Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

AKP’nin bölünmesinin nedenleri ve sonuçları: Prof. Menderes Çınar ile söyleşi

Türkiye’de AKP üzerine çalışan en yetkin siyasetbilimcilerden Başkent Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Menderes Çınar ile Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun kurmaya hazırlandıkları partileri ve bunların siyasi hayata muhtemel etkilerini konuştuk.

Yayına hazırlayanlar: Şükran Şençekiçer & Gamze Elvan

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Bugün, Adalet ve Kalkınma Partisi’nden kopmakta olanları ve onların kurması söz konusu olan iki ayrı partiyi konuşacağız. Konuğum, Başkent Üniversitesi’nden Prof. Menderes Çınar. Menderes, Adalet ve Kalkınma Partisi konusunda Türkiye’nin en yetkin siyasetbilimcilerinden. Menderes, merhaba. Seninle hep düzenli bir şekilde AKP’yi konuşuyoruz; en son konuştuğumuzdan bu yana bayağı bir şey oldu. Öncelikle şunu söyleyeyim: Ali Babacan bir yandan, Ahmet Davutoğlu diğer yandan, ayrı ayrı parti kuracaklarını açıkladılar. İlk sorum: Bu sürpriz mi senin için? 

Menderes Çınar: Yani yerel seçim yenilgisini dikkate aldığımızda sürpriz değil. Aslında Ali Babacan zaten çok önceden ayrıldı veya marjinalleştirdi ve pek sesi çıkmıyordu — bana göre hâlâ yeterince çıkmıyor sesi. Ahmet Davutoğlu daha önce işte belki temenni, “Başka türlü olsa daha iyi olur” şeklinde, parti içinde izlenen çizgiyi eleştirdiğini biliyoruz; ama niye bu zaman çıktı derseniz, artık siyasî olarak şartlar olgunlaştı seçim yenilgisiyle bence. Özellikle İstanbul’daki ikinci seçimde ağır bir yenilgi var ve şu görülüyor: AKP artık kendisini yenilemiyor — kendisini yenilememe durumu yeni değil, 2014’ten beri böyle, hatta 2011’den beri böyle; ama kendisini yenilememesine rağmen seçim kazanabilen bir partiydi. Dolayısıyla, rant dağıtımı, elit sirkülasyonu yapabiliyordu; ama son seçim yenilgisi o işlerin de artık zora girdiğini ve gelecekte de pek parlak olmayacağını gösteriyor — tabii eğer muhalefet başarılı olursa. O zaman içerideki hoşnutsuzlar için bir imkân doğmuş oluyor, yani başarılı olabilme imkânı doğmuş oluyor ortaya çıktıklarında. Ama seçim kazanıyor olsaydı ya da Erdoğan seçim zaferleri sunmaya devam ediyor olsaydı, bu başarı şansını görmeyeceklerdi ve muhtemelen hiç ortaya çıkmayacaklardı.

Buradaki uzaklaşmalarında, ayrı ayrı dile getiriyorlar biliyorsun, genellikle AKP’nin kuruluşuna, ilk kuruluş ilkelerine olumlu referans verip, özellikle de kolektif aklın kaldırıldığından şikâyet ediyorlar. Burada Erdoğan’ın iktidarı –parti içi iktidarı ve ülke içi iktidarı– tekelleştirmesine bir tepki olduğu gözüküyor. Onu biraz sorgulayalım istersen; Erdoğan’ın bu tekelleştirmesi, başlangıçta var olan kolektiviteden vazgeçmesi, sadece egosuyla açıklanabilecek bir şey midir? 

Şimdi partinin kuruluş dönemine gittiğimizde, evet, çıkış noktası bu; zaten Refah Partisi’ne karşı, Erbakan’ın tek adamlığına karşı –aşırı hiyerarşik bir partiydi Refah Partisi–, böyle bir kimlik kurmaya çalışıyorlar. Fakat son zamanlarda sen de farkındasındır, işte Bülent Arınç gibi kişilerin armaları çıkıyor. Abdüllatif Şener daha önce yazdı, bir kere bu kuruluş döneminde Erdoğan’ın hep ayrı bir ekibi var, İstanbul ekibi olarak katılıyor çalışmalara. Yine de kuruluş döneminde, muhafazakâr demokrasi, ortak akıl falan diye bir kimliği en azından başarıyla pazarlıyorlar, böyle bir durum var, gerçekte de var. Fakat sen de çok iyi biliyorsun, Erdoğan genel başkan olur olmaz bir tüzük değişikliği yapılıyor. Bu tüzük değişikliğinde aslında Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) tek Erdoğan kontrolüne geçiyor ve işte güya kurul belirliyor bütün adayları falan — bu bir adım. Ama bana göre esas dönüm noktası, bu ağır top dediklerimizin yavaş yavaş ayrılması ve marjinalleştirilmesi, yani içeride kalanlar, Bülent Arınç bunlardan biri. Bir de 2012 Kongresi bence kritik bir dönüm noktası. Orada Erdoğan aslında AKP’nin o zamana kadar iddia ettiği, muğlak olan, muğlak da olsa sahiplendiği muhafazakâr-demokrat kimliğini terk ediyor, medeniyet söylemine başvuruyor. Ama aynı kongrede dikkat çekilmesi gereken başka bir şey, Türkiye için artık bir sistem arayışı partinin resmî politikası olarak benimseniyor 2023 vizyonu diye. Şimdi burada soru, aslında senin sorduğun soruya, daha doğru soru: Erdoğan medeniyet söylemini, başkanlık sistemine geçişi meşrulaştırmak için mi öne sürdü? Yoksa başkanlık sistemi medeniyet söyleminin gerekliliklerini –bu bir çeşit İslamcılaşma, İslamîleşme aslında– kolayca gerçekleştirebilmek için mi istedi? Benim buradaki eğilimim aslında medeniyet söyleminin başkanlık sisteminin bir mazereti olduğu yönünde. Ama yani esas dönüm noktası 2012 ve esas istediği de bana göre iktidarı tekelinde toplamaktı. Bu aslında partinin kuruluşundan beri olan bir dinamikti; çünkü hep aynı bir takımla çalıştığını şimdi okuduğumuz anılardan anlıyoruz. Mesela Kocaeli milletvekili olan Sanayi Bakanı var, Ergün soyisimli, onun “Adım Adım Siyaset” kitabında da böyle bir ifade var yanlış hatırlamıyorsam. Dolayısıyla İstanbul ekibi diyelim, Erdoğan’ın liderlik yaptığı İstanbul ekibi, aslında bu partiye yavaş yavaş el koydu diyebiliriz. 

Orada şu benim dikkatimi çekti, birkaç yayında da vurguladım: Ahmet Davutoğlu da tek adam yönetimini eleştiriyor, Erdoğan’ın adını vermeden, ortak akıldan uzaklaştırıldığını söylüyor, Ali Babacan da keza öyle. Ama Ahmet Davutoğlu hep “ben” diye konuşuyor dikkat edersen; bütün verdiği röportajlarda özellikle. Ama Ali Babacan’ın verdiği tek röportajda kişisel sorular dışındaki bütün sorulara “biz” diye, birinci çoğul şahıs diye bahsediyor. Yani bu bence sadece bir dil sürçmesi falan değil, sanki bana şey gibi geliyor; yani Davutoğlu, Erdoğan’ın yerine talip ama Babacan ekibi AK Parti’nin yerine talip gibi. Ne dersin? 

Bir kere belki kendi ifadesiyle onun da belki “ben” idrakı yüksek, o yüzden de oluyor olabilir böyle şeyler, kendi deyimi biliyorsunuz kitaplarda kullandığı, o başka bir anlamda kuruyor ama bu şeye uyuyor. Yani şuna katılırım, Davutoğlu daha çok parti içine oynuyor. Ama bunun için çok geç olabilir, yani en son yayınladığı bildiri –daha doğrusu konuşma–, istifa konuşması aslında parti başarısız olduktan harekete geçtiğini söylüyor orada, bu yola çıktığını söylüyor. Dolayısıyla partiyi başarılı kılmak için çalıştığı gibi bir iddiası var; ama öbür taraftan, yaptığı konuşma istifa konuşması.  Öbür taraftan bu başarısızlığa neden olan parti yapısı, parti şekline gidilirken kendisinin bayağı bir sorumluluğu var, en azından sustuğu için sorumluluğu var. Yani, tamam, belki başka bir gündemi vardı, temenni olarak eleştirilerini sunuyordu; ama böyle sessiz bir muhalefet olması onun aslında siyasî kimlik oluşturmasını zorlaştıran bir şey. Şimdi neye “Karşı çıktım da farklı bir parti kuruyorum” diyecek? Orada biraz sıkıntısı var. Ama başkanlık sistemi, işte yüzde 3 oy alan bir partiyi etkili kılabilecek bir sistem, o açıdan etkili olabilir. Parti içine yöneliminde de şöyle bir durum var; artık kaldıysa bu metal yorgunluğu temizliğinden parti içinden adam devşirebilir, yani mevcut şu anki kadrolardan, yoksa eski kadrolardan devşirebilir, hem kendi başbakanlığı döneminde kendi kadroları var hem de onu takip edecek kişiler olabilir. Çünkü bence AKP kendi iç eleştirisini bastıran ve baskılayan bir parti, dolayısıyla bir ışık gördüklerinden kaçacak insanlar da olabilir. Babacan, biraz daha genel siyasete oynuyor, evet, AKP’nin daha önce geçici de olsa kapladığı –diyelim– merkez siyaset alanını kaplamak istiyor, biraz daha mutedil. İşte uluslararası çevrelerle de uyumlu, ekonomi politikası daha rasyonel. Fakat yani bu niyetini görebiliyoruz sadece; Babacan’ın bu niyetinin gereklilikleriyle ilgili hiçbir şey göremedik henüz. 

Evet, orada istersen bir sözünü keseyim: En çok sorulan ve kendisinin de vurguladığı, benim de konuştuğum Babacan ekibinden isimler, AK Parti kökenli olmayan yeni isimlerin olacağını çok ısrarla vurguluyorlar. Ama röportajda da bu konuda tek bir isim bile vermedi, şu âna kadar da pek kimseyi görmedik. Bunu gerçekten bulabiliyorlar mıdır, ne tür insanlar arıyorlardır sence? 

Valla, ben biliyorum; bazı akademisyen arkadaşlarla görüşüyorlar mesela; yani onlar böyle bir şeye destek verir mi bilmiyorum, ama görüştüklerini biliyorum. Bazı eski ünlü hukukçular olabilir, yani Türkiye siyasetinde isim yapmış; ama bu biraz bir miktar yaşlı kadro diyebileceğimiz kadro olabilir. Yani işte Beşir Atalay, tecrübeli bir isim. AKP’den bu hareketlere her ikisine de katılacak olası isimleri Erdoğan aslında en son istişare kurulu falan kurarak engellemeye çalıştı, o öyle bir hamleydi. Bir ortaya çıktığında görmemiz lâzım; ama ciddi mutfak çalışmaları yaptığı konusunda bana da duyumlar geliyor. Ama buna kim katılır? O biraz işte AKP’nin ne kadar kaybetmeye yakın olduğuyla da alâkalı. Çünkü bazı kişiler başarısız olacağı düşünülen bir harekette risk almak istemeyebilir. Bence bu isimleri vermemesinin nedeni de o. 

Burada sanki ben şöyle basitleştiriyorum: Davutoğlu ikinci bir AK Parti yapmaya çalışırken Babacan sanki ikinci bir ANAP çağrıştırıyor. Ne dersin?

Olabilir, ama Davutoğlu’nun ikinci AK Parti’si hangi dönemin AK Parti’si? Ona bir düşünmemiz lâzım. 

Kendi başbakan olduğu dönemin AK Parti’si!

Kendi başbakan olduğu dönemin AK Parti’si, ama orada da aslında yetkilerini tam olarak kullanmadı, Erdoğan çok başarılı bir siyasetle kendisini cumhurbaşkanlığında yeniden var etti. Aslında o an, yani Erdoğan’ın ilk seçildiği an –2004’tü yanlış hatırlamıyorsam– partinin Erdoğan’ın kimliğinden ve Erdoğan karizmasından bağımsız bir kimlik geliştirme imkânının olduğu bir andı. Fakat Erdoğan Davutoğlu’nun hem bazı politika girişimlerini engelledi, ama bazı politika gündemlerini de empoze etti –dokunulmazlığın kaldırılması, Hakan Fidan’ın aday olamaması gibi– ve bunların hepsini de kamusal olarak yaptı; yani çağırsa, “Bunu yapma” dese belki yapmayacaktı Davutoğlu; ama kamusal olarak yaparak biraz mahcup etti onu. Dolayısıyla orada bir siyasî sermaye oluşturmasını engelledi. Davutoğlu esas olarak, biraz önce konuştuğumuz gibi, parti içine daha çok eleştirilerini görüyoruz; ama pozitif gündemi ne? Onu henüz göremiyoruz. Ama entelektüel mirası, sicili… buralara baktığımızda biraz daha İslamcı siyasete yakın bir Davutoğlu partisi görebiliriz, yani İslamî hassasiyetleri yüksek bir parti görebiliriz. O açıdan baktığımızda, evet, yani Babacan’ın kuracağı parti muhtemelen ANAP’a daha yakın olacak; ama ANAP’ın problemi de, aslında ANAP kimliği oluşturulmamış bir partiydi. Eğer yani ANAP’ı model alarak hareket ederlerse kendileri açısından biraz dezavantajlı bir durum yaratırlar. 

Peki, şöyle bir durum var: Sonuçta AK Parti’nin içerisinden iki parti daha çıkacak. Hatta benim konuştuğum içeriden birisi, bu iki partiye de gitmeyi düşünmeyen ama rahatsız olan, özellikle de parti içerisindeki o –aslında partinin kalmamasıyla alâkalı bir şey bu– dar kadrodan rahatsız olan, damattan rahatsız olan ya da Süleyman Soylu’dan rahatsız olan insanların da olduğunu, milletvekillerinin vs. yöneticilerin de olduğunu söyledi, bir de böyle bir durum var. Ama diyelim ki şu haliyle yıl sonuna kadar üç parti olacağa benziyor. Ve ben de diyorum ki bu üç partiyi toplasak belki iki yıl öncesinin bir AK Parti’si etmeyebilir. Ne dersin?

Evet, ama sistem değişti. Yüzde 1 oy bile çok önemli. Yani şöyle düşün: Şu anda Erdoğan elinde çok büyük bir güç bulunduruyor. AKP iktidarda gözüküyor, yani merkezî iktidarda gözüküyor. Ama siyasetinin parametrelerini MHP belirliyor. Belki daha küçük partiler için böyle bir belirleyicilik imkânı olur. Ama yine pastadan pay almayı becerirler. Ve pastadan pay almayı becerdiklerinde mutlaka bir etkileri olacak demek. Dolayısıyla aslında bu partilerin kurulmasını kolaylaştıran şey AKP’nin sadece bir lider, yani muhafazakâr-demokrasi gibi bir siyasî kimliği değil de Erdoğan gibi bir karizması olan bir parti olması değil, aynı zamanda onun üstüne gelen başkanlık sistemi. Çünkü başkanlık sistemi aslında partiyi boşa çıkarıyor. Öyle bir sistem dizayn etti ki Erdoğan, kendi tasarımım dedi biliyorsunuz, bu sistemde herkese Erdoğan’a hesap veriyor, herkes ona yönelik hareket ediyor. Ama Erdoğan halka hesap veriyor. Bu da aslında kendi anlayışı, kendisinin dillendirdiği bir anlayış. Ama burada mesela AKP’den beklenen nedir? İşte toplumla yönetim arasında iletişim kayışı olması. Şimdi bütün teşkilatı Erdoğan’a hizmet ediyorsa, o zaman toplumla yönetim arasında iletişim kayışı olamaz. Dolayısıyla bu sistem değişikliği aslında böyle küçük partiler için elverişli. Onlar daha fazla etkide bulunabilir. Biri yüzde üç oy alsa AKP seçmeninden, AKP artık iktidar olamayacak.

Burada tabii şöyle bir husus var: Her bir oyun değerinden bahsettin. Özellikle başkanlık seçiminde yüzde 50 artı 1 oy olduğu için, şimdi Erdoğan’ın belki de yaptığı en büyük hatalardan birisi –çok hata yapıyor son dönemde ama– bu ittifakları mümkün kılması oldu. Koalisyonlar yerine artık ittifaklar gündemde. Özellikle son yerel seçimde bunu gördük. HDP’nin desteği ve İYİ Parti’nin desteği olmasa CHP o büyük şehirleri, İstanbul da dahil, belki Ankara’yı alırdı ama Adana’da, Mersin’de, Antalya’da da bayağı ciddi zorlanırdı. Şimdi bu kurulması söz konusu olan partileri otomatik olarak Millet İttifakı içerisinde mi görmemiz gerekir? Yani Erdoğan’ın karşısında Cumhur İttifakı, yani AKP artı MHP’ye karşı olan blokta mı yer alırlar diye varsaymamız gerekir? 

Çınar: Ondan emin değilim. Çünkü öyle bir durum olduğunda tabii işte erken seçim, baskın seçim falan gibi şeylerle o partiler devreden çıkarılmak istenebilir; ama mesela Davutoğlu’nun AKP içine oynadığını, AKP yerine geçmek istediğini düşündüğümüzde, belki Davutoğlu konuşulabilecek bir figür olur ama öbürü olmaz. Bence orada kritik faktör, Erdoğan’ın ne istediğinden ziyade Bahçeli’nin neye izin vereceği. Çünkü biliyorsunuz yerel seçimden sonra Türkiye ittifakı falan diye konuşmalar olduğunda Bahçeli biraz –deyim yerindeyse– kendisine hatırlattı, parametrelerini hatırlattı ya da avam ifade ile “ayar verdi”. Yani müttefikler ikisi beraber karar vermek durumunda olabilir, eğer aralar o zamana kadar bozulmazsa.

Burada konuşurken, şu İYİ Parti’yi…, meşhur o fotoğraf var biliyorsun, resepsiyondaki Akşener-Erdoğan fotoğrafı, 30 Ağustos resepsiyonu. Halbuki öncesinde Akşener’e karşı çok agresif bir tutum takınmıştı. Orada da çok sempatik bir görüntü vardı. Ve her iki tarafta da benim bildiğim, her iki tarafta da böyle bir yakınlaşmayı arzulayanlar var, AK Parti içerisinde de, İYİ Parti içerisinde de. Ama ortada şöyle bir husus var: MHP realitesi var bir yandan da. Benim bildiğim AK Parti içerisinde birileri MHP yerine İYİ Parti’nin daha iyi olacağını düşünüyor, yani MHP’nin yanına İYİ Parti’yi katmaktan ziyade. Ne dersin? Bu çok mu spekülatif?

Aslında İYİ Parti de birkaç sene evvel böyle bir işbirliğine hazır olacağını ifade etti, yani MHP’den vazgeçmesi, işte, Meclis’te işbirliği yapabileceğini falan. Daha iyi olur mu? Ondan emin değilim, MHP’den. İYİ Parti daha mutedil bir şey çizebilir, böyle bir potansiyeli var. Ama aslında AKP’nin, Erdoğan’ın bütün problemi, kendisini yenileyebilme kabiliyeti yok. Yani odalarda tabanı koyarsınız, ama kapıya doğru değil de öbür köşedeki duvara doğru koyarsanız kendinizi sıkıştırırsınız ya. Bana göre öyle bir durumu var. Bu açmazı nasıl aşacak? Biraz şeye bakmak lâzım, öbür partilerin ne yapacağına. Yani biraz onlar dökülsün, ondan sonra adım atmak istiyor bence. İYİ Parti ile, yani yörüngede tutuyor onu, öyle söyleyeyim. Ona hazır olduğu işaretlerini veriyor olabilir veya mesajlarını arka planda veriyor olabilir. Ama böyle bir hamleyi yapması bence şu aşamada biraz zor. Yani yeni partiler kurulduğunda, yeni ittifaklar… Başkanlık sistemine geçerken şöyle bir şey düşünülmüştü: İşte Türkiye’de sağ oylar yüzde 65, sol oylar yüzde 35. Bir kere İYİ Parti bunu bozan parti oldu. Dolayısıyla onu bir dikkate almak lâzım. Ama yeni ittifaklar düşünüldüğünde, Erdoğan’ın ilk tercihi İYİ Parti olacaktır ya da onu da katmak olacaktır — MHP izin verirse. Ama bir sağ blok oluşturmaya çalışacağını düşünüyorum ben. 

Peki tekrar diğer partilere, kurulması söz konusu olan partilere dönecek olursak, bir Abdullah Gül faktörü var. Ve Abdullah Gül biliyoruz ki Babacan’ın partisinin aslında, nasıl denebilir, mentoru ya da sponsoru ya da yol göstericisi. Ve şu husus da var, en çok sorulan soru “Niye Babacan’la Davutoğlu birlikte hareket etmiyorlar?” sorusunun da cevabından birisi Abdullah Gül’ün Davutoğlu’na olan –nasıl diyeyim– hesabı. Biliyorsun, Erdoğan cumhurbaşkanlığı devir tesliminden bir gün önce kongre yapıp partiyi Davutoğlu’na verdi ve Gül’e hiç selam bile vermedi kongrede. Oradan gelen bir husumet de var. O çok bâriz. Ama Abdullah Gül’ün partide olmayacağı kesin. Lâkin Abdullah Gül’ün muhtemel bir cumhurbaşkanlığı seçiminde, geçen sefer denendiği gibi, aday olmayacağı kesin değil. Ve adı hâlâ telâffuz ediliyor. Ne dersin?

Olabilir. Şeyi hatırlatalım, geçen sefer aday olmaması aslında helikopterle Genelkurmay Başkanı ve İbrahim Kalın’ın ziyareti ile biraz bana göre engellenmişti. Onun niyeti aday olmaktı. Ben Gül’ün sadece arka planda kalarak, akıl vererek siyaset sahnesinden çekileceğini düşünmüyorum. Böyle bir imkân olduğunda, teklif geldiğinde kabul edeceğini düşünüyorum. Hatta bunu kolluyordur da belki. Ama Davutoğlu’yla olan problemi sadece bu kişisel husumet dışında, hani şey, İslamcılık dereceleri de olabilir. Yani şöyle söyleyeyim: Mesela Abdullah Gül mesajlarında evrensel insan hakları, evrensel demokrasi normlarından falan bahsediyor; ama Davutoğlu’nun düşünce yapısında bu Batılı normlar evrensel değil. Dolayısıyla siyasî gündem farklılıkları da olabilir. 

Peki Erdoğan ne yapabilir? Ne yapıyor? Şu anda kongreyi erkene aldı AK Parti’nin. Ve belli ki bu yeni partiye gidebilecek insanları ya da ilişkisi olan insanları kongre sürecinde ayıklamayı düşünüyor. Ama onun dışında elinde çok büyük imkânlar var biliyoruz. Bu iş sertleşebilir mi? Şu anda ilginç bir şekilde Erdoğan’dan çok Bahçeli ve Doğu Perinçek yeni partilere kükrüyor. Yani Erdoğan’ın da arada sırada laf ettiğini görüyoruz, ama çok ciddi bir saldırı başlatmış değil. Bu iş sence kızışacak mı ileride?

Bir kere AKP ile ittifaktan en çok faydalananlar onlar. AKP aslında kazançlı değil; Bülent Arınç’ın söylediği gibi AKP’ye zarar veren bir ittifak. Ama bu ne karşılığında oluyor? Erdoğan’ın başkanlığı karşılığında oluyor. Dolayısıyla Erdoğan kendi başkanlığını destekleyecek, kendi gündemini destekleyecek bir ortak bulmadığı sürece biraz zor olabilir Erdoğan’ın adım atması. Benim görebildiğim kadarıyla biraz bildiğini yapıyor ve aslında bildiği de şey, siyasî bir yenilenme değil. Aslında ciddi bir siyasî yenilenmeye ihtiyacı var. O bildiği de bu işte: Baskıcı yöntemleri artırmak. Ve HDP’yi gayrı meşrulaştırmak. Böylece CHP-HDP ittifakını, karşı tarafın kazanmasını engellemek amacıyla bu ittifakı zorlaştırmak. CHP’yi köşeye sıkıştırmak, onu terörist falan diye kategorize ederek. Bir de böyle ufak ayak oyunları oluyor. Onlar biraz çiğ. Mesela tabii ki bu Erdoğan’ın yaptığı bir şey anlamında söylemiyorum ama o ekipten çıkıyor anlaşılan. Yani işte adamın sandalyesi ile, şununla uğraşmak… Siyaset değil bunlar. Yani dolayısıyla aslında siyasî olarak kendini yenileyemediği için elindeki zorlayıcı imkânlara başvuruyor esas olarak. 

Menderes, son olarak şunu sormak istiyorum: Sonuçta AK Parti içerisindeki taraflardan ve kopuşlardan bahsediyoruz, ama Türkiye siyaseti bundan ibaret değil. Başka partiler var. CHP var, HDP var, İYİ Parti, MHP var. Bu üçüncü şahıslar bu durumdan nasıl istifade edebilirler? Böyle potansiyel olarak baktığın zaman, AKP’nin krizinin bu kadar bölünmelerle kendini göstermesi ve derinleştirmesi diğer partileri nasıl etkiler?

Mesela Babacan’ın kuracağı bir parti hem İYİ Parti’den hem CHP’den oy alabilir. Davutoğlu’nun nasıl bir platformdan çıkacağını bilmiyoruz. O yüzden yani onda da o olasılık var çıkacağı platforma göre. Ama bana göre büyük partiler, yani muhalefette de CHP, aslında bu başkanlık sisteminden, ittifak sisteminden faydalanıyor. Yeni kurulan partiler ile en çok işbirliği yapmak isteyenler de onlar olacaktır. Çünkü onların iktidar olmadıkları için, iktidara erişmek için biraz hevesleri, hırsları daha yüksek olabilir. Uzun süredir değiller. Ve paylaşıma daha açık olabilirler. Dolayısıyla ben olumlu karşılayacaklarını düşünüyorum. Biraz temkinli olmakla beraber işbirliği yapabilme açısından olumlu karşılayacaklarını düşünüyorum yeni partilerin kurulmasını. 

Bu arada tabii bitirirken, muhalefette olup da bunu bir, nasıl diyeyim, “danışıklı dövüş” olarak gören bayağı bir kesim de var, farkında mısın bilmiyorum ama. Yani bunun aldatmaca olduğunu, aslında memnun olduğunu diyenler var; hatta bir bu var, bir de, “Ne olursa olsun, bunlar ne derlerse desinler, ne yaparlarsa yapsınlar, bunların bir farkı yok” diyenler de var.

Ben onlara katılmıyorum. Yani şimdi mesela Babacan’la olan anlaşmazlık aslında çok eskiydi yani. Babacan ilk çıkanlardandı. Ve ekonomi politikası konusunda ciddi anlaşmazlık vardı. Yani Babacan, hukukî, kurumsal bir altyapısı olan ekonomiden yanaydı, mali kuralıydı falan. Oysa şu an bayağı keyfî bir ekonomi yönetimi var. Davutoğlu bence sadece kişisel parti liderliğini ele geçirmek amacıyla değil, doğru bulmadığı için de başkanlık sistemine karşıydı. Ve bunu hiç sahiplenmedi aslında, mecbur kalana kadar. Dolayısıyla danışıklı dövüş şeyini ben çok doğru bulmuyorum. Ama yani ileride oturur konuşurlar mı? Olabilir. Çünkü siyasette, Bahçeli ve Erdoğan’ın birbirlerine neler söylediğini biliyoruz. Sonra ittifak yaptılar. Yani böyle şeyler olabilir. Ama danışıklı dövüş olduğu konusunda ben katılmıyorum böyle bir şeye.

Menderes çok teşekkür ederiz, çok sağol. Bir sonraki yayında yine AK Parti’yi, eğer kalmışsa, konuşmaya devam ederiz. Evet, Menderes Çınar’la AK Parti’deki muhtemel kopuşları değerlendirdik. Kendisine çok teşekkür ediyoruz, izleyicilerimize de teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.