Bu haftaki yazısında Edgar Şar, CHP’nin önseçim hamlesi ile partinin demokrasiye, şeffaflığa ve katılımcılığa yönelik iradesini seçmen nezdinde kanıtlayacağını vurguluyor, aynı zamanda sürecin barındırdığı risklere dikkat çekiyor
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, dünkü grup toplantısında partisinin bir sonraki cumhurbaşkanı adayını parti üyelerinin katılacağı bir önseçimle belirleyeceğini açıkladı. Bu karar, otoriterleşme ivme artırmışken muhalefetin yol haritası açısından önemli ve cesur bir hamle. Ancak aynı zamanda, fırsatlarla beraber birçok riski de beraberinde getiriyor. Gelin, sürecin detaylarına ve olası etkilerine yakından bakalım.
Net usuller ve şeffaflık şart
Önseçimin sağlıklı bir şekilde uygulanabilmesi için usullerin net bir biçimde belirlenmesi gerekiyor. İlk akla gelen soru, bu sürecin yargı denetiminde mi yoksa parti içi bir temayül yoklaması şeklinde mi yapılacağı. Türkiye’de 1983’ten bu yana sınırlı sayıda yapılan önseçimler, genellikle TBMM adaylarını belirlemek için uygulandı ve mevcut Siyasi Parti Kanunu’na (SPK) dayanıyordu. Ancak cumhurbaşkanı adayını belirlemek için bu yöntem ilk kez kullanılacak.
Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’nda (CSK) önseçimle ilgili spesifik bir düzenleme bulunmaması önseçim yapılamaz anlamına gelmediği gibi sürecin hukuki çerçevesini belirsiz kılıyor. Yargı denetimi istenirse, mevcut SPK’daki hükümler bu sürece ne ölçüde uygulanabilir, hukukçuların cevap vermesi gereken bir soru.
Eğer süreç parti içinde bir temayül yoklaması şeklinde yürütülecekse, aday adayları arasında çıkabilecek tartışmaların önlenmesi ve şeffaflığın sağlanması kritik önemde. 1,5 milyondan fazla üyenin katılım göstereceği bu süreçte teknolojik araçların kullanımı işleri kolaylaştırabilir. Ancak teknoloji, netlik ve şeffaflık ihtiyacını azaltmaz, aksine artırır.
Ayrıca usullerle ilgili cevaplanması gereken birçok soru var: İsteyen aday adayı olabilecek mi, yoksa aday adaylığı için belli sayıda imza mı gerekecek? Tek turlu mu yoksa iki turlu bir seçim mi olacak? Aday adayları bir kampanya yapacak mı? Aday adayları arasında münazara yapılacak mı? Süreç içinde yürütülecek rekabetin sınırlarını çizecek, aday adayları arasında bir centilmenlik anlaşması işlevi de görebilecek bir protokol yapılacak mı? Ve bunlar gibi daha birçok soru var. Bu noktada önemli olan usullerin, ismi adaylık için öne çıkan kişilerin de katılımıyla kapsayıcı ve muhalif kamuoyu tarafından kabul görecek şekilde tasarlanması gibi gözüküyor.
Fırsatlar
Bu süreç, CHP ve genel muhalefet için birçok fırsat sunuyor. Her şeyden önce, parti tabanının sürece aktif katılımı, muhalefetin gündem belirleme ve seçim sürecine damga vurma şansı tanıyor. Cumhurbaşkanı adayının şeffaf ve katılımcı bir yöntemle belirlenmesi, muhalefetin 2023 seçimlerinden ders aldığını ve değişim isteyen kitlelerin taleplerini duyduğunu göstermesi açısından büyük önem taşıyor.
Ayrıca aday adayları arasındaki rekabet eğer dostane olarak sürdürülebilirse, muhalefete ek bir dinamizm de katabilir. Macaristan’da Başbakan Orban’a karşı 2022 seçimleri öncesinde muhalefetin düzenlediği önseçim buna güzel bir örnek. Yaklaşık 700 bin kişinin katıldığı önseçimde aday adayları arasındaki iki turlu yarış büyük bir rekabete sahne olmuş, muhalefet bu süreçte siyasi gündemi belirlemekle kalmadı aynı zamanda ülke için vadedikleri demokrasi ortamını da kendi aralarındaki rekabetle hayata geçirmiş oldu. Tüm bu süreç muhalif kesimlerde büyük bir heyecan yaratmıştı.
Riskler
CHP’nin önseçim hamlesi dikkate alınması gereken riskler de barındırıyor. Bu noktada en çok dillendirilen risk, Türkiye gibi otoriter ve kutuplaşmış bağlamlarda muhalif kesimlerin katıldığı bir önseçimle belirlenen adayın, tüm seçmen grupları için en uygun aday olmayabileceği riski. Özellikle İmamoğlu – Yavaş rakabeti özelinde bu argümanın sıkça dile getirileceğini tahmin edebiliriz. İmamoğlu’nun CHP örgütü ve daha muhalif olarak bilinen kitleler üzerinden daha etkili olduğu, Yavaş’ın ise Cumhur İttifakı tabanına da hitap edebileceği gibi argümanları bu kapsamda sıkça duyacağız.
Gerçekten de parti üyeleri arasında düzenlenecek bir önseçimde İmamoğlu’nun örgüt üzerindeki etkisi sonuç üzerinde belirleyici olacaktır. Her ne kadar Özgür Özel konuşmasında bu kararın Mansur Yavaş’ın da rızasıyla alınarak verildiğini ima etmiş olsa da, aday belirleme için böyle bir yöntemin seçilmesinin Yavaş ve destekçileri tarafından İmamoğlu’nun adaylığı lehine verilmiş bir karar olarak okunması muhtemel. Tam da bu sebeple Yavaş’ın bu önseçime katılıp katılmayacağı konusunda spekülasyonlar gündeme geldi bile. Sonuç olarak süreç boyunca iki güçlü aday adayı arasındaki rekabet tüm bu sebeplerle dostane olmaktan çıkıp, destekçilerinin de katılacığı toksik bir tartışmaya dönüşebilir. Bu durum, genel seçimler dönemine muhalif taban içinde küskünlük ve hınçlarla girilmesi gibi istenmeyen sonuçlar doğurabilir.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bir diğer önemli risk de, sürecin iktidar kaynaklı manipülasyonlara uğrama ihtimali. İktidar bağlantılı kişi ve gruplar, organize üye kayıtlarıyla süreci baltalamaya çalışabilir. Partinin, bu riski ve risk algısını ortadan kaldıracak bir yol haritasını duyurması gerekiyor. Ayrıca aynı durum güçlü aday adayları tarafından da yapılabilir ya da aday adayları birbirlerini bu konuda suçlayabilir. Bu da, yukarıda bahsettiğim toksik tartışma riskini arttıran bir gelişme olur.
Son olarak, aday belirlendikten sonra seçime kadar geçecek süreye dikkat edilmeli. Seçim tarihi ve süreciyle ilgili ayrıntılar tamamen iktidarın kontrolünde. Eğer bu süre çok uzun olursa hem aday bu süreçte iktidarın açık hedefi olacak hem de önseçim sürecinde artacağını varsayabileceğimiz muhalif mobilizasyonu bu süreçte korumak kolay olmayacak. Dolayısıyla, önseçim süreci muhalefetin kendi içindeki bir meseleyi halletme olayından çok, genel seçmene Türkiye’nin daha iyi yönetilebileceğini, bunun da şeffaf ve katılımcı süreçlerle belirlenen kişilerce yapılmasının mümkün olduğunun gösterildiği bir süreç olmalı. Aksi takdirde, önseçim sonrası süreç muhalefetin ivme kaybetmesine neden olabilir. Macaristan’da da bir “demokrasi bayramı” havasında geçen önseçim sonrası aday belirlenmiş olmasına rağmen, üç ay süren belirsizlik ve hazırlık eksikliği muhalefetin seçim sürecindeki psikolojik üstünlüğünü kaybetmesine yol açmıştı.
Sonuç
CHP’nin önseçim kararı, hem cesur hem de dikkatli bir planlamayı gerektiren bir hamle. Ancak bu adım, sorunları otomatik olarak çözmeyecek. Bu yüzden parti, fırsatları maksimize etmek ve riskleri yönetmek için detaylı bir yol haritası hazırlamalı. “Başlıyoruz” demenin ötesine geçip, bu cesur adımı somut başarıya dönüştürmek CHP’nin elinde.