunu nasıl alacaksınız?” diye sorabilirdi. Ama bunu sormak için başına sonuna cümleler eklemenin falan, engellilerden “Engelli kardeşlerimiz” diye bahsetmenin vb. doğru olduğu kanısında değilim, en azından öyle söyleyeyim. Vasattı, zaten tartışma vasattı; ama bu tartışma, mesela rahmetli Mehmet Ali Birand yaşıyor olsaydı ve o soruyor olsaydı herhalde buradan günlerce konuşacağımız bir tartışma çıkabilirdi — ya da başka isimler de geliyor şu anda aklıma, ama yaşayanları anmak istemiyorum, merhum Birand’ı bu vesileyle bir kere daha anmış olalım. Aslında bu tartışma, Türkiye’nin seviyesine denk gelen bir tartışmaydı. Normal şartlarda Ekrem İmamoğlu’nun çok daha fazla öne çıkabileceği bir tartışmada Ekrem İmamoğlu belki bilinçli bir şekilde belki de bilinçli olmayan bir şekilde eşit bir şekilde tartışmayı götürdü. Böylesi belki onun için daha hayırlı olmuştur. 

Geriye kaldı bir hafta, bu bir haftada Binali Yıldırım’ın şapkasında tavşan olmadığını bir kere daha gördük; ama hâlâ merak edilen: Cumhurbaşkanı Erdoğan ne yapacak? Şunu diyecek mi acaba, “Bu tartışmanın sonunda gördük ki artık biz İstanbul’u alıyoruz içimiz rahat” mı diyecek, yoksa günlerdir her vesileyle tekrarladığı gibi, “Zaten bizim daha çok ilçe belediyemiz var ve mecliste de çoğunluk bizde” üzerinden yenilgiyi şimdiden kabul mu edecek? Şu haliyle baktığımız zaman bu tartışmanın Binali Yıldırım lehine bir sonuçlanmayı getirdiği kanısında hiç değilim, ama bu tartışma nedeniyle de Ekrem İmamoğlu’nun farkı daha açtığı kanısında değilim. Böyle bir parantezdi, açıldı, kapandı ve herhalde bundan en çok kazanan da İsmail Küçükkaya ve onun kurumu FOX TV oldu. 

Evet, bugün saat 14:00’da Temel Karamollaoğlu’yla burada bir yayın yapacağız. 15:00’da Bekir Ağırdır’la artık her seçim öncesi yaptığımız son yayını yapacağız. Bugün üç yayınla birden karşınızda olmuş olacağım. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.