Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap (69): Deprem ve siyaset

“5 Soru 10 Cevap” programının 69. bölümünde Kemal Can şu sorulara yanıt aradı:

- Depremde veya felakette siyaset yapılır mı? 
- Depremi durdurma şansımız var mı? 
- Her türlü felakette siyasetin rolü nedir? 
- Deprem için toplanan kaynaklarla ne yapıldı? 
- Siyaset yapmayın, birlik olun talimatının anlamı ne?

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Merhaba iyi haftalar. 

Cuma akşamı Elazığ merkezli bir deprem yaşandı. Bu deprem, daha önceki depremler gibi siyasetle ilişkisiyle de gündeme geldi. 

Depremde veya felakette siyaset yapılır mı?

İçişleri Bakanı Soylu, deprem dolayısıyla siyaset yapıldığını söyleyerek bunu insanlık dışı olarak tarif etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ahlaksızlık olarak niteledi. Bazı sosyal medya paylaşımları hakkında soruşturmalar açıldı haberleri geliyor. Bunun siyaset üstü bir mesele olduğu iddiasıyla bir tür siyaset yasaklandı. İktidarı eleştirenlere ya da hesap sormaya kalkanlara, şikayet edenlere tepki geldi. Aslında olayın bir siyasi iletişim meselesi olarak ele alındığını gösteren başka verilere de sahibiz.  Çünkü, bu iddianın yani siyaset yapmayın sınırlamasının kendisi son derece siyasi bir tutum. Başka şeyler de gördük: Mesela basın toplantısında bakanlarla birlikte masada yer alan valinin, ‘kamuoyunda algı çok iyi’ dediği mikrofonlara yansıdı. Bakanların, “Cumhurbaşkanımızın sayesinde ya da Cumhurbaşkanımızın talimatları ile buradayız” giriş cümlesini kurmak zorunda olduklarını izledik. 

İktidarın kontrol ettiği medyada yapılan röportajlar, haberlerin neredeyse tamamında müdahalenin başarısını dinlemeye mecbur bırakıldık. Hatta bunu abartan -daha sonra özür diledi gerçi- bir DHA muhabiri, “mutlu musunuz.” diye depremzedelere defalarca sordu. Birkaç iddiayı da bunlara eklemek lazım: Bir yaralının Erdoğan’la resim vermesi için bir süre bekletildiği iddiası ya da HDP’li belediyelerin yardımlarının çevrildiği gibi.  Mesele zaten her tarafıyla siyasi. Siyasi yasak getirmeye çalışanların doğrudan siyasileştirdiği bir mesele. Zaten doğal veya insan mahsulü bütün felaketler öncesi, sonrası ve bütün tartışmalarıyla siyasidir, siyaset dışına itilmesi ya da yasaklanması söz konusu edilemez. Bunun en çarpıcı cümlesi olarak Erdoğan, “depremi durdurma şansımız var mı, bunun tartışılacak ne tarafı var?” dedi. İkinci soru bunu soralım. 

Depremi durdurma şansımız var mı?

Açıkçası dünyada ve bu coğrafyada deprem hakikaten durdurabilir bir şey değil. 20.  yüzyılın başından itibaren -yaklaşık yani 120 yıldır- 4’ten büyük 14.000 deprem olmuş, 600.000 bina yıkılmış, 87.000 kişi ölmüş.  “Coğrafya kaderdir” ve sürekli deprem gerçeğiyle yaşamak zorunda olan bir coğrafyada bulunuyoruz. Depremi durdurmak mümkün değil ama bu tabloda durdurulabilir olan bazı şeyler var. Hep konuşulan, klişe haline dönüşmüş olan; “deprem öldürmez binalar öldürür”, “deprem öldürmez ihmal öldürür”. 

Bu şablonları defalarca duymamıza rağmen, durduramayacak olan şeyin doğal felaket olduğu savunmasını hala karşımıza koyabiliyorlar. Durdurulması gereken şey felaketin kendisi değil felaketin yarattığı zarar.  Asıl siyasi olan durum tam da burada ortaya çıkıyor. Elazığ’da ortaya çıkan tablo da bunu doğruluyor.  Çünkü, yaklaşık 1200 civarında ağır hasarlı bunların 90’a yakını yıkılmış ve şu an itibariyle 39 en son ölüm sayısı -umarız artmaz- çok sayıda da bina kullanılmaz halde ve insanlar çadırlarda. İşte önlenebilir olan bu. 

Her türlü felakette siyasetin rolü nedir?

Türkiye’nin bina envanteri hala 20 yıllık. Bütün AKP dönemi boyunca -ki 99 depremi gibi çok taze bir anıyla iktidara gelmiş bir hükümet olmasına rağmen- Türkiye’nin bina envanteri yenilememiş. Deprem master planında 2017’de tamamlanması öngörülüyor. 180 bin riskli bina tespit ettikleri söylüyor Çevre ve Şehircilik Bakanlığı,  ancak üçte birine müdahale edilmiş. Onun yanında, bilim insanlarının -Naci görür Elazığ depremi olasılığı ile ilgili birkaç kanalda üst üste yaptığı- uyarıları dikkate alınmamış, kaynak bulunmadığı gerekçesiyle projeler rafa kaldırılmış, doğrudan Elazığ’da riskli yapı stoku konusundaki çalışmalar dikkate alınmamış. 

Geçtiğimiz yıl imar affıyla Elazığ’da 16 bina parası alınarak ruhsat sahibi hale getirilmiştir. Bunun benzerini savaş tablosunda da görüyoruz; savaşın kararını verirken kimseye soru sormayanlar, bunun yıkıcı etkileri ortaya çıktığında birlik ve dayanışma talep ediyorlar. İtirazları bölücülük, yıkıcılık olarak etiketlemek istiyorlar. Ama bu süreçlerin hepsi, bunları engelleyebilecek olanların tamamı siyasetin konusu. Dolayısıyla, felaketler siyasetin doğrudan konusudur. Hem yarattıkları sonuçları itibarıyla hem de önleyebilecekler sonuçları itibariyle. 

Deprem için toplanan kaynaklarla ne yapıldı?

“Depremde siyaset olur mu kardeşim” tartışmasını başlatan şey, aslında bu soruydu. Erdoğan, Elazığ’da yaptığı konuşmada bir imtihandan geçiyoruz dedi. Burada imtihandan geçmek -dini referanslarla- bütün millete mesaj olarak iletildi. Ama iktidarın ya da siyasi belirleyici siyasi aktörlerin buradaki rolü dışarıda tutuldu. Soylu’nun “Türkiye’nin deprem konusundaki yeterliliği tartışma konusu edilemez, bunu yapmak insanlık dışıdır” sözünde olduğu gibi. Başka bir olay daha oldu: Kızılay, hemen depremden birkaç saat sonra para yardımı için sosyal paylaşımda mesajları atmaya başladı. Bunun üzerine de insanlar, “tamam verelim ama bu kadar yıldır deprem vergileri adı altında olağanüstü vergiler -kimi kaynaklara göre 10 milyar kimi kaynaklara göre 40 milyar dolar civarında- toplandı, bunlarla ne yaptınız?” diye sordular.  Siyasilere tepki verdiren çıkışlar da bunlar oldu.

Bunu sormak son derece normal. Aslında bu mesele 800 yıl önce Magna Carta’da kayda bağlanmış bütçe hakkının konusu. Karar verirken temsil edilmek, verginin hesabını sormak, temsili demokrasinin de, modern devlet anlayışının da, anayasal düzenin de en temel meselesidir.  Bundan daha doğal, bundan daha hakiki bir vatandaşlık hakkı yoktur ya da bütün vatandaşlık haklarının kaynağı budur. İster 10 milyar dolar olsun ister 40 milyar, isterse daha az olsun, “bunları ne yaptınız?” diye sorulur. Nasıl kullanıldığının sorgulanması herkesin en doğal hakkı olduğu gibi, bu konuda hesap vermek yetki sahiplerinin ana sorumluluğu. Bundan kaçmamaları gerekir. Tam tersi bu sorulduğu için, bunu bir suçlama konusu haline getirebiliyorlar. Bu kendi başına son derece siyasi bir meseledir. (Bütçe hakkı konusunda Birikim Haftalık’da Tanıl  Bora’nın çok iyi bir yazısı var) Bütçe hakkı nedeniyle, vatandaş ödediği her kuruş verginin nereye gittiğinin hesabını sorar, bundan siyasiler kaçamazlar bunu sormayı suç ya da ayıp olarak gösteremezler. 

Siyaset yapmayın birlik olun talimatının anlamı ne?

Bazı meseleleri siyaset üstü haline getirmek, siyasi alanın çerçevesini çizmek ve siyaseti birileri için meşru, diğerleri için gayri meşru olarak sunmak, siyaseti yasaklayan tutumun ürünü. Bazı kavramlar, felsefe, ideoloji ve siyaset içeriklerinden başka bir anlamla kullanılıyor. Mesela fazla soru sorduğunuz zaman, “felsefe yapma” diye cevap bulabiliyorsunuz. İtiraz etmeye başladığınızda “ideolojik  olma” suçlaması önümüze getiriliyor. Hesap sormaya başlayınca, “siyaset yapma” diye karşılık veriliyor. Farklı bir ses, farklı bir talep ortaya koyduğunuz da, “ayrımcılık-bölücülük yapma” deniliyor. Siyasetin ana konusu olan meseleler, böyle bir kavramsal çarpıtmalarla sadece birileri için meşru ve fütursuzca kullanılabilen alana sıkışıyor. Hesap soran siyaset yapıyor da, Cumhurbaşkanı fotoğrafı atıp, “işte milleti ile üzülen lider, arkandayız” yazan siyaset yapmamış mı oluyor? Deprem üzerinden siyaset yapmak hangisi?  Bu tartışmalarda, “ayrımcılık yapma, aynı gemideyiz” filan sözlerinin hepsi aslında iddia ettikleri ahlaki içeriğe sahip değil. Tam tersine siyasi alanı birileri için kullanışlı, diğerleri için yasak hale sokan ve daraltan bir zemin yaratma gayretinin parçaları. 

Erdoğan, Elazığ’da ‘teslimiyetin en güzelini yaşıyoruz’ dedi. Allah’ın iradesine teslim olmayı kastederek söyledi bunu. Bunu dünyevi hale sokarsak; kaderinize teslim olmak bir siyasi mecburiyet değildir. Tam tersi, siyaset kaderini değiştirme iradesidir. Depremle birlikte yaşamak bir kader olabilir ama depremde ölmeyi kader olmaktan çıkartmak, siyasi müdahale ve mücadele ile olur. Bunu talep etmekle mümkün olur. Siyaset asıl olarak “ötekilerin” yapması gereken bir şeydir. Bu olayda da gördük ki; iktidarın övündüğü şey depremde oluşmuş yıkımlardan sonra kaç çadır kurabildiği, kaç kişiyi enkazdan çıkartabildiği, TOKİ’nin ne yapacağı. Ortaya çıkmış felaketlerin sonuçlarını halletme başarısı övünülecek bir şey değildir, zaten bir mecburiyettir. Devletin temel görevi kendi vatandaşlarının aç ve açıkta kalmaması ya da can güvenliğinin sağlanması. Bu övünülecek bir şey değil, yerine getirilmesi gereken bir mecburiyet. Toparlarsak; hesap sormak değil vermemek ahlaki bir sorundur. Vergisinin hesabını soran vatandaşa bir suç isnat etmek, ahlaki ve doğru bir tavır değildir. Bir süreliğine, millete sadece uyulması gereken kuralları anlatabilirsiniz, kendinize kuralların dışında istediğinizi yapar bir zemin yaratabilirsiniz ama bir süre sonra bu terse işlemeye başlar. “Başarılı siyasi iletişim” diye düşündüğünüz görüntü, insanların radikal olarak değiştirmelerine neden olabilir.

 Şimdilik bu kadar diyelim ve tekrar iyi haftalar. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.