Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

DEVA Partisi tutar mı?

Yayına hazırlayan: Deniz Dursun

Merhaba, iyi günler. Dün Ankara’da Demokrasi ve Atılım Partisi yani DEVA Partisi’nin tanıtım toplantısını izledim. Normalde dün bir değerlendirme yapmayı düşünüyordum; ama haberiniz olmuştur, belki de izlemişsinizdir: Ali Babacan’la bir söyleşi yaptık. Onun hazırlıkları vs. derken, değerlendirme bugüne kaldı. Burada değişik açılardan neler gördüğümü, neler gözlediğimi, neler düşündüğümü anlatmak istiyorum. Tabii şöyle bir husus var; Aralık ayında yine aynı yerde, Ahmet Davutoğlu’nun liderliğinde kurulan Gelecek Partisi’nin de kuruluş tanıtımını izlemiştim ve iki olayı karşılaştırma imkânına da sahibim. Bu iki partiyi birbiriyle karşılaştırmak aslında birçok açıdan işimizi kolaylaştırıyor, çünkü aynı menşeinden çıkıyorlar, benzer eleştirilerle çıkıyorlar ve benzer programlarla çıkıyorlar bu iki ayrı parti. Davutoğlu ve Babacan zaten birlikte çok çalışmış, birbirlerini tanıyan iki isim. Sonuçta bu iki parti arasındaki fark aslında Türkiye siyasetinin önümüzdeki döneminde neyin nasıl değişebileceği konusunda da birtakım işaretler verebilir. 

Şöyle söyleyeyim: DEVA Partisi’nin ilk 90 kişilik Kurucular Kurulu açıklandıktan sonra değerlendirme yaptım ve ardından hemen dünkü toplantıyı izledim. Baştan söyleyeyim: Tahminimden daha iyi bir parti gördüm. Kurucular Kurulu ve bunca zaman bıktırıcı bir şekilde geçen bekleme süresi ve Ali Babacan’ın o süre içerisinde değişik vesilelerle değişik mecralarda verdiği söyleşilerden gördüğüm kadarıyla ortaya çıkanlar ve 90 kişilik Kurucular Kurulu’nda tanıdığım bildiğim isimler etrafından baktığımda, kafamda oluşan izlenimle yerinde görünce ve Ali Babacan’la o söyleşiyi de yaptıktan sonraki izlenimler arasında bir fark olduğunu vurgulamak istiyorum. 

Zaten gazeteciliğin en cazip noktalarından birisi budur. Bir uzaktan bir de sahadan görmenin arasında farklar oluyor. Gittiğiniz zaman sahada birbirinden farklı çok daha fazla detayı aynı anda görebiliyorsunuz. Hele bu tür kalabalık bir toplantıda birbirinden farklı, farklı kesimlerden insanlarla kısa kısa da olsa konuşma imkânınız oluyor. Orada bir atmosferi soluyorsunuz. Bu, Gelecek Partisi için de böyleydi; bu, DEVA Partisi için de böyle oldu. Oraya gittiğim zaman öğrendiklerim, hem Gelecek’e hem DEVA söz konusu olduğunda bu partilere bakışımı daha da zenginleştirdi. Şöyle söyleyeyim: İki parti arasında bir fark var. Bu fark toplantıya gelen isimlerde ya da izlemeye gelenlerde de gözüküyor. Gelecek Partisi biraz daha fazla AKP’yi andıran bir partiydi; burası biraz daha fazla Turgut Özal’ın ANAP’ını andırıyor. Tabii ki çok benzerlikleri var; çünkü üç aşağı beş yukarı aynı insan havuzundan beslendiklerini görüyoruz, ama arada böyle bir fark olduğunu özellikle gördüm. Konuşmalarında da üslûplarında da zaten Davutoğlu’nun bir anlamda devamlılık, yani kesintiye uğradığını iddia ettiği bir süreci devam ettirme iddiası var; Babacan’da ise çok daha fazla bir şekilde merkezde yer alma –o “orta” diyor, “merkez” aslında–, bir merkez partisi olma iddiası var; herkesten alan bir parti olma iddiası var. 

Davutoğlu’nun esas olarak daha çok AKP tabanına hitap ettiğini söyleyebiliriz. Burada, DEVA Partisi’nde ilginç bir şekilde muhatabın AKP tabanından önce muhalefet olduğu kanısındayım, muhalefet kanadı olduğu kanısındayım ve muhalefet kanadındaki seçmen kitlesi ile oradaki kadrolara bir anlamda şunu söylüyor: “Tamam, burada şikâyet edilen bir iktidar var; ama sizin oy verdiğiniz ya da vermeyi düşündüğünüz partiler bu iktidarla baş edebilecek partiler değil; kadroları ve projeleri ve programları ona denk değil. Biz bu iddiayla çıkıyoruz” diyor. Burada tabii ilginç bir durum var; muhalefetin içerisinde kendisini güçlü kılarsa bu sefer iktidar tabanından da kendisine yeni kişiler, seçmen ve kadro çekebilir. Böyle bir fark olduğunu kanısındayım — ki bu fark çok önemli bir fark bence ve “DEVA Partisi tutar mı, tutmaz mı” meselesinde bence kilit noktalardan birisi bu. DEVA Partisi ilginç bir şekilde bir muhalefet, alternatif oluşturma iddiasında ve neyin alternatifi olduğu konusunda çok somut şeylere gitmiyor, ısrarla gitmiyor; Erdoğan karşıtlığı vs. yapmıyor; soyut, öznesiz bir durumdan bahsediyor; kötü giden işlerden bahsetmiyor, onun yerine eleştirdiği şeyden çok kendi önerdiği üzerinden yürümek istiyor ve bu anlamda bir reaksiyon değil bir aktiflik iddiasında. Bunun önemli bir fark olduğu kanısındayım.

Babacan’ın söyleşide söylediği, “Biz bu kadrodan beş bakanlar kurulu çıkartırız” iddiasının da özellikle altını çizmek lâzım. ANAP ve Özal dönemini çok fazla çağrıştıran bir şey bu. Kadroya ve projeye yapılan vurgu çok önemli. Babacan’ın konuşmasında benim en çok altını çizdiğim, dikkatimi çeken husus, neyi yapmak istediğini anlattığı bölümlerden ziyade –yani parti programından ziyade– “nasıl”ı anlattığı –bir anlamda parti tüzüğü denebilir buna kabaca–; orası daha çok ilgimi çekti ve orada vurguladığı kutuplar-üstü bir siyaset anlayışı, sakin siyaset anlayışı, kavgacı olmayan siyaset anlayışı, proje temelli, kadro temelli siyaset anlayışı, parti içi demokrasi vurgusu defalarca altını çizdiği, bunlar gerçekten DEVA Partisi’ni diğerlerinden, özellikle de AKP’den tabii ki, ama diyelim ki bir Gelecek Partisi’nden ve hatta CHP’den, İYİ Parti’den de ayrıştırabilecek hususlar. 

Tabii bu ilk başta, başlarken –balayı diyelim– bunlar böyle başlar ama bu sürdürülebilir mi? Açıkçası emin değilim, çünkü partinin kurucularına baktığınız zaman bir tarafta, özellikle AKP’de siyaset yapmış, deneyimli siyasetçiler var –kimisi bakanlık yapmış, milletvekilliği yapmış, Meclis komisyonlarında görev almış diyelim, deneyimli siyasetçiler var–; bir tarafta da gençler, kadınlar, siyasete belki de ilk defa girenler var. Bunların içerisinde bürokrasiden gelenlerin işi biraz daha kolay olabilir –bir şekilde siyasetle birlikte çalıştıkları için–, ama çok sayıda daha üniversiteyi yeni bitirmiş, hâlâ okuyan ya da iş hayatında olup da aktif siyasete çok fazla girmemiş isimler de var ve Babacan en çok bunları öne çıkartmak istiyor; ama bu nasıl sağlanacak? Açıkçası onu bekleyip görmek lâzım, çünkü genellikle bu tür, dışarıdan gelen isimler olur, ama bu dışarıdan gelen isimlerin önemli bir kısmı vitrin olarak kalır ve çok da fazla öne çıkamazlar. 

AKP’nin kuruluşunda ilginç bir şekilde, özellikle ilk yıllarında, ilk kuruluş ânında, tıpkı bugün DEVA Partisi’nde olduğu gibi, ilk defa siyasete giren –ki bunlardan birisi Ali Babacan’dı– isimler vardı — kuruluşunda ve ilk yönetiminde, ilk milletvekilleri içerisinde. Bunların ciddi sayıda olan kesimi ise, bir şekilde parti içerisinde önemli yerlere gelebilmişlerdi ve AKP’ye bu çok önemli bir dinamizm katmıştı; ama daha sonraki dönemde AKP’ye dışarıdan gelen isimler –mesela birtakım Aleviler geldi, birtakım CHP kökenli isimler geldi, liberaller geldi vs.– bunların hemen hemen hiçbirisi, çok azı tutunabildi, parti içerisinde belli yerlere gelebildi. Büyük bir kısmı vitrinde kaldılar ve kullanım süreleri bittikten sonra ya kendileri ayrıldı ya da Erdoğan tarafından tasfiye edildiler; ama ilk dönemde hatırlıyorum, çok sayıda isim, o AKP iktidarında –beklenmedik bir şekilde, hızlı bir şekilde tek başına iktidara gelmişlerdi– önemli yerlere gelebildiler. Şimdi burada bir nevi AKP’nin ilk yıllarını andıran bir olay var: deneyimli siyasetçiler, artı, siyasete ilk defa girenler ya da yaşları ve konumları gereği siyasette çok deneyim sahibi olmayanlar. Bunların nasıl harmanlanacağı meselesi bence önemli olacak. 

Burada Ali Babacan faktörünü de bir şekilde değerlendirmek lâzım. Ali Babacan’a hep bir –tarih derslerinden de bildiğimiz, kral naipliği de denir– naiplik atfedilmişti, yani bir vekil muamelesi yapılmıştı. Kimin vekili? Abdullah Gül’ün vekili. “Aslında parti Abdullah Gül’ün, ama Ali Babacan onun yerine partinin genel başkanı olacak.” Bunun çok etkili olduğunu biliyoruz, gördük; ama partinin bu kuruluş, tanıtım toplantısında –gerek konuşmasında, gerek sonra yaptığım söyleşide ve gerek orada parti kurucularıyla yaptığım sohbetlerde–, olayın biraz daha değişmekte olduğunu gördüm. Ali Babacan böyle emanetçi bir genel başkanlık yapacak gibi durmuyor. Orada bir slogan atıldı, “Lider Babacan” diye — ki kendisine de bunu söyleşide sordum. Liderlik konusunda; bir lider tanımlaması, özellikle de bildiğimiz, alışık olduğumuz türde bir lider tanımlaması için erken olabilir; ama Babacan’ın hiç de öyle bir vekilmiş gibi davrandığı hissine kapılmadım. Olayı bayağı bir benimsemiş, hani mecburen yapılan bir iş gibi gözükmüyor, bayağı bir sahiplenmiş; ama kendi tarzını, üslûbunu katarak bir parti genel başkanı ve lideri olmak istiyor. Bunu yapabilecek mi? Burada başarılı olduğu ölçüde; parti içerisinde parti yönetimini çevirebilme noktasında başarılı olabildiği ölçüde bence Türkiye çapında da başarılı olma ihtimali var; ama bir şekilde zayıf kalırsa, o parti içerisinde –her zaman her parti için geçerli bu, her türlü oluşumda geçerli– o dengeleri iyi kuramazsa, bu parti daha doğmadan ya da doğduktan kısa bir süre sonra ölebilir; ama bunu, bu dengeleri iyi kurarsa, elindeki insan malzemesini en verimli şekilde kullanabilirse, iddiasını muhafaza edebilir. 

Tabii burada Türkiye’nin koşulları çok önemli olacak. Türkiye’nin şu andaki koşulları aslında elverişli. Özellikle ekonomik kriz bahsinde Ali Babacan çok ciddi bir figür — aslında AKP’ye alternatif olabilir. Bunu şundan söylüyorum: Birincisi, küresel anlamda finans çevrelerinin bildiği, tanıdığı, güvendiği ve tercih ettiği bir isim, bunu biliyoruz; ama sadece bundan ibaret değil: Türkiye’de de, AKP’yi var eden, onun en önemli beslenme kaynaklarından olan ve “Anadolu sermayesi” diye adlandırılan kesimin de artık AKP’den ve AKP’nin ekonomi yönetiminden iyice umudu kestiğini ve arayışlar içerisinde olduğunu, buna bağlı olarak da Ali Babacan’a ve onun partisine bir ilgi duyduklarını biliyoruz, duyuyoruz, görüyoruz — ama şu var: Korkuyorlar. Türkiye’de hâkim olan korku, yani iktidarın otoriter yönetiminden dolayı hâkim olan korku yüzünden, bu ilgi ve desteğin çok görünür ve gerçekte olduğu gibi yansıması söz konusu değil. Zaten Babacan da bunu özellikle vurguluyor. Parti kuruluş sürecinde çok ismin bir yere kadar destek verdiğini, ama ötesine geçmediğini, çekindiğini söylüyorlar. İşlerini kaybetmekten korkanlar var, başlarına bir şey gelmesinden korkanlar var — ve bu hiç de nesnesiz bir korku değil. Benim de tanıdığım, bildiğim isimler var; son anda kurucu olmaktan vazgeçen isimler var. Kimisi üniversitedeki işini kaybetmek istemiyor, kimisi kendi yaptığı ticaretle ilgili sorunlar çıkmasını istemiyor vs.. Bunun üzerinden Babacan’ı ve Babacan’ın partisini yargılamaya kalkanlar olduğunu görüyorum. Bu çok hakkaniyetli bir durum değil. 

Bu bir sorun tabii ki, ama burada sorunun öznesi Babacan ve bu parti değil, bu sorunun öznesi Türkiye’de çoğulcu demokrasi yerine otoriter bir çizgi taşıyan iktidar sahipleri; ama buna rağmen –Gelecek Partisi için de bunu söylemiştim, DEVA Partisi için de bunu söylüyorum– bizden çok daha iyi bildikleri bu korku atmosferine rağmen –ki çok daha iyi bilmelerinin nedeni, yakın bir zamana kadar bir anlamda bunun parçasıydılar– önlerine çıkartılan onca engele ve bundan sonra da çıkartılacak engele rağmen bu partileri kurmuş olmaları bile başlı başına bir başarı ve cesaret işi. Bunun hakkını vermek lâzım; ama nasıl sürdürebilecekler meselesinde işler biraz karışıyor. Benim gördüğüm kadarıyla Ali Babacan’ın genel başkanlığındaki DEVA Partisi –bir önceki yayında da söylemiştim, bu sefer daha vurgulu bir şekilde söylemek istiyorum– bu ânın, bugünün Türkiye’sinde çok güçlü olmayabilir; ama bugünün Türkiye’sinde ayakta kalmayı başarırsa ve bu arada örgütlenmesini yapıp mesajını daha çok –öyle diyorlar, mecburlar da zaten– sosyal medya üzerinden yaygınlaştırabilirse, daha sonra, Erdoğan sonrası bir Türkiye’de gerçekten çok önemli bir alternatif olarak karşımıza çıkabilir, ama var kalması gerekiyor. Var kalırken kendisini güçlendirmesi, mesajını daha da yaygın bir şekilde sunabilmesi gerekiyor, çok büyük hatalar yapmaması gerekiyor — ki bugünün Türkiye’sinde büyük hata yapmak çok kolay bir şey, herhangi bir konuda atılacak adım size yönelik beklentileri ânında bitirebilir. Eğer bunu becerirse, Erdoğan sonrası Türkiye’de –ki “Erdoğan sonrası Türkiye” derken Erdoğan’ın kaybettiği, kaybetmesinin artık resmîleştiği Türkiye bu; bana göre çoktan kaybetti, bunu hep söylüyorum, papağan gibi tekrarlıyorum ama tekrar söyleyeyim– bunun tescillendiği bir anda Babacan’ın partisi gerçekten öne çıkan bir parti olabilir. 

Ama bugün itibariyle bu partinin varlığı, varlığını sürdürebilmesi önemli olacak. Şu haliyle partiyi kurabilmiş olmaları bile bir iddiadır. Gecikti ve hatta artık kendileri de dalga geçiyorlar bu konuyla. Mesela Babacan’a “Bundan sonraki örgütlenme takviminiz ne?” diye sorduğumda, “Lütfen bana takvim falan sormayın” dedi. Gülerek söyledi bunu; çünkü burada bayağı ciddi eleştiri aldılar, ama şimdi o defter kapanmışa benziyor. Bir diğer husus — Gelecek Partisi’nin toplantısına gittiğimde de görmüştüm, burada daha fazla gördüm: Çok sayıda genç insanla tanıştım dün. Daha doğrusu onlar geldiler, kendilerini tanıttılar. Bunlar, Türkiye’nin genellikle seçkin üniversitelerinden –ya hâlâ okuyan ya da yeni bitirmiş olan– gençler, kadınlar ve erkekler –erkekler daha çoktu ama kadınlar da vardı– ve şuna dikkat ettim: Çok angaje gibi durmuyorlar. İlgi duyduklarını söylüyorlar, önemsediklerini, takip ettiklerini söylüyorlar ama bu partili olduklarını, DEVA Partisi’nden olduklarını söyleyene pek rastlamadım. Hatta bir iki tanesi Gelecek Partisi’nin toplantısına da gelmişti, onlar söyleyince anladım. O sefer de konuşmuşuz, bu sefer de konuştuk. Hatta bazıları, tercih yapmak için yerinde görmeyi –özellikle Ankara üniversitelerinde okuyan gençler– o gençler önemli, şundan önemli: Gelecek Partisi olsun ya da DEVA Partisi olsun, bu partiler böyle bir kısa vadeli çıkarın olduğu, hesap kitapla girilebilecek partiler değil. Özellikle gençler için, yani şu anda o iyi üniversitelerde okuyan ve kariyerleri, bu anlamda önleri açık olan gençlerin eğer bir çıkar beklentisi olsa, bir şekilde AKP’ye, iktidara yanaşmaları daha anlaşılır bir şey olur. En azından daha kestirmeden dünya nimetlerinden yararlanma imkânları olur, ama böyle partilere, yeni partilere, hele Erdoğan’ın özel olarak engel çıkartacağı belli olan bir partiye yönelmek riskli bir şey; ama bu riski almayı kafaya koymuş çok sayıda genç gördüm. Bu, tabii ki bu partinin en önemli avantajlarından birisi. 

Babacan’ın bizzat o gençlerle çok yakından, bizzat bilfiil temasta olduğunu, onlarla ilişki içerisinde olduğunu biliyorum, orada da gördüm ve bu gençlere yaptığı yatırımda ısrarcı olacağını söylüyor. Bunu başarabilecek mi? Burada tekrar deneyimli siyasetçiler bunun sınırlarını çizmeye kalkacaklar mı? Onu göreceğiz; ama şu haliyle, parti içerisindeki genç ve kadın enerjisi DEVA Partisi’nin en önemli avantajlarından birisi gibi gözüküyor. Evet, toparlayacak olursak; beklediğimden daha…, nasıl söyleyeyim? Görüyorum, çok sayıda insan, “Dağ fare doğurdu” falan gibi yorumlar yapıyor. Neye istinaden bunu yaptıklarından açıkçası çok emin değilim. Tabii ki birtakım çok parlak isimler vs. olmadı; bu arada adı geçen birtakım isimler olmadı — bu isimler konusunda da bir not düşeyim: Bazı isimlerin özel olarak, anladığım kadarıyla Babacan tarafından istenmediğini gördüm, duydum ya da öğrendim. Birtakım isimlerin partinin önüne geçmesini istemedikleri şeklinde bir izlenimim var. Ne derece doğru, onu zaman içerisinde göreceğiz. Daha eşit insanlardan oluşan bir kurucular heyetiyle bunu yapmış olmaları belki de daha akılcı olabilir, onu da zamanla göreceğiz; ama bunun bir tercih olduğunu görüyorum. Bu tercih sanki daha isabetli gibi. Evet, beklenen parti nihayet kuruldu. Birçok kişinin beklentisi karşılanmamış olabilir; ama eğer acelesi yoksa, bu partinin Türkiye’de bir iddiası olabilir. Aceleye getirdikleri takdirde çok fazla etkisi olacak bir parti olmayacaktır. 

Tıpkı AKP’nin zamanında tüm sistemin çökmesinden sonra birdenbire önünün açılması gibi, bu parti de eğer kendini iyi hazırlarsa, Erdoğan’ın kaybettiğinin tescillendiği bir anda Türkiye’de muhtemelen karşınıza bir ittifak seçeneği çıkacak. Yani Erdoğan’ın yerini bir kişinin alacağını sanmıyorum, bir ittifak ortaya çıkması gerekecek Türkiye’yi daha sonralara taşımak için. Bu ittifakın önemli bir bileşeni olabilir Ali Babacan ve partisi. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.