Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

KADEM’in kaderi: İslami camiada kadın sorunu tartışması kızışıyor

Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın başkan yardımcısı olduğu KADEM (Kadın ve Demokrasi Derneği), kadın hakları üzerine çalışmaları nedeniyle İslami kesimden bazı kişi ve çevrelerin saldırısına maruz kaldı. Bu olay İslami kesimin en hassas konusunun kadın sorunu olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. İlginç bir tartışma yaşanıyor. Adına tartışma demek pek de doğru olmayabilir. Bir kesim başka bir gruba saldırıyor. İslâmî câmia içerisinde yaşanan bir olay bu. Saldırının hedefinde KADEM adı verilen Kadın ve Demokrasi Derneği var. Kadın ve Demokrasi Derneği 8 Mart 2013’te kurulmuş. 8 Mart’ta kurulmuş olmasına özellikle dikkat çekmek lâzım. Bu, iktidara yakın bir kadın derneği — ki başkan yardımcısı da Sümeyye Erdoğan Bayraktar. Kurulduğu tarihte yanılmıyorsam henüz evli değildi. Sonra Bayraktar soyadını da aldı; ama adını çift soyadla birlikte yazıyor, öyle tercih ediyor. Sümeyye Erdoğan Bayraktar başkan yardımcısı. Babası Tayyip Erdoğan’a çok yakın bir isimdi ve hâlâ yakın olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bu bir anlamda siyasî iktidarın bilgisi dahilinde ve onayıyla, belki de teşvikiyle kurulmuş bir dernek. Ve bu dernek kadın hakları konusunda, özellikle kadına yönelik şiddet konusunda bayağı ciddi bir faaliyet yürütüyor. Israrla yürütüyor. İçinde daha çok kentli, orta sınıf, üst-orta sınıf kadınların yer aldığı, ama toplumun tüm kesimlerinde kadınların haklarını gözetmek konusunda olumlu çalışmalar yaptığı bilinen bir dernek. Uzun bir süre bu dernek kendi çevresinde –kendi “mahalle”sinde diyelim– kadın sorunuyla ilgilenmeyi bir şekilde, çok rahatsızlık yaratmayacak bir şekilde ama fazla taviz vermeden sürdürüyordu. Bir anlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın himayesinde olduğu varsayıldığı için de bir tür dokunulmazlığı vardı. Ama nedense birkaç gündür, özellikle 23 Haziran seçim hezimetinden sonra, KADEM’e yönelik çok ciddi saldırılar başladı. Ve hatta ilk ateşleyen kişi “23 Haziran’ın nedenleri aranıyorsa buralara bakılmalı” diye KADEM’i işaret etti. Bu kişinin adını vermek bile istemiyorum. Çünkü Türkiye’de İslâmî entelektüellerin önemli bir kısmı iktidarla özdeşleşip, ona entegre olup bu sıfatlarından uzaklaştı. Bir kısmı tamamen kendi köşesine, küskün bir şekilde kendi köşesine çekildi. Hâlâ kendini entelektüel olarak sunmaya çalışan az sayıda isimden birisi ve entelektüel seviyesinin çok da yüksek olduğunu düşünmüyorum. Zaten bu yaptığı da bunu gösteriyor. KADEM işaret edildi ve ondan sonra Pandora’nın Kutusu açıldı. Ve sağdan soldan dört bir yandan KADEM’e yönelik saldırılar geldi. Burada tabii KADEM kendi halinde bir sivil toplum kuruluşu olsaydı, denebilirdi ki olay sadece kadın meselesiyle ilgili bir tartışma. Tabii ki bu boyutu çok önemli. Ama burada Sümeyye Erdoğan’ın da bulunması, önemli bir yerde bulunması işi biraz daha ilginç kalıyor. Zaten bu saldırıların ardından Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın eşi Selçuk Bayraktar da devreye girdi ve saldırıları püskürtmeye çalıştı. Olay iyice karmaşık ve ilginç bir hal aldı.

Şimdi burada iç içe geçmiş iki soru var. Biri, olayın kadın sorunuyla ilgili boyutu; ikincisi, olayın Erdoğan’la ilgili boyutu, siyasî iktidar ile ilgili boyutu. Bazıları Erdoğan’a bu bahane ile, bu vesileyle doğrudan Erdoğan’a saldırıldığı iddiasında — ki bunu böyle olduğunu düşünmüyorum. Yani bu kişiler, bu saldırıları yapan, KADEM’e saldıran kişilerin doğrudan ya da dolaylı olarak Erdoğan’a saldırmak isteyecek, isteyebilecek, bu cesarete sahip olabilecek kişiler olduğu kanısında değilim. Ama şöyle bir husus muhakkak söz konusudur: 23 Haziran ile beraber Erdoğan’ı krizi belirginleşince, artık eskisi kadar güçlü olmadığı anlaşılınca, öteden beri sakladıkları bir kini, öfkeyi, tepkiyi artık dışa vurmalarının zamanının geldiğini düşünüyor olmalılar. Biraz tumturaklı bir cümle oldu, ama şöyle tekrar toparlayayım: KADEM öteden beri bazı kesimlerin, İslâmî câmia içerisindeki bazı kesimleri çok ciddi bir şekilde rahatsız ediyordu. Ancak Erdoğan’dan çekindikleri için bu olaya çok fazla dokunmak istemediler. Ama Erdoğan’ın Haziran başında sivil toplum kuruluşlarıyla yaptığı bir toplantıda, tartışmanın kilit noktalarından birisi olan toplumsal cinsiyet eşitliği meselesine yönelik eleştiri getirdiğini biliyoruz. Bu da onlara cesaret verdi. Ve ardından 23 Haziran’da da bu yenilgi yaşanıp Erdoğan’ın gücünün azaldığı belirginleşince olay hız kazandı. Buradaki mesele toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı — ki uluslararası alanda artık iyice yerleşmiş bir kavram, benimsenen bir kavram. Ama burada toplumsal cinsiyet eşitliği denince bir kadın-erkek eşitliği vurgusu var ki, bunu birtakım dinî yapılar, İslâmî ya da başka dinlerden, buna razı olmayanlar, bunu kabullenmeyenler var, buna direnç gösterenler var. Bir diğer husus da toplumsal cinsiyet denirken sadece kadın erkek değil, farklı cinsel yönelimlerin de bunun içerisinde olduğu kabulü var. İşte bu tartışmanın iki boyutu var. Bir tarafta KADEM’in toplumsal cinsiyet kavramını sıklıkla kullanmasından hareketle kadın erkek eşitliğini savunduğu ve bu nedenle de İslam’a aykırı olduğu yolunda bir tez; bir diğer husus da toplumsal cinsiyet kavramını kullanarak eşcinsellik ve diğer cinsel yönelimleri kabullendiği yolunda bir önerme var. Ve bunların asla kabul edilemez olduğu söyleniyor. Açıkçası KADEM’e yöneltilen suçlamaların çok doğru olduğu kanısında değilim. Zaten yaptıkları açıklamada da bu konuda uzun uzun açıklamışlar kendilerini, eleştirileri ve saldırıları. Örneğin toplumsal cinsiyet kavramını kullanıyorlar. Ama eşitlik yerine adalet kavramını kullanıyorlar. Bu adalet kavramı da zaten acayip bir kavram. Eşitliği çağrıştırması gerekirken eşitliğin sanki bir ya da iki kademe altıymış gibi. Özellikle Türkiye’de İslâmî çevreler tarafından başka yerlerde de kullanılıyor. Yani eşitlik yerine adalet diyorsunuz. Eşit değiliz ama adil davranıyoruz. Yani “Kadın erkekle eşit değil, ama erkekler kadınlara âdil davranmalıdır” gibi bir önerme oluyor.

Bir diğer husus da eşcinsellik meselesinde çok net bir şekilde eşcinselliği ve diğer cinsel yönelimleri “sapkın eğilimler” olarak tanımlıyor KADEM’ciler. “Kültürel değerlerimize tamamen aykırı, bunu tartışmak bile abesle iştigaldir” diyorlar. Bu tartışmanın göbeğinde bir İstanbul Sözleşmesi var. İstanbul Sözleşmesi esas olarak kadına yönelik ayrımcılığı ve şiddeti bertaraf etmeye yönelik bir uluslararası sözleşme. Ama buna ülkelerin değişik rezervleri var. KADEM de Türkiye’de bunun hayata geçirilmesinin, sözleşmenin hayata geçirilmesinin takipçisi olan sivil toplum kuruluşlarından birisi. Ve bu yüzden de İstanbul Sözleşmesi sanki KADEM tarafından yapılmış gibi ve sanki Türkiye’de devlet tarafından benimsenmemiş gibi, bunun kendilerince olumsuz görünen bütün yönlerini onlara yıkıp, bunun üzerinden kendi erkek egemen iktidarlarını tahkim etmek istiyorlar, korumak istiyorlar. Çünkü burada çok ciddi bir tehlike görüyorlar. Bu tehlike şu: Türkiye’de seküler birtakım kadın hareketleri var. Türkiye’de bir feminist hareket var — her geçen gün çok şükür güçlenen. Ve bu feminist hareket İslâmî kesimden de kadınları içerisine katıyor. Bu uzun zamandan beri süregelen bir eğilim. Ama İslâmî kesim içerisindeki kadın hakları savunucularının önemli bir kısmı, belki de ezici bir kısmı feminizm tanımından rahatsız oluyor. Bunu kullanmak istemiyor. KADEM de bunlardan birisi. Feminizm karşıtlığı yapanlar da var. Ama daha çok kendilerine feminist demeden kadın hakları savunuculuğu yapma iddiasıyla ortaya çıkan –KADEM de bunlardan birisi– değişik kişiler ve yapılar var. İşte bu yapıların gidişatının doğal olarak feminizme doğru olacağını gören birtakım erkek egemen zihniyete sahip kişiler –ki bunların illaki erkek olması gerekmiyor, içlerinde kadınlar da var–, bu olaydan ciddi bir şekilde ve haklı bir şekilde panikliyorlar. Ve bu panikle beraber de her türlü argümanla, karalamayla, dezenformasyonla, kimi zaman pireyi deve yaparak saldırılara geçiyorlar. KADEM’in doğrudan Cumhurbaşkanı’nın himayesinde olduğu algısı onları daha da sinirlendiriyor. Ve bu nedenle onu öncelikli bir hedef olarak görüyorlar. Uzun bir zaman, öncelikli hedef olarak görmelerine rağmen cesaret edemiyorlardı. Şimdi artık cesaret edebileceklerini düşündüler. Şu âna kadar olan gelişmelere baktığımız zaman, KADEM’in çok ciddi bir şekilde geri adım attığı söylenemez. Ama bir savunma durumuna geçtiği de bir gerçek. Çünkü karşı tarafta, yıllardır hâkim olan gelenekselci bir dil var, tahakküm dili var, tehdit var, aşağılama var. Her türlü şey var. En çarpıcısı da, en komiği de KADEM’i Sorosçu olmakla suçladılar. Bu Soros meselesi de gerçekten Türkiye’de her canı sıkılanın yaptığı –şimdi Fetö’cülük daha çok moda, ama bir zamanlar özellikle ulusalcıların Türkiye’ye hediye ettiği bir şeydi herkesi Sorosçu olarak tanımlamak– bunun üzerinden bir şeytanîleştirme faaliyeti var. Ama George Soros’un kim olduğu, ne olduğu, neyi neden yapmak istediği konularına çok fazla girmeyi tercih etmediler. Örneğin onun vakfının adını verdiği “açık toplum” kavramını ve bu kavramı geliştiren Karl Popper’ın ne demek istediğini falan, hiç bunları önemsemediler. Soros’u sanki küresel bir derin devletin başındaki kişi gibi tarif edip –tabii ki yalan–, bunun üzerinden hoşlanmadıkları kişileri tasfiye etmeye çalıştılar — ki bunları İslamcılar da yaptı. Şimdi bir bakıyoruz, bir grup İslamcı, İslâmî kesimde çalışan bir başka grup sivil toplum kuruluşunu Sorosçu olarak tanımlıyor. Bunu neye dayanarak tanımlıyor? Çünkü bu tür STK faaliyetleri dünyada ve Türkiye’de genellikle –ki yakın zamanda Türkiye’de biliyorsunuz Açık Toplum Vakfı kendisini feshetti, ama feshedene kadar– bu tür kadın hakları konusunda da çalışma yapan çok sayıda kuruma fon sağlamıştı. Ama anladığımız kadarıyla Kadın ve Demokrasi Derneği böyle bir fon falan almamış. Zaten kendi açıklamalarında bunu söylüyorlar net bir şekilde. Ama bunu söylemenin çok da fazla bir anlamı yok. Çünkü bu hakikat-sonrası çağda birisi bir yalanı söylediği zaman, o yalan yapışıp kalıyor. Hepimizin başına geldi, daha da gelecek. Ama tabii burada ilginç olan, Sümeyye Erdoğan’ın da başını çektiği bir hareketin böyle suçlanıyor olması. Babası Soros’un Türkiye’deki en yakın isimlerini –Osman Kavala başta olmak üzere– her gün her vesileyle hedef gösteriyor, onun içeri atılmasını sağlıyor ve dışarı çıkmamasını da sağlıyor. Ama kaderin garip bir cilvesi, kızı, çok sevdiğini bildiğimiz kızı da kendisine yakın olduklarını iddia eden birileri tarafından Sorosçu olarak tanımlanabiliyor. Böyle garip bir dünya ile karşı karşıyayız.

Bütün bunlar bize neyi gösteriyor? Bütün bunlar bize aslında genel olarak Türkiye’nin, ama özel olarak da İslâmî kesimin en hassas konusunun –konularından birisi belki; belki değil, ta kendisi– kadın sorunu olduğunu gösteriyor. Bu öteden beri böyle. Geçmişte yaşanan başörtüsü direnişinde de böyleydi. Orada da aslında kadınlar üzerinden yürüyen bir hareket vardı. Kadınlar üzerinden yürüyen ama kadına mümkün olduğu kadar hak vermemeye çalışan bir hareket vardı. O tarihlerde bir kitap yazmıştım “Direniş ve İtaat” adında, “İki iktidar arasında İslamcı kadın” altbaşlığını taşıyordu. Burada iktidarın birisi sözümona laik siyasî iktidar, bir diğeri de İslâmî hareketteki erkek egemen iktidar. Bu ikisinin arasına sıkışmış bir kadın profili vardı. Hareketin taşıyıcısı kadınlardı; ama hareketin patronu olan, sahibi olan erkekler, kadınları hem hareketin dinamosu olarak kullanıp hem de onlara hiçbir yetki, sorumluluk, iktidar alanı tanımamaya çalışıyorlardı. Zamanla bu belli bir değişime uğradı, birtakım gelişmeler oldu, kadınlarla yine iyileşmeler oldu. Ve bu iyileşmeler, gelişmeler tam meyvesini verecek mi acaba diye düşünürken, büyük bir panik halinde erkeklerin ve erkeklere kayıtsız şartsız tâbi olan bazı kadınların panik halinde, kırmızı görmüş boğa gibi saldırıya geçtiklerini görüyoruz. Burada hedef şu anda KADEM. İlginç olan, kendini feminist olarak tanımlayanlara, İslâmî câmianın kadınlarına olduğu kadar sert yüklenmiyorlar. Çünkü onları bir şekilde zaten uzakta ve genel tabana, İslâmî kesimin kadınlarına ulaşması zor olan kişiler olarak görüyorlar. Ama KADEM gibi kendini feminist olarak tanımlamayan yapıların, hele bir de devletten bir şekilde onay ve destek aldığı gerçeğiyle beraber çok daha yaygınlaşabileceğini, çok daha geniş kitlelere kadın hakları konusunda, kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda birtakım şeyleri aktarabileceğini düşünüyorlar ve bu onları korkutuyor. Korkutmasının nedeni, öncelikle tabii ki iktidarlarının elden gitmesi ve tabii ki eşlerinin ve kızlarının kendilerini evlerinde eleştirmeye başlama ihtimali, hatta belki de kapının önüne koyma ihtimali. Çünkü biliyoruz ki bugün bu karşı çıkışı dillendirenlerin büyük bir kısmı değişik vesilelerle kadına yönelik şiddeti de meşru ve mâzur göstermeye çalışan kişilerle aynı. Evet, ilginç bir tartışma, çarpıcı bir tartışma ve ibret verici bir tartışma. Kimin kazanacağı belli, tabii kadın haklarında ısrar edenler kazanacak. Kimin kaybedeceği de belli. Ama bu arada kaybedecek olanlar bu hakkı savunanları bayağı zorlayacaklar, rahatsız edecekler, rencide edecekler. Şimdiden etmeye başladılar. KADEM’in yaptığı açıklamada da o rahatsızlığın izlerini görüyoruz ya da ben öyle okudum. Ve kendilerini savunma adına birtakım görüşlerini daha dolaylı olarak söylediklerini gördüm. Ama şunu söylemem lâzım: Bir teslim olma hali yok ve bu anlamda da takdiri hak ediyorlar. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.