Onur Bakıner ile söyleşi: “Latin Amerika’da yoksulluğu ve eşitsizliği bu derece azaltmış rejimlerin, yürütmeyi ölçüsüz güçlendirerek yarı ya da tam diktatörlüğe evrilmiş olması, 21. yüzyıl sosyalizmi için büyük kayıp”

Bolivya’nın yerli halkına, Ayamaralar’a mensup ilk devlet başkanı, 13 yıl boyunca ülkeyi yöneten solcu lider Evo Morales, 20 Ekim’deki devlet başkanlığı seçimlerinde hile yapıldığı iddiasıyla başlayan protestoların ardından, geçen hafta ordu ve muhalefetin baskısıyla istifa ederek ülkeyi terk etmişti. Yerine sağcı muhalefetten Senato Başkan Yardımcısı Jeanine Áñez geldi ve kısa süre içinde seçim yapıp ülkeyi birleştirmeyi vaat etti. Ancak icraatı, kutuplaşmanın yüksek olduğu ülkeyi daha da ayrıştırmış görünüyor. Koka ürerimi yapılan bölgelerde, Koçabamba’da Áñez ’in devlet başkanlığını üstlenmesi protesto edildi; güvenlik güçlerinin sert müdahalesi ise en az 9 kişinin ölümüne yol açtı. Seattle Üniversitesi’nde insan hakları ve Latin Amerika üzerine çalışan siyasetbilimci Yrd. Doç. Dr. Onur Bakıner ile hem Bolivya’yı hem de Şili’yi konuştuk.

Işın Eliçin: Bolivya’da şiddet neden devam ediyor?

Onur Bakıner: Morales Meksika’ya sığınmacı olarak gittikten sonra, istifaya zorlanmasına ve yeni yönetime direnmeleri için halka çağrı yapmıştı. Halen de yinelemekte olduğu bu çağrısının en çok karşılık bulduğu yer ise ülkenin dördüncü büyük kenti Koçabamba. Bu kentte yaşayan halkın Morales’le 2000’li yılların başına giden bir dayanışma geçmişi var. Belediyeye ait su şebekesinin özelleştirilmesi ve bunu izleyen zamlar üzerine, Koçabamba’da 1999 yılının Aralık ayında başlayan ve 2000 yılının Nisan ayına kadar devam eden büyük protestolar düzenlenmişti. “Su savaşları” olarak bilinen bu protestolar sırasında Morales ve lideri olduğu Sosyalizme Doğru Hareket (MAS) direnişe destek vermiş, nihayetinde hükümet özelleştirmeden geri adım atmak zorunda kalmıştı. Morales iktidara geldikten sonra özel şirketlerin taleplerine karşı vatandaşların suya ücretsiz erişim hakkını tanıyıp korudu. Aslında ülkedeki pek çok sektör Morales’ten desteğini çekmiş durumda ama bazı yerlerde Morales destekçileri çatışmaya devam ediyor (Koçabamba eyaletinin koka tarımı yapılan kırsal kesimlerinde özellikle, Morales’e destek yüksek).

I.E.: Bolivya’daki durumu tarif ederken, kimi zaman indirgemeci bir bakışla Morales’i “yoksul ve yerli halk”ın desteklediği, karşıtlarının ise “zengin, sağcı ve faşist beyazlar” olduğu söyleniyor. Resim bu kadar siyah ve beyaz mı?

O.B.: Hayır bu kadar değil, kısmen doğru. Morales’e başından beri muhalefet eden nispeten daha zengin ve Bolivya standartlarına göre yerli sayılmayan, “beyaz” bir kesim var. Morales de büyük ölçüde yerli halkın desteğini aldığı için –ki Bolivya’da yerli halk nüfusun çoğunluğunu oluşturuyor- uzun süre iktidarını ayakta tutmayı başardı. Ama ne Morales’e olan destek ne de Morales’e muhalefet tek boyutlu. Ya da bir başka deyişle, muhalifler de destekçileri de homojen gruplar değil. Örneğin, Morales 2011 yılında Amazon’un içinde, yerli halkların da toprağından geçen bir otoyol yapmaya karar verdiği zaman çok büyük olaylar çıktı. Dolayısıyla Morales’in yerli halklarla olan ittifakını sürekli yenilemesi, sürekli onları ikna edecek yeni mekanizmalar üretmesi gerekti. Bu arada Bolivya’da İspanyolca ve Aymara‘nın yanı sıra, 35 tane resmi yerli dili daha var. Dolayısıyla tek bir yerli halk yok, yerli halklar var. Ve dediğim gibi Morales bu kitlelerle bir ihya, bir ikna ilişkisi kurarak iktidarını korudu. Son dönemde ise Morales’in iktidarını bir arada tutan ittifaklar biraz çözülme eğilimi göstermeye başlamıştı. Özellikle de dördüncü dönem için devlet başkanı seçilmek üzere uğraşmaya başladığından beri o kitlelerin çözüldüğünü gözlemliyoruz.

I.E.: Bolivya’nın yerli halklarının Morales’e açık çek vermediğini, tekrar tekrar yenilenen bir onay mekanizmasıyla iktidarda kaldığını ve Morales’in bu anlamda bir koalisyonu yönettiğini ve  2016’da yapılan referandumda halktan onay alamamış olmasına rağmen, dördüncü dönem için devlet başkanlığına aday olmayı zorlamasının da bu koalisyonun çözülmesinde etkili olan faktörlerden biri olduğunu söylediniz. Yine de, sosyal medyadaki paylaşımınızda görmüştüm, Bolivya’da yaşananlar için “darbe” nitelemesi yapıyorsunuz. Neden?

O.B.: Darbe mi, değil mi? Dünya kamuoyunda da tartışma yaratan bir durum Bolivya’daki. Morales’in demokratik normları belli ölçüde hiçe sayarak iktidarda kalmaya çalışması ve bunun sonucunda ordu tarafından istifaya zorlanması, olan bitenin darbe değil de, ordunun antidemokratik yönetime karşı anayasadan yana tavır alması olarak yorumlanmasına da yol açtı. Ancak Amerikan Devletleri Örgütü’nden gelen gözlemcilerin seçimi hukuksuz bulduklarını söyledikleri andan itibaren Morales seçimi yenileyeceğini söyledi. Tabii bu belki çok geç alınmış bir karardı ama en azından demokratik meşruiyet açısından bu tavizi verdi ve bundan bir gün sonra istifaya zorlandı. Üstelik ordu hiyerarşisinden gelen bir tehditle buna zorlandı. Dolayısıyla olan bir darbedir. Ordu doğrudan yönetime el koymadı ama zaten günümüzde artık darbelerin çoğu böyle oluyor, yani ordunun yönetime el koymaması darbe olmadığı anlamına gelmez. Morales’in hatası ve belki de bütün kazanımlarını feda ederek yaptığı şey ise, bireysel olarak iktidarda kalmayı çok fazla istemesi oldu. Morales 2005’teki seçimleri kazandı ve 2006’da göreve başladı. 2009’da toplumun büyük çoğunluğunun destek verdiği yeni bir anayasa çıkardı. Bu anayasada da tanınan hakla iki kez daha seçildi. Sonra bir kez daha seçilme hakkı için referanduma gitti ama halktan onay alamadı. Referandumu kaybettikten sonra, bir kez daha seçilmek için Anayasa Mahkemesi’nden karar çıkarttı. Burada benim gördüğüm en büyük sorun –ki benzeri Venezüela’da da yaşanıyor. Kendisini “21. yüzyıl sosyalizmi” olarak tanımlayan rejimler, anayasayla son derece önemli hak ve özgürlükler getirmekle birlikte (sağlık hakkı, eğitim hakkı, Bolivya özelinde doğanın hakları gibi), yürütmenin diğer bütün siyasi organların üzerinde bir güç  elde etmesi ilkesini de bu anayasalara dahil ettiler. Venezüela’da bu zaten Chávez’in ölene kadar iktidarda kalmasını, sonra da onun seçtiği kişinin çok da fazla bir rekabet olmadan iktidarı sürdürmesine olanak tanıdı. Yasama seçimlerini kaybettiği zaman yasama organını tamamen etkisizleştirerek iktidarını sürdürmesine yol açtı. Ben işte bunu son derece sorunlu buluyorum. Aslında bu kadar önemli kazanımlar yaratmış ve Latin Amerika tarihinde ilk defa yoksulluğu, yoksunluğu, eşitsizliği bu derece azaltmış rejimlerin, bir yandan da yürütmeyi ölçüsüz bir şekilde güçlendirerek yarı diktatörlüğe ya da tam diktatörlüğe evrilmiş olması, bence 21. yüzyıl sosyalizmi için büyük kayıp.

I.E.: Şili’yi de sormak istiyorum. Orada ise sağcı bir iktidar var ve protestolar ulaşıma zam yapılmasıyla tetiklendi.

O.B.: Şili 17 yıllık Pinochet diktatörlüğünden sonra 1990’da tekrar demokratikleşti. Pinochet, şiddet ve baskıyla kurduğu iktidarın bir noktasında kurumsallaşma yoluna gitti ve 1980 yılında, tamamen kendisine sadık birtakım uzmanlara hazırlattığı yeni bir anayasa çıkardı. O anayasa hiçbir zaman tam olarak ortadan kaldırılmadı. 1990’da Şili tekrar demokratikleştiği zaman, orduya ait birtakım imtiyazların korunmasının yanı sıra, Pinochet’in ortaya koyduğu neoliberal sosyoekonomik modelin hiçbir şekilde değiştirilemeyeceği bir düzen ortaya çıktı. Dolayısıyla son 30 yılda Şili’yi çoğunlukla merkez sol iktidarlar yönetmiş olsa da temel sosyoekonomik göstergeler eşitsizlik açısından çok değişmedi. Yoksulluk azaldı, eşitsizlik de bir nebze azaldı ama Şili hâlâ dünyanın en eşitsiz ülkelerinden biri. Protestolara liderlik eden öğrenci hareketi, aslında son 30 yıla da bir hesap sorma amacı güdüyor. Anayasa bunun bir boyutu. Şu anda zaten Şilili eylemcilerin elde ettiği en önemli taviz, yeni bir anayasa yapılacağı yönünde hükümetin verdiği taahhüt oldu. Bunun dışında, bu protestoların en büyük amacı, eğitim, sağlık ve emeklilik gibi temel haklar konusunda devletin biraz daha cömert davranması, dönüştürücü adaletin belli bir ölçüde sağlanması.

I.E.: 1980 anayasasıyla ilgili durum -tarih bile çakışıyor- Türkiye’deki anayasa tartışmalarıyla ne kadar çok benzerlik taşıyor. Bolivya, Şili, Nikaragua, Peru, Arjantin, Paraguay ve Brezilya… 1970’lerdeki gibi sağ ve sol çatışması geri mi dönüyor Latin Amerika’ya?

O.B.: Şili’yle ilgili bir ekleme yapmak istiyorum sorunuzu yanıtlamadan önce. Şili’de de anayasada çok sayıda değişiklik yapıldı. Bu bakımdan da Türkiye’ye benziyor. Üçte birine yakını değişti anayasanın Şili’de, yanılmıyorsam. Ama birincisi sosyal ve ekonomik haklarla ilgili iyileştirme yapılmadı. İkincisi de, bence anayasanın sembolik boyutu çok önemli. Bir darbe dönemi anayasası olması ve hiçbir zaman bir darbe dönemi anayasası olması gerçeğinin yönetici elit tarafından sorgulanmaması insanlarda hâlâ öfkeye sebep oluyor. Bu bakımdan da sanırım benzerliklerimiz var. Latin Amerika geneline bakacak olursak, son beş sene öncesine kadar genel bir sol eğilim vardı. Yani sol partilerin, hem Orta Amerika’da hem Güney Amerika’da sıklıkla seçimleri kazandığı bir dönemdi. Hâlâ daha sol eğilimli partilerin ya da adayların kazandığı yerler var. Mesela yakın geçmişte Meksika gibi, çok yeni olarak Arjantin gibi. Bununla beraber bazı yerlerde bir sağa dönüş oldu. Bu defa, birçok yerde seçim yoluyla sağ partiler, sağcı adaylar iktidara geldi. Bu, Latin Amerika tarihini düşününce oldukça ilginç bir durum. Genel olarak Latin Amerika’da sağ iktidara seçimle gelmemiştir ama şimdi Şili gibi, Brezilya gibi birçok ülkede seçimle gelmiş sağ iktidarlar var. Makro düzeyde siyasete bakınca biraz karışık bir resim görüyoruz. Yalnız, sosyal hareketler anlamında düşünüldüğünde, genel olarak siyasi sistemle, sağ ya da sol partilerle olan bağını koparmış gibi görünüyor. Mesela Şili bunun çok önemli bir örneği. Şili’deki göstericiler tabii ki kendilerini solda tanımlayan insanlar. Ama ülkedeki sol partilerle, Sosyalist Parti’yle, hatta Komünist Parti’yle doğrudan bağı olmayabilen insanlar. Kurumsal siyasetten duyulan rahatsızlık da bu gösterilere sebep oluyor. Bununla beraber Latin Amerika’da siyaset epey çeşitlendi. O nedenle, tek bir dinamiğin neden bu gösterilerin olduğunu açıklayabileceğini zannetmiyorum.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.