Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

François Ruffin: “Liberal parantezi kapatmalıyız”

Boyun Eğmeyen Fransa (La France insoumise) hareketinin Somme milletvekili François Ruffin, 3 Haziran’da Kovid-sonrası üzerine bir kitap çıkarıyor. Le Monde gazetesiyle yaptığı söyleşide, düşüncesinin eksenlerini ayrıntılandırıp, sola ve çevrecilere bir araya gelme çağrısında bulunuyor. Haldun Bayrı çevirdi.

Söyleşi: Abel Mestre ve Sylvia Zappi  •  29 Mayıs 2020

François Ruffin

Kitabınızda krizin, “Doğanın bize sunduğu son şans” olduğunu söylüyorsunuz. Bu kriz kurtarıcı olabilir mi?

Her şeyin ardındaki trajediye dönmek gerek. Son on iki ay sıcaklık rekorları kırıldı, Sibirya’da sıcaklık 30 °; en sulak bölgelerden Picardie’de bile iki ay kuraklık yaşandı. Tam gaz dosdoğru ekolojik duvara tosluyoruz. Biliyoruz bunu, niçin olduğunu da biliyoruz: Üç parçalı büyüme-rekabet-küreselleşme tablosuyla, havayı solunmaz, suyu içilmez, gezegeni de çocuklarımız için yaşanmaz hâle getiriyoruz. Frene asılmamız, istikamet değiştirmemiz gerekiyordu, ama biz hiçbir şey yapmıyorduk.Bu hâdise başımıza geldi: Dünyayı durduran Kovid krizi. Rota değiştirmek için fırsat bu: Ya şimdi ya asla. Her kriz ekonomide, toplumda tahribata yol açar. Ama bu krizle biz ne yapıyoruz? 1929 Krizi Almanya’da Nazizm’i, ABD’de New Deal’i, Fransa’da Halk Cephesi’ni (Front Populaire) verdi. Bu krizi bir istikamet değişimi için fırsat bilmezsek, boşuna yaşanmış bir kriz olur bu.  

Toplumdaki bölünmelerin azmış olduğu tespitini yapıyorsunuz. Bu bölünmelerin aşılabilmesi için umut yok mu? 

Var, kardeşlik var diye de umuyorum. Ama bir şart var, onun hemen önünde, cumhuriyetçi düstur: Eşitlik — kusurlu bile olsa. Otuz yıldır, küreselleşme galiplerle mağlupların arasına bir sınır çizdi. Piyasanın görünmez eli doğal olarak temizlikçi kadına, ya da bakıcılara daha iyi ücret ödemeyecek; borsa tüccarının veya reklamcının kazancını da azaltmayacak. Serbest bırakıldığında bu görünmez el, birilerini yükseltir, ötekileriyse ezer. Tarımı, giysi ve gıda sektörlerini doğal bir biçimde tekrar yerelleştirmeyecek tabii.Piyasa ortadan kaldırılmalı demiyorum, ama bir düzen getirmek, onu bir çerçeveye almak ve yönetmek gerek. Bugün, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda yaptığı gibi bir ekonomi yönetimi gerekli: Ülkedeki tüm enerji, bütün sermayeler, bütün iş bilgileri, tank, bombardıman uçağı, uçak gemileri üretimine yöneltilmişti. Bize ise bir iklim savaşı ekonomisi gerek. Fakat sağlıkçılara maske ve koruyucu önlük tedarik etmekten âciz kimseler, tarımda, meskende, ulaşımda, enerjide nasıl büyük dönüşüm yapabilsin ki?   

Peki ya denetimsiz piyasa ile eşitlikçi bir toplum arasındaki alternatife birden mi, adım adım mı varılır?

 “Sonra”yı beklemeden, hemen şimdi dönüşüme başlamalıyız. Bugün, havacılık ve uzay mühendisliğine, otomobile takviye çıkan bir devletimiz var; ama stratejisi olan bir devlet değil bu. Ne üretmek istiyoruz? Yöneticilerimiz bunu söylemiyor, bilmiyorlar, zira yönetmiyorlar. Ekonomi İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Agnès Pannier-Runacher’ye, uyku ilaçları üretimi üzerine soru soruyorum, bana, “Sanofi’ye güvenebiliriz” [Fransa merkezli ilaç ve aşı üreticisi firma] diyor. Söylenecek başka şey yok. Gıdada egemenlikten bahsediyorlar, aynı zamanda da Meksika’dan sığır almak için anlaşma imzalıyorlar! An geliyor, küreselleşmeyi bir “çılgınlık” diye kınıyorlar, ama sürdürüyorlar onu.

Bu krizin merkezinde bir yönetim krizi var: Ülkemizin başında, piyasanın görünmez eliyle ve firmaların tahakkümüyle psikolojik, ideolojik ve kültürel ilişiği kesmekten âciz kimseler var.

Avrupa Birliği kısa süre önce yoğun bir yardım planı açıkladı. İnanıyor musunuz buna?

750 milyar, çok iyi, ama bana bunun ne yapmak için olduğunun söylenmesini istiyorum. Anlamı nedir bunun? Neye yarayacak? “Tekrar yola koyulmaya” mı? İleriye doğru, önceki gibi, öncekinden beter bir şekilde mi? Sermayeleri, enerjileri hangi hedefe yöneltmek istiyoruz? Ben olsam balyayı üç sektöre koyardım: inşaat, tarım, yardımcı meslekler (doğumhane yardımcıları, sosyal yaşam yardımcıları, engelli çocuk refakatçileri, okullardaki yan etkinlik görevlileri); ekolojik yön değişimi için, kitlesel istihdam için üç kaldıraç bunlar.

Kitabınız öfkeli bir insanın kitabı. Bir şey inşa etmek için iyi bir çimento mu bu?

Sağlıklı öfkeler vardır. Öfkenin umuda doğru hareketlenmesi için bir simya gerekir. Ama aslında bende yer eden duygu, birçok kimsede yer eden duygu, iç daralması: Çocuklarımıza nasıl dehşet verici bir dünya bırakacağız?

Korumacılığı seçmeniz solda oybirliğiyle kabul görüyor mu, yoksa bölüyor mu?

Bugün sol için nasıl bir hedef var? Liberal parantezi kapatmalıyız. 23 Mart 1983’te Lionel Jospin Sosyalist Parti için, “Liberal bir parantez” açtıklarını ilan ediyordu. Solun ölüm belgesiydi o. Yaklaşık kırk yıl sonra, kapatmak gerek bunu, hem de açık ve net bir biçimde.

Arnaud Montebourg’un küreselleşmeden çıkışıyla sizin dedikleriniz arasında ortak noktalar var…

Orası bâriz. Ortaklık var. Picardie’den beri, önce Goodyear’ın sonra Whirlpool’un fabrikalarını kapatmasından beri, yirmi yıldır bu küreselleşmenin zâyiatına birinci elden tanık oluyorum. Ama, Arnaud Montebourg’un tersine –elbette sözü diyaloğa kapatmaksızın–, ben prodüktivizm yanlısı değilim. Bir sürü yararsız üretim var, kesmek lâzım bunları. Büyümeyle ilişiğimizi kesmeliyiz. Hedeflenen sanayi bile olsa, ekolojik zorunluluğu öne koyuyorum.

Sollar ve çevreciler tekrar birbiriyle konuşuyor. Daha ileri gitmek mümkün mü?

Gerekli bu. Yöneticilerin, –büyük söz ettiğim için bağışlarsınız– tarih önündeki sorumluluklarının ağırlığını hissettiklerini umuyorum. İnsanlık için trajik bir andayız ve umarım bununla boy ölçüşebiliriz — ben de dahil.

Yani? Bütün solun ittifakı mı gerek?

Çevrecilerin de, çevreci bir halk cephesi gerek. Ama ağırlık merkezi liberal parantezin kapatılması olacak: ekonominin yönetimi, piyasanın regülasyonu, alışverişin korunması. Ve nihayet, çatışmayı üstlenmek. Direksiyon para kuvvetlerinin elinde, onlara göz kırpıp şirinlikler yapmamızla bırakmayacaklar ellerindekini.

Size göre, ülkeyi ekonominin yöneticileri mi yönetiyor?

İktidar bugün özel çıkarlar tarafından yerleşilip sömürgeleştirilmiş durumda. Şayet yarın bir kopuş programı seçim kazansa, muazzam güçlere çarpacağız: kimyasal tarım ve ecza firmalarına. François Mitterrand’ın 1970’li yıllardaki sözünü alırsak: “Paranın efendileri, yerin efendileri, yeraltının efendileri”, ve start-up’ların efendileri diye ekleyebilirdik. Çatışmalı olacak.

Mitterrand’dan söz ediyorsunuz, bu çatışmalı durumu öngörmüş, ama yine de katılaşmak zorunda kalmıştı. Sizin temenni ettiğiniz köklü ve derin değişim mümkün mü?

Kolay olmayacak bu; hiçbir zaman kolay değildir, karşıdaki kuvvetler hâlâ devâsâ. Bugünden bakarsak, François Mitterrand iktidara tarihin ters bir zamanında gelmişti; sosyalist dalganın geri çekildiği, liberallerin Margaret Thatcher ve Ronald Reagan ile dünyayı yeniden fethettikleri zamandı.

Aslında, Emmanuel Macron da iktidara tarihin ters bir zamanında erişiyor; liberal fikirlerin gerilediği bir anda. En azından 29 Mayıs 2005’ten beri [Fransız halkının Avrupa Anayasası’na hayır dediği referandum] durum bu. O gün, ideolojileri demokrasi bakımından öldü. Halka rağmen, halka karşı uzatıyorlar bunu. Uluslararası durum bile bir yarık açıyor: Bütün Güney Avrupa acı çekiyor; İtalya, Yunanistan, İspanya, Portekiz değişim için ittifak yapıyorlar. Bilhassa seçim sandıklarına sokak da katılmazsa boşa zahmet olur. 1936’daki gibi bir halk desteği olmadan, seçilmişler, Élysée’deki bile, bakanlıklardakiler bile, iyi niyetli olsalar bile, hiçbir şey yapamayacaklar, ya da çok az şey yapabilirler. 

Bu fikirler Fransa’da çoğunlukta mı?

Evet, kültürel hegemonyayı kaybettiler. “Rekabet”, “küreselleşme”, takozlar haline geldi. Ama bu takozluk Ulusal Cephe’de de kendine sürüm alanı buluyor. Maalesef Marine Le Pen siyasî vaziyeti donduruyor, statükonun en iyi müttefiki o.

Sizin siyasî cepheniz nasıl yapabilir?
Önce, bir araya gelmek: Herkes Macron’a en sıkı yumruğu kendi atmak isteyecektir. Ve kopuşumuzu berraklıkla, ağzımızda gevelemeden bildirmek…

Bu yol sizde cisimleşebilir mi?

Zaten elimden geldiğince cisimleştirmeyi deniyorum! Şimdi, asıl soru şu: “Başkanlık seçiminde aday olacak mıyım?” Bugün cevap hayırdır.

BFM-TV’de konuştuğunuzda başkanlık seçiminde adaylığı düşünüyor gibiydiniz…

Soru şuydu: “Bize kesinlikle aday olmayacağınızı söyleyebilir misiniz?” Dürüst isem, bu bir varsayımdır, gayri muhtemel, ama birçok başka varsayımla beraber masada duruyor. Neredeyse bir kusur bu, ama içimde o iktidar iştahını hissetmiyorum.

2022’de de yine Jean-Luc Mélenchon mu aday olmalı?

Jean-Luc Mélenchon muazzam yetenekli biri, orası bâriz, bir kalıbı var, tecrübesi var, solu kızıl ve yeşil iki bacağının üzerinde doğrulttu. Şimdi, seçime iki yıl var. 1995’te Edouard Balladur ile Jacques Delors arasında bir hesaplaşma öngörülüyordu. 2012’de, Dominique Strauss-Kahn bekleniyordu. 2017’de Alain Juppé’ydi. Bugünkü hedef tayları koşturmak değil; insanlar için, çocuklarımız için, aşırı sağla aşırı para arasında bir umut yolu açmaktır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.