Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

AKP tabanındaki çözülmenin nedenleri

Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın partileri, AKP’de, özellikle Erdoğan’ın iktidarı tekeline almasıyla daha görünür olan AKP tabanındaki çözülmenin birer sonucu. Bu çözülmenin çok farklı nedenleri var.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tabanında çok ciddi bir çözülmenin yaşanmakta olduğunu ve bunun 2020 yılında daha hızlanacağını tahmin ediyorum. İlki tahmin değil gözlem, ikincisi tahmin diyelim. Bir çözülme var ve bu çözülme hızlanacak. Buradaki iki partinin –yani Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’yle Ali Babacan’ın kuracağı partinin– tabii ki bir önemi var; ama bence bu çözülme, bu partiler olmasa da yaşanıyordu ve yaşanacaktı. Ancak bu partiler başarılı oldukları ölçüde çözülmeyi daha da hızlandıracaklar. Yani partilerin ortaya çıkması çözülmenin nedeni değil; çözülmenin aslında sonucu, artık AKP treninin ya da gemisinin daha fazla yol alamayacağını görüp atılan birtakım adımlar ya da denemeler diyelim. Değişik vesilelerle bu konuyu dile getirdim, ama biraz daha olabildiğince derli toplu tekrar üzerinden geçmek istiyorum — ki 2020’de bu olayı çok sık sık gündeme getireceğe benziyoruz: Bunun öncelikle ideolojik nedenleri var. Şunu söylemek mümkün: AKP’nin artık bir ideolojisi yok, AKP herhangi bir ideolojinin partisi olarak tanımlanamaz. Başından itibaren de tam böyle değildi belki, ama ana omurgasını İslamî hareket oluşturuyordu, İslamcılık oluşturuyordu. Bir anlamda İslamcılığın yaşadığı krizi, tıkanıklıkları aşmaya yönelik bir arayıştı AKP. Belli ölçülerde Türkiye’nin ve dünya konjonktürünün de elverişli olmasıyla birlikte bu bir dönem gitti. Ama belli bir aşamadan sonra yaşanan tıkanıklıklar, sorun çözememe, sorun çözme kabiliyetinin yitirilmesiyle beraber, ideolojik anlamda AKP’nin iyice belirsiz bir yere doğru savrulduğunu görüyoruz. Dolayısıyla insanların AKP’ye bağlanmasında temel motivasyon bir dönem en azından ideolojik eğilimler iken, şimdi Erdoğan’ın dışında hemen hemen hiçbir şey yok. Bir diğer husus tabii ki iktidarda olması ve iktidarda olmasının sağladığı birtakım imkânlar. Bu bağlamda baktığımız zaman, AKP’nin ideolojisizleşmesiyle beraber dava partisi iddiasını tam anlamıyla kaybettiğini görüyoruz ve dava partisi iddiasını kaybettiği zaman da o hareketlilik, dinamizm ortadan kalkıyor. 

İdeolojinin belirsiz değişmesine ek olarak bir diğer husus da şu: Dünyada ve Türkiye’de siyasal İslamcılığın da bir anlamda iflası. AKP, ideolojik belirsizliğine rağmen hâlâ başı sıkıştığında kendini İslamcı ya da İslamî duyarlılıkları olan parti olarak sunmak istiyor ya da Erdoğan kendisini böyle bir lider olarak sunmak istiyor. Ama burada da bir başka sorun ortaya çıkıyor; İslamcılık çok ciddi bir şekilde başarısızlığa uğradı. Türkiye’de de İslam dünyasında da Arap Baharı’ndan sonra yaşananlar ortada; İslamcılığın içerisinden çıkan El Kaide, IŞİD gibi şiddet örgütlerinin yaptıkları ortada. İslamcılık artık 21. yüzyılda kolay kolay savunulabilecek bir ideoloji olmaktan çıktı. Eski haliyle İslamcılık diyelim; ama İslamcılığın içerisinden gelip onu daha bir demokrasiyle, laiklikle vs. bağdaştırmaya çalışan eğilimlerin, yer yer İslam dünyasında ama özellikle de Batı’daki Müslüman camialarda güçlendiğini görüyoruz. Sonuçta İslamcılığın çöküşü de AKP’nin çözülmesinde çok önemli bir rol oynuyor; İslamcı bir proje olarak çıkmıştı, çağa uygun İslamcılık arayışı olarak çıkmıştı diyelim. Ama İslamcılığın iflasıyla beraber bu proje de büyük ölçüde ortadan kalktı. AKP’nin kuruluş süreçlerinde, ilk yıllarında değişik yerlerde görev almış, içinde yer almış çok sayıda insan tanıyorum. Bunların büyük bir kısmı İslamî hareketten gelen insanlar ve bunların büyük ölçüde artık İslamcılığı bıraktıklarına da bizzat tanıklık ediyorum. Dindarlıktan çıkmış değiller tabii ki, ama İslamcı bir çizgileri artık yok. Dünyanın düzenlenmesinde, dünyevî hayatın düzenlenmesinde dine eskisi kadar fazla anlam atfetmediklerini görüyorum. Bir anlamda sekülerleştiklerini, hatta laikliği savunduklarını görüyorum ve buna bağlı olarak da bazılarının yakın bir zamana kadar İslamcılık için küfür vs. olarak görülen demokrasiyi ciddi bir şekilde savunmak istediklerini görüyorum. Yani AKP, Türkiye’nin demokratikleşmesini durdurup geriye sardıkça da kopuşlar yaşanıyor. Biraz karışık olduğunun farkındayım, şöyle özetleyeyim: AKP deneyimi içerisinde kadroların bir kısmı gerçekten demokrasiyi, laikliği, temel hak ve özgürlükleri, hukuk devletini benimsedi, içselleştirdi. AKP, Erdoğan’ın tek adam yönetimine geçmesiyle beraber bunlardan bariz bir şekilde uzaklaşmasıyla birlikte kopuş da yaşandı. Ama olay sadece kadrolarla ilgili değil; bence daha önemlisi tabanın kendisinde yaşanan, demokrasiyi, sekülerliği ve devletin laik pozisyonunu savunan insanların sayısının ciddi bir şekilde arttığını görüyoruz; dolayısıyla da AKP döneminde –özellikle Erdoğan’ın iktidarı tekeline almasıyla beraber– yaratılan ortamdan çok ciddi bir şekilde bir rahatsızlık var. İlk başta cazip olan –Erdoğan’ın birtakım çıkışları ya da AKP’nin duruşları– artık tabanda birçok kesimde ciddi bir şekilde rahatsızlığa yol açıyor. Yaşanan AKP deneyimi, insanları dinden olmasa da –ki dinden de uzaklaşan var– İslamcılık’tan çok ciddi bir şekilde uzaklaştırıyor, böyle bir noktanın özellikle altını çizmek istiyorum. AKP deneyimi Türkiye’de İslamcılığın mezarının kazılması anlamına geldi diyebilirim. 

Erdoğan iktidarının artık geleceğe yönelik herhangi bir perspektif sunamaması, tamamen günübirlik siyasetler ve yapmak istediği şeylerin içlerinin artık çok dolu olmaması — mesela Erdoğan’ın gündemine bakacak olursak; Erdoğan’ın gündeminde bir Kanal İstanbul var, yerli otomobil var, Libya’ya asker göndermek var… Bunların hiçbirisi toplumun acil sorunlarını, temel sorunlarını, hayatî sorunlarını çözmeye yönelik değil ve uzun hatta orta vadede de herhangi bir perspektif sunuyor değil. Mesela insanların Libya meselesinde –ki o konuda ayrı bir yayın yapmayı düşünüyorum– heyecanlanmaları için ortada iler tutar hiçbir şey yok. En fazla, “Erdoğan istiyorsa iyidir” diye düşünenler tabii ki hâlâ var. İdeolojik olarak bir başka husus; Erdoğan’ın son dönemde iyice Türk milliyetçiliğine savrulması ve bunun yarattığı birtakım rahatsızlıklar. Türkiye’de İslamcılıkla ya da muhafazakârlıkla milliyetçilik arasında hep bir denge olagelmiştir. Dönem dönem kimisi baskı çıkmıştır, kimisinin sırası daha sonra gelmiştir. Mesela 70’li yıllarda Milli Selamet Partisi ilk çıktığında dikkat çekici bir başarı elde etmiş, ardından düşüşe geçip yerine MHP öne çıkmıştı. Son dönemde de Adalet ve Kalkınma Partisi, dilinde daha İslamî vurgulu ve milliyetçilikle mesafeli bir duruş sergiledi uzun bir süre. O arada ilginç bir şekilde MHP, çok büyük bir yükselişe geçemedi, ama son dönemde Erdoğan dilini milliyetçileştirdikçe –özellikle Kürt sorununda inkârcı bir çizgiyi benimsedikçe– MHP’nin oyu arttı, MHP’nin tabanı genişledi. Dolayısıyla ideolojik krizini aşmak için dilini milliyetçileştirdikçe, aslında kendi tabanını korumak değil tam tersine tabanının belli bir kesimini MHP ve benzeri hareketlere kaptırıyor AKP ya da Erdoğan. Dolayısıyla ideolojik anlamda çok ciddi bir kriz yaşıyor ve bu ideolojik kriz nedeniyle tabanda farklı farklı yerlere yönelik olarak bir kayış var, bir çözülme söz konusu. 

Siyasî olarak baktığımız zaman –aslında demin değindim–; tek adam yönetiminin artık Türkiye’de iyice yerleşmesiyle beraber –başkanlık sistemi bunun zaten esas zemini oldu– çok ciddi bir rahatsızlığın yaşandığı kanısındayım. Çünkü Türkiye’de muhafazakârların da dahil olduğu kesimler iyi-kötü bir parlamenter demokrasi deneyimine sahipti ve bunu bütün eleştirilerine rağmen iyi-kötü benimsiyordu. Ama şimdi her şeyin tek kişide toplanması, o kişiyi sevseler dahi insanlarda ciddi bir rahatsızlığa yol açıyor. Başkanlık sistemiyle beraber vaat edilen, “şaha kalkacak” olan Türkiye ve benzeri hususların hiçbirisinin gerçekleşmemesi, hatta tam tersi çok ciddi sorunların yaşanması –özellikle ekonomide– insanların politik olarak da Erdoğan’dan uzaklaşmasında etkili oluyor. Tabii yolsuzluklar, israf ve bunlarla iç içe geçmiş olan kayırmacılık…, yerel olarak her şey insanların gözü önünde oluyor; kimlerin birdenbire zenginleştiği, kimlerin yoksullaştığı, kimlerin birtakım imtiyazlara sahip olduğu, kimlerin olamadığı, hak edenlerin önlerinin nasıl kesildiği, hak etmeyenlerin nasıl tepeden inme bir şekilde birtakım yerlere atanmış olduğu –insanlardaki adalet duygusunun hâlâ geçerli olduğunu varsayarak konuşuyorum ki bence büyük ölçüde bu var– çok ciddi rahatsızlıklara yol açıyor. AKP bu konuda gerçekten zamanında yıllar önce sosyal demokrat belediyelerin yaptığının –ki onlara o atfedilmişti; sosyal demokrat partililerin kitlesel desteğinin azalmasında belediyelerdeki yolsuzluk iddiaları çok önemli olmuştu– şimdi bir benzeri aslında AKP için geçerli. Hâlâ seçim öncesinde büyük şehirlerin –İstanbul ve Ankara başta olmak üzere–, büyükşehir belediye başkanlarının –Bursa da dahildi– Erdoğan tarafından görevden alınmaları, daha doğrusu istifaya zorlanmalarının nedenleri kamuoyuna açıklanmış değil. İnsanlar bunu o anda sormamış olabilirler, ama bütün bunlar üst üste biriktiği zaman rahatsızlıkları çok ciddi bir şekilde artırıyor. Siyasî nedenlere ek olarak örgütsel nedenler de ciddi bir şekilde var. Burada tasfiyeler; Erdoğan’ın dönem dönem birlikte çalıştığı, önemli yerlere getirdiği kişileri değişik nedenlerle, değişik vesilelerle ve değişik yöntemlerle dışlaması, marjinalleştirmesi ve hatta tasfiye etmesi. Bunun en son çarpıcı örneği biliyorsunuz bir Pelikan operasyonuyla Ahmet Davutoğlu’nu hem başbaşkanlıktan hem genel başkanlıktan uzaklaştırılmasıydı; ama buna benzer birçok olay yaşandı ve onların bir kısmı şimdi ayrı ayrı partilerde örgütleniyorlar. Bunun bütün örgüte yayıldığını biliyoruz; Türkiye çapında örgütte çok ciddi rahatsızlıklar, kopmalar, küskünler, dışlananlar olduğunu biliyoruz. Yerlerine gelen kişilerin eskilerden daha başarılı olduğuna yönelik herhangi somut bir kanıt yok, bulgu yok. Dolayısıyla AKP iktidarı, özellikle Erdoğan’ın tek adam yönetimiyle beraber aslında örgütün bayağı bir geri plana itildiği harekete dönüştü. Bunun sonuçlarının AKP için çok acı olacağı kanısındayım ve bunu 2020’de daha fazla göreceğiz diye düşünüyorum. Kimi yerlerde örgütün çok da fazla etkisi de olmuyor çünkü artık AKP, parti olarak çok fonksiyona sahip bir şey değil, Erdoğan için bir nevi aile şirketi şeklinde. Külliye’de birtakım danışmanlar, AKP’nin herhangi bir yöneticisinden –il yöneticisi, ilçe yöneticisi ve hatta Merkez Karar Yönetim Kurulu yöneticisinden– ve de çoğunun adlarını bilmediğimiz bakanlardan çok daha etkili olabiliyorlar ve yönetim zaten Beştepe’de toplanmış durumda. Bu aslında Erdoğan’ın kendi bindiği dalı kesmesiydi, ama bu artık girilen ve dönüşü olmayan bir yola benziyor. 

Adalet ve Kalkınma Partisi Milli Görüş Hareketi’nden gelen bir parti ve Milli Görüş Hareketi’nin en önemli özelliği insanların bu hareket için fedakârlıkta bulunmalarıydı; birtakım feragatlar…, enerjilerini, paralarını, zamanlarını hareket için harcayan insanlar…, bu hareket böyle geldi, AKP bunun sonucunda ortaya çıktı, kendini adamış insanların sonucunda ortaya çıktı, böyle bir dava hareketiydi. Ama daha sonra iktidara gelmekle beraber bunun yerini, veren değil alanlara bıraktı; artık zamanını veren, emeğini veren, malını veren, parasını verenler yerine; AKP’de alanlar, avantajlar elde edenler öne çıkmaya başladı. Eskiden insanlar aralarında para toplayıp, minibüs-otobüs kiralayıp mitinglere giderlerdi, şimdi ne oluyor? Birtakım otobüsler parti tarafından bulunuyor, kiralanıyor ya da bir şekilde belediyelerden tahsis ediliyor ve buralara insanlar kendilerini kumanyalar verilerek vs. mitinglere götürülmeye çalışılıyor. Tam tersi bir durum yaşanıyor ve özellikle belli bir aşamada ekonomik anlamda sıkıntılar başladıktan sonra, belediyelerin imkânları azalıp belediyeler kaybedildikten sonra artık dağıtamayan bir Erdoğan iktidarı var. Alamadığı imkânlara eskiden uzun bir süre –ki 2002’den beri, 17 yıl, az bir zaman değil– özellikle bunun belli bir aşamasından sonra, AKP iktidarı oturduktan sonra iktidarın nimetlerinden faydalanan ve dolayısıyla iktidara destek olan insanlar, daha fazla nimetten faydalanamadıklarını görünce de tamamen çıkar ilişkisiyle buradan kopuyorlar, böyle bir olay var. Bu çok açık bir realite; AKP iktidarı, Erdoğan iktidarı artık çok fazla imkân sunamıyor, insanları sosyal anlamda tatmin edecek şeyler giderek azalıyor. Yani ekonominin kötüye gitmesiyle beraber AKP’nin de tabanını muhafaza etmesi giderek zorlaşıyor. Erdoğan’ın elindeki en büyük silah bence, AKP iktidarıyla beraber merkeze taşınmış olan muhafazakâr kesimlerin gelecek kaygıları. Şöyle diyebiliriz: AKP iktidarında çok sayıda insan, rejimin sistemin dışladığı insanlar, çevreler sistemin merkezine geldiler, yerleştiler ve burada kalmak istiyorlar tabii ki. Her ne kadar AKP olarak eskisi kadar doyuramasa da, eskisi kadar imkân sunmasa da, merkezde yer almanın tadını aldıkları için bir daha tekrar çepere gitmek istemiyorlar, bu anlaşılır bir husus. Erdoğan onları, “Ben gidersem siz de gidersiniz” diye etrafında tutmayı başarabiliyor, bence şu anda çözülmeyi yavaşlatan en önemli husus bu. Erdoğan tabanına, “Ben yoksam siz de yoksunuz, benden sonra hiç olacaksınız, eski günlerinize döneceksiniz” diyerek tutuyor. Kendisi bunu açıkça söylemese bile insanlar bunu biliyorlar; kaderlerini Erdoğan’la eşitlemişler. İşte burada birilerinin –başka partiler, başka siyasetçiler ya da ittifaklar– bu insanlara Erdoğan gitse dahi kendilerinin hak ettikleri ölçüde merkez kalacaklarını ikna edici bir şekilde anlatabilmeleri durumunda bu çöküş alabildiğine hızlanacaktır. Bu bağlamda Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan gibi isimlerin liderlik yaptığı partiler bu insanlara bir nevi güven telkin edecektir. Bir diğer husus da tabii –son yerel seçimde gördüğümüz gibi–, CHP’nin dilini yumuşatması, çatışma dilinden uzaklaşması ve AKP tabanına da rövanşist duygularla yaklaşmayacağı konusunda güvenilir, inandırıcı mesajlar vermesiyle Türkiye’nin kaderinin değişebileceğini yerel seçimlerde gördük. Şu anda bence kilit nokta bu: Erdoğan’a destek veren, hâlâ kaderlerini ona endekslemiş olan kesimler, Erdoğan’dan sonra da pekâlâ işlerin kendileri için kötü olmayacağı duygusuna kapılırlarsa, bu konuda muhalefet bu kesimleri ikna edebilirse, o zaman çözülme çok daha hızlanacaktır. 

Çok boyutlu bir olay bu ve bunların her birini değişik değişik aşamalarda yaşıyoruz, tezahürlerini görüyoruz; çok ilginç deneyimlere tanık oluyorum, birbirinden farklı insanlar, beni bir şekilde bulup anlatanlar, karşılaştığım insanlar, bizzat gözlediğim hayat hikâyeleri… AKP iktidarının Türkiye’yi çok değiştirdiği muhakkak; ama onun içerisinde değişik düzeylerde aktör olan kişileri de çok ciddi bir şekilde değiştirdi. Bunların bir kısmının olumsuz olduğu muhakkak; yani bu iktidarın içerisinde yer alıp demokrasi, insan hakları, hukuk devleti karşıtı olan insanlar da var muhakkak ve bunlar iktidarlarını kaybetmemek için her şeyi yapmayı deneyeceklerdir. Şahsî gözlemim şudur ki; büyük bir çoğunluk aslında Türkiye’nin demokrasi anlamında bu kadar geriye taşınmasından, hukuk devletinden bu kadar uzaklaşılmasından, adalet kavramından bu kadar uzaklaşılmasından, temel hak ve özgürlüklerin devlet eliyle bu kadar hoyratça gasp edilmesinden son derece rahatsız; ama işte dediğim gibi burada kendilerinin geleceğinin sadece ve sadece Erdoğan’a bağlı olmadığını görmeleri, birilerinin onlara göstermesi gerekiyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.