Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap (56): Sözü öldürmek

5 Soru 10 Cevap” programının 56. bölümünde Kemal Can şu sorulara yanıt aradı:

-Linç kampanyaları sadece bir iletişim sorunu veya bozulması mı?
-Linç kampanyalarında söylenenler ile saldırı neden oransız? 
-Linç önüne sıfat, ardına hikaye eklenerek başkalaşıyor mu?
-Linç ataklarına pasif desteğe neden olan motivasyon ne?
-Hedef gösterme ve abartılı saldırılar bir kesimin meselesi mi? 

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Merhaba iyi haftalar. 

Bu hafta, başlıkta da gördüğünüz üzere “sözü öldürmekten” bahsedeceğiz. Bu başlığa neden olan hadise, geçtimiz hafta yazar Aslı Erdoğan’ın sözü üzerine yoğunlaşan tartışma ama asıl olarak sosyal medya ağırlıklı olarak artık sıradanlaşan linç kampanyaları.  

Bazen bir yazar, bazen siyasetçi, bazen de akademisyen olabiliyor. Söylediği ya da bağlamından kopartılmış değerlendirmeleri nedeniyle yoğun bir saldırıya uğruyor. İlginç bir biçimde sadece karşı cenahtan değil yakın olduğunu var saydığı kesimlerden de tepki alıyor, yalnızlaştırılıyor ve hedef haline getiriliyor. Bu örnekleri geçmişte de yaşadık. Ahmet Kaya’nın, Hrant Dink’In, Tahir Elçi’nin yoğun sosyal linç kampanyalarıyla karalandığı dönemleri hatırlıyoruz. Hedef göstermelerin müsebbibi olan insanların bir çoğu hala bununla ilgili bir üzüntü ya da utanç hissetmeden hayatlarına devam ediyorlar. 

Tanıl Bora’nın bu konudaki kitabından alıntıyla da linç meselesine giriş yapalım. Tanıl Bora, en aşikar medeniyet kaybı olduğunu söylüyor lincin. Bunun sosyal medyada ve sözel düzeyde olması sonucu değiştirmiyor. 

Linç kampanyaları sadece bir iletişim sorunu veya bozulması mı?

İletişim uzmanları dile getiriyor. Çağımızın iletişim teknolojilerinde yaşanan değişimlerin nasıl zorlayıcı sonuçlar doğurduğu, alışkanlıkları başkalaştırdığı üzerine yazılmış pek çok yazı var. Elbette bunun iletişim kültürüyle ilgili çok önemli tarafları var. Özellikle teknolojik değişimle hızın dahil olması, bu konudaki acelecilik ve özensizliği tırmandırıyor. Aynı şekilde bu hız ve yaygınlık nedeniyle, etki yaratmak için doz yükseltiliyor. Bir şeyin etkili olması için mutlaka abartılması ve büyütülmesine ihtiyaç ortaya çıkıyor. Medya yaygınlaşırken, TV ve sosyal medya genişlerken hep bir tez vardı: Başka insanlarla karşılaşma ve etkileşimin artıracağı inancı vardı. Ama tam tersi bir sonuçla karşı karşıyayız. Sosyal medya yaygınlığıyla başka seslere açıklık değil tam tersi bloklaşma ve gerçek hayatta olduğundan daha fazla sertleşmenin sosyal medyaya yansıdığını gördük. Bunlar işin iletişim tarafı ve çok fazla haklı eleştiriyi hak ediyor. 

Ben işin siyasi tarafından bakmak istiyorum. Çünkü konunun doğrudan siyasi bir  ucu var. Bu linç kültürünün, hedef göstermenin çok belirleyici siyasi etkiler var. İletişimin yaygınlaşması, kişiselleşmesi dolayısıyla ifade alanlarının genişleyeceği iddiası vardı. Bu da tersi biçimde gelişti. Tam tersi, sosyal medyada kavramların kutsiyet kazandığı, bireyin önemsizleştiğini görüyoruz. İnsanlar kolaylıkla bütün varlığıyla hedef alınabiliyor ve başka çevrelere hedef gösterilebiliyor. Bu saldırı kampanyaları da genellikle ya bir kurumu ya da kavramı koruma adına yapılıyor. Siyasetin fonksiyonu, eleştirinin gücü açısından tam ters bir işleve daha yakın seyrediyor. Aslında fikir özgürlüğü denen şeyi, doğrudan sözü imha ederek yok etmeye yöneliyor. Söylenen her söz sözün bağlamı ve ağırlığından bağımsız olarak hangi tarafa dokunduğu ya da kim tarafından gündeme getirildiği tartışılıyor. Bunun siyasetteki karşılığı ise yukarından aşağıya doğru kurulan kutuplaştırmanın aşağıdaki kılcallara doğru herkesin katkısıyla yayılması. 

Linç Kampanyalarında söylenenler ile saldırı neden oransız?

Aslı Erdoğan meselesinde, başka pek çok olayda da gördüğümüz gibi çok sert tepki aldığı görülen sözler -ki bunların bir kısmı bağlamından kopartılmış ya da aslında söylenmemiş olan sözler- velev ki söylenmiş olsa çok büyük reaksiyonu hak eden sözler değil. Yine geçtiğimiz hafta CHP’li Erdal AKsünger bir TV programında söylediği sözler üzerinden eleştirilere uğradı. Yetmezmiş gibi partisi bu konuda inceleme başlattı. Aslında fikir özgürlüğünün en temel olmazı, en uç fikirlerin bile söylenebilmesi. Söylemenin sınırını koymaya başladığınızda, söyleme mecburiyetiyle onu çerçevelemeye başladığınızda siyasi müdahaleye kapı açmış oluyorsunuz. Bu linç kampanyalarındaki abartının en önemli gerekçesi. 

Söylenmiş bir söz velev ki yanlış olsun. Söylenmiş olmasından dolayı nasıl bir sonuç doğabilir? Onu söylemiş insan neden çok ciddi bir cezayı hak eder? Bir kere buradan hareketle çok temel bir tatışmayı siyasi zeminde tazeleme ihtiyacı var: Fikir özgülüğü. Bu linç kampanyalarının neredeyse hepsinde söylenenler bu saldırıyı hak edecek sözler değildi. Şimdi de pek çok alanda bunu görüyoruz. Yasalarla getirilen fikir özgürlüğü yasaklarına, baskılara oranla çok daha etkili sonuç doğuruyor ve aslında sözü boğuyor.

Linç önüne sıfat ardına hikaye ederek başkalaşıyor mu?

Çok yaygın bir şey. Hiçbir zaman söz ya da eylem nedeniyle başlayan linç kampanyaları sadece bir insanı hedef almıyor. Onun önünde mutlaka bir sıfat var. Belirli bir çevrenin negatif anlam yüklediği bir sıfat. Bazen bu milliyetçilik ırkçılık oluyor, bazen liberallik ya da daha hakaret haline çevirmek için liboşluk oluyor. Daha ileriye gidersek hainlik, satılmışlık oluyor. Mutlaka önünde bir sıfat var. Yani bir niteleme olmadan o insan yok. İkincisi bunu yapmasına neden olan mutlaka gizli ya da çok aşikar olan bir gerekçe, bir hikaye var. Aslı Erdoğan Nobel almak için bunu söylemiş. Bir siyasetçi birilerine yaranmak için bunu söylemiş. Birisi satılmış bir aydın olduğu için zaten görevini yerine getiriyor. Dolayısıyla bir hikayesi var, bir hedefe varmak istiyor.

Her sözün söyleyenin sıfatından ve onun arkasındaki hikayeden beslenen bir tarafı olduğunu iddia ediyor bütün bu linç kampanyaları. Çünkü sahiden o sözün bir fikir olarak eleştirilmesi değil dert. Bu yüzden bu sıfatlar ve hikayeler gerekiyor. Asıl olarak ihtiyaç duyulan şey, söylenen sözün eleştirilmesi ve tartışılması değil. Bunun mahkum edilmesi ve mümkünse imha edilmesi. Dolayısıyla bu tür ek katkıları gerektiriyor ve neredeyse bütün linç kampanyalarında ortak bir özellik. Ama bunları yaptığınızda başına sıfat eklediğinizde arkasına bir hikaye uydurduğunuzda daha güçlü veya daha masum olmuyorsunuz. Tam tersi daha kaba, daha yıkıcı ve aslında daha utandırıcı olmaya devam ediyorsunuz. 

Linç ataklarına pasif desteğe neden olan motivasyon ne?

Linç ataklarının ya da hedef göstererek birini düşmanlaştırmanın temel motivasyonu sadece o kişiyi hedef almak değil. ‘Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla’ tarzında, potansiyel bütün alanları etkileyebilecek, hedefe konan insanla kendisini bir biçimde ilişkilendirebilecek herkes için endişe ve tedirginlik yaratabilecek ve aslında bir tür oto sansürü genişletecek bir müdahale isteniyor.Bu kampanyaların doğrudan o insana döndük olmadığı daha fazla geniş etki alanını hedeflediği ortada. Hedeflenen şey, yine söz ve fikir özgürlüğünün kendisi. Fikir özgürlüğü ilgili bütün direnci kırmaya dönük bir adım. Bunun bazı çevrelerde çok kolay sonuç verdiğini görüyoruz. Linç kampanyaları kolayca geriletici bir etki yaratıyor. 

Linç kampanyalarına muhatap olmamak için, daha geri bir söze, hatta sözünü söylememeye kadar çekilen bir tutum alışla, hedef alınan insanyalnız bırakılıyor. Dolaylı olarak “bize de zarar veriyor” denilerek ayrı bir linç kampanyasına maruz bırakılıyor. Aslı Erdoğan olayında gördük. Özellikle muhalif çevrelerin, genel olarak demokrasi mücadelesine zarar veren çıkışlar başlığı altında çok yoğun biçimde Aslı Erdoğan’a saldırdıklarını gördük. Daha sonra Aslı Erdoğan bunları söylemediği hakkında bir açıklama yaptı ama o da önemli değil. Bunun maksatlı yapıldığı konusunda iktidar bloğundan değil daha çok muhalefetten reaksiyon geldi. Başka olaylarda da bunun örneklerini gördük. Erdal Aksünger ve Kaftancıoğlu olayında. 

Hedef göstermeler ve abartılı saldırılar sadece bir kesimin meselesi mi?

Ne yazık ki değil. Linç ve hedef gösterme kampanlarına pasif destek anlamında katılım çok görülen bir şey. Diğer yandan bu tür bir siyasi akıl, edep hemen herkesi etkiliyor, benzerini üretiyor. Bunların çoğunda fikir özgülüğü değil, bir takım hassasiyetler, kurumlar, değerler korunuyor. Devlet, din ya da bir topluluk korunuyor. ‘Bize nasıl söylenir bu?” “Çok rencide olduk” şeklinde reaksiyonlar kuruluyor. “Terörle ya da şiddetle İslam nasıl ilişkilendirilebilir?” cümlesini duyabiliyorsunuz. Aynı şekilde, “Türk eğitim sisteminde ya da devletinde hiç böyle bir ayrımcılık meselesi yoktur nasıl böyle bir şeyle yapıştırılabilir?” derken, sözün genelliğinin eleştirisi değil, doğrudan o sözü söylemenin yasağı işaret ediliyor. Buna gerekçe olarak da “rencide olmak” çokça kullanılıyor. Ama bunun karşısında geliştirilen kampanya, doğrudan rencide etme ve imha etme üzerine kurulu. Baştan iddia ettiği hassasiyet iddiasını asla taşımıyor bu tür linç çabaları. Dolayısıyla, hassasiyet iddiasıyla yola çıkarak büyük bir kabalığa ve yıkıcılığa neden olan bir süreçle karşı karşıyayız.

Bir başka not daha eklemek lazım. Bir takım hukuki meselelerde devreye giriyor, tutuklu yargılanma, hapis cezası gibi konularda ilginç bir karşılaştırma aklı yürütülüyor. ‘Bize yaptınız onlara da yapın’ denilen bir şey. Belki linç kampanyası olarak düşünülmeyebilir ama çok akraba olduğu için bu parantezi açmak istiyorum. Çeşitli nedenlerle, sözler ve yazılardan dolayı insanların yargılandığı, tutuklandığı bir vaka. Bunların pek çoğunda, mağdur olan kesimlerle yakın insanların karşı bloktaki kişilere dönük olarak ‘neden onlara yapmadınız?’ çıkışlarını çok sık görüyoruz. Fikir özgürlüğünü savunan birinin, “ama o da söyledi, onu da hapse atın” üzerinden kurduğu karşı saldırı haksızlıkta ya da yanlışta eşitlik anlamına geliyor. Erdal Eksünger’in yaşadığı mesele, PYD bir terör örgütü mü değil mi yorumundan kaynaklandı. Güya onu savunuyor kılığında, bunu söylemiş AKP’li ya da iktidara yakın isimlerin videolarıyla savunma kurmaya çalışanları görüyoruz. Bu yeni oluşan, sözü öldüren siyasi aklı yaygınlaştıran, bir simetriyle yeniden üreten bir süreç. 

O yüzden bir şeyi savunurken ya da birine saldırırken, onun sıfatı ya da onun hikayesine odaklanmaktan çok, kendinin neye, kime benzediğini sorgulamak önemli. Sözü öldürmekten kurtaracak olan bu. Çok temel bir şey. Aslında bunu savunuyor gibi görünürken, tersine hem iletişim hem siyasi alanda sözü öldürmeye konusundaki yerleşikleşen kültüre yardımcı olmamak gerekiyor. 

Şimdilik bu kadar diyelim. Tekrar size iyi haftalar. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.