Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap (82): Siyasette yeni “normal” için alametler

Kemal Can, bu hafta 5 Soru 10 Cevap’ta şu sorulara yanıt aradı:

  • Krizlerden fırsat çıkarma ve teğet geçiş tekrarlanıyor mu?
  • Krizler iktidarın sorunu olmaktan nasıl kolay çıkıyor?
  • Trolleşen siyaset ve kutuplaştırma artarak sürecek mi?
  • Darbe imalı tartışmalar ve suçlamalar nereden çıktı?
  • Erken seçim tartışmalarının “yeni” normal ile ilişkisi ne?

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Merhaba iyi haftalar. 

Bugün başlığımız Siyasette yeni normal için alametler. Çünkü Korona krizi başladığında sandık ki; uzun bir süre bu gündemle yaşayacağız ve siyaset bir süre mola verecek. Siyasetin alışılmış ritüelleri biraz duracak diye düşündük.  Ama çok çabuk “normalleşti”. Yine bildiğimiz dil hatta artarak geri geldi. Siyasette trolleşme konuşuyoruz. Muhalefete dönük iktidar cephesinden gelen sert açıklamaları konuşuyoruz. Kutuplaştırmanın yeniden sertleşmesini konuşuyoruz. Siyasetin yeni normalleri diyebileceğimiz yeni alametleri iyi bir resim vermiyor. 

Krizlerden fırsat çıkarma ve teğet geçiş tekrarlanıyor mu?

Senelerdir konuşuyoruz, referandumdan bu yana daha yoğun konuşuluyor. İktidarın çözüm kapasitesini yitirmesi ve giderek siyaset üretemeyen bir alana sıkışması uzun süredir konuşulan ama çokça eleştirilen bir mevzu: “Tamam iktidar sıkıştı, çözüm üretemiyor filan ama bir şey de olmuyor, çünkü yerinde duruyor. Oy erimesi yaşıyor ama büyük değişimler olmuyor. Böyle diyorsunuz ama bir şey olmuyor”. Aslında bu dünya kriziyle, sistemin kriziyle de benzer bir şey. Neo-liberalizmin için de 2008’den itibaren krizin süreklileştiği ve krizini çözemez hale geldiği söyleniyor ama görüldüğü gibi krizlerden yeni normaller üreterek durumunu sürdürüyor. Türkiye’deki iktidarın tablosu da bu. Sürdürebilirlik yeteneğinin olması, bir sorunu olmadığı ya da çözüm kapasitesini kaybetmediğini göstermiyor. Sürdürebilme bazen başka bir dinamikle besleniyor ama sorun ve krizin kaynaklandığı yapısal sorunlar olduğu yerde duruyor. Türkiye’deki iktidarın sorunu da böyle bir durum. Yapısal sorun hala ortada, iktidarın yaşadığı ve döndüremeyeceği kriz ortada. Ama bunu sürdürebilme   yeteneğini devam ettiriyor. 

Korona krizinin biraz diğer krizlerden farklı olacağı iddia ediliyordu. Fakat bu krizin de acil bir hayat memat meselesi ve büyük bir belirsizlik yaratması yüzünden, insanların sorunlarını nedensellik üzerinden konuşabildiği bir zemin yaratamadı. Çünkü bu krizin şu anda insanlarda yarattığı siyasi refleks, bir neden sonuç ilişkisi içinde sorunları yönetenleri karneleyen bir noktaya varmış değil. Çok belirgin bir başka nokta, olası felaket senaryoları için son derece yüksek konulan iddialar. Gelinen noktadaki sorun seviyesini kabul edilebilir hale getiriyor. Bunu ekonomik krizde yaşadık. “Korkunç şeyler olacak” iddiası, “bir şey olmadı” diye cevaplanıp başarı hikayesi çıkartılabilir. Bu korona krizinde de ABD’den örnek verirsek; milyonlar seviyesinden ölü rakamından bahsedilirken şimdi yüzbinler sınırında tutulması başarı olarak lanse ediliyor. Türkiye’de de başarı hikayesi olarak ölüm sayılarının düşük tutulabilmesini koyuyor iktidar. Bütün bunlar, olası negatif senaryolarla ilgili çok yüksek öngörüler ortaya konması ve krizin güncel sonuçlarının o seviyelerin altında kalmasından doğan bir tablo gibi görülüyor. 

Krizler iktidarın sorunu olmaktan nasıl kolay çıkıyor?

Krizin varlığı, o krizi çözme kapasitesi olmayan kişilerce yönetiliyor olması, doğrudan siyasi sonuç yaratmanın garantisi değil. Çözüm kapasitesinin kaybının bir siyasi sonuç doğurması için onun bir şeyle kıyaslanabiliyor olması lazım. Yani bir başka alternatifin ortada olması veya bir başka önerinin güçlü biçimde tartışmaya açılmış olması lazım ki, insanlar ‘yok bu yapamıyor, bunun yeteneği yok, söyledikleri mantıklı değil’ deyip diğer seçeneği düşünsünler ya da diğer seçeneği zorlamaya başlasınlar. Eğer bir kıyas ortamı yoksa ve mevcut durumun geçilmesi acil bir durum olarak insanların önünde konuyorsa politik tercihler başka türlü oluşuyor. Kriz, doğrudan o kriz yaratan ya da yönetemeyenlere bir fatura olarak yansımıyor. Sürdürebilme meselesi böyle gerçekleşiyor. Türkiye’de iktidarın krizle ilgili kendi çözüm önerisini ortaya koyup; “böyle bir krizle karşı karşıyayız ve bunu şöyle çözmek istiyoruz” diye siyasi alana taşıdığı bir program olmuyor genellikle. Genellikle krizleri şöyle tarif ediyor; “Bu bize dışarıdan gelen, bazen maniple edilen bir saldırı ama biz bunu halledeceğiz, aşacağız” ya da “böyle bir sorun yok, biz bunu yapacak güçteyiz”. 

Bu bir çözüm önerisi değil, pozisyon tarifi. İktidar, çözüm önerisini, buna nasıl yaklaştığını, nasıl çözeceğini değil kendi pozisyonunu ve korunmasının sorunun çözümü için yeterli olduğunu anlatıyor. Dolayısıyla, krizin iktidarın sorunu olması, -çünkü normal şartlarda krizlerin iktidarın ya payları ya da çözememeleri dolayısıyla belası olması gerekirken- onlara dokunması engelleniyor. Buna ek olarak, Türkiye’de yaşadığımız ve aslında genel popülist düsturun çok kolay müracaat ettiği ötekileştirici, şeytanlaştırıcı hamleler meselesi var. İktidar bazen doğrudan muhalefet partilerini, bazen toplumun çeşitli kesimlerini öteki olarak işaret edip düşmanlaştırarak -durup dururken Diyanet İşleri Başkanı neden eşcinsellere saldırdı ki diye düşünürken- krizli ortamları iktidarın meselesi olmaktan çıkartan başka gündemleri mümkün kılabiliyor. Gerçek bir tartışma ve mücadeleden çok sanal zeminde daha kontrol edilebilir başlıklar altında gündemler sürüyor. Bu korona krizi için, ekonomi ve dış politika için de uygulanabiliyor. 

Trolleşen siyaset ve kutuplaştırma artarak sürecek mi?

Açıkçası bu soru bile değil. Giderek trolleşen ve seviyesi düşen saldırganlık dozu daha geniş kesimleri de hedefe koyan bir içerikle genişleyecek. Sadece muhalefet partileri ve özellikle iktidar tarafından mercek altına alınmış ana muhalefet partisi değil, toplumun çeşitli kesimlerini de kuşatarak genişleyecek gibi görünüyor. Bu cinsel yönelim de olabilir, yarın kadınlarla ilgili mesele de. Çünkü affa yetiştirilemeyen çocuk yaşta evliliklerle ilgili bir düzenlemenin gelmesinden bahsediliyor.  Odalara ve barolara dönük hatta bazı yasal düzenlemelerle devam edecek kısıtlama ve zorlamalar gündemde. Kontrol altında olmayan medyayı, sosyal medyayı da içerecek bir takım baskılar, yeni uygulamalar gündeme gelebilir. 

Soyut saldırılar ve düşmanlaştırmanın, somut kavramları da kullanarak -yerel yönetimler meselesinde olduğu gibi- milli iradeyi, yerel iktidar meselesini, özgürlükler meselesini, dine saygı meselesini, kavramlarını bazen içeriksizleştirerek, bazen bağlamından kopararak saldırı altına alınaacağını öngörebiliriz. Sadece kişiler, kurumlar değil aynı zamanda kavramlar da saldırı altında olacak.  Önümüzdeki dönemde trolleşme artarak devam edecek. 

Darbe imalı tartışmalar ve suçlamalar nereden çıktı?

Hakikaten ‘fol yok yumurta yokken’ darbe tartışması çıktı. Canan Kaftancıoğlu’nun bir konuşmasından, Özgür Özel’in sözlerinden, bir de kulislerdeki dedikodulardan ‘vesayet çağıranlar ve darbe davet edenler’ tartışması açtı iktidar. Hatta resmi sözcüler bir şeyler söylediler. Mesela Özgür Özel’in iktidarın değişeceğini ve kamu yöneticilerinin liyakata uymayan davranışlarının onlar için sorun oluşturacağını söylemesi bir vesayet çağrısı ve iktidarı değiştirme fikrinin kendisinin darbe çağırmak olduğu gibi bir sav ortaya atıldı. İktidarın, bir tür savunma refleksi olarak bir takım odakların düşmanca komplolar organize edildiği, 15 Temmuz’dan itibaren çok kullandığı bir tema. Buradan anlıyoruz ki 5 yılda bir kendisi için tehlikeyi bir politik kalkan gibi kullanmayı sağlıyor. İkincisi de birilerini düşmanlaştırmak için vesile ve mesnet yaratmış oluyor. 

Burada temel mesele, iktidarın değiştirilmesini istemenin, iktidarı her anlamda sorgulamanın bir siyasi komplo olarak tarif edilmesi ve iktidardan indirme hedefinin de darbe olarak işaret edilmesi. Bu iki türlü sonuç veriyor: Birincisi, “normal yollarla zaten indiremezler, arkasında sonsuza kadar garantili bir siyasi destek olduğu” iddiası. İkincisi, böyle bir talebin iktidarı değiştirme hedefinin kendisini suç olarak tarif etmek. Aslında siyaseti suç haline getirmek, yapmayı imkansız hale getirmek. Dolayısıyla, daha önce belirli dozlarla uygulanan şeyin yeni bir versiyonu. Ama her 5 senede bir, darbe olasılığını ya da gerçekleşmemiş darbeyi bir siyasi manivela olarak kullanmak ve ülkenin beka davasını kendi beka davasına çevirmek her sefer işe yarar mı? Onu göreceğiz. Ama darbe tartışmasının söylenen laflarla ilişkisini kurmak son derece zor görünüyor. 

Erken seçim tartışmalarının “yeni” normal ile ilişkisi ne?

Ruşen Çakır bizim yayında bir spekülasyon olduğunu belirterek değindi konuya.   Erken seçim çeşitli biçimlerde gündeme geliyor, konuşuluyor. Türkiye’deki siyasi dengede iktidarın sayısal bir problemi var. Bu artık net biçimde ortaya çıkmış durumda. Aritmetik meseleyi çözmek için iktidarın bir siyasi manevra yapmaya ihtiyacı olduğu, yani sadece MHP desteğiyle riskli bir seçim zemini olacağı düşünülüyor. Bir de ekonomik kriz yetmezmiş gibi korona ve onun peşinden gelecek ekonomik tsunaminin iktidar için çok hayırlı sonuçlar vermeyeceği ve böyle bir konjonktüre girmeden nispi bir başarı görüntüsü altında ve hazırlıksız olan muhalefeti baskın seçime sürükleme ihtimali konuşuluyor. Bunun mantıken düşünmediğini söylemememiz için bir neden yok. Daha önce de erken seçim söz konusu değil denmesine rağmen erken seçime gitti iktidar. Ekonomik krize yakalanmadan seçimi geçme imkanını kullanmayı denediğini biliyoruz. Bu politik aklın bu tür bir refleksi var. 

Fakat bir takım zorluklar da var:  Şu anda gündelik değişimler o kadar hızlı oluyor ki, erken seçim  kararı alındıktan sonraki zaman diliminde nasıl bir konjonktürün içerisinde olacağını kontrol etmek hiç kolay değil. Bugün seçim kararı alınsa bile salgın ve yarattığı koşullar nedeniyle, izolasyonun normalleşmesi, kampanya yapılabilir olunması ve tabi ki YSK’nın hazırlığı için 3 aylık bir süreye ihtiyaç var. Bu sırada pek de politik olarak aktive olmamış kalabalıkları, geleceğe dönük bir beklentiyi oylayacak bir şeye zorlamak riskli. Sadece “ölü sayısı a,z biz başarılı geçtik” diyerek ya da çok da inandırıcı bulunmayan ekonomi yönetiminin tezlerinin oylanacağı bir tablonun iktidara avantaj sağlayıp sağlamayacağı tartışmalı. Bu iktidarın sürdürülebilirlik yeteneğinde en belirleyici noktalardan biri, seçeneksiz olduğunu anlatması ve muhalefetin yetersizliğine dikkatleri çekmeye çalışması. Bu trolleşme ve düşmanlaştırma sürecinde, bunun yapılmaya çalışıldığını ama kendi tabanıyla da ilişkisi zayıfladığı için aynı sonuçları verip vermediğinden kuşkum var. Çözüm üretme kapasitesiyle birlikte, gündelik taktik siyasi hamleler yapma becerisinde de bir zafiyet oluştuğu görülüyor.  Kendi tabanına ikna konusunda da zorlukları olduğunu görüyorum.

Önümüzdeki dönem, tablonun aynı kalmasını dayatanların, mevcut pozisyonlarını koruma önceliğiyle davrananların, seçmenin önüne aynı kalmayı koyanların biraz zorlanacağını hatta belki seçmenden ters cevaplar alabileceğini düşünüyorum. Bugün gelinen noktada -ki salgın biraz durulduktan sonra ama bunun çok çabuk bitmeyeceği anlaşılıyor- mevcut durumun iyi olduğunu söyleyen herkes veya mevcut durumu koruma dışında bir öneri getirmeyen her aktör için durumun zor olacağını söyleyebilirim. Siyasi normallerin alametleri kabaca böyle belirginleşiyor. 

Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Tekrar iyi günler.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.