Berat Albayrak’ın öğlene doğru açıkladığı Yeni Ekonomi Programı 2021-23 daha gün bitmeden eskidi. Bu aslında tek örnek değil. İktidarın “yeni”, “müjde” vs. olarak attığı adımların çoğunun ömrü çok kısa oluyor. Neden?
Yayına hazırlayan: Sema Kahriman
Merhaba, iyi günler. Başlık tabii ki Marshall Berman’ın o çok ünlü kitabından. Kitabın adı neydi? Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor. O da Karl Marks’tan almış. Ben de oradan esinlenerek “Yeni olarak ilan edilen her şey ânında buharlaşıyor” dedim.
Ve tabii ki esas olarak bugün Ekonomiden Sorumlu Bakan Berat Albayrak’ın 2021 ve 2023 için açıkladığı yeni ekonomi programı hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Hakkında bir şeyler söylemek istiyorum diyorum ama, ekonomiden çok fazla anlayan birisi değilim. Her ne kadar Boğaziçi Üniversitesi ekonomi bölümünü kazanmış ve orada bir süre dersler almış olsam da bu konuda çok bilgili değilim. Benden çok daha iyi bilenler var ve onları takip ediyorum. Ekonomistleri takip ediyorum. Ekonomi gazetecilerini takip ediyorum ve onların yaptıkları yorumları, değerlendirmeleri dikkate alıyorum. Oradan hareketle söyleyeceğim, bugün Berat Albayrak’ın açıkladığı yeni ekonomi programının daha gün bitmeden buharlaştığı, üzerinde çok da fazla bir şey söylenmediği, söylenmeyeceği. Bu aslında çok daha genel bir husus. Çünkü AKP iktidarı için geçerli olan bir husus. Sadece Berat Albayrak’la alâkalı değil. Ekonomi konusunda ve diğer konularda siyasî iktidarın son dönemde yaptığı çıkışların ömrü hep kısa oluyor. Belli bir süre içerisinde unutuluyor, unutulmaya yüz tutuyor. Böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Aslında bu yayın için bir başka yayında kullandığım metaforu başlığa çıkarmayı düşündüm, ama zorlandım. O da neydi? “Şapkadan tavşan çıkarma” meselesi. Ama aslında şapka yok demiştim. Karadeniz’deki doğal gaz tartışmaları, müjde tartışmaları, iktidarın büyük müjdesi zamanında yaptığım değerlendirmelerde, evet, bir müjdeye mucizeye ihtiyaçları olduğunu ve her an şapkadan yeni tavşanlar çıkartmaları gerektiğini ve insanların belli bir yere kadar bunu beklediğini, ama ortada bir şapkanın olmadığını söylemiştim. Bugün yaşanan olay da bunu gösterdi. Zaten Berat Albayrak’ın bugün yapacağı yeni ekonomi programı açıklamasına yönelik çok büyük beklentiler yoktu, yani bir heyecan yoktu. Bunu ilk yaptığı zaman –bu üçüncüsü oluyor–, 2-3 yıl önce diyelim, yaptığı açıklamada belli bir heyecan vardı. Yeni bir bakan, yeni bir dönem, başkanlık sistemi, Başkan’ının bakanı olarak çıktı, aynı zamanda damadı olarak çıktı ve bir merak vardı. Ama o merak kısa bir süre içerisinde etkisini yitirdi. Geçen sene yaptığında bu biraz daha indi ve bu sene tamamen yok olan bir merak. Ve ilgi de buna bağlı olarak indi. Tabii ki, işi bu olanlar, ekonomi ile ilgilenenler onun yapacağı açıklamalardan doğrudan etkilenecektir, tabii ki bakmışlardır, dinlemişlerdir; ama bir heyecanın söz konusu olduğunu söylemek kesinlikle mümkün değil.
Heyecanın söz konusu olmaması bir yana, inandırıcılık sorunu var çok ciddi bir şekilde. Ekonomi söz konusu olduğunda, mâlûm, rakamlar öne çıkıyor — enflasyon hedefleri, bütçe açığı hedefleri gibi ya da işsizlik hedefleri gibi. Bütün bu verilen rakamların inandırıcılığı konusunda çok ciddi soru işaretleri var. Aslında soru işareti de yok; inandırıcı bulunmuyor. Daha önceki sunumlarında espriler yapmıştı, şiveli konuşmalar yapmıştı. Bu sefer onlar da pek olmadı. Artık bu bir mecburiyetten yapılıyor; çünkü kanunî bir zorunluluk. İlginç olan, bu orta vadeli ekonomik plan zorunluluğu 3 yıldır yeni sistemle beraber adı değişerek “yeni ekonomi programı” olarak sunuluyor ve burada bir kopuş var. Daha önceki iktidarlar sanki başka iktidarlarmış gibi bir kopuş var. Berat Albayrak bu kopuşta kendisini Ali Babacan ve en son Mehmet Şimşek’ten ayrıştırmak istiyor herhalde. Ayrıştırmak için çaba sarf etmesine çok da fazla gerek olduğu söylenemez. Çünkü zaten konuyla ilgili olan kişiler ve aslında sıradan insanlar da –ki buna AK Parti seçmenleri de dahil– bu ayrıştırmayı çoktan yaptılar. Berat Albayrak, Ali Babacan ve Mehmet Şimşek bir tür devamlılık içerisinde görülebilir. Berat Albayrak o devamlılığın içerisinde değil. Yeni bir bakan, ama yeni olduğu andan itibaren fonksiyonu çok da fazla olmayan, inandırıcılığı, ikna kabiliyeti çok fazla olmayan, zaten siyasî gücünü de kendisinden ziyade esas olarak aile ilişkilerine, tabii ki eşinin babasına borçlu. Tabii ki deneyimleri, birikimleri vardır; ama şu an itibariyle bakıldığında, öncekilerle kıyaslandığında, onun şöyle bir dönemde Türkiye ekonomisinin başına geçmesi gereken kişi olduğu konusunda soru işaretleri olduğu mâlûm. Burada esas olan, artık AK Parti iktidarının, Erdoğan iktidarının tam anlamıyla eskimiş olması. Eskimiş iktidardan yeni hiçbir şey çıkamıyor. Çıkması da artık mümkün değil. İleriye yönelik olarak yapılabilecek bir şey yok. Zaten atılan adımların büyük bir kısmı otoriterleşmeyi daha da artırmaya yönelik adımlar. Büyük bir kısmı geriye yönelik. Yani Türkiye’deki birtakım kazanımları; yurttaşların, toplumun değişik kesimlerinin kazanımlarını ellerinden almaya yönelik. Kendi krizlerini geçiştirmek, ertelemek için sürekli olarak başkalarının üzerine kriz çıkartmaya, sorun çıkartmaya çalışan bir iktidar söz konusu.
En son yapılan HDP operasyonu bunun bir örneği. İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etme çalışmasından kısa süre içerisinde vazgeçmek zorunda kaldılar. Ayasofya’nın ibadete yeniden açılması, Kariye Camii’nin Diyanet’e devri… Bütün bunların hepsi iktidarın kendi geleceğini geçmişte aramasının örnekleriydi.
Dolayısıyla bu iktidarın bir zamanlar çok kullandığı, artık nedense pek de kullanmaz olduğu, “Yeni Türkiye” kavramından iyice uzaklaşmış olduğunu bize gösteriyor. Söyledikleri, ilan ettikleri şeylerin ömrü hiç de uzun olmuyor. “Yeni” dedikleri, ânında eskiyor. Bugün açıklanan yeni ekonomi programı daha gün bitmeden eskilerin arasında yerini alıyor, üzerine çok da fazla tartışma, tahlil yapma ihtiyacı hissetmiyor konunun ilgilileri. Bu aslında siyasî iktidarın bütün konularda yapıp ettikleriyle ilgili bir şey ve iktidar –dünkü yayında söylemeye çalıştım–, iktidar, gerçek, sahici sorunlar üzerinden gündem yapmak yerine, kendi kafasına göre ve otoriterliği artırmaya yönelik adımlarla durumu idare etmeye çalışıyor ve bunun karşısında da, gerek AKP’ye destek verenler olsun, Erdoğan’a destek verenler olsun, gerek karşı çıkanlar, ona düşman olanlar olsun, insanların genel olarak bir beklentisi kalmadı. Bence işin en önemli yönü bu. İktidar artık herhangi bir beklenti yaratmıyor, yaratamıyor, yaratma konusunda da çok bir çaba sarf etmiyor. Birtakım şeylerin geniş medya desteği –buna sosyal medyayı de katabiliriz, çünkü sosyal medyada da belli bir kontrolleri var–, bunlar üzerinden anlık olarak pompalanan birtakım olaylar oluyor; ama bunlar da çok kısa bir süre içerisinde gidiyor.
Yani bu iktidarın yeniye ait, yeni birtakım açılımlar yapmak, yeni bir şeyler söylemek, hedefler belirlemek, insanları heyecanlandırmak gibi bir iddiası artık kesinlikle yok. Ve buna artık şöyle de söylenebilir: Tenezzül bile etmiyorlar. Çünkü bir şekilde bir çark, bir sistem kurulmuş ve bu sistem bir şekilde yoluna kör topal devam ediyor.
Karşısına bugün Berat Albayrak İngilizce “challenge” “meydan okuma” olarak powerpoint‘e koymuş. Evet, “meydan okuma” burada çok daha uyuyor. Aslında ciddi bir meydan okuma, meydan okuyuş olmadığı için böyle bunun konforunu sürüyor. Peki burada nasıl bir cevap söz konusu olabilir? Bir ara 31 Mart seçimlerinin ardından, “Yepyeni Türkiye” diye bir kavram ortaya atmıştım. O AKP’nin çizmeye çalıştığı, ama hiçbir şekilde artık içini doldurmadığı “Yeni Türkiye” önermesinin karşısına yeni bir Türkiye önermesi ile çıkmak, bunu yapmaktı. Şapkalardan tavşanlar çıkartmaya aslında ihtiyaç yok. Aslında istenirse Türkiye’de çok şapka ve çok tavşan da bulunur. Ülkeye baktığımız zaman büyük bir ülke, güçlü bir ülke; ama her geçen gün eriyor, parası da eriyor, kaynakları da eriyor, insan kaynakları da eriyor. Gidebilen gençler bu pandemi ortamında bile kendini yurtdışına atmaya çalışıyorlar. Burada aslında Türkiye’de birçok şeyi pekâlâ kendi imkânlarıyla, kendi olanaklarıyla ve gerektiğinde karşılıklı çıkar ilişkilerini gözeterek başka ülkelerin ya da kurumların da desteğiyle Türkiye pekâlâ sorunlarını çözebilecek bir ülke ve burada en önemli husus AKP’nin yeni iddiasına karşı, “Gerçek yeni biziz” gibi bir tartışmaya girmek yerine, bundan kendini tamamen ayrıştıracak bir dili oluşturabilmek gerekiyor. Bunun da bence en temel esası, iktidara karşı muhalefetin konumlanışında en çok karşımıza çıkan husus bu: Hâlen muhalefetin kendini iktidara göre tanımlamaya çalışması ya da kendini tanımlamak zorunda hissetmesi. Bir yerden sonra bu iş bir heyecan yaratmayan, hiçbir yenilik sunamayan, yeni diye sunduğu şeyler çok kısa bir süre içerisinde etkisini yitiren iktidara karşı ona laf yetiştirmek, onunla mücadele etmek, onun çizdiği alanda onunla mücadele etmek yerine, kendi alanını çizen bir muhalefet pekâlâ ülkenin gerçekten yepyeni mecralara gitmesine neden olabilir. Fakat bakıyoruz, 31 Mart’ta yaratılan, 23 Haziran’da iyice zirvesine çıkan heyecanın yerine hâlâ Türkiye’de bir sessizlik, sükûnet hâkim. Sükûnetten kastım, iktidarın çizdiği, konuşmayan, etmeyen, tartışmayan, hareket etmeyen, dingin, kaderine razı, her geçen gün işlerin daha kötü gitmesinden şikâyet etmeyen ya da şikâyeti varsa kendi içerisine taşıyan bir ülke görünümündeyiz. Belli bir süredir bu var. Bu aslında iktidarın bir başarısı. İktidar kendisi ilerletemediği için ülkenin sabit bir yerde kalıp kaderci bir şekilde sesini çıkarmadan kaderine razı bir şekilde oturmasını, hareketsiz kalmasını gerçekleştirebiliyor.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
İşte burada hareketi sağlayabilecek olanlar, bu yaşanan sorunlardan özellikle bir derecede rahatsız olanlar her geçen gün daha da yoksullaşanlar. Bakan kendisinin döviz kurlarına bakmadığını söylemiş, ama insanlar bakıyorlar. Mesela Bakan’ın yeni ekonomi politikası açıklamasından sonra döviz kurlarının inmek yerine çıkıyor olmasına bakıyorlar ve en sıradan insan da bu işte çok ciddi bir terslik olduğunu görüyor. Onun ötesinde, döviz kurlarına bakan insanlar, bu döviz kurlarının artmasıyla beraber kendi kazandıkları, kazanmaya çalıştıkları paranın değerinin azaldığını da görüyorlar. Ve bundan doğrudan mağdur olduklarını da görüyorlar. İnsanların rahatsızlıklarını, sorunlarını kendiliğinden dile getirmesini beklemek çok gerçekçi olmayabilir. Birçok vesileyle hep şu soruluyor — özellikle sosyal medyada da görülüyor, çünkü onun dışındaki medya artık etkisini büyük ölçüde yitirmiş durumda ve medyanın starları, bugünün Türkiye’sinin medyasının, büyük medyanın büyük isimleri, kadın-erkek fark etmiyor, Amerika’daki bir pop-stara laf yetiştirmeye ve bunu çok banal bir şekilde yapmaya odaklanmış durumda; hep söylenen şu oluyor: “Niye bu halk isyan etmiyor?” vs.. Böyle bir şeyi beklemek hiç gerçekçi değil, doğru da değil.
Önemli olan insanların memnuniyetsizliklerini, rahatsızlıklarını siyaset diline tercüme edebilmek ve burada yepyeni bir Türkiye’yi yaratmanın dinamiklerini hayata geçirebilmek. Ve bunun da esas yüklenicilerinin, üstlenecek olanların siyasetçiler olması gerekiyor. Siyasetçilerin bütün her şeyi iktidarın kendi kendine tükenmesine havale edip ve bu arada da “Toplum bir şeyler yapıyorsa ne âlâ” diye kenarda durmasının çok fazla bir anlamı yok. Neyi nasıl yaparlar o onların işi. Biz gazetecilerin kimseye akıl verme falan gibi bir derdimiz olmaz, gereksiz ve anlamsız bir şey. Ama siyasîlerin her geçen gün insanların daha da ağırlaşan somut sorunlarına karşı somut cevapları verebiliyor olmaları ve bu cevapların hiçbir şekilde iktidar tarafından verilmediğini, verilmesinin de mümkün olmadığını inandırıcı bir şekilde anlatabilmesi gerekiyor.
Başa dönecek olursak, yeni bir ekonomi programı açıklandı. Açıklandıktan kısa bir süre sonra eskidi, üzerinde çok da fazla bir şey konuşulmadı, konuşulmayacak. Söylenen, öngörülen rakamların gerçekleşmesinin imkânsız olduğu şimdiden söyleniyor. Kısa bir süre içerisinde bu imkânsızlık daha da net bir şekilde ortaya çıkacak ve Türkiye “yeni” kavramı altında, kendi yerinde sayan, hatta geriye doğru giden bir ülke olmaya devam ediyor maalesef. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.