Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap (72): “Birkaç” tartışması veya yenilgi yönetimi

Kemal Can bu haftaki yayınında şu sorulara cevap aradı:

  • Dış politika konuları artık gündem kontrolüne yaramıyor mu?
  • İktidardaki söylem ve ayar bozulması hangi noktaya vardı? 
  • Ezberleri, klişeleri yeniden gözden geçirmek gerekiyor mu?
  • Zorlama ve inat, başarısızlıkları hezimete mi çeviriyor? 
  • İktidarın sıkışması artarken muhalefet ne yapmakta?

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Merhaba iyi haftalar. 

Bu tartışma, Erdoğan’ın İzmir’de yaptığı konuşmada “bir kaç tane şehidimiz var” sözünden çıktı. Başlıkta “yenilgi yönetimi” diyoruz ama belki de yönetilemeyen yenilgi de diyebiliriz. Bu pek çok alanda her seviyede bir yönetim krizi olarak karşımıza çıkıyor. Dış politika gerilimleri konusuna da yansıdığını anlıyoruz. 

Dış politika konuları artık gündem kontrolüne yaramıyor mu?

2 yıldır hızlanana bir süreç var. İktidar sözcüleri, bizzat Erdoğan, sürekli olarak r ansızın yapılacak şeylerden, göbeğini kendisinin keseceği bir ülke olmaktan bahsediyor. Sürekli dış politika gerilimleri bir politik araç olarak kullanılıyor. Bunu gördük, izliyoruz, çok yeni değil. Suriye’de tabir yerindeyse reklamları yapılarak, savaşın, her türlü kriz ve gerilimin bir politik bir vaade dönüştürülebildiği saçma bir süreç yaşandığını söyleyebiliriz. Suriye ve Libya’da kristalize olduğu biçimde bunun iyice sorunlu hale geldiğini ve bu işlevini yerine getirmekte zorlandığını gördük. Malum İdlib’te çok yüksek bir gerilim yaşanıyor ve sahiden orada ne olduğuyla ilgili bilgi verildiğine tanık olmuyoruz. Tersine hala Suriye meselesi meclis kürsülerinden, açılış törenlerinden yüksek perdeden tehditler ve iddialarla konuşuluyor. Şam’a yürümekten tutun rejimin kökünü kazımaya kadar giden. 

Bu sözlerin karşılığının nasıl gerçekleşeceğine dair bilginin iyice gerilere çekildiği, dezenformasyon ya da manipüle edilmiş bilgilerin ortamı doldurduğunu görüyoruz. Birkaç şehit tartışması etrafında ve bazı kayıpların gizlendiği iddialarıyla olay yeni bir boyut kazandı. İktidarı destekleyen medyada da dış politika meselelerinin tırmandırılarak politik bir kaldıraca çevrilme hedefinin geri çekildiğini hatta konuşmama, tartışmama, sadece siyasi sloganlar sınırında tutma gayretinin devam ettiğini görüyoruz. Dış politika gerilimlerini daha önce gösteriye dönüştüren iktidarın şu anda olanın görünmemesi için bir gayret aşamasına döndüğünü takip ediyoruz. Bu genel siyasi ezberi de değiştiren bir durum. 

İktidardaki söylem ve ayar bozulması hangi noktaya vardı? 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın malum konuşması hafta sonu -üstelik de bir otoyol açılışı sırasında- gerçekleşti. Erdoğan’ın ‘bir kaç tane şehit verdik’ cümlesi, sosyal medyada başlayarak bazı muhalefet sözcülerinin de dikkat çekmesiyle tartışma yarattı. Çünkü bu yaşanan, bütün hamasi nutuklara rağmen kavramsal olarak nasıl ele alındıyla ilgili ciddi bir tartışma. Kamuoyunda büyük bir infial oluşturmuş değil. Pek çok vakada yaşadığımız gibi ekonomik sıkıntılar büyük itirazlara yol açmıyor, bir takım memnuniyetsizlikler önemli toplumsal siyasi hareketlere yol açmıyor. Bu konuda da böyle oldu. Ama bu yaklaşımın negatifin etkisi olmadığı anlamına gelmiyor. Yenilgiye sadece maçı kim aldı üzerinden bakılınca başka bir anlam kazanıyor. Doğrudan beklenen yükseklikte tepkiler üretmese bile aslında bir memnuniyetsizliği büyütüyor. Bu söylem büyük bir tepkiye yol açmamış olabilir ama bence iktidarın taban bileşiminde kırılmalar yaratabilecek bir içerik taşıyor. 

Kabaca bakarsak; 2012-13’ten itibaren sertleşen siyasi gündem içinde, gerilimler ve mesela askerlerin kaybedilmesi konuları ilginç biçimde iktidar söyleminde değişti. Mesela 2013 yılında o zaman başbakan olan Erdoğan’ın bir sosyal medya paylaşımını biliyoruz; “şehitleri kabullenilmesi gereken bir durum olarak göstermek ne insanlığa ne vicdana sığmaz” diye bir paylaşım yaptığını biliyoruz. Çünkü o zaman çözüm süreci tartışmaları devam ediyordu. Şehit verilmesini normalleştirmeyi eleştiren hatta milliyetçiliği ayaklar altına alıp şehit vermemenin asıl hedef olduğunu söyleyen bir dilden, tabuta yaslanarak yapılan siyasi konuşmalara geldik. Çözüm süreci bitip tekrar savaş politikalarına dönüldü, 2015’ten sonra ve darbe girişimi ile daha da tırmandı. Şehitliği, insan kayıplarını bir tür politik motivasyon aracına dönüştüren bir çizgiye doğru gidildi. “Şehitler tepesi boş kalmayacak” bunun aslında kabulleniş ve bir onur olduğunu söyleyen ve her şeyi rakamlarla açıklayan bir yere doğru gidildi. Şimdi ise şehitlerin saklandığı bir aşamaya geldik. 7- 8 yıl içerindeki bir grafik bu. Bugün Libya’da ölen bir kaç askerin -hatta rütbeli subayların- tören yapılmadan defnedildiği, bunun kamuoyundan  saklandığına ilişkin iddialar var. Bu, yenilgi tablosuna müdahale biçiminin de dramatik biçimde değişmeye başladığını gösteriyor. 

Ezberleri, klişeleri yeniden gözden geçirmek gerekiyor mu?

Türkiye’de muhalefet çevrelerinde çok yaygın kullanılan bir argüman var: Savaş ihtimalini ortaya atarak iktidar seçim kazanmak istiyor, savaş bahane edilerek seçimden kaçılmak istiyor ya da bu gerilimleri kullanarak gündemi kontrol ediyor. Bunların defalarca kullanıldığını gördük. Ama bütün bu sürede 5-6 tane seçim yapıldı. Yapmaya niyet ettiği şeyle değişen hiçbir şeyin gerçekleşmediği görüldü. Ne savaş iktidara sağlamış olduğu desteği üzerinde bir şey getirdi ne savaş bahane edilerek herhangi bir seçimsiz bir rejim inşasına geçildi. Ne de bugün geldiğimiz nokta itibariyle, gündemi kontrol etmek sadece iktidarın lehine bir durum haline geliyor. 

Bu argümanların hiçbiri artık gerçeklikle doğrulanmıyor. Yani avantajlar –eğer vardı ise bile- artık kullanılamıyor. Çünkü savaş ve gerilim üzerinden avantaj üretmek, bunu bir politik kaldıraç olarak kullanmanın hem bazı sınırları var hem de bazı riskleri var. Bugün ağırlıklı olarak dış politikada bu yoğun biçimde karşımıza geliyor. İktidar açısında hem o sorunlara yaslanmışlık hem artık onları yönetememek, artık avantaj değil risk ve dezavantajlarıyla etkili olduğu sürecin başladığını görüyoruz. Bunu da, bu  gündemleri kullanma hevesini önemli ölçüde kaybetmesinden anlıyoruz. Hatta daha da ileri giderek -eğer iddialar doğruysa- bazı kayıpları veya yenilgi olarak görülebilecek sonuçları göstermeme çabalarından anlıyoruz.

Zorlama ve inat başarısızlıkları hezimete mi çeviriyor? 

Eğer yenilgiden maç kaybetmek, iktidarı kaybetmek, seçimi kaybetmek düşünülüyorsa evet durumu idare ettiğini söyleyebiliriz iktidarın. Ama yenilgi ya da yenilmeyi başlatan, belirginleştiren anlık süreçler değil. Bugün pek çok konuda, mesele yerel seçimde yenilgiyi yönetemediği için yenilgisini büyük bir hezimete çeviren hamleyi gördük İstanbul seçimlerinde. Aynı şekilde yargı sürecinde pek çok davada doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından suçlu ilan edilen insanların beraat ettiklerini -barış akademisyenler Gezi davası- gördük. Ama bunu da kabullenmeyip daha mesnetsiz, daha saçma zorlamalarla devreye girdiklerini -son olarak Osman Kavala’ya yapılan muamelede gördüğümüz gibi- gördük.  Ekonomik kriz konusunda çok net gördük. 

Kendi yarattıkları sorunları, başarısızlıklarını yönetemeyen bütün aktörler durumlarını korumayı zorlamayla çözmeye çalıştığını ve bunun başarısızlık tablosunu büyüttüğünü gördük. Şimdi son olarak dış politikada, Suriye’de, zaten yıllardır konuşulduğu gibi bir başarısızlık tablosu var. Bataklığa saklanmak ya da başarısız olması zaten kader olan bir politikada ısrar etmenin, artık alanda da masada da çok ciddi sorunlar üretmeye başladığını, bunun da saklanamaz hale geldiğini izliyoruz. Bütün bu tablo, elbette bir yenilgi yönetimi sorunu olarak iktidarın önünde duruyor.  Bir süre önceye kadar dış politika meselelerini ve onun gerilim imkanlarını avantaj olarak kullanabildiğine ilişkin genel bir kanaat vardı.  Artık bunun da bozulmaya başladığının işaretleri belirginleşiyor. 

İktidarın sıkışması artarken muhalefet ne yapmakta?

Zorlama stratejileri, inat siyaseti kendi sınırlarına gelmiş durumda. Ayrıca bu inat siyaseti ve zorlamayla başarısızlıklar ülkeye verilen hasar bakımında da geri döndürülemez noktalara doğru ilerliyor. Sıkışmasını ve zayıflığını hisseden iktidar, pek çok açıdan sertleşiyor,  daha yüksek reaksiyon vermeye başlıyor. Buna karşılık, şimdiye kadar yürüttüğü blok siyasetinde de gevşemeler ortaya çıkıyor. Kendi içinde bazı çatlakların belirginleşemeye başladığını izliyoruz. Muhalefetle ilişkisinde de artık eski blok siyasetinin işlemediğini, her bir durum için özel önlemler ya da taktikler geliştirmek zorunda kaldığı görülüyor. Bu tablo, bu belirsizlik alanı, muhalefete aslında hiçbir şey yapmadan bekleyerek pozisyonu koruma imkanı sağlıyor diye düşünebiliriz. Galiba bazı muhalefet aktörleri de böyle düşündüğü için, son derece hareketsiz olarak süreci izliyor.

Başka bir ilginç bir süreç oluyor. Bu tıkanmadan kaynaklanan yenilgiyi yönetememe hali, muhalefette kendiliğinden bir talep netleşmesine ve sadeleşmesine neden oluyor. Muhalefet, eski ezberlerle “iktidar ne yapmak istiyor, konsolidasyonu nasıl sağlayacak” gibi bu refleks reaksiyonları bırakıp kendi taleplerindeki sadeleşmeye odaklanırsa politik zemin açısında daha elverişli bir alan oluşabilir. Ne yazık ki, iktidarın yenilgiyi yönetemediği gibi, bu yenilgiden politik sonuç üretmeyi beceremeyen bir muhalefetle karşı karşıyayız. Konjonktür o kadar elverişli ki, hiçbir özel bir çaba göstermese bile, tıkanmalar ve görünür hale gelen krizlerle sadeleşen taleplerin arkasında durmak gibi bir kolay pozisyon muhalefetin önünde. Ama onu bile becerememeyi başarırlarsa hakikaten bütün bu krizlerden bir siyasi sonuç çıkması zor.

Şimdilik bu kadar diyelim. Tekrar iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.