Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öcalan faktörü-2

Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesine izin verilmesinin arkasında birtakım siyasi hesaplar aramak son derece doğal. Zira Öcalan hâlâ önemli bir aktör. Fakat diğer aktörlerinin ondan istedikleri gibi istifade edebilecekleri şüpheli.

Yayında sözünü ettiğim 22 Haziran 2016 tarihli Öcalan faktörü başlıklı yayını izlemek için tıklayınız.

Yayına hazırlayan: Ara Altınman

Merhaba, iyi günler. Abdullah Öcalan’ın avukatları kendisiyle yine görüştüler. En son 23 Haziran seçimleri öncesinde görüşmüşlerdi ve ardından bayağı tartışmalı bir süreç yaşanmıştı. Ondan sonra, yaklaşık 2 ay sonra tekrar görüştüler. Bir açıklama yapıldı. Öcalan’ın, özet olarak, “Ben hazırım, bir hafta içerisinde çatışmayı sonlandırırım” dediği çıktı başlık olarak — biliyorsunuz. Bunun üzerinden küçük çaplı da olsa bir tartışma başladı. Küçük çaplı olmasının nedeni, Türkiye’de medyanın, bunun akacağı esas kanal olan medyanın, bu konulardan kendini alabildiğine uzak tutmaya çalışması. İşin böyle bir boyutu var. Halbuki, bir şekilde Türkiye’de Kürt sorunu en önemli sorun. Sorunlardan birisi demiyorum, en önemli sorun. Bununla ilgili her türlü gelişme de geniş bir şekilde ve özgürce tartışılmayı hak ediyor. Geniş bir şekilde tartışılmadığını biliyoruz. Özgür bir şekilde tartışılma imkânı da yok. Ancak yine de elimizden geldiği kadar bu konuda birtakım değerlendirmeler yapmaya çalışacağım.

Öncelikle, başlığa Öcalan faktörü dedikten sonra, niye 2 dediğimi açıklayayım. Zira aynı başlıkla, 22 Haziran 2016’da, yani 3 yıl önce, 3 yıldan biraz daha fazla bir zaman önce, yaklaşık 40 ay önce “Öcalan faktörü” diye bir yayın yaptım. Ve o yayını tekrar dinlediğimde, orada o tarihlerde –unutulmuştur tabii– bir Arap medyasında Öcalan’ın ev hapsine çıkarılacağı ve çözüm sürecinin tekrar başlayacağı yolunda rivayetler dolaşıyordu. Onunla ilgili yaptığım bir yayın. Ve ben bu rivayetlerin inandırıcı olmadığını, çözüm sürecinin başlamasının o tarihlerde söz konusu olamayacağını söylemişim. Ama buna ek olarak da, “Öcalan faktörünü bu vesile ile değerlendirmek lâzım” diye bazı şeyler söylemişim. O söylediğim şeylerin çoğunu bugün söylemekte bir sakınca yok. Ama tekrar olmasın, o tarihteki yayının linkini de bunu yayınladığımız zaman veririm. İsteyen, eğer arzu eden olursa onlara da bakar.

Peki bu görüşme neden oldu? Bir önceki görüşmenin birtakım nedenleri vardı. Birincisi, açlık grevlerinin sonlandırılması meselesiydi — ki bu oldu. Öcalan devreye girdi; avukatlar üzerinden yaptığı açıklamayla açlık grevlerini sonlandırdı. Bir diğer husus Suriye’ydi. Bence Suriye meselesi o dönemde önemliydi ve hâlâ önemli. Ama nedense Suriye üzerinde çok fazla durulmadı. Ve üçüncü husus olarak da tekrarlanan İstanbul seçimleri için Öcalan’ın tavır alması beklentisi vardı. Avukatlar bu yönde bir açıklama yapmadılar. Bunun üzerine önce iktidara yakın yayın organlarında “Avukatlar niye açıklama yapmıyor?” diye yayınlar çıktı. Özellikle Sabah gazetesi Ankara temsilcisi Okan Müderrisoğlu bunu yazdı. Ondan sonra, bir öğretim üyesi, Tunceli’den giden bir öğretim üyesi Öcalan’la apar topar görüştürüldü. Ve o, gazetecilere açıklama yaptı. Öcalan’ın seçimlerde tarafsız kalınmasını istediğini söyledi. Ama sonuçta biliyoruz ki, seçimler HDP seçmeninin de aktif bir şekilde İmamoğlu’nu desteklemesi ile net bir şekilde AKP aleyhine sonuçlandı. Şimdi burada niye avukatlar görüşüyor? Normal şartlarda avukatlar görüşür. Ama biz, Türkiye’de normal şartlar söz konusu olmadığı için, hep bunlara bir anlamlar yüklüyoruz, yüklemekte de bence bir sakınca yok.

Değişik rivayetler var. Murat Yetkin bugün çıkan yazısında şöyle bir şey söyledi: “Öcalan’ın isterse çatışmaları bir hafta içinde durduracağı iddiası, sanki biraz da ABD’nin PKK’yı bölüp, Suriye’deki bölümden PKK’yı reddeden yeni bir örgüt çıkarma endişesinden kaynaklanıyor”. Burada söylediği, ABD, Washington, PKK ile PYD’nin arasını açmak, PYD’yi ayrı, hatta PKK’dan kopmuş ve hatta PKK’yla mesafeli, mümkünse de karşıt bir yapıya dönüştürerek, böylece Ankara’yı Suriye’de işbirliğine razı etmek istemesi. Böyle bir teori öteden beri var. Şunu biliyoruz: Suriye’de Amerika Birleşik Devletleri’nin stratejik ortağı bir süredir PYD ve YPG. Ama PYD, YPG bir anlamda Kandil’in, PKK’nın uzantısı olduğu için –bir anlamda değil tam anlamıyla uzantısı olduğu için– bu çok ciddi bir şekilde sorun yaratıyor. Çünkü ABD, PKK’yı terör örgütü olarak görüyor. Türkiye ise ABD’nin bir başka stratejik ortağı. Dolayısıyla uzun bir süredir bu olayda top çevriliyor. Demin bahsettiğim Haziran 2016’daki yayında da bu konuyu ele almışım. Aynı şekilde, Amerika Birleşik Devletleri hem YPG ile stratejik işbirliği yapıp, hem de bir taraftan PKK’ya karşı Ankara’nın yanında oluyor. Bu da tabii ucube bir durum oluşturuyor. Murat’ın söylediği tabii burada önemli. Böyle bir operasyon var. ABD’nin böyle bir niyeti var. Öcalan da herhalde bundan rahatsız olmuştur. Ve dolayısıyla devreye girmek istiyor. Bu anlaşılır bir şey. Lâkin ortada şöyle bir soru var: Amerika Birleşik Devletleri’nin, YPG ile PKK’yı ayırma gibi bir stratejisi varsa –ki var olduğu yolunda çok güçlü bir inanış var, bence bir soru işareti düşmek lâzım buna; ama diyelim ki var–, Ankara’nın buna bakışı nasıl? Ankara da bunu tercih edilir bir şey olarak mı görüyor? Yoksa daha farklı politikalar mı izliyor? Bu noktada tekrar Murat’ın söylediğine dönecek olursak, biliyoruz ki Öcalan’la avukatlarının ya da kardeşinin ya da siyasetçilerin ya da üniversiteden –ilk kez oldu– öğretim üyesinin görüşmesi devletin izniyle oluyor. Devlet istemezse kimse görüşemiyor — ki daha önce yıllarca Öcalan izole edildi; hiç kimseyle görüştürülmedi. Demek ki bu son görüşmede de devletin bir bilgisi var, onayı var. Belki de özel olarak istedi bu görüşmenin olmasını. Dolayısıyla bu görüşmenin olmasını isteyerek, ABD’nin PKK ile YPG’nin arasını açma stratejisinin önüne geçmek mi istiyor, ben bunu açıkçası pek düşünmüyorum.

Burada bence tabii şöyle bir husus var — bunu özellikle vurgulayalım: Haber alma kaynaklarımız çok sınırlı. Türkiye’de hem medya özgürlüğü yok, hem haber kaynaklarına ulaşma anlamında çok büyük sıkıntı var. Normal şartlarda bu tür alengirli konularda bile, yine birtakım haberleri farklı farklı kaynaklardan alma imkânı vardı. Ama bu sefer pek yok. Bir de tabii şöyle de bir husus var, açık konuşmak lazım: Aldığınız haberi olduğu gibi yazabilme imkânınız var mıdır? Çünkü Türkiye’de bu konu bir süredir tam anlamıyla “ateşten gömlek” haline geldi. Ama şunu tahmin ediyorum, tahmine dayanarak konuşmak lâzım: Bana göre esas mesele Suriye. Ve Suriye’de de Amerika’nın bölmesi, parçalaması vs.’si bir yana, artık Türkiye, yavaş yavaş Suriye’deki PYD, YPG varlığı ile bir şekilde yüzleşmek zorunda. Onu yok etmesinin artık mümkün olmadığını, önce Amerika Birleşik Devletleri ama aynı zamanda Esad yönetimi, ve hatta Rusya ve hatta İran nedeniyle mümkün olmadığı düşüncesiyle buna bence bir formül arayışı var. Bu anlamda da ilk akla gelenlerden birisi tabii ki Öcalan. Öcalan zamanında da, çözüm sürecinde de, özellikle çözüm sürecinin ilk başında Nevroz’a yolladığı mesajda da aslında Ankara’ya hep şu çağrıyı yapmıştı: “Gelin bölgemizi birlikte şekillendirelim” gibi bir çağrı yapmıştı. Ama bu çağrı pek ilgi görmedi. Bu Öcalan’la yapılan görüşmeler Türkiye ile sınırlı tutulmak istendi. Yani “Türkiye başka; Türkiye’nin Kürt sorunu başka; Suriye, Irak, İran başka” dendi Ankara tarafından. Öcalan’ın bütün hepsini beraber konuşma, bütün hepsini beraber ele alma önerisine Ankara yanaşmadı. Bu yanaşmamanın sonucunda çok ilginç bir durumla karşılaştı. Suriye’de çok ciddi bir Kürt varlığıyla, YPG-PYD’nin orada kurdukları kantonlarla karşılaştı ve bunların bir kısmını bertaraf etti — en son Afrin’de olduğu gibi. Ama Fırat’ın doğusu denen bölgede hâlâ Ankara’yı endişelendiren bir yapılanma var. Bu yapılanma Amerika Birleşik Devletleri’nin kontrolü ve koruması altında. Ve onunla işbirliği yapıyor.

Çok zor bir denklem var. Ve burada yeniden Öcalan’ın bir şekilde devrede olacağı, Öcalan faktörünün bir şekilde yeniden devrede olacağı ve Amerikalılar’ı karıştırmadan formüller bulunup bulunamayacağı meselesinin akıllara gelmiş olduğu kanısındayım. Ama bu çok zor bir süreç olacak. En son yaşanan –seçim skandalı diyelim– bir hezimet oldu. Onun aslında böyle olacağı belliydi. Hatırlayanlar olacaktır. Bu silahın ellerinde patlayacağını o gün, Öcalan’ın açıklamasının, seçim açıklamasının yapıldığı gün bu şekilde yorumlamıştım. Nitekim böyle oldu. Öcalan meselesi, Öcalan faktörü Ankara’nın sandığı kadar kolaylıkla kullanabilecekleri bir faktör değil. Yani Öcalan’ı kullanarak Kandil’i etkisizleştirme, geri planda bırakma, Öcalan’dan kendi lehlerine birtakım tavizler koparabilme gibi hususların o kadar kolay olmadığını bence yaşayıp gördük. Bunu da en iyi bilenler herhalde onunla doğrudan ya da dolaylı olarak görüşen devlet yetkilileridir. Dolayısıyla Öcalan’ın öyle bazılarının resmetmeye çalıştığı gibi, Ankara’nın her dediğini yapan, yapmaya hazır bir kişi olduğu kanısında değilim. Zor bir olay ile karşı karşıyayız.

Bir diğer olay da –üç yıl önceki yayında vurgulamışım, tekrar vurgulamakta yarar var– Kandil’le İmralı arasında birtakım farklılıklar olduğu kesin. Ama Kandil ve İmralı arasındaki farklılıkların devletin işine göre kullanabileceği, istifade edebileceği farklılıklar olduğu kanısında değilim. Daha önce bunlar denendi. Biri ile diğerini yıpratma yolunda birtakım taktikler uygulandı değişik tarihlerde. Ama sonuçta dönüp baktığımızda her iki tarafın da çok fazla yıpranmadığını gördük. Tabii ki bugün de Kandil’e yönelik olarak, PKK’ya yönelik olarak ciddi darbeler indirildiği, hareket edemez hale geldiği vs. şeklinde resmî açıklamalar yapılıyor. Sürekli operasyonlar yapılıyor. Bunlar büyük ölçüde doğru da olabilir. Ama Kandil’in varlığını etkili bir şekilde sürdürdüğünü, Türkiye’nin dışında Irak’ta, İran’da ve Suriye’de etkili olduğunu biliyoruz. Etkisi dönem dönem değişik nedenlerle, bazı yerlerde azalıp, bazı yerlerde artıyor olabilir. Ama tam anlamıyla etkisinin kırıldığı yolundaki haberleri daha çok propaganda faaliyeti olarak değerlendirmek lâzım.

Evet, bir Öcalan faktörü var. Ama Öcalan faktöründe, dışarıdan aktörlerin, özellikle devlet gibi aktörlerin bu faktörü istediği gibi kendi lehine kullanabilme ihtimallerinin çok yüksek olduğu kanısında değilim. Son örnekte gördük. Daha önceki örneklerde gördük. Ve şöyle de bir husus var: Türkiye’nin bu yaptığı, sürdürülebilir bir Kürt politikası değil — ne Türkiye’de ne de Suriye’de. Dolayısıyla yeni birtakım arayışlara girmesi gerekiyor Türkiye’nin. Ama şu anda Cumhur İttifakı ile beraber girilmiş olan o katı milliyetçi söylem ile bu kolay kolay olacağa benzemiyor.

Bir diğer husus, Amerika Birleşik Devletleri’nin gerçekten PKK ile YPG’nin arasını açmak, ikiye bölmek, birbirlerinden kopartmak isteyip istemediği konusunda birtakım şüphelerim var. Yani şöyle ki, tamam, Suriye özelinde baktığımız zaman YPG ile ilişkisini daha rahat, Ankara’yı çok rahatsız etmeden sürdürmek için böyle bir ihtiyacı olabilir. Ancak PKK sadece Suriye’de yok. Irak’ta da var, İran’da da var — ki İran şu anda Trump yönetiminin en önemli hedeflerinden birisi. Ve PKK Türkiye’de de var. Türk-Amerikan ilişkileri hiç de o kadar muazzam seyretmiyor. Güvenli bölge konusunda son bir mutabakat olsa da hâlâ çok ciddi kırılma noktaları var. Dolayısıyla, PKK’nın zayıflatılmasının, etkisizleştirilmesinin, bölünmesinin ABD’nin çok isteyeceği bir şey olduğu kanısında açıkçası değilim. Ama şu âna kadar aslında, pekâlâ YPG/PYD ile işlerini, stratejik ilişkilerini sürdürüp, öte yandan PKK’ya da terör örgütü demeyi sürdürebildiler şu âna kadar. Bu ne kadar sürdürülebilir? Büyük bir devletseniz bunu belli bir süre boyunca sürdürebilirsiniz. Bu olabiliyor, güçlü bir devletseniz. Ama belli bir yerden sonra bu politikanın tıkanma ihtimali var. Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri’nin temel tercihinin PKK’yı bölerek, onun içerisinden Suriye parçasını yanına almaktan ziyade Ankara’yı yeniden çözüm perspektifine ikna etmek, PKK’nın Türkiye’ye yönelik silahlı faaliyetlerini sonlandırmasını, ama bölgede özellikle İran’da ve Suriye’deki varlığını pekâlâ sürdürmesini tercih edeceği kanısındayım. Bu benim ne zamandan beri düşündüğüm, inandığım bir perspektif. Ama tabii ki Amerika Birleşik Devletleri’nin politikaları da özellikle Trump döneminde çok inişli çıkışlı bir seyir izliyor.

Evet, daha söylenecek çok şey var. Ama dediğim gibi somut bilgilere ulaşma imkânımızın az olduğu bir yerde, daha çok geçmişte yaşanmışlıklardan hareketle birtakım akıl yürütmeler yapıyoruz. Burada sonlandırmak belki iyi olur. Bugün öğlenleyin bir yayın yaptım. Ve cezaevindeki gazeteciler, yazarlar, aydınlardan söz ettim. Onlara bayram öncesi selam ilettim. Ve Osman’ı, Osman Kavala’yı unuttuğumu fark ettim. Çok büyük bir hata yaptığımı biliyorum. Osman Kavala’ya bu vesile ile buradan iyi bayramlar diliyorum. Herkese iyi bayramlar. Bayramdan sonra görüşmek üzere. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.