Partisinin Diyarbakır 1. Olağan Kongresi’nde konuşan DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Kürt sorunu, kayyum politikası, işkence ve ekonomi başta olmak üzere birçok konuya değindi. Kayyum uygulamalarını eleştiren Babacan, “İktidar seçimle kazanamadığı her belediyeyi hukuksuzca ele geçirmeye çalışıyor. Seçimde kaybettiği şehirlere kayyum atıyor. Sadece belediye başkanları görevden alınmıyor, belediye meclisleri de çalışmaz hale getiriliyor. Vatandaş oy vermiş, birilerini Meclis’e seçmiş, birilerini başkan seçmiş kimin umurunda! Şunu açıkça görüyoruz: İktidarın kayyum politikası, kazanamadığı seçimlerde halkı cezalandırma yöntemine döndü” dedi. Babacan Kürt meselesi konusunda ise hızla 1990’lara dönüldüğünü söyledi.
Diyarbakır’da önce Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’nda kentteki iş camiasını temsil eden sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ile görüşen DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, daha sonra partisinin il kongresine katıldı. CHP, İYİ Parti ve Gelecek Partisi Diyarbakır il başkanlarının da katıldığı kongrede, Kürtçe ve Türkçe müzikler çalındı. Kürtçe müzik eşliğinde salona giren Babacan’a partililerin büyük ilgi gösterdiği görüldü.
Kongrede, Türkiye’deki yargının durumu, Kürt sorunu, kayyum politikası, işkence ve ekonomi konularında detaylı açıklamalarda bulunan Babacan’ın konuşmasının satır başları şöyle:
“İktidar ve ortağı, kendilerine göre tek tip insan kitlesi oluşturma gayretinde”
“Ben bugün bu kürsüden sadece Diyarbakır’a değil, bütün Türkiye’ye seslenmek istiyorum. Ülkemiz zor zamanlardan geçiyor. Ülkemizde bir adalet sorunu var. Haksızlık, hukuksuzluk almış başını gitmiş. İnsan hakları ayaklar altında. Özgürlüklerimizin her biri yavaş yavaş elimizden alınıyor. İfade özgürlüğü kalmadı. Fikrini söyleyenler işten atılıyor, tutuklanıyor. Sosyal medyada eleştiri yapan gençler evlerinden alınıp götürülüyor. Gazeteciler haber yaptıkları için yargılanıyor. Yargının en üst mahkemesine tehditler savruluyor! İktidar partisi ve küçük ortakları, kendilerine göre bir ‘makbul vatandaş’ kitlesi, ‘tek tip insan’ kitlesi oluşturma gayretinde. Hukuk devletini hiçe sayan bu anlayışı asla kabul etmeyeceğiz. Kim ne derse desin biz, insan haysiyetini, hak ve özgürlükleri, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, kuvvetler ayrılığını savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Biz, adil olacağız. Biz, bu ülkedeki her bir bireyin eşit ve özgür vatandaş olması için mücadele edeceğiz! Unutmayalım ki devlet insan için vardır. Hiçbir şey insan onurundan, insan haysiyetinden daha önemli değildir. Biz hazırız. Türkiye’nin DEVA’sı bunları gerçekleştirmek için hazır.”
“Yeni ortağın saplantıları ile atılan adımlar, yeniden Kürt sorununu oluşturdu ve sorun gittikçe büyüyor”
“Biliyorum tüm bu adaletsizliğin ortasında, hukuksuzluğun ortasında, bugünün Diyarbakır’ında konuşulması gereken en önemli konulardan birisi Kürt meselesidir. Kürt meselesini, sizlere, Diyarbakırlılar’a anlatmaya çalışmayacağım. Sizler bu meseleyi iyi biliyorsunuz, bizzat yaşıyorsunuz. Onun içindir ki bugün bu kürsüden, 5 bin yıllık tarihinde nice medeniyete ev sahipliği yapmış bu kadim topraklardan; bu güngörmüş, bu çilekeş şehirden bütün Türkiye’ye sesleneceğim. Evet, konumuz Kürt meselesi. On yıllarca ‘Sözde Kürt sorunu’ denilerek inkâr edilen, ancak 2000’li yılların başında adı konulabilen ama ne yazık ki bugün yine yasaklı bir söz haline gelmeye başlayan Kürt meselesinden bahsedeceğim bugün. Biliyorsunuz, ‘Kürt sorunu’ lafı bugünkü rejimi en fazla rahatsız eden söz haline gelmiş durumda. ‘Neleri eksik ki? Ne diye hâlâ Kürt sorunu deyip duruyorsunuz’ diyorlar. Kabul etmeliyiz ki mevcut iktidar partisinin ilk döneminde, Avrupa Birliği sürecinin hızlanmasının da katkısıyla, cesur reformlar gerçekleştirmişti. Peki şimdi durum ne? Bazı temel reformlar dışında çok fazla bir şey kalmadı geriye. Ülkeyi yönetenlerin son yıllardaki tarzı, üslubu, kendilerine buldukları yeni ortakların saplantıları doğrultusunda atılan adımlar, yeniden Kürt sorununu oluşturdu ve sorun gittikçe büyüyor. Aslında bu sorun, tüm ülkemizi, tüm vatandaşlarımızı ilgilendiren temel sorunların da yansıması. Şu anda toplumumuzun tüm kesimlerini etkileyen ve yeniden hızla büyüyen bir hukuk sorunumuz var. Adalet sorunumuz var. Hızla büyüyen bir eşit vatandaşlık sorunumuz var. Her şey 2005 yılında o günkü başbakanın Diyarbakır konuşmasında ‘Kürt sorunu vardır ve benim sorunumdur’ sözleriyle başlamıştı. Ve her şey 2015’te aynı kişinin ‘Kardeşim ne Kürt sorunu ya? Artık Kürt sorunu yok, daha ne istiyorsun?’ sözleriyle bitti.”
“İktidar, kazanamadığı belediyeyi hukuksuzca ele geçiriyor”
“Seçilmiş belediye başkanlarını makamlarından indirip yerine atanmış kişileri oturtuyorlar! Hem de bir, iki değil. 48 belediyeye kayyum atandı. altısına da kazandıktan sonra YSK mazbata vermemişti zaten. Halk iradesi, seçme ve seçilme hakkı ayaklar altında. Seçimler adeta bir aldatmaca haline getirilmiş. İktidar seçimle kazanamadığı her belediyeyi hukuksuzca ele geçirmeye çalışıyor. Seçimde kaybettiği şehirlere kayyum atıyor. Sadece belediye başkanları görevden alınmıyor, belediye meclisleri de çalışmaz hale getiriliyor. Vatandaş oy vermiş, birilerini Meclis’e seçmiş, birilerini başkan seçmiş kimin umurunda! Şunu açıkça görüyoruz: İktidarın kayyum politikası, kazanamadığı seçimlerde halkı cezalandırma yöntemine döndü. Kimse halkının oyunu gaspedemez. Seçimlere ve seçim sonuçlarına saygı gösterilmesi demokrasinin temelidir. Bizim sözünü verdiğimiz Türkiye’de, bağımsız ve tarafsız yargıdan başka hiç kimse seçilmiş bir insanı görevden alamayacak. Seçilmişlerin güvencesi, seçmen iradesinin güvencesidir. Biz, seçmen iradesinin her türlü iradeden üstün olduğuna inanıyoruz. Seçmen iradesi gaspedilemez! DEVA Partisi tüm Türkiye’nin, tek tek her birinizin oyunun güvencesi olacak.”
İşkence ve faili meçhul cinayetler
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
“Bu şehir, 12 Eylül’ün işkenceleriyle anıldığı gibi hukuksuz pek çok fotoğrafa da sahne oldu. 2002 sonrasında gerçekleşen en önemli değişiklik, faili meçhul cinayetlerin son bulması ve ‘işkenceye sıfır tolerans’ uygulamasıydı. Bunlar elbette hayati önemde adımlardı. Ama ne yazık ki bugün bambaşka bir noktadayız. İki sene evvel Van’da mantar toplayan köylülere işkence uygulayan ve ‘terörist’ diyenler, yargının köylülerin masumiyetini ispatlaması karşısında özür bile dilemedi. Hatta birkaç hafta evvel yine Van’da, helikopterden atıldığı iddia edilen vatandaşlarımız hastaneye kaldırıldı. Gözaltına alınanlardan Servet Turgut, yoğun bakımdan çıkamadan ne yazık ki vefat etti. Yetkililer olayın soruşturmasının sürdüğünü söylüyor. Dosya hakkında gizlilik kararı olduğu için soruşturmanın hangi aşamada olduğunu da bilmiyoruz. Ama sorarım size, bildiğimiz kadarı bile, bize çok şey anlatmıyor mu? 2000’li yıllarda sıfırlanan işkencenin ve faili meçhul cinayetlerin geri dönüşünün alarm zillerini duymuyor musunuz? Son dönemde duyduklarımız, 90’lı yılların karanlığında karakolların kapısından canlı girip bir daha çıkamayan kurbanları çağrıştırmıyor mu? Bu halk, bu şehir, bu bölge, bu ülke bunu hak etmiyor. Suçu işleyen kim olursa olsun, isterse kamu görevlisi olsun, hukuki ve idari işlemler sonuna kadar adalete uygun olarak yürütülmelidir. Türkiye’de yaşayan her bir bireyin tüm haklarının güvencesi olmak için biz hazırız. Bu ülkede kimse kimliğinden, siyasi fikrinden, düşüncesinden ötürü, hiçbir koşulda kötü muamele göremez, görmeyecek!”
Kobani olayları soruşturması
“2014 yılında yaşanan ve 53 kişinin ölümüne yol açan şiddet olaylarının soruşturulmasına itiraz etmek, hukuk devletini savunan hiç kimse için mümkün değildir. Yargı tabii ki gereğini yapmak zorundadır. Ama yargıdaki dosyalar da ülkeyi yönetenlerin elinde, işlerine gelince rafa kaldırıp, ihtiyaç duyduklarında raftan indirip kullanacakları baskı ve şantaj malzemeleri değildir. 2015 yılının şubat ayında, yani Kobani olaylarından dört ay sonra, hükümet üyeleri Dolmabahçe’de mutabakat metni okurken dört ay önceki Kobani ile ilgili çağrıdan haberdar değiller miydi? Elbette haberdardılar. Ama o tarihlerde çözüm süreci devam ediyordu ve Dolmabahçe’deki o fotoğrafa ihtiyaçları vardı. Yıllar geçti, aynı kişilerin bu sefer ihtiyaçları değişti. Bugün ise küçük ortakların peşine takılmış, hızlı adımlarla 90’ların Kürt politikasına doğru koşan yönetimin birilerini düşmanlaştırmaya ve muhalefet partilerini tehdit etmeye ihtiyacı var. Ancak, unutmayalım ki güçler ayrımının net olduğu bir hukuk devletinde yargı siyasi amaçlara hizmet etmek için bir araç olarak kullanılamaz. Bu tablo kabul edilemez. Türkiye’yi yönetenlere sesleniyorum: Demokratik yollarla siyasi mücadeleye inanmış vatandaşlarımıza, âdeta ‘seçimler gereksiz’ duygusu yaşatarak, zaten büyümekte olan Kürt meselesini daha da büyütmeyin. Zaten büyük ölçüde işlevini yitirmiş olan bir Meclis var. Oradaki seçilmiş siyasetçileri keyfi yargılamalara maruz bırakmayın. Daha dün çözüm sürecinde birlikte çalıştıklarınızı, şimdi apar topar düzenlenen fezlekelerle tutuklatmayın.”
“Biz ısrarla demokrasiyi savunacağız”
“Biz, demokratik zemini daraltanlara ve meşru siyaset kanallarını engelleyenlere karşı ısrarla demokrasiyi savunacağız, çözümün siyasette olacağını savunacağız. Biz oyunuza, iradenize ve hatta tüm seçtiklerinize sahip çıkmak için buradayız. Onlarca yıldır terör eylemleri düzenleyen, gencecik çocuklarımızı dağa çıkmaya zorlayan, vatandaşlarımıza baskı yapan, siyasetin alanını daraltan bölücü terör örgütüne sonuna kadar karşıyız. Oluşturduğu güvenlik sorunları nedeniyle bölgenin kalkınmasının önünde en önemli engel olan, bölgeye yatırım yapmak isteyenleri ürküten, yeni istihdam oluşmasının önüne set çeken terör örgütüne sonuna kadar karşıyız. Yöntem olarak şiddeti seçen ve ölümden beslenen tüm yapılara karşıyız. Terör örgütleriyle mücadele, çok yönlü bir mücadele olmalıdır. Sadece güvenlik enstrümanları değil, diplomasi ve uluslararası siyasi ilişkiler de ustaca kullanılmalıdır. Biz halkımızın kamu birimlerinin hukuksuz baskısı ile terör örgütünün baskısı arasında sıkıştırılmasına asla izin vermeyeceğiz. Biz sokaklarda TOMA’ların olmadığı, sabaha karşı operasyonların yapılmadığı bir Diyarbakır için buradayız. Biz analar ağlamasın diye buradayız. Biz demokratik siyaset için hazırız. Buradayız. Öte yandan, yapılan hukuksuzluklar terör eylemlerini asla meşrulaştıramaz. Terör eylemlerinin varlığı da devletin hukuk dışı uygulamalarını meşru kılamaz.”
“Vatandaşın demokratik haklarını elinden alanları kimse hayırlı anmayacak”
“Eğer böyle giderse, şimdi yeniden Kürt sorununu dirilten, vatandaşlarımızın demokratik haklarını elinden almaya çalışan hükümeti ve küçük ortaklarını da –açık söylüyorum- kimse hayırla anmayacak. Bu topraklarda konuşulan her bir dil, her bir lehçe bizim zenginliğimizdir. Resmi ve ortak dilimiz olan Türkçe’nin iyi öğretilmesinin yanında, anadili hakkı kapsamında bütün vatandaşlarımızın anadillerini kullanmaları ve geliştirmeleri için demokratik bir hukuk devletine yakışan bütün düzenlemeleri yapacağız. Dil de dahil olmak üzere eğitime erişimin ve eğitimde fırsat eşitliğinin önündeki her türlü engeli kaldıracağız. Bakın çok açık ifade ediyorum: Tüm Türkiye’ye, bu ülkenin bütün vatandaşlarına sesleniyorum. Biz DEVA Partisi mensupları olarak taahhüt ediyoruz ki Türkiye’nin neresinde yaşarsa yaşasın, her bir vatandaşımızın insan olmaktan kaynaklanan tüm temel hak ve özgürlükleri tanınıp, yasal ve anayasal güvenceye bağlanıncaya kadar bu mücadelenin neferleri olacağız. Temel hakların tanınması insan onuruna saygının gereğidir. Bu haklar kimseyle müzakere edilemez. Bu haklar oylamaya tabi de tutulamaz. Bu haklar bekletilemez; zamana, zemine, ‘ülkenin koşullarına’ bağlanamaz. Bu hakların birileri tarafından talep edilmesi de beklenemez. Vatandaşlarımızın analarından emdikleri ak süt kadar helal olan bütün hakları koşulsuz, pazarlıksız, müzakeresiz bir biçimde ve tek taraflı olarak derhal tanınmalıdır. Biz DEVA Partisi olarak, mevcut yönetimin, küçük ortağının peşine takılarak ortadan kaldırdığı ya da kullanılmaz hale getirdiği bütün demokratik hakları yeniden sağlayacağız. Her bir vatandaşımızın kendi kimliğiyle, çekinmeden, korkmadan, baskı ve ayrımcılığa uğramadan yaşaması için gerekli toplumsal ve siyasal ortamı oluşturmak için çalışacağız.”
“Güvenlik ihtiyacını düşman üreterek değil, dost kazanarak sağlayacağız”
“Güvenlik ihtiyacımızın düşman üreterek değil, dost kazanarak sağlanacağını gayet iyi biliyoruz. Kavgayla, düşmanlıkla elde edilecek bir çözüm olmadığını da biliyoruz. Bölgemizde ortak ilkeler ve değerler etrafında şekillenen işbirliği platformları kuracağız ve bunları koruyacağız. Merkezi insan olan, ülkemizin çıkarlarını en yüksek seviyede koruyacak bir dış politika uygulayacağız. Türkiye’yi tüm müttefikleriyle, komşularıyla ve bölge ülkeleriyle, iç siyasetlerine karışmama ilkesi çerçevesinde, yapıcı ve dengeli diyaloglar kurabilir duruma getireceğiz.”
“’Biz döviz kurlarına bakmıyoruz’ diyerek halkı cahil sanıyorlar”
“Diyarbakır’da son dokuz ayda 890 esnaf kepenklerini kapattı. Ekonominin gerçek durumunu çok iyi gördüğünüzü biliyorum. Hükümet bambaşka bir tablo sunmaya çalışsa da, hayat pahalılığı ve işsizliğin toplumumuzu nasıl etkilediğini görüyorum. Hükümet yalanlarla, çarpıtmalarla kandırmaya çalışsa da siz enflasyonu da döviz kurlarının etkisini de çok iyi biliyorsunuz. ‘Biz döviz kuruna bakmıyoruz, ilgilenmiyoruz’ diyorlar. Halkı cahil sanıyorlar. Diyarbakır esnafı işyerine ürün alırken yükselen kuru hissetmiyor mu? Diyarbakır çiftçisi mazot alırken yükselen kurdan etkilenmiyor mu? Döviz kurundaki artışın er ya da geç elektrik fiyatlarına yansıdığını bu halk bilmiyor mu? Halk her gün sokakta, pazarda, bakkalda, manavda gerçek enflasyonu da işsizliği de iliklerine kadar hissediyor. Hükümetin yaptığı yanlışlar yüzünden orta direk yıkılıyor. Bunları görüyoruz. Geçen hafta açıklanan ekonomik program Türkiye’nin fakirleştiğini ilan etmiştir. 2013 yılında 961 milyar dolara ulaşan milli gelirimizin bu yıl 702 milyara gerileyeceği, aynı dönemde fert başına milli gelirimizin 12.594 dolardan 8.381 dolara düşeceği açıklanmıştır. İsraf ve yanlış yönetim sonucu hükümetin bütçe açığı tarihin en yüksek seviyesine çıkmıştır. Türkiye her geçen gün yoksullaşıyor. Artık yeter! Biz bu yanlışların bedelini ödemek istemiyoruz. Biz, bu kötü yönetimi sona erdireceğiz. Biz bu yoksulluğu sona erdireceğiz. Ekonomiyi ehil olmayan ellerden kurtaracağız. Bu milletin kaynaklarını küçük bir zümrenin çıkarı uğruna heba eden anlayışa son vereceğiz. Merkez Bankası, TÜİK ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme (BDDK) gibi tüm kurumları yeniden ayağa kaldıracağız. İktidar olanların niyetleriyle şekillenen, keyfi kararlarla ülkenin geleceğini karartan tüm uygulamalara son vereceğiz. Hukuk devletini yeniden inşa ederek güven tesis edeceğiz. Bu ülkeyi mahrum kaldığı yatırımlara kavuşturacağız. Güven ve istikrar ortamında ülkemizi çok daha müreffeh günlere taşıyacağız.”