Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Açık Oturum (199): Yeni parti(ler) Türkiye siyasetini nasıl etkileyecek? – Murat Sabuncu, Murat Sarı ve Zafer Yörük

Medyascope’un 199. Açık Oturumu‘nda Edgar Şar; konukları Murat Sabuncu, Murat Sarı ve Zafer Yörük ile AKP içindeki olası bölünmelerden doğacak parti veya partilerin Türkiye’de siyaseti nasıl değiştirebileceğini konuştu.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Açık Oturum (199): Yeni parti(ler) Türkiye siyasetini nasıl etkileyecek? – Murat Sabuncu, Murat Sarı ve Zafer Yörük

Şar: İyi akşamlar. Medyascope.tv’nin 199. Açık Oturumu’ndan herkese merhaba. Bugün, Türkiye’nin değişen siyasi manzarasında, değişen siyasi ikliminde, uzun zaman sonra ilk defa birtakım yeni partilerin kurulması ihtimalini konuşuyoruz. Belki de ilk defa olan şey, partilerin kurulmasından ziyade, ülkeyi 18 yıldır yöneten AK Parti’nin içinden bir partinin çıkması ve ciddi anlamda bir yarılmaya yol açabileceğinden bahsedilmesi. Bu yeni partiler ya da yeni parti, Türkiye’de siyasi iklimi nasıl etkiler?  Ne gibi gelişmelere yol açabilir? Toplumdan bir destek alabilir mi? Önümüzdeki seçim ve siyasi takvime baktığımız zaman ne gibi etkileri olabilir? Bütün bunları konuşacağız. Kimlerle? Konuklarımı saymaya stüdyodan başlayayım: Sağ tarafımda gazeteci Murat Sabuncu, hoş geldiniz.

Sabuncu: Hoş bulduk. Teşekkür ederim.

Şar: Kamuoyu araştırmacısı Murat Sarı, hepiniz tanıyorsunuz zaten. Ve aynı zamanda Skype üzerinden bizlerle bağlantı kuran siyaset bilimci Zafer Yörük. Hocam, siz de hoş geldiniz.

Yörük: Hoş bulduk, iyi akşamlar, iyi yayınlar.

Şar: Çok teşekkürler. Şimdi ilk olarak, İzmir’den Zafer Hocam’a dönüp şu soruyu sormak istiyorum: Hocam, şimdi bize şunu anlatın: Biraz önce girişte de söylediğim gibi, belki ilk defa böyle bir siyasi iklimde yeni partilerin ortaya çıkması söz konusu oluyor. Sizce, şu andaki ortamın bütün koşullarına baktığımız zaman, bu yeni ortaya çıkması beklenen siyasi parti, merkez sağa mı oturacak? Siyasi yelpazede nerede boşluk var? Ya da şu an dünyanın içinde bulunduğu iklimi, Türkiye’nin de bu iklimde nereye oturduğunu göz önünde bulundurduğumuz zaman, bu parti hangi ihtiyaçlara cevap verebilir ya da verebilir mi? Böyle başlayalım.

Yörük: Soru çok geniş kapsamlı oldu. Ben merkez sağa oturacağı tespitiyle başlayabilirim. Zaten AK Parti’nin bugüne kadar oturduğu yer, daha önce ANAP ve DYP’den devraldığı ‘’Merkez sağ’’ ekseni. Tıpkı, Refah Partisi içinden çıkıp AK Parti olarak değişmesi gibi, -çünkü kendisi marjinden merkeze doğru indiği zaman, merkezdeki partileri bir çeşit kenara itmişti- şimdi de aynı itme harekâtı, yeni partiyle olacak gibi geliyor. Tabii burada merkez sağda iddiası olan bir başka partinin, İYİ Parti’nin de olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Ama belki de, İYİ Parti’nin, kendi beklentilerinden daha az iş yapmış olmasının sonucunda bu yeni partinin kurulmasının dinamikleri ortaya çıkmış oluyor. Dinamikleri sadece bu değil tabii. Ama bir dinamiğinin de bu olduğunu görüyoruz. İYİ Parti, eski DYP-ANAP seçmeninin bütününü kapsayacak şekilde, MHP ekseninden veya MHP geleneğinden merkez sağa doğru açılmış gibi görünmüyor. Veya AK Parti’den çok fazla geçişlerin olacağı şekilde açılmış görünmüyor. Bunun yerine, mesela CHP ile İYİ Parti arasında geçişler söz konusu. Özellikle bu bölgede, Ege’de bu tür geçişler söz konusu.

Baktığımızda, yeni kurulacak olan partinin esas hedefinin, AK Parti seçmeni olduğunu tespit edebiliriz. Bu seçmenin, özellikle çok mütedeyyin, aşırı dinci olmayan, orta sağ seçmen kategorisini oluşturan kesimler olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü diğer seçmen için zaten orada bir parti duruyor. Fazilet Partisi mi şu anki adı?

Şar: Saadet Partisi.

Yörük: Saadet Partisi, evet. Özür dilerim. Saadet Partisi orada bekliyor zaten diğer seçmen için. Dolayısıyla, AK Parti’sinin bu seçmenine oynayan ama merkez sağ nitelikli bir parti olmasından kaynaklanıyor.

Benim gözlemin şöyle: AK Parti birçok projesini artık gerçekleştirmiş durumda. Bir sebebi bu. ‘’Türkiye koşulları’’ dediniz. Yani gerçekleşecek başka projesi kalmamış gibi gözüküyor. Esas misyonu neydi tam olarak bilemiyoruz ama o başlangıçtaki misyonunu zaten terk etmiş ve esas olarak bir başkanlık sistemi kurma vs. gibi bir misyona girmiş olduğunu görüyoruz. Bir miktar da, toplumun İslâmizasyonu, yani kurumların İslâmizasyonu, var olan diğer, özellikle laik kurumların aşındırılması veya yıkılması şeklinde gelen bir İslâmizasyon bu. Bu konularda yeterince başarı kazandığını görüyoruz zaten. Bundan sonra artık AK Parti olarak yapılacak çok fazla şeyin kalmamış olduğunu, bu anlamda da işlevini yitirmiş durumda olduğunu görüyoruz. Yani o baştaki Avrupa Birliğiyle özdeşleşme, demokratikleşme vs. perspektifleri zaten terk edilmiş durumda. AK Parti bunları yeniden öne sürecek olsa bile artık inandırıcı olmayacak gibi gözüküyor. Bu durumda bu tür misyonları, yani Avrupa Birliği’yle özdeşleşme, demokratikleşme vs. gibi misyonları, bu yeni partinin, tabii ki AK Parti’nin içinden çıkmış bir başka bir parti olarak yeniden dillendirerek, gerçekleştirebileceğini, gerçekleştirme iddiasında olabileceğini görüyoruz. Sebeplerden bir tanesi bu.

İkincisi, yeni sistemde, Başkanın, yani Cumhurbaşkanı’nın, yani parti başkanı olan şahsın, artık partiye ihtiyacı kalmamış durumda. Yardımcıları, danışmanları ve kendi atadığı bakanlar aracılığıyla zaten ülkeyi yönetebilecek vaziyette. Bu durumda seçimler ve parti sisteminin işlevi oldukça azalmış durumda. Tabii bu, Meclisin işlevinin azalmasıyla ilgili de bir durum. Meclis’in de artık eski işlevini yerine getirmediğini görüyoruz. Yani yasa koyucu olarak çalışmadığını, kendisine gönderilen yasa önerilerini onaylayıcı bir kurum haline geldiğini görüyoruz. Yasa önerilerinin geldiği yer de, genellikle Başkanın sarayı oluyor; buradan gelen yasa tasarıları onaylanıyor Meclis’te. Bu durumda da çok fazla önemi kalmamış oluyor partilerin ve Meclis’in.

Türkiye’nin bir başka meselesi de, AK Parti’nin popülerliğini yitirmiş olması. Çeşitli kesimlerden ona bağlanan umutların, belli bir düş kırıklığıyla karşılaşmakta olması. Bu durumda da, partinin dağılması koşullarında, bu partinin yerine kurulacak yeni bir parti, bir çatı, altına sığınılacak bir barınak olacaktır. Bu parti, AK Parti teşkilatları ve tabii ki Meclis teşkilatı ve milletvekilleri için de böyle bir işlev de görecektir diye düşünüyorum.

Bir de tabii uluslararası konjonktür açısından şöyle bir mesele var: Müslüman Kardeşler, ‘’İhvan’’ dediğimiz akımın genel bir gerilemesi söz konusu dünya ölçeğinde. AK Parti büyük ölçüde bunun üzerine yatırım yapmıştı Ortadoğu’da. Bu genel gerilemeye paralel olarak, artık İhvan’cı olmadığından emin olunan başka bir İslamcı grup olarak Abdullah Gül çizgisini, -Ali Babacan da tabii ki bunun ekonomik ayağı- Müslüman Kardeşlerle doğrudan bağlantılı olmayan, hatta biraz daha Suudi Arabistan yanlısı olan bir ekip olarak da düşünebiliriz, Ortadoğu çatışması içindeki pozisyonuna baktığımız zaman. Bu da, Türkiye’nin yine küçük bir eksen kaymasıyla pozisyonunu düzeltmesi için yeni bir dış program, yani uluslararası politika programı ile ortaya çıkacaklarını gösteriyor.

Şar: Hocam burada bir virgül koyalım. Bu konuyu ikinci sorumda biraz açmak ve detaylandırmak isterim. Burada bir virgül koyalım ve ben stüdyoya döneyim. Murat Sabuncu’ya dönelim. Şimdi, Zafer Hocam ‘’AK Parti ve bir bakıma Erdoğan misyonunu tamamladı. Ki son zamanlarda AK Parti yok, daha çok Erdoğan var zaten. Hem sistemin gerektirdiği bir şey bu, hem de gidişat öyleydi’’ diyor. Bir yandan da, sanırım uzun zamandır Türkiye’de demokratikleşme krizinin son yıllarda kendisini gösterdiği her önemli anda, insanlar, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığından beri, onun ‘’Madem memnun değilsin bu durumdan, neden açıkça söylemiyorsun?’’ diye bir adım atmasını bekliyordu. İlk defa, Abdullah Gül’ün geleneğinden gelen ya da onun sponsorluğunda bir hareket -ki aslında liderinin Ali Babacan olacağı konuşuluyor- somut adımı attı. Bunun için şimdiye kadar en stratejik anı beklediler herhalde. Onlara göre de en stratejik an 23 Haziran’da alınmış bu tarihi yenilgiydi. Nasıl görüyorsunuz, yani AK Parti’den nesi farklı olacak?

Sabuncu: Bir gazeteci olarak yaptığım görüşmelerden elde ettiğim bilgileri paylaşarak gitmek istiyorum. Birincisi, Abdullah Gül’ün çok geç kaldığına ilişkin iddialar serisi var biliyorsunuz. Oysa 24 Haziran Seçimleri’nde son dakikada İYİ Parti’nin Genel Başkanı Meral Akşener itiraz etmeseydi, Abdullah Gül o blokun adayı olarak ortaya çıkacaktı. Abdullah Gül’ün bu süreçten kopuşunu ve sistem eleştirilerini ki Cumhurbaşkanlığı Sistemi konuşulurken ‘’Türk tipi başkanlık’’ diyerek bununla ilgili eleştiri yapan ve bu sistemin denge ve denetlemeden bağımsız olduğunu ve sorun yaratabileceğini içeriden ilk söyleyenlerden bir tanesi Abdullah Gül’dür.

Önce Babacan Hareketi’nden bahsetmek istiyorum.  Bu hareket, yani bugün ortaya çıkacak bu hareketin temelleri ne zaman atıldı? Yine bilgiye dayanarak söylüyorum: Bu hareketin temelleri, Gezi Parkı olayları sırasında atıldı. Nasıl atıldı? Gezi’deki tepkiye karşı, dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın aşırı tepkisine karşı, Abdullah Gül, Ali Babacan, Beşir Atalay, şimdi de hareketin içinde olacağı söylenen Osman Can, o dönemden itibaren Erdoğan’a, Gezi Parkı’na karşı yaptığı hareketin yanlış olduğunu, onları anlaması gerektiğini, hatta ‘’Orada AK Partili çocuklar da var’’ diyerek bir parantez açmışlardı. Bunu orada yapılan konuşmalardaki bilgiye dayanarak söylüyorum. Yani kopuş, Gezi Parkı’dır. Arkasından gelen süreçlerde de bu tepkiler içten içe gitti. Şimdi bu hareketi anlatırken herkes şunu söylüyor: ‘’İyi de Abdullah Gül, Ali Babacan ve diğerlerinin özeleştiri yapmaları gerekmiyor mu?’’ Kesinlikle yapması gerekiyor. O dönemde,  tepkilerini daha farklı gösterebilirlerdi. Yönetimde kalmaya devam ettiler. Tepkileri zayıf kaldı. Ama zihinsel kopuşları oldu. 

Ben bu hareketle ilgili ilk bilgiyi geçen sene Ekim ayında, T24’te yazdım. Şu anda kurucular arasında olan bir kişi, bana hareketi şöyle tarif etti: “Biz bu harekete ‘’Kefaret Hareketi” diyoruz’ dedi. Kefaret, – bir İslâm sözlüğüyle söylersek- bir günaha karşı ödenecek bedel. Motivasyon bu aslında. ‘’Biz bir yanlış yaptık, o yanlışa ortak olduk, bunu halletmek için ortaya çıkmalıyız’’ diye düşünüyorlar.

Bir diğer nokta: Siz de söylediniz, Zafer Hoca söyledi, AK Parti diye bir parti yok aslında. AK Parti, bundan 2 yıl evvel Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kişiliğinde erimiş bir parti haline geldi. O yüzden, 31 Mart seçimlerinde, Türkiye genelinde biz örgütü -örgüt değil gerçi-  fazla çalışırken görmedik. Murat Bey mutlaka bunu çok daha iyi analiz edecektir sokağı çok iyi bildiği için. Mesela, bazen konuşuyoruz insanlarla, ‘’Bana Türkiye’de 5 tane bakan ismi sayar mısın?’’ diye soruyorum. Sayıyorlar ‘’Berat Albayrak, Çavuşoğlu, Süleyman Soylu…’’ 4, 5 zor geliyor. Türkiye’nin 20 tane bakanı var, kimsenin haberi yok. Çünkü herkes biliyor ki, toplum biliyor ki ve herkes farkında ki, Türkiye’yi tek başına, bir tek adam, Tayyip Erdoğan yönetiyor.

Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde uçakta söylediği “Bu hareket ümmeti bölme hareketidir” cümlesi -ki bunu da İslâmi vurguyla tarif ediyor- bu hareketi ne kadar ciddiye aldığını gösteren bir nokta. Çünkü bu hareketin içindeki kişiler, -özellikle bir grup var ki bu grup, Fazilet’ten çıkıp, Erbakan’dan ayrılıp, önce ‘’Erdemliler Hareketi’ni, sonra AK Parti’yi kurarken, Erdoğan’ın da içinde bulunduğu bir gruptu- eski yol arkadaşlarıydı.  Abdullah Gül var, Ali Babacan var, Beşir Atalay var, Sadullah Ergin var.

Şar: Bülent Arınç var.

Sabuncu: Bülent Arınç şu anda Erdoğan tarafında kaldı. Ben şimdi bu tarafta, Babacan’ın kuracağı partideki insanlardan söz ediyorum.

Şar: Bir arabuluculuk yapma gibi bir pozisyon edinmeye çalışıyor sanki. Ne dersiniz?

Sabuncu: Bülent Arınç’ın son dönemdeki siyasi çizgisinde, bir arabuluculuktan çok, şöyle bir şey görüyorum: Özellikle damadının FETÖ’yle ilgili dava sürecinden sonra, Bülent Bey’in farklı bir çizgiye, farklı bir yöne doğru gittiğini gözlemliyorum. Daha evvel, daha net, daha sert açıklamaları ve daha sert bir duruşu vardı. Belki başka siyasi motivasyonları da vardır ama ben görebildiğimi söylüyorum. Onunla özel bir iletişmiim olmadı. Ama şu anda gözüken hareket şudur: Kuvvetli bir “ekip” geliyor. Hatta ekipten birisinin bana söylediği şey şu: -Biraz evvel Zafer Bey nereden oy alabileceğini söyledi- CHP’nin daha merkeze yakın kesiminden bile oy alabilme ihtiyacını duyan, böyle bir politika üretmeye çalışan ki şu anda Babacan’ın partisinde Anayasa çalışmaları yapılıyor. Yeni bir anayasa önerileri olacak. Parlamenter sistemle ilgili bir noktada çalışmalar yapılıyor. Ekonomi… Yani her konuda bir şeyler yapmaya çalışıyorlar.

Bu parti nerede durur, ne yapar? Bir kere şunu çok net ortaya koymak lazım: Artık Türkiye yüzde %50+1’le seçim kazanılan bir yer. Erdoğan’ın işi şöyle zorlaştı seçimlerde: Bu kurulacak hareketin, -ne kadar oy alır, almaz bilmiyorum, belki biraz sonra bilgi alırız bu konuda- Erdoğan karşıtı oluşan ittifak içinde olacağını görmek mümkün.  Kimi analistlerce AK Parti’nin çekirdek oyunun %25’e düştüğü söyleniyor. Bir %46-47’ler var, onun %36’sı +10’unun MHP’den geldiğini düşünürseniz, bunun %25’inin çekirdek oy olduğu iddiaları da var. Buradaki temel nokta, Ali Babacan’ın kuracağı hareketin, CHP’nin, İYİ Parti’nin, dolaylı olarak HDP’nin bulunduğu noktaya doğru gidecek olduğu.

Şar: Yani Millet İttifakı’nda yer alacak.

Sabuncu: Öyle gözüküyor.

Şar. AK Parti’nin tabanının bir kısmını da kopartarak…

Sabuncu: Kopartarak Millet İttifakı’na veya o zaman nasıl bir hal alır o ittifak bilmiyorum, oraya doğru gideceği noktasında bir kesinlik görüyorum. Bunu bir gazeteci olarak yaptığım görüşmelerden çıkartıyorum. O tarafta olmayacağı kesin. Peki, Erdoğan ne yapacak? Biliyorsunuz, bir taraftan sistem tartışmaları gidiyor. Partisinde de bunu söylüyorlar. Geçen gün iktidara yakın gazetelerden bir tanesinin genel yayın yönetmeni ‘’%50+1’i tartışmak zorundayız’’ dedi. Belki sistem tartışmalarında, seçimlerde en çok oy alana doğru bir yöneliş yapmak isteyeceklerdir yeniden. Çünkü artık, yanına MHP’yi ne kadar alırsa alsın, Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de %50 +1’i bulmasının hemen hemen imkânı kalmadı.

Bir de Davutoğlu hareketi var, çok kısa olarak onu da söyleyeyim. Onlar aslında Babacan areketiyle birlikte olmak istediler ama Davutoğlu’nun, başta Suriye olmak üzere çok ciddi bir bagajı var. Biliyorsunuz, Gül ve Davutoğlu Suriye konusunda çok ayrışmışlardı. Gül, bu kadar müdahaleci olmayı istemiyordu o dönemde. O bagajı Babacan’ın kuracağı partiye taşımak istemediler. O yüzden Davutoğlu ayrı bir hareket olarak kalacaktır. Davutoğlu’yla pek beraber olmak istemiyorlar, o farklı bir şey kuracaktır.

Şar: Davutoğlu’nun yanında kim var zaten? Birtakım milletvekilleri var.

Sabuncu: Yani evet, eski bir il başkanından söz ediliyor. Onu bire bir konuşmadığım için ben de genel duyumumdan bahsediyorum. Örgütten bazılarının olduğu söyleniyor ama tabii bunun çok büyük bir etkisi olmayacaktır. Ama Gül destekli Babacan hareketinden Erdoğan gibi tecrübeli bir liderin ‘’Ümmeti parçalamak’’ şeklinde tarifiyle bir endişe duyduğunu görüyorum, düşünüyorum. Bu hareketin hangi ittifak tarafında olacağı da belli olduğu için, Erdoğan’ın, bu konuda kara kara düşündüğünü, özellikle, MHP’ye doğru kaptırdığı oyları -ki MHP küçük bir oy oranıyla, AK Parti’yi bir şekilde istediği noktalarda kontrol edebilir hale geldi. Kürt sorununu da buna katabiliriz- ayrıca, birçok insanın beklediği ve Mayıs ayında açıklanan yargı reformu paketinin çıkmamasında da, özellikle MHP’nin, AK Parti’ye kimi itirazlarının olduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla, Tayyip Erdoğan artık MHP ile birlikteliğinin bedelini fazlasıyla ödediğini düşünüyor. Yakın çevresi ona bunu söylüyor. Bununla ilgili de önümüzdeki dönemde daha farklı bir tutum ve tavır içinde olacağını düşünüyorum.

Şar: Evet, hatta bu sistem tartışmaları, değişik amaçlarla yeniden ortaya çıktı. Şu anda var olan sistemi, AK Parti’den çok, MHP savunuyor gibi bir tablo bile oluştu sanıyorum.

Sabuncu: Evet, öyle gözüküyor.

Şar: Evet, şimdi Murat Sarı’ya dönelim. Siz kamuoyu araştırmacısı olarak sokağın nabzını iyi biliyorsunuz. Yıllarca hem seçimleri takip ettiniz, hem toplumun hangi konularda hassas olduğunu biliyorsunuz. Oy verme davranışlarının kalıplarını en iyi görenimiz sizsiniz en azından. Sizce, böyle bir hareket ne yaparsa oy alır? Şimdi ‘%18’lerden bahsedildi. Ne kadar bir araştırmaya dayanıyor bilmiyoruz, söylenmiyor. Türkiye’de maalesef bir anket okuryazarlığı eksikliği de var. Sizin bu konuda bir araştırmanız yoksa dahi, en azından, nelere bakmak lazım bunun potansiyelini görmek için?

Sarı: İlk önce AK Parti’nin kuruluş dönemine, 2002 öncesine, 2001-2002 arasında yapılanlara bakmak lazım. Biliyorsunuz, 8 ayda %34 oy aldı, iktidara geldi. Genel Başkanı milletvekili olamıyordu. İçinde bu saydığımız bütün isimler var. Ali Babacan var, Abdullah Gül var. Hatta Abdullah Gül dönemin Başbakanı. Bu yapıyı oluştururken bu partinin oluşmasına neler sebep oldu bir defa ona bakalım: İçinde bulundukları parti kapatıldı. Çok içe kapanık çalışıldı. Daha bir milliydi. Milli Gençlik, Fazilet Partisi, peşinden Refah Partisi, kendi motorumuzu bile üretmeyi savunan bir partiden bahsediyoruz. Ve o dönemde ‘’Yenilikçiler’’ ve ‘’Gelenekçiler’’ şeklinde ikiye bölündü. Yenilikçiler grubu AK Parti’yi kurdu. Gelenekçiler de Refah Partisi’ni kurdu.

Şar: Saadet Partisi.

Sarı: Saadet Partisi’ni kurdu. Tekrar kapatıldı. İktidardayken kapatma davaları açıldı kendilerine. Bugünkü AK Parti’nin temelleri orada atıldı. Bugünkü AK Parti’nin temeline gittiğimiz zaman gördüğümüz, esasında 4 tane eğilim var. Bu, Özal’ın 4 eğiliminden farklı, ben sürekli bunu anlatıyorum ama tam öyle değil. Sol var, sağ var, muhafazakârlar var ve liberaller var. Sağ dediğimiz, marjinal sağ ile sağ… ‘’Marjinal sağ’ değil yalnız, hiç onu kapsamadılar, hiç onun içine girmediler. O geçmişteki ‘’Milliyetçiliği ayaklar altına alırız’’ söylemleri. Sağ, yaklaşık %10 civarında bir AK Parti seçmen tabanını oluşturuyordu. Merkez sağ var ki bu önemli bir bölümünü oluşturuyordu; DYP’den ayrılanlar, o zamanki ANAP’tan ayrılanlar, gelip oy verenler. Çünkü bu partiler vardı. Mecliste ve hatta iktidardaydı. Bir tanesi ana muhalefet partisiydi o zaman. Seçmen bazlı yekûn çok yüksek. Buradan bütün oyların %30’u geldi. Muhafazakârlardan oyların büyük bir kısmı, %60 olmadı belki ama %50’sine yakını geldi. %5 liberallerden geldi. %5 de soldan geldi. AK Parti’nin kuruluş döneminde solcu isimler de vardı.

Şimdiki duruma baktığımız zaman, sol hiç yok. Liberaller yok. Oy veren seçmen kitlesi içinde sağ paramparça olmuş. Yani, MHP ikiye bölünmüş, İYİ Parti filan. Bir tanesi destek veriyor. Merkez sağdan CHP’ye kaçışlar var. Dolayısıyla, o dönem o oluşturdukları yapı, şu anda boşluk arz ediyor. Bunu da en iyi gören, o partinin içinden çıkan insanlar. Diyorlar ki: ‘’Biz geliriz, o boşlukları doldururuz ve siyaset yaparız.’’ Ama şunu da göz ardı etmemek lazım: Ben ittifak oyunu söylemiyorum ama AK Parti geçen seçimde %41 oy aldı.

Şar: 31 Mart’ta mı?

Sarı: 24 Haziran’da. 31 Mart belediye seçimleri, Türkiye’de benim gördüğüm, adayların en fazla ön plana çıktığı belediye seçimleridir. Orada milletvekilleri filan ortaya çıkmıyor. Orada siyasi parti var, lideri var ve projeleri var. Kadro konusu dördüncü sırada, en son sırada geliyor. Milletvekili seçimlerinden bahsediyorum.

Bugünü hazırlayan koşulların en önemli sebebi nedir, buna bakalım. Bir defa, Türkiye’de böyle bir partiye ihtiyaç var mı? Bunu yapacağız, daha çok erken. Birileri çıksın, ‘’Ben partimi kuruyorum’’ desin. Daha hâlâ hiçbir şey yok. Bu partiyi kuracaklar adına başkaları dışarıdan konuşuyor ki, o parti kamuoyunda konuşulsun, onların araştırmaları yapılsın. Acaba bu milletin yeni bir siyasi partiye, yeni bir siyasi oluşuma ihtiyacı var mı? Bunun muhakkak ölçülmesi lazım. Bunu ölçmeden ki içlerinde -Sayın Sabuncu’nun biraz evvel söylediği gibi- çok önemli bir araştırmacı var: Beşir Atalay. Bunu yapıyordur zaten. Tabii ki elinde bunun dökümleri vardır. Fakat bunu bilmeden yola çıkmak doğru değil. Bu dönem içerisinde böyle bir partiye ihtiyaç yoksa ve siz ortaya çıkarsanız, Türkiye Partisi’ne dönersiniz. Abdüllatif Şener şimdi CHP’de, Konya milletvekili. Türkiye Partisi’ni kurdu Abdüllatif Şener. HAS Parti kuruldu AK Parti’nin içerisinde. Öbür tarafta, Süleyman Soylu Genel Başkanı olduğu Demokrat Parti’yi neredeyse AK Parti’nin içine katıyordu, bir anda bir şeyler oldu. Onlar bırakmadılar, Adalet Partisi, Demokrat Parti geleneğini bırakmak istemedi. Evet, çok az oy alıyorlar, neticede siyasi bir parti, siyasi bir görüştür. O görüşü sunarsınız, kamuoyu kabul eder ya da etmez. Böyle bir Demokrat Parti var.

Sayın Cumhurbaşkanı ve ekibi bugünkü eksiklikleri görüyor. ‘’Gel burada yap siyaseti. Sen buradan çıktın’’ diye çağırıyor Ali Babacan’ı. Tabii bunlar kamuoyundan dinlediklerim. Çağırıyor ve gitmelerini de istemiyor aslında.

Şar: Özbekistan’da bir pozisyon vardı, onu sundu. Herhalde eski pozisyonlarına göre çok daha düşük profilde tutmaya çalıştı.

Sarı: Herhalde. Ama Ali Babacan’a Ekonomi Bakanlığını sunsa, onu da kabul etmeyecek ki çok önemli başarılara imza attığı söyleniyor. Ekonomistlerin bir kısmı bunu kabul ediyor, bir kısmı kabul etmiyor.

Şar: Evet, o da tartışmalı bir konu. Onu da konuşacağız.

Sarı: Orada da tartışmalı bir alan var. Yani sahada gördüğüm kadarıyla şu anda ihtiyaç yok gibi görünüyor. Ali Babacan veya Abdullah Gül veya Ahmet Davutoğlu yarın çıkar- Davutoğlu’nun o kadar tabanı yok aslında. İçlerinde en fazla tabana sahip olan siyasetçi Abdullah Gül. Ali Babacan’ı da iş çevreleri destekliyor-  Türkiye’de o makro modeli tutmaz.

Şar: ‘’Makro model’’ derken, ne sağ, ne sol, Bağımsız bir hareketten mi bahsediyorsunuz?

Sarı: Hayır. Mesela Fransa’da makro bir siyasi parti içinden alınıyor, bakıyorsunuz liberal bir partiye dönüşmüş bir vaziyette. Aynı seçimle Fransa’nın Cumhurbaşkanı oluyor. Türkiye’de bunu yapmak çok zor. Koşullar buna çok uygun değil. Çünkü Türkiye’de %41 alan bir parti var. Yine altını çiziyorum. Onu göze alacaksınız. Oradaki ittifakta MHP’nin %10’luk bir oy oranı var. ‘’Biz %51’iz’’ diyorlar ama o ittifakın da çok uzun süreceğini sanmıyorum. Bazı öyle kritik noktalar var ki çok ayrılıyorlar. Biraz önce söyledim: Sayın Cumhurbaşkanı ‘’Milliyetçiliği ayaklar altına aldım’’ diyordu. Partinin felsefesi, parti kitapçığında yazılı.

Şar: MHP de desteğini çekerse AK Parti parçalanmaz mı peki?

Sarı: Bugünden, parçalanır, parçalanmaz diye söylemek zor. Fakat milletvekili transferlerinden söz ediliyor. Bence, yeni kurulacak partiye zarar verebilecek bir şey bu.

Şar: Grup oluşturmaktan bahsediyorsunuz.

Sarı: Evet. Ama o kurulacak yeni parti AK Parti açısından önümüzdeki ilk seçime kadar işleri çok zorlaştırır. Kendi içlerinden alacaklar çünkü. Bu arada şunu da unutmamak lazım. 24 Haziran seçimlerinde Meral Akşener çekilmeye ikna edilseydi, Abdullah Gül ittifakın adayı olarak gösterilseydi…

Şar: Kazanır mıydı?

Sarı: Hayır efendim. Bende bunun araştırması var. Bunu bir araştırmaya dayalı olarak söylüyorum. CHP seçmeninin %25’e yakını ‘’Ben sandığa gidip oy kullanmam’’ diyordu. Bu ittifak yeni bir Ekmeleddin İhsanoğlu vakasıyla karşılaşabilirdi.

İnsanlar bazı şeyleri unutmuyor. Ergenekon Davası ne zaman başladı? Sayın Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olduktan sonra başladı. O güne kadar konuşuluyordu, girişimler oluyordu, bazı atamalar durduruluyordu; devletin en tepesi ‘’Böyle bir şey yok’’ diye bunu kesiyordu. Abdullah Gül Cumhurbaşkanı oldu, Ergenekon Davası başladı. CHP’nin içerisinde %15’e yakın bir ulusalcı seçmen kitlesi var. Bu önemli bir oran. Bu kitle, seçimlerde CHP’nin seçim kaderini belirleme çoğunluğuna sahip. Abdullah Gül’ü bu ittifakın adayı olarak koyarsanız bunu kabul etmeyecek seçmenler var o partinin içerisinde. Ama bu şu demek değildir: Türkiye demokratik bir ülkedir. Gider partilerini kurarlar. Ama Cumhurbaşkanlığından indiğinden beri Sayın Abdullah Gül parti kuruyor. Kaç sene oldu?

Şar: Tayyip Erdoğan 2014’te Cumhurbaşkanı seçildi. 5 yıl oldu.

Sarı: 5 yıl oldu hâlâ parti kuruyor. Öbür taraftan, Ali Babacan 3 senedir bakan değil. Ahmet Davutoğlu’na gelirsek, bu ülkede en büyük haksızlıklardan bir tanesi kendisine yapıldı. Ahmet Davutoğlu’nun başında olduğu AK Parti, 1 Kasım seçimlerinde %49,6 oy aldı. Yurtdışı oyları buna dâhil. E böyle bir haksızlığa 3 senedir susuyor. 

Bakın, siyaset risk almaktır. O gün istifa etmeyebilirdin. O gün, Cumhurbaşkanlığı’ndan ayrıldın ‘’Ben böyle böyle bir anayasa değişiklinde gideceğim. Parti başkanı ve Cumhurbaşkanı aynı kişi olabilir’’ konusunu getireceğim. Bakanları Meclis’ten alacağım, milletvekilliği olmayacak’’ dediğinde o karşı çıkışları yaptığınızda, ‘’Ben bu, bu, bu arkadaşlarla partimi kuruyorum’’ deseydiniz, bugün bunu olgunlaştırmıştınız. Bakın Sayın Meral Akşener ne yaptı? ‘’Ben bu partinin içinde yapamıyorum’’ dedi, gitti partisini kurdu. %10 oy aldı. En son seçimlerde aldığı oy oranı %10. Siz bunu yapabilirdiniz. Orada İYİ Parti dururken, yeni bir partinin merkez sağdaki o seçmen kitlesini çekebilmesi çok zor. Çünkü İYİ Parti kendini gitgide merkeze konumluyor. Bir seçim geçmişi var, %10 oy oranı var, Meclis’te bir grubu var.

Şar: Peki bu söylediğiniz şeyler, muhalefet seçmeni rahatsız eden şeyler, sizce iktidar seçmenini de mi rahatsız ediyordur? ‘’Bu sebeplerden dolayı AK Parti tabanı oy vermez’’ mi diyorsunuz?

Sarı: AK Parti’den kopup seçime giden partilere geçmişte oy vermedi. Bugün verir mi, vermez mi, bilmiyorum. Bugünden yarına ne olacağını kestiremiyoruz. Neden kestiremediğimizi söyleyeyim: Türkiye bugün çok ağır, çok ciddi bir ekonomik kriz içerisinde. Geçim sıkıntısı var. Anket yaptığınızda ‘’Aybaşında kiranızı ödeme zorluğu çekiyor musunuz?’’ diye soruyorsunuz mesela. %70’e yakını 2 ay, 3 ay geciktirdim diyor. E bir de o kiradan geçen ev sahibi var.  Bu, böyle bir sarmal, gidiyor. Burada bir yanlış var. Bugüne kadar yapılmayan bir yanlış var, bunu durdurmak lazım. Toplumu karşınıza alıp inadına bir şeyler yapamazsınız. İstanbul’da, Ankara’da gördünüz. Bir takım şeyler toplumu karşınıza alıp yapabileceğiniz şeyler değil. Bu ülkede işsizlik var, çözülmesi gerekiyor. Sosyal medyayı açın bakın, çocuklarının mezuniyetini kutlayan insanları göreceksiniz. En az 15 bin, 20 bin kişi kalburüstü üniversitelerden mezun oluyor ve neredeyse hepsi işsiz. Üretime dayalı böyle bir insan gücünüz varken, siz hâlâ işsizler grubuyla -ki en yüksek grup da bu grup-… Bunu düzeltmesi gerekiyor öncelikler. Bu geçtiğimiz yerel seçimlerde, hem 31 Mart’ta, hem 23 Haziran’da, vatandaş Türkiye’deki siyasi partilere bir uyarı verdi. Bunu 2002 yılında da yapmışlardı; o siyasi partilerden hiçbiri şu anda yok veya %1’in altında. Seçmen ‘’Uzlaşın’’ uyarısını vermişti. Ben bu lafı 1999 seçimlerinde söyledim. Seçmen ‘’Uzlaşın’’ uyarısı verecek size’’ dedim. Bu partiler %10 barajını çok ucu ucuna geçmişti o zaman. Tabii o %10 barajı da başka bir demokrasi ayıbı, onu başka bir zaman konuşuruz.

Şar: Yani siz ‘’Toplumdaki değişim isteği ki kendini 31 Mart’ta gösterdi bu istek, AK Parti’nin içinden kopanları kolay kolay destekleyecek diyemiyoruz. Elimizdeki veriler henüz buna yetmiyor’’ diyorsunuz.

Sarı: Doğru veriler henüz yeterli değil.

Şar: Peki. Tekrar size döneceğim. Bu konuları biraz daha detaylandırırız. Şimdi İzmir’e Zafer Hoca’ma döneyim tekrar. Hocam siz en son ‘’Abdullah Gül liderliğinde ya da sponsorluğundaki bu hareket, dünyadaki dengelerde, AK Parti’nin yaptığı bir takım tercihlerde bir takım farklılaşmalar gösterebilir’’ dediniz. Dünyadaki dengelere baktığımız zaman, AK Parti’nin, en azından siyasal İslam’a yaklaşımı açısından, evet, bir İhvan tercihi olduğunu görüyoruz. Bir yandan literatüre baktığımız zaman, AK Parti’yi ya da Erdoğan’ı, giderek çok daha fazla sağ popülist partiler içinde görüyoruz. Dünyada artan bu sağ popülizme karşı demokrasiyi, demokratikleşme sürecini tekrar rayına oturtacak çok başarılı siyasi örnekler -en azından sayı olarak- çoğunlukta değil. 31 Mart seçimleri bunun bir başlangıcı olur mu olmaz mı, o ayrı bir tartışma konusu. Ama üzerinde konuştuğumuz, çıkması beklenen bu hareket, hangi açılardan farklılık gösterirse sağ popülizmi durdurup demokratikleşmeye yol açabilir sizce? Ya da olabilir mi bu hareket? Sonuçta, tanıdığımız kişilerden oluşuyor.

Yörük: Birkaç mesele var. Bir tanesi,  daha önce bahsettiğimiz Müslüman Kardeşlerle birlikte kaderini bağlayarak bir Ortadoğu politikası izleme meselesi. İkincisi de, Murat Sabuncu’nun da bahsettiği ‘’Suriye politikası’’ meselesi. Abdullah Gül’le, Ahmet Davutoğlu arasındaki ayırımı aktarırken belirtilen Suriye meselesine yaklaşım durumu var. Bu daha çok ‘’Suriye’de şu olsun, bu olsun’’ değil, ‘’Suriye’de veya Ortadoğu’da herhangi bir çatışmaya, -mesela bugün Libya’ya- bu kadar angaje olmak doğru mu yanlış mı?’’ sorusundan kaynaklanan bir fikir uyuşmazlığı diye düşünüyorum. Dış politikada, özellikle Ortadoğu’da, ‘’Maceracı, aşırı cüretkâr adımlar atılmalı mı, atılmamalı mı?’’ ‘’Aşırı angajmana girilmeli mi, vekâlet savaşı yapacak gruplar oluşturup bunlara yatırım yapılmalı mı, yapılmamalı mı?’’ gibi alt sorulara giden, İhvan’la birlikte düşünülecek Ortadoğu’daki bir politika meselesi var.

İkincisi, S-400, F-35 krizinde takip ettiğimiz, ‘’Türkiye’nin, o eksen kaymasından sonra şimdi bir de, Avrasyacılığa doğru bir gidişatı mı var?’’ konusu da gündemde. Batıcılıktan, dolayısıyla da NATO’dan koparak, Avrasya bloğuna dahil olma meselesinde yeni kurulacak oluşumun buradaki tavrı belirleyici olacaktır. Yeni oluşum için, şundandır, bundandır demiyorum ama buradaki tavrı önemli olacaktır. Çünkü şu anda Rusya’dan S-400 füze parçalarının gelmeye başladığı söyleniyor. ABD’nin de, 6 ay gecikmeyle de olsa, bu konuda yaptırım uygulamakta kararlı olduğunu biliyoruz. Bu sorun tamamen hükümet tarafından yaratılmış bir sorun. Dolayısıyla bu soruna çözüm üretecek bir perspektifi olması gerekiyor.

Üçüncü mesele, hem Avrupa Birliği, hem de içte demokratikleşme ile ilgili kararlı bir tutum olması gerekiyor ki Babacan’ın da, Gül’ün de siyasette bundan önceki tavırlarına baktığımız zaman, bakış açılarının, o eksen kaymasından önceki AK Parti’nin daha demokratikleşmeci, daha AB yanlısı siyasetlerine denk düştüğünü görüyoruz.

Son mesele de, konuklarınızın da belirttiği gibi ekonomi meselesi. Ekonomi meselesinde Türkiye’de 90’ların sonunda, 2000’lerin başında, krize Kemal Derviş’le beraber gelen bir çözüm vardı. O çözümün yarattığı kurumlar, pratikler, alışkanlıklar vardı. Türkiye’de ekonomi yönetimi, bu zamana kadar hep bu eksende gitti. AK Parti’nin son dönemdeki pratikleri bundan belli sapmalar gösteriyor ama bunun karşısında bir programla değil, sapmalarla oluyor. Mesela, muhtemelen aile ilişkileri sebebiyle veya Başkan tarafından kontrolünün kesin olması açısından, çok deneyimsiz bir kişinin ekonominin başına getirilmesi. Bunun dışında, Merkez Bankası Başkanı’nın değişimi. Bunlar, aslında Kemal Derviş’in sunduğu çözüm paketine alternatifler değil, sadece sapmalar olarak okunabilir.

Aslında dünya finans çevrelerinde ünlü. Burada bir mesele daha var: 2000’lerden beri uygulanan ekonomi politikalarının güncellenmesi şartı ve geniş bir reform paketi kendisini dayatıyor. Yeni oluşumun, buna cevap verebildiği ölçüde başarı şansı olduğunu düşünüyorum.

Şar: Hocam, son cümlenizi tekrarlamanız mümkün mü, duyamadık.

Yörük: Son cümlem şudur: Ali Babacan’ın ünü, 2000’lerden beri uygulanan reform paketinin iyi bir uygulayıcısı olması dolayısıyladır. Şimdi bu politikaların güncellenmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Çeşitli sapmalara varan bir güncelleme veya buna alternatif bir ekonomi politikası geliştirilmemiştir. Dolayısıyla, bu yeni partinin şansı, ancak yeni bir reform paketi, yeni ekonomi politikaları konusunda net öneriler olması şartına bağlıdır.

Şar: Çok teşekkürler Hocam. Murat Sabuncu’yla devam edelim tekrar. Zafer Hoca’nın şu söylediği de önemli: Aslında dünya ve Türkiye öyle bir yere geldi ki ben de bir siyaset bilimci olarak düşündüğüm zaman bu tespiti yapıyorum: ‘’2002-2007 arası her şey çok iyiydi’’ gibi bir tablo çiziliyor. Evet, bazı verilere baktığımız zaman, şimdikine kıyasla o iyilikler görülüyor. Ama şu anın Türkiye’sinin ve hatta dünyanın yaşadığı bütün problemler, bizim 2002-2007 arasında ‘’İyi’’ dediğimiz şeylerle çözülür mü, o çok başka bir tartışma ve soru ki genelde cevaplar ‘’Hayır’’ oluyor. Hocamın da dediği gibi herhalde farklı bir perspektif gerekiyor. O zaman da şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Bu ekip, Abdullah Gül, Ali Babacan -ki Murat Bey de söyledi, aslında Abdullah Gül beklentilerden ötürü biraz yıpranmış bir kişilik haline geldi. Belki bu sebepten Ali Babacan çok daha az yıpranmış ya da hiç yıpranmamış biri olarak öne çıkarılmış durumda- acaba neyi farklı yapacaklar? Suriye konusunda, tamam, İslamcılaşma konusunda, tamam. ‘’Biz zaten Erdoğan’la aynı fikirde değildik’’ dedikleri konularda farklılaşsalar bile, 21. yüzyıl Türkiye’sinin ihtiyacı olan şeyi sunabilecekler mi? Ne diyorsunuz bu konuda?

Sabuncu: Çok basit bir cevabı var bunun. Şu anda neyi yapsalar, Türkiye için çok iyi olur. Örnek verelim: 2002’de AK Parti ‘’3 Y’’ Yasaklar, Yoksulluk, Yolsuzluk ile geldi. Gelin, bugüne bakalım: Şu an Türkiye yasaklar ülkesidir. Türkiye’nin aydınları, gazetecileri, politikacıları cezaevinde. Binlerce insan cezaevinde. Barış Akademisyenleri. Sadece barış istedikleri için işlerinden oldular, pasaportları ellerinden alındı. Onbinlerce KHK’lı var. Wikipedia hâlâ yasak. Sayın Binali Yıldırım seçim kampanyasında gençlere 10 GB ücretsiz internet vereceğini vaat ediyordu. Wikipedia’ya ulaşamayan bir Türkiye’den bahsediyoruz. Buradaki küçücük bir değişiklik Türkiye’yi farklılaştırır.

Biraz önce Murat Bey yoksulluktan bahsetti. Türkiye, AK Parti ve Erdoğan’ın özellikle son 1 yıldır uyguladığı yanlış politikalar yüzünden her geçen gün biraz daha yoksullaşmaya başladı. Politikalar deyip geçmeyelim, somutlaştıralım bunu. Siz özerk Merkez Bankası Başkanını, görev süresinin bitmesine 10 ay kala bir KHKK ile görevden alırsanız, bunu dünyaya anlatamazsınız.

Başka bir nokta daha: Türkiye bütün devletlerle tartışmalı bir pozisyonda. Tabii ki her ülkenin kendi çıkarına göre hareket etmesi gerekmektedir ama mesela S-400’ler sebebiyle ABD ile kavgalı. Doğu Akdeniz sebebiyle Rusya ile kavgalı. İdlib sebebiyle Rusya ile anlaşamıyor. Kuzey Suriye sebebiyle ABD ile kavgalı. Doğu Akdeniz sebebiyle Avrupa Birliği ile kavgalı. Aynı zamanda, fikir ve düşünce özgürlüğü sebebiyle Batı’nın daha medeni ülkeleriyle bir tartışma içine giriyor. Böyle bir ülkede ne yapsanız iyi olacak? Neyi değiştirirseniz insanların ruhuna farklı bir enerji verecek? 31 Mart-23 Haziran arası, Türkiye’nin tarihi bir dönemecidir. Her ne kadar biz ‘’Bu bir yerel seçimdir’’ desek bile, yerel seçimin ötesinde hamleler yapılmıştır. Aslında doğru bir hareketle Türkiye’de barış sürecini başlatan Erdoğan, daha sonra Kürt hareketini güvenlikçi politikalarla, oradaki insanlar mağdur ederek devam ettirmeye kalkmıştır. Öcalan avukatlarıyla görüştürülmemiştir. Ama bir Barış Akademisyeni, bir bildiriye imza attığı için işinden, gücünden, hayatından olup cezaevine girerken, bir başka akademisyen İmralı Adası’na götürülmüş ve Abdullah Öcalan’ın mesajını Türkiye’ye anlatmıştır. Mesaj getirilir, götürülür, bunu tartışmıyorum. Barış olsun, konuşulsun, her şey konuşulsun. Ama şu farka bakar mısınız?

Bahçeli’nin de destek verdiği tek adam yönetimindeki iktidar, o kadar fazla hata yaptı ki. Ekonomide, dış politikada Türkiye her anlamda sıkıntılı hale geldi. Türkiye genç bir ülke. İstanbul seçimlerinde 4 milyon genç oy kullandı. Gençler özgürlük istiyor, rahat nefes almak istiyor. Gençler yeni bir hikâye duymak istiyor. Türkiye 17 yıldır Erdoğan’ın hikâyesini dinliyor. İlk 8-9 senesinde mutlaka yanlışlıklar yapmıştır ama barış istemesi gibi, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı sırasında Ermenistan’la ilişkilerin başlama olasılığı gibi, ekonomideki bazı hamleler gibi kimi umut veren hamleler yapmıştır. Ama Türkiye son 5 senedir, yasakların, yoksulluğun giderek arttığı, insanların giderek nefes alamaz hale geldiği bir ülkeye dönüştü.

Şimdi gazeteci bilgilerimle Babacan ve Gül hareketine tekrar geri dönmek istiyorum; Babacan akıllı bir hamle. Neden? Abdullah Gül belli bir yaşa geldi; Dışişleri Bakanlığı yaptı, Başbakanlık yaptı, Cumhurbaşkanlığı yaptı. Babacan daha genç bir insan. Burada bir parantez daha açmak istiyorum. Ben, Türkiye’nin geleceğinde 3 ismin liderlik konusunda çok öne çıkacağını düşünüyorum. Biri Ali Babacan’dır. Diğeri Ekrem İmamoğlu’dur; sadece Belediye Başkanı olarak kalacağını sanmıyorum, kendisini daha farklı bir yerde göreceğiz. Üçüncüsü de Selahattin Demirtaş’tır. Bu 3 ismin, önümüzdeki dönemde Türkiye siyasetinde çok belirleyici rol oynayacak insanlar olabileceğini düşünüyorum. Bunu ideolojik bir bakışla değil, 30 yıllık bir gazeteci okumasıyla öngörüyorum. Türkiye yeni bir hikâye arıyor. Türkiye’nin aradığı hikâye daha demokratik bir ülke hikâyesi. Gelirin daha adil bölüşülebildiği bir hikâye. Akademisyenlerin, konuştukları için, ders verdikleri için, fikirlerini söyledikleri için cezaevine girmediği bir ülke. Gazetecilerinin, sanatçılarının söz hakkı olduğu üretildiği bir ülke. Türkiye’de insanlar gülmeyi unuttu. İnsanların yüzünü gülümsetecek bir harekete ihtiyaç var. İmamoğlu’nu insanlar hiç tanımıyordu. 6 aylık bir süreçte geldi. Ama İmamoğlu insanlara bağırmadı, parmak sallamadı. İmamoğlu insanları gülümsetti. Pek çok araştırma kuruluşu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önüne, ‘’Beka meselesini bu kadar getirmeyin, bu kadar sıkmayın, bu kaybettirir’’ konusunu getirdiler. Ama Sayın Cumhurbaşkanı dinlemedi, tavrını, üslubunu devam ettirdi. Daha umut veren, daha genç, gülen bir insanın yükselişini hep beraber seyrettik. Aslında bir lider yarattı Erdoğan. Özellikle 31 Mart-23 Haziran arasında bir lider yarattı.

Çok kısa bir şeyle sözümü bitireyim. Bana sorarsanız, burada CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da önemli bir misyonu var. Önce CHP ile İYİ Parti’yi yan yana getirdi. Daha sonra, tam olarak olmasa bile, arka planda HDP’yi organize etti. İnsanlar çok daha popüler kişiler beklerken, kendi partisinden eski belediye başkanı itiraz etmesine rağmen, Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer’i İzmir adayı gösterdi. İstanbul’da İmamoğlu keza. Aralarında Muharrem İnce’nin de olduğu pek çok farklı isim konuşuldu ama onların yerine genç, farklı bir adayı getirdi ve onların arkasında durdu. 31 Mart-23 Haziran arasında geri çekildi ve İmamoğlu’nun daha fazla öne çıkmasını sağladı. Bütün bunlar aslında Kemal Kılıçdaroğlu’nun başarısını ortaya koyan noktalar, bunu da teslim etmek lazım. Son cümlem şu: Kim daha çok ‘’Demokrasi’’ derse, ‘’Umut’’ derse, yeni hikâye gösterirse, -tabii ki her siyasetçi kendi ülkesinin çıkarını düşünecektir ama- dünyanın her tarafıyla, her güçle, her alanda bu kadar fazla problemli, kavgalı, sıkıntılı bir ülke olmak da… Türkiye eskiden özellikle dış politikada ‘’Soft Power’’ diye bilinen bir ülkeydi. Şimdi tam tersi. Bunların değişeceğini Türkiye halklarına ima edecek, bununla ilgili somut proje koyacak herkesin şansının olduğunu düşünüyorum.

Şar: Peki. Tekrar Murat Sarı’ya döneyim. 23 Haziran seçimlerinin sonucunda, AK Parti ve Erdoğan inişe geçmiş midir? O açıdan devran dönmüş müdür? %49-%51 dengesi, Erdoğan’ın ya da Cumhur İttifakı aleyhine bozulmuş mudur? Bunu sorma sebebim şu: Murat Sabuncu’nun da söylediği gibi, İmamoğlu gibi ya da hapishanede bile olsa mevcut siyasi manzarayı yönlendirebilecek bir karizması ve gücü olan Demirtaş, sağda da Ali Babacan ismi gibi yeni aktörler mi lider olacak? Ne diyorsunuz? Bu yoruma katılır mısınız?

Sarı: Ben bu konuda başka türlü düşünüyorum. İlle bir siyasi grubun içinden çekip bir grubu almak yerine -ki Abdullah Gül- Ali Babacan ekibinin şu anda yaptığı şey o. ‘’Buradan çekip kendimize alacağız ve ona zarar vereceğiz’’ diyor. Araştırmalarda da bu ekibin %12, en fazla %18 potansiyel bir oy oranına sahip olduğu söyleniyor.  %2 bile alsa, karşı tarafa zarar vermiş oluyor. Çünkü %51’den, %49’a indirmiş oluyor. Zaten geçtiğimiz Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde %49’da tutulabilseydi, ikinci tura gitseydi Erdoğan’ın işi çok zordu.

Şar: İkinci tura kalsaydı zordu diyorsunuz.

Sarı: Öyle. Bugün görüyorsunuz; İstanbul seçimi iki turlu bir seçim gibi oldu. E, ne oldu?

Şar: İkinci turda çok daha büyük bir farkla yenildiler.

Sarı: Evet. İstanbul seçimlerinde 31 Mart’la-23 Haziran arasında 800 bin oy fark var. Bu farkın en az 200 bini, AK Parti’den, CHP’ye oy veren seçmenlerden oluştu. Bunun altını çiziyorum. 2002’den bu yana ilk defa böyle bir durumla karşı karşıyayız. Çünkü AK Parti’den CHP’ye gitmez, CHP’den de AK Parti’ye gitmez. Bunlar kemik oylar. Başka yerlere gidebilir ama bu sefer CHP’ye geçti. 2 ay önce AK Parti’ye oy veren AK Parti seçmeni, 2 ay sonra CHP’li bir adaya, Ekrem İmamoğlu’na oy veriyor. Ekrem İmamoğlu’nun önemli bir figür olduğuna ben de katılıyorum. Önümüzdeki döneme de önemli bir figür olacaktır. İsmini daha çok konuşacağız. Zaten o dönemde yaptığımız bir takım araştırmaları götürüp vermiştik; oradaki sıkıntı çok tanınmamasıydı. Ama tanıyan da çok beğeniyordu. Hatırlarsanız, kendisi de başlangıçta ‘’Beni tanıdıkça beğenecekler’’ diye çıktı. Sonuçta dediği yere geldi. Karşı tarafın oyunu almayı becerebildi.

CHP’li seçmende 23 Haziran’a kadar en önemli sıkıntı şuydu: CHP seçim kazanamıyordu. Bu kez çok ciddi bir seçim kazandı. İstanbul’u, Ankara’yı, Adana’yı, Mersin’i, Antalya’yı almak istiyordu ve hepsini aldı. Balıkesir’i İYİ Parti’nin almasını istiyordu. Bursa ve Balıkesir’i birer puanla kaybetti. Bir sonraki yerel seçimde belli ki bunlar da CHP’ye gelecek.

Ben bu belediye seçimlerinde bir başka şey daha gördüm ki o yüzden bugün Türkiye’de sistem tartışması açılmış durumda. Kamuoyunda yeni sistem konuşuluyor. O da şu: Neredeyse ‘’Evet’’ ve ‘’Hayır’’ oylarının sayılarına kadar, -tabii yeni katılımlar olduğu için küçük oynamalar var- bütün illerde birebir aynı çıktı.

Şar: Yani ‘’2017’deki Referanduma benzedi’’ diyorsunuz.  

Sarı: Bütün illerde demiyorum ama. İttifakla, 2 kutuplu girilen bütün illerden bahsediyorum. Açın bakın, neredeyse aynı. Yüzdesel oran olarak zaten birebir aynı. Referandumda İstanbul’da %53’e %47 çıkmıştı. Bu seçimlerde de %54’e %46 çıktı. Referandumda katılımın çok yüksek olması, bu seçimde ise düşük olmasına bağlı olarak küçük oynamalar oldu. Sonuçta burada bir itiraz var. AK Parti kendine zarar verdi. O zaman da ‘’En fazla kendine zarar verecek’’diye söylemiştim ama kimse inanmadı. ‘’Bir zarar verecekse en fazla kendine zarar verecek’’ dedim ve işte zarar verdi. Bu ittifak sistemi, elini bağlaması, %51’e bağlaması… Gerçi 2.turlar var da, bakın, gördünüz İstanbul seçiminde, kim olursanız olun öyle kolay olmuyor.

AK Parti erime sürecine girer mi, şu aşamada bunu görmüyorum. İstanbul’da %46 oy alıyor. Türkiye genelinde ise en düşük aldığı oy oranı %38,6. Bu seçimde %41 oy alıyor. Belediye seçimleriyle çok fazla karıştırmamak lazım.

Şar: ‘’23 Haziran’ı bir kenar bırakırsak, kutuplar arası oy geçişi çok zor ama gerçek anlamda merkez sağda ya da sağda, AK Parti’den, tanınan, yüksek profilde bir alternatif çıkarsa, o zaman asıl oy geçişini görürüz’’ gibi bir analiz var. Buna katılır mısınız?

Sarı: AK Parti’nin içinde bulunduğu ittifak düşüşte. Buna katılıyorum. Ama bir önceki yerel seçimde, Türkiye genelinde %42 almış. Bugün %41 almış. Buna ‘’Aşağı düşüyor’’ demek zor, gerçekçi olmamız gerekiyor. Bunun içerisinden, bu yeni parti çeker mi? Yeni kurulacak partinin isminin Huzur Parti olacağı konuşuluyor. Tescilini birileri almış çünkü.

Şar: Evet öyle bir şeyler konuşuluyor.

Sarı: Evet çekebilir. Zafer Hocam çok doğru bir şey söyledi. Ali Babacan’ın iyi Ekonomi Bakanlığı yaptığı dönem, Kemal Derviş’in politikalarını çok iyi bir şekilde uyguladığı dönemdi. Bir de, ne diyeceklerini bilmiyoruz. Siz de söylediniz; Farklı ne söylüyorlar? Bugün AK Parti söyleminin dışında ne söylüyorlar? Bir fark yok ki. Şimdi muhafazakârlardan oy alacaklar. Çok net söyleyeyim merkez sağ filan zor. Türkiye’nin bazı gerçekleri var, onların dışına çıkamıyorsunuz. AK Parti merkez sağdan daha yüksek oy alıyor. Zor, çünkü kopartamıyorsunuz. Ankette ‘’Hangi partiyi tutuyorsunuz?’’ diye soruyoruz. ‘’AK Parti’liyim’’ diyor. %35 kemik oyu var. Bakıyorsunuz, 2002’den beri başka hiçbir partiye, başka hiçbir eğilime oy vermemiş. %35 yüksek bir oran. ‘’Niye AK Parti?’’ diye soruyorsunuz. ‘’Niye?’’ sorusunun cevabında, ilk sırada Recep Tayyip Erdoğan markası var. ‘’Reis var’’ diyorlar, ‘’Tayyip var’’ diyorlar. ‘’AK Parti’liyim’’ cevabının sebebi olarak Recep Tayyip Erdoğan, birinci sırada. AK Parti seçmeni içinde %10-%12 civarında ılımlı bir kitle de var; muhafazakârlık çizgisinin biraz üstüne çıkmış bir kitle bu. İşte o, kayabilir.

Yeni oluşumun söylemleri, neyle çıkacakları, ekonomi için, sağlık için, eğitim için, hukuk için ne diyecekleri çok önemli.

Şar: Bir takım politika setlerinin hazırlandığı söyleniyor.

Sarı: Bu gerçekten çok önemli. Biz bunları görmeden, sadece isimler üzerinden -‘’Ali Babacan şöyle liberaldi, ekonomiyi şöyle iyi yönetti. Abdullah Gül geçmişte şu olaya şöyle bakmıştı. Acaba hâlâ öyle mi düşünüyor?’’- hareket edemeyiz. Siyaset bu. Her şey dönüşebilir, başka bir yere evrilebilir. Siyasete nasıl gireceklerini görmemizin çok önemi var. 

Bakın 5 tane başlık saydım. Birinci sırada ekonomi, işsizlik var. İkinci sırada, eğitim var. Üçüncü sırada hukuk ve adalet sistemi var. Dördüncü sırada sağlık var. Sağlık sistemi de iyiye gitmiyor, sorunlar yaşanıyor. Uluslararası ilişkiler ise ancak beşinci sırada kendine yer bulabiliyor. Bu sistem tartışmaları ile ilgili vatandaşa ‘’Eski sitem mi, yeni sistem mi?’’ diye soruyorsunuz. ‘’Bırak şimdi eski sistemi, yeni sistemi, ben açım, yoksulluk çekiyorum. Ömrümün hiçbir döneminde bu kadar yoksulluk çekmedim’’ diyen pek çok insan var.  Dolayısıyla, palyatif de olsa, ülkenin -daha doğrusu vatandaşın diyeyim. Belki ülkede yoktur. Çünkü bazı ekonomistler, ‘’ Tamam, yukarıya doğru yükseliyoruz’’ diyor. Ama vatandaş pek öyle görmüyor, Türkiye ekonomisinin kötüye gittiğini düşünüyor- içinde bulunduğu ekonomik sorunları çözecek adımların bir an önce atılması gerektiğini düşünüyorum.

Şar: Çok teşekkür ediyorum bütün konuklarıma. Bu konu, Ali Babacan’ın istifası haricinde, henüz pek olgunlaşmış gibi durmuyor. Ama yakın zamanda bunun emarelerini daha çok göreceğimizi düşünüyorum. Çok geç kalmayacaklarını söylüyorlar. Dolayısıyla bu konuyu daha çok tartışacağız. Sizleri de yeniden ağırlamak isteriz.

Stüdyodaki konuklarım, gazeteci Murat Sabuncu, Kamuoyu araştırmacısı Murat Sarı ve İzmir’den programımıza katılan siyaset bilimci Zafer Yörük. Hepinize çok teşekkürler. Bizi izleyen izleyicilerimize de teşekkürler, iyi akşamlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.