Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

FETÖ operasyonları hiç bitmeyecek mi?

Fethullahçıların, başta TSK olmak üzere devlet içerisindeki gizli yapılanmasına yönelik operasyonlar bitmek bilmiyor. Bu durum neden kaynaklanıyor?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Bugün biraz FETÖ operasyonlarından bahsetmek istiyorum. Ama önce şunu belirteyim: FETÖ devletin tercih ettiği bir tabir. Ben onun yerine Fethullahçılık ya da Fethullahçılar demeyi tercih ediyorum. Lakin medyada, kamuoyunda bütün bu operasyonlar ve davalar FETÖ olarak tanımlandığı için böyle deme ihtiyacı hissettim. Bu tanımlama, Fethullahçı Terör Örgütü tanımlaması aslında Fethullahçıların Türkiye’ye hediye ettiği bir şeydi. Çünkü onlar da Ergenekon davası sırasında, Ergenekon’u daha etkili kılmak için, davaları daha etkili kılmak için bir mahkemede bu Ergenekon’un bir terör örgütü olduğu kararını aldırıp, ondan sonra bunun adını ETÖ olarak kullanmışlardı, Ergenekon Terör Örgütü diye. Sonra yollar AKP ile ayrıldı. Ve yıllar sonra AKP iktidarı bu ETÖ’nün başına bir F harfi ekleyerek olayı FETÖ’ye çevirdi. Var olan yapı ne derece terör örgütüdür? Bu çok kapsamlı ve esas olarak da hukukî bir tartışma. Ama yapılan operasyonlara baktığımız zaman, bitmeyen operasyonlar  — ki bugün yine yaklaşık 200 kişinin Türkiye’nin değişik illerinde gözaltına alındığını öğrendik; bunların neredeyse tamamı Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ve içlerinde fiilen görev yapan subaylar da var. Daha önce ordudan atılmışlar da var, ama çok sayıda halen görev yapan subaylar da var. Dolayısıyla silah sahibi kişilerin dahil olduğu bir şebekeden bahsediyoruz. Dolayısıyla bu silahlar çok kolaylıkla bir şiddet eyleminde, terör eyleminde kullanılabilecek silahlar. Nitekim 15 Temmuz darbe girişiminde bunu denediler, başarılı olamadılar.

Bu operasyonlar neden bitmiyor, neden biteceğe benzemiyor? Birkaç açıdan bakmak lazım. Birincisi, bu bize Fethullahçılığın Türkiye’de devlet içerisinde, özellikle ordu içerisinde ne kadar köklü bir örgütlenmeye sahip olduğunu gösteriyor. O kadar yapılan operasyona rağmen –ki bunun önemli bir bölümü darbe girişiminin hemen ardından olmuştu, darbe girişimine bizzat katılanlar vs. çok sayıda itirafçı var ve sürekli yapılan istihbarat çalışmaları var; özellikle ByLock operasyonu, istihbaratın ByLock kullanımı olayını çözmesi ile beraber yapılan yüzlerce, binlerce kişinin gözaltına alınması, tutuklanması…, bunların bir kısmı da mahkum edildi– ama bitmek bilmiyor. Demek ki çok güçlü bir örgütlenme söz konusu. Nitekim yıllardır yapılan bir örgütlenme. Bu hareketin, Fethullahçılığın tarihine denk bir örgütlenme. Daha ilk andan itibaren devlet içerisinde örgütlenmeyi, devlete sızmayı ilke edinmiş bir örgütten bahsediyoruz. Dolayısıyla bu örgüt başından itibaren zaten orduya sızmış.

Burada bir anekdot anlatmak isterim. Yıllar önce Milliyet gazetesinde çalışırken Yüksek Askerî Şura kararıyla ordudan atılmış bir subay ile röportaj yapmıştım. Kendisi Özel Kuvvetler’de görev yapmıştı ve Nakşibendi’ydi — Menzil grubuna bağlıydı Nakşibendiliğin. Kendisiyle orada yaptığım röportajda, söyleşide bana şunu söylemişti: “Biz namazımızı niyazımızı, her şeyimizi açık yapıyorduk. Eşlerimiz örtülüydü. Ama Fethullahçılar bunu gizli yapıyorlardı. Eşlerinin genellikle başı açıktı. Hatta içlerinden bazıları yanıltma amacıyla içki de kullanıyordu. Ama onları da attılar, bizi de attılar” demişti. O zaman olayın ne kadar ciddiye alındığının, ordu içerisindeki bu örgütlenmeye karşı ciddi bir mücadele yürütüldüğünün kanıtı gibi gelmişti bana bu. Ama bakıyoruz ki hiç de öyle değilmiş; çünkü o tarihlerde subay olanların bir kısmı daha sonra generalliğe kadar, amiralliğe kadar terfi etti ve onların içerisinde çok sayıda Fethullahçının saptandığını, görevden alındığını, ordudan atıldığını, tutuklandığını ve mahkûm edildiğini biliyoruz. Demek ki öyle bir yapılanma söz konusu ki, öyle bir yasadışı, illegal yapılanma söz konusu ki, bütün operasyonlara rağmen, istihbarat faaliyetlerine rağmen ele geçirilmemiş. Ve 15 Temmuz’dan sonra devletin birinci meselesi haline gelmiş olmasına rağmen de, onca yapılan operasyona rağmen de, hâlâ ordu içerisinde ve muhakkak polis, Emniyet içerisinde, İçişleri Bakanlığı bünyesinde ve diğer kurumlarda hâlâ kalabiliyor olmaları, bu olayın ne kadar köklü bir şekilde devletin içerisine girdiğini gösteriyor. Birincisi bu.

İkincisi; yediği bütün darbelere rağmen örgütün hâlâ Türkiye’de kritik yerlerde, bürokrasi içerisindeki varlığını sürdürdüğünü, burada koordineli bir şekilde çalışmaları yürüttüğünü, her ne kadar pratikte yaptıkları bir şeyi pek görmesek de en azından varlıklarını sürdürmek temelinde, örgütsel ilişkilerini sürdürdüklerini görüyoruz. Cep telefonu kullanmaktan büyük ölçüde vazgeçtiklerini zaten önceden biliyorduk. Ama diğer yöntemlerin de –ankesörlü telefon başta olmak üzere– izinin devletin istihbarat birimleri tarafından sürüldüğü anlaşılıyor. Ve bitmek bilmez bir olay halini almış durumda. Ama bu operasyonların sürüyor olması bize Fethullahçılığın Türkiye’de ciddi bir şekilde, yasadışı yönüyle de faaliyetini sürdürdüğünü gösteriyor. Bu tabii çok soruyu beraberinde getiren bir olay. Neyin peşinde gidiyorlar? Ortada bir meydan okuma kalmadı. Fethullahçıların yurtdışındaki yöneticileri vs. de zaten eskisi kadar yüksek sesli konuşmuyorlar. Çok kendilerini göstermiyorlar. Sanki bir varkalma, varlığını korumadan ötesine çok fazla gitmiyorlar. Türkiye’dekiler niye hâlâ bu örgütsel ilişkilerini sürdürürler? Mesela kaçanlar olduğunu biliyoruz. Niye kaçmayı tercih etmiyorlar? Burada da bir anlamıyla birçok kişinin kaderini örgütle, Fethullahçılıkla eşleştirmiş olduğunu görüyoruz. Belki de kendilerine hiçbir gelecek göremiyorlar. Başka türlü bir gelecek göremiyorlar. Ve bu noktada da devletin, ülkeyi yönetenlerin Fethullahçılık konusundaki stratejilerinin sorgulanması gerekiyor. Şu haliyle baktığımız zaman –KHK olayında da çok görüyoruz bunu–, açık bir şekilde devlet çok acımasız bir kampanya yürütüyor — AKP iktidarı, devlet. Kendi kayırdıkları, bir şekilde korumaları altında olanlar dışındakileri — bu önemli bir husus, daha önceki yayınlarda da söylemiştim, bir FETÖ borsası olduğu ve birilerinin birtakım maddî imkânlarını kullanarak kendilerini bu operasyonlardan kurtardıkları duyuyoruz öteden beri. Onların dışındakilere karşı çok acımasız bir devlet politikası var. Topyekûn mücadele politikası var. Yani sadece hapse atmak, gözaltına almakla kalınmıyor. Onun da ötesinde kendileri ve yakınlarına hayat gerçekten zından ediliyor. İş bulamıyorlar. Çok değişik anekdotlar var, ayrıntılar var. Özellikle Ömer Faruk Gergerlioğlu –HDP milletvekili– bu konuda çok yoğun bir çalışma yürütüyor. Neredeyse bütün şikâyetleri kaydediyor. Onun yaptığı açıklamalara baktığımız zaman, çok ciddi insanlık dramları ve bazı durumlarda da trajedileri yaşanıyor. Cezaevlerindeki çocuklardan tutun, hamile kadınlara kadar. Devletin bu acımasız politikası sadece ve sadece itirafçılara belli imkânlar sağlamakla sınırlı, onlara yönelik bir esnetme var. Onun dışında hepsini toptan, topyekûn ortadan kaldırmaya yönelik politikası birçok insanın önünde örgütten başka bir seçenek bırakmıyor. Böyle bir boyutu var ve bunun ciddi bir şekilde sorgulanması gerekiyor.

Yakın bir zamanda örgütten ayrılmış, kopmuş ve ona karşı belli anlamlarda mücadelede veren, yurtdışında yaşayan bir grubun başlattığı bir imza kampanyası vardı. Ne aşamaya geldi bilmiyorum. Ama orada devlete hitaben, burada insanlar arasında sınıflamalar yapılması gerektiği çağrısı vardı — ki ana hatları ile doğru bir çağrı. Herkesi aynı kaba koyduğunuz zaman, o kabın içerisinde olmaması gerekenler de mecburen kendilerini onlarla eşleştirmek yoluna gidebiliyorlar. Böyle bir boyutu hiç yabana atmamak lazım. Yani başlarda, darbe girişiminin hemen ardından belki insanlar çok fazla önemsememiş olabilirler, ama giderek bunun çoluk çocuk herkesi karşısına alan bir strateji haline gelmesi, her türlü ilişkiyi kuran, her türlü bağlılık ilişkisini kuran insanın birer darbeci gibi, terörist gibi muamele görüyor olması çok ciddi yaralar açıyor. Ve daha da açacağa benziyor. Bunu unutmamak lazım. Dolayısıyla operasyonların hâlâ sürüyor olmasının bir ayağı da bence devletin o katı tavrının insanlara başka seçenek, örgütten başka seçenek bırakmıyor olması.

Bir diğer husus da, tabii, devlet bunu seviyor. Fethullahçılık, FETÖ meselesini başı sıkıştığı zaman kullanmak için bundan elverişli bir şey yok. Ama bunun kendi altını da bir şekilde oyduğunu fark etmiyorlar belli ki. Çünkü belli bir andan sonra kim Fethullahçı, kim AKP’ci, AKP’li ya da Erdoğan’cı, bunun çok fazla bir önemi olmuyor. Yapılan bu savaş çok ciddi bir şekilde Türkiye’de kendini İslam’la, İslamcılık’la –ya da İslam diyelim genel olarak– irtibatlandıran herkesten bir şeyleri alıp götürüyor. Fethullahçılığın Türkiye’de etkisizleşmesi AKP’yi güçlendirmiş değil. Hep beraber kaybettikleri bir savaş var. Ama AKP bu savaşı yürütürken, Fethullahçılıkla savaşı yürütürken, Erdoğan kendi kaybını belli anlamlarda erteleme ya da gizleme şansına sahip oluyor. Sonuçta Türkiye bu savaşın ardından her iki aktörün de Türkiye’ye –kimilerine göre en azından belli bir süreden beri, kimilerine göre başından itibaren– Türkiye’ye verecek hiçbir şeylerinin kalmadığını, olmadığını göstermiş durumda. Tekrar tekrar söylüyorum, her ne kadar Fethullah Gülen’e inanan, ona bağlanan, onun için gerekirse ölümü de göze alacak birileri hep olacak olsa da, bu çok şaşırtıcı olmaz, ama Fethullahçılığın Türkiye’de bir daha kolay kolay güç kazanacağını sanmıyorum.

Bir diğer husus, tabii ki orada kopan insanlar, onun etkisindeki insanlar farklı farklı birtakım oluşumlara gidebilirler. Belki Fethullahçılığı yeniden yapılandırmak isteyebilirler. Şu anda onun üzerine bir şey söylemek çok mümkün değil. Öte yandan benzer bir durumun bence Erdoğancılık ya da Reisçilik ya da AKP’lilik için de geçerli olduğu kanısındayım. Aslında birlikte yok oluyorlar. Fethullahçıların yok olması daha hızlı ve devlet müdahalesi ile daha sert oluyor, daha görünür oluyor. Ötekisi daha az görünen bir şey. Ve hep söylediğim, tekrar söyleyeceğim, büyük ölçüde de karşısındaki muhalefetin yetersizliğinden dolayı tam anlaşılamayan bir şey olarak karşımıza çıkıyor.

Sonuçta Fethullahçılar ve AKP iktidarı birlikte, birbirleri ile savaşarak, dün birlikte hareket ederek, bugün birbirleri ile savaşarak Türkiye’nin enerjisinden, birikiminden çok şey aldılar. Almaya devam ediyorlar. Hepsinin birlikte yaşadıkları bir çöküş var. Ama Fethullahçılığın çöküşü daha hızlı yaşanıyor. Daha net, daha görünür yaşanıyor. Ve vurdukça, Fethullahçılar’a vurdukça AKP’nin güçlendiği konusundaki yanılgı, bence AKP’nin şu anda işine geliyor. Ama sonuç olarak bu savaşın kesinlikle galibi yok. Her iki taraf da bu savaşta kaybediyor. Bu savaş süresince ülke, enerjisinden çok fazla şey kaybediyor. Ama daha sonrasında bu savaşın, her iki tarafı da tüketen bu savaşın yararlarını hep beraber göreceğimiz kanısındayım. Yani şu aşamada olmasa bile bu durumu Türkiye’nin hayrına bir gelişme olarak görüyorum, böyle değerlendiriyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.