Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Meğer ne çok Trumpperverimiz varmış!

Donald Trump’ın yeniden seçilememesine ABD’li destekçilerine ek olarak dünyanın dört bir tarafından da üzülenler oldu. Türkiye’de bu sayının hayli yüksek olmasının farklı nedenleri var.

Yayına hazırlayan: Zelal Direkci

Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. ABD’de başkanlık yarışını Demokrat Parti’nin adayı Joe Biden’ın kazandığı kesinleşti. Her ne kadar birtakım mahkeme süreçleri olsa da, artık bu saatten sonra Donald Trump’ın ikinci kez başkan olma ihtimali kalmamış gözüküyor. Ama kendisi buna henüz razı olmuş değil. Fakat yakın çevresinden de insanların onu sakin bir şekilde çekilmeye ikna etmeye çalıştığı söyleniyor. Öte yandan Cumhuriyetçi Parti’nin önde gelen birçok ismi –eski başkan Bush da dahil olmak üzere– Biden’ı kutladılar. Dünyadan da kutlama mesajları gidiyor. Trump’ın kaybetmesinin anlaşılmasıyla beraber dünyada sevinenler ve üzülenler oldu. Daha önceki yayınlarda bunu bir şekilde ele almıştık; ama kaybetmesinin kesinleşmesiyle beraber ülkemizde epey sayıda Trumperver, Trump hayranı, Trumpsever olduğunu da görmüş olduk. 

Bu aslında bir yanıyla şaşırtıcı değil, bir diğer yanıyla şaşırtıcı. Şaşırtıcı olmaması: Trump aslında bir ortalamaya hitap ediyor. ABD’de Türkiye’de, Fransa’da, Almanya’da ve Asya ülkelerinde de böyle bir kesim var. Küresel bir olgu aslında Trump’ın duruşu. Bu anlamıyla Trump’ı kendilerine yakın gören, onun üslûbunu kendilerine yakın gören kişilerin Türkiye’de olması son derece anlaşılır bir şey; ama Trump’a bu kadar bağlı olmalarının, Trump’ın kaybından bu kadar üzülmelerinin, bir yayında söylediğim gibi Trump kaybedince sanki kendileri de kaybetmiş gibi olmalarının çok daha derin siyasî hesapları var muhakkak. Onların yanı başında, tabii ki Trump bu “hakikat-sonrası” denen dönemin çok sembol isimlerinden birisiydi ve sağ popülizmin dünyanın merkezinde de başarılı olabileceğini, siyaset ve demokrasinin, her türlü uluslararası ilişkilerin kurallarının ve kurumlarının ötesine geçilebileceğini, bunların yok sayılabileceğini ve yapanın yanına bunların kâr kalabileceğini gösteren birisiydi. Dolayısıyla Trump’ın kaybı aslında tabii ki tüm dünyada Trump gibi olanların kaybı anlamına gelmiyor; ama o dilin, o üslûbun, o yalanı her şeyin önüne çıkartan, çarpıtmayı her şeyin önüne çıkartan, üstten bir dille hep yukarıdan bakan o dilin bir anlamda kaybetmesi demek oluyor. Ve onu kendi ülkelerinde yaşamak isteyenlerin, yaşatanların da aynı şekilde aynı akıbetin kendilerini beklediğini düşünüyor olmaları gerek — ki hiç de haksız sayılmazlar.

Bir diğer yön tabii bununla çok iç içe: Türkiye’de Trump iktidarla ve iktidarı tekelinde tutan Recep Tayyip Erdoğan ile bir stratejik ilişki içerisindeydi. Türkiye ile ABD arasındaki stratejik ilişkinin ne olduğu çoktan beri tartışılan bir husus. Ancak Trump ile Erdoğan’ın arasında stratejik bir ilişki olduğu muhakkak. Erdoğan’ın Trump’a istediği zaman ulaşabildiği, Trump’ın birtakım şeyleri Erdoğan için kuralları yok sayarak aştığı ya aşmaya çalıştığı –örneğin HalkBank davasına bir şekilde müdahil olduğu– gibi haberler özellikle Amerikan basınında sık sık karşımıza çıktı. Ama bu arada unutmamak lâzım ki Trump ölçülebilir birisi değil. Dengesini kestirebilmek mümkün değil. Sürekli patlamaya hazır bir bomba gibi; özellikle Twitter’ı kullanması ve bunu da anlaşıldığı kadarıyla kendi başına kullanması nedeniyle, neyi ne zaman yapacağı, ne zaman söyleyeceği belli olmayan bir siyasetçi idi diyelim — artık bir daha siyasî kariyeri olacağını pek sanmıyorum açıkçası. Ve bu dört yıllık süreç içerisinde Türkiye’nin ve özel olarak da Erdoğan’ın canını çok ciddi şekilde acıttı. Çok ciddi şekilde sorunlara yol açtı. Şantaj ve tehdit etti. Ve hakaret etti. Ve bütün bunlara rağmen kendi iç siyaset söyleminde Batılı liderlere meydan okumayı, “Ey!” diye başlayan cümleler kullanmayı çok seven Erdoğan’ın Trump konusunda son derece ketum olduğunu gördük. Yani “Ey Macron!”, “Ey Merkel!” ya da Hollanda’ya, Belçika’ya yaptığı gibi çıkışları Trump’a yönelik görmedik. Hatta bir ara Biden’ın Türkiye’ye yönelik açıklamaları ardından yine aynı şekilde köpürülmüştü. İktidarın sözcülerinin –o zamanki seçimden kısa bir süre önceye tekabül ediyor– attıkları meydan okuma tweet’leri de hâlâ galiba ortada duruyor. Böyle bir ilişki vardı ve bu ilişki artık süremeyecek. 

Bu Türk-Amerikan ilişkilerinin çöktüğü anlamına kesinlikle gelmiyor. Hatta tam tersine Türk-Amerika ilişkilerinin yeniden düzgün bir rotaya girmesini de sağlayabilir. Çünkü önümüzdeki dönemde Türk-Amerikan ilişkileri kişiler arasından değil kurumlar üzerinden yürümek durumunda — öyle anlaşılıyor. Ve kurumlar üzerinden yürürken de birtakım kurallarla yürümesi gerekiyor, yürümesi bekleniyor diyelim. Trump döneminde ne kurumlar ne de kurallar çok fazla önemli değildi. Erdoğan ve Trump bunu birlikte kendileri yapıyorlardı. Kuralları da gerekirse görmezden geliyorlardı, kurumları da atlıyorlardı. Hatta birbirlerine kendi kurumlarını –özellikle Trump–sık sık şikâyet ediyorlardı. Böyle bir süreçti bu. Şimdi bundan dolayı çok sayıda üzülen var. Bu ilişkinin böyle sürmeyeceği ve Erdoğan’ın şu anda Türkiye’de tesis etmiş olduğu iktidar yapısıyla Biden yönetimindeki Demokrat Parti –ki Amerikan Kongresi, Temsilciler Meclisi’nde Demokratlar çoğunlukta ve onların Erdoğan karşıtı pozisyonları zaten biliniyor–, Başkan’la birlikte tabii bir de bu arada unutmamak lâzım: Senato’da şu anda iki Georgia senatörünün seçimi ikinci tura kaldı. Eğer bunların ikisini birden Demokratlar kazanırsa, zor bir şey ama ezkazâ kazanırsa, Senato’nun çoğunluğu da Demokratlara geçmiş olacak; dolayısıyla Biden’ın ve Demokratların icra konusunda önlerinde hiçbir engel kalmayacak. Ve Türkiye’yi de bekleyen çok ciddi birtakım yaptırım tehditleri var. Bunlar dosya olarak bekliyor. Trump bunları sürekli geciktirdi, erteledi. Bunlar tekrar Türkiye’nin karşısına gelebilir. Türkiye’de yerleşik bir algı var: “Demokratlarla Türk-Amerikan ilişkileri iyi gitmez, dolayısıyla Cumhuriyetçileri tercih etmek gerekir” diye. 

Bunun çok üstünkörü bir şey olduğu kanısındayım. Çünkü Erdoğan’ın iktidarının sekiz yılı Obama yönetimiyle geçti ve çok çok büyük krizlere tanık olmadık. Hatta Obama ilk denizaşırı ziyaretini Türkiye’ye yaptı ve Meclis’te konuştu. Meclis’te İslam dünyasına hitâben bir konuşma yapmış ve Türkiye ile İslam dünyasına bu kadar da önem verdiğini göstermişti. Çoğu kişi de itiraz etmişti aslında. Bu yaptığının Erdoğan’ı fazlasıyla meşrulaştırmak olacağını söylemişlerdi. Buna rağmen gelmişti ve Obama döneminde çok çok büyük, kritik krizler yaşamadık. Aslında Trump döneminde yaşanan krizler, mesela Rahip Brunson krizi çok daha sertti. Ama orada Erdoğan-Trump ilişkisiyle bunlar bir şekilde telâfi edildi ya da edildiği sanıldı. Böyle bir korku var, ürküntü var. Ve tabii ki buradan zaten sarsılmakta olan Erdoğan iktidarının Trump desteği de olmadan iyice çözülebileceği endişesi var. Bunun da nedeni ne? Seçimden hemen önce Biden’ın yaptığı bir iki açıklama. Nancy Pelosi’nin sözleri, Demokratların önde gelen kişilerinin Amerikan Kongresi’nde Türkiye hakkındaki duruşları ve yeni yönetimde görev alması söz konusu olan bazı isimler. Türkiye’nin hoşlanmadığı –Türkiye demeyelim de, Ankara’nın, Erdoğan’ın çevresinin hoşlanmadığı– bazı isimlerin özellikle Ortadoğu konusunda, dış politika konusunda önemli yerlere gelme ihtimali var. Adalet Bakanlığı’na da benzer bir şekilde atama olursa, Türkiye’yi ilgilendiren birtakım yargı süreçlerinin gelişimi de değişik olabilir. Böyle bir endişe de var. 

Dolayısıyla Trump’ın kaybına üzülen çok insan var. Ve bu üzüntülerini bir çıkar ilişkisiymiş gibi göstermemek için de Trump üzerine böyle bir kahramanlık hikâyeleri anlatmaya çalışıyorlar; sanki Trump emperyalizme karşı mücadele eden bir Amerikan başkanıymış da sonra birtakım derin yapılar onu alaşağı etmiş gibi. Halbuki derin yapılar alaşağı etmiş değil. Bayağı bir sayıda, milyonlarca Amerikan seçmeni alaşağı etti. Kendisi de hiç fena olmayan bir oy aldı, ama kaybetti. Geçen seçimde kazanmış olduğu birçok eyaleti kaybetti. Ülke çapında dört milyondan fazla oy farkı ile kaybetti. Ama bunun hiçbir önemi yok. Trump’ı sanki Amerika’daki derin yapıyı çözen, müesses nizama, onların tabiriyle establishment’a savaş açmış birisi olarak görüp küresel bir yenilgiden bahsedenler var. Bunların komplo teorisi ve hani “büyük resmi okuma” adı altında aslında komik karikatürler çizmekten fazla bir anlamı olmadığı muhakkak. Bir de tabii ki özel olarak şunu da vurgulamak lâzım: Hem Türkiye’de muhafazakâr bir çizgide olup hem de Trump’a bu kadar güzellemeler yapmak eşyanın tabiatına aykırı. Yapılan sandık çıkışı anketlerinde de görüldüğü gibi, Amerika’da yaşayan Müslümanların yaklaşık %65’i Biden’a oy verdi. Çünkü Trump açık bir şekilde İslam’a ve Müslümanlara karşı iyi duyguları olmayan, gelir gelmez onlara engeller çıkartmak isteyen ve İslam dünyasındaki ne kadar kokuşmuş yapı varsa onlarla parasal anlamda iyi ilişkiler kuran, onları gözeten bir liderdi. Dolayısıyla buradan hem muhafazakâr İslâmî, sözüm ona İslâmî bir duruşa sahip olup, hem de Trump’tan bir kahraman çıkartmaya çalışmak çok inandırıcı değil, hiç inandırıcı değil. 

Ve gerçeklerin üzerini örtme çabasından başka bir şey değil. AKP ve AKP destekçilerinin Trump’ın kaybına üzülmelerine dün yaşanan bir örnek, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Biden’ı tebrik etmesine verdikleri tepkilerde görüldü. Bence Kılıçdaroğlu akıllıca bir şey yaptı. Dünyanın birçok lideri gibi, hatta ABD’nin Cumhuriyetçi birtakım isimleri gibi, Biden’ın kazandığını kabul etti ve gayet sakin bir kutlama mesajı yayınladı. Bunun üzerine sosyal medyada bir CHP karalaması yapmaya çalışıldı. Biden’a Bİ-Don diyorlar, bundan büyük bir ihtimalle geri adım atacaklar. Ama şimdi, daha devir teslim olana kadar Biden’ı kötüleme, karalama kampanyaları olabilir. Ama sonra, biliyoruz, “Dün dündür bugün bugündür” ve hiçbir şey olmamış gibi Biden’la iyi ilişkiler kurmaya çalışılacak. Türkiye’nin çaresi yok, Erdoğan’ın da çaresi yok. Burada Türkiye’nin yeni Amerikan yönetimi ile küsmesi, onunla uzak durması, hele onunla kavga etmeye kalkmasının hiçbir anlamı olmayacak. Ve hiçbir mümkünatı da olmayacak. Nasıl gerçekleşebilir? Bu olabilecek bir şey değil. Yani olaylar belli bir aşamada normalleşecek, orası muhakkak ya da normalleşmeye doğru sevk edilecek. Ama bu aradaki dönemde Trump üzerinden ve Biden üzerinden, seçime hile katıldığı iddiaları üzerinden birazcık içlerini boşaltacaklar — öyle diyelim, birazcık rahatlayacaklar. Komplo teorileri uçuşacak. Türkiye’de 31 Mart’tan sonra olduğu gibi, hiçbir mesneti olmayan “Çünkü çaldılar” şarkısı şimdi Trump için söylenecek. Ama bunların hiçbir anlamı olmayacak.

Trumpperverlerin garip bir bölümü de aslında kendilerini Trump düşmanı, Trumpsevmez olarak gösterenler; ama Trump’ı bir kader olarak ABD’ye ve tüm dünyaya dayatanlar. Bunlar da çok ısrar ettiler Trump’ın yeniden kazanacağı konusunda. Hileyle kaybettiği iddialarını pek destekleyemiyorlar, çünkü bunun rasyonel bir izahı yok. Herhangi bir delil vs. ortaya sürülebilmiş değil. Ama bunun yerine ne yapıyorlar? “Bu seçimi kaybetmiş olabilir, ama bu defter kapanmadı, nasıl olsa bunun potansiyeli var; bu kötülük potansiyeli hep önümüzde” gibi bir perspektifle, hani “gerçekçi olma” adı altında o hep karşımıza çıkan karamsarlık pompalanmak isteniyor. Ve bu yapılırken aslında Trump’a hiç hak etmediği kadar büyük bir önem ve anlam atfediliyor. Trump’ın o kadar önemli ve anlamlı birisi olduğu kanısında değilim. Hiçbir zaman böyle düşünmedim. Amerikan sisteminin içerisinde bulunduğu çok ciddi bir boşluktan çok iyi bir şekilde istifade etti. Birçok şeyin denk gelmesiyle ABD’nin başına geçti ve dört yıllık icraatı da zaten baştan sona fecaatti. Ekonomi anlamında iyi şeyler yaptığı söyleniyor ve ekonomik anlamda bir başarı gösterdiği söyleniyor ve Kovid olmasaydı yeniden kazanırdı deniyor. Olabilir çok emin değilim. 

Ama Trump, bugün ABD’nin başında olması Amerikalılara ve tüm dünyaya belli bir anlamda hakaret olan birisiydi. Ve bir şekilde gitti. Gelen kişilerin çok iyi olamayacağı, böyle her şeyi güllük gülistanlık hale getirmeyeceği muhakkak. Burada daha önce de söyledim: Biden bir beyaz atlı prens değil; zaten yaşını başını almış, görev süresini tamamlayıp tamamlayamayacağı bile belli olmayan tutuk birisi Biden. Zaten işin ilginç tarafı da bu. Böylesine tutuk birisinin, böylesine düşük profilli birinin bile kazabilmiş olmasının çok daha ciddi anlamları var. Ve zaten hep gözler Kamala Harris’e, yani ilk kadın başkan yardımcısı olan Kamala Harris’e çevrilmiş durumda. Onlar neyi nasıl yaparlar? Açıkçası çok pembe bir tablo çizebileceklerini sanmıyorum. Ama en azından şöyle bir şey olacak: Öngörülebilir birtakım politikalar; kurallar ve kurumlarla yürüyen bir Amerikan politikası — gerek Amerikan iç politikasında gerek Amerikan dış politikasında. Ve bu anlamda da Türk-Amerikan ilişkilerinde, ABD-Transatlantik ilişkilerinde, yani Avrupa ile ilişkilerinde, Çin ve Rusya ile ilişkilerinde daha kestirilebilir politikalar olabileceği tahmin ediyorum. Ve belli bir normalleşme olacak.

Sorun şu: Normal olan sistem iyi bir sistem değildi; ama Trump’ın getirmeye çalıştığı sistem bu kötünün daha kötüsü bir şeydi. Şu anda biz kötünün iyisi gibi bir yere doğru gidebiliriz. Bu yine de, küçük çaplı da olsa umudun yeşerme imkânını sunabilir. Ama Trump’ın ikinci kez kazanması halinde Türkiye başta olmak üzere özellikle Batılı olmayan ülkeler, hatta Batılı ülkeler de bir şekilde çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacaktı. Öngörülemez sorunlarla karşı karşıya kalacaktı. Ve Trump’ın o dört yılda yaptığı büyük tahribat, özellikle uluslararası kurumları felç etmesi, birçoğunu çalışamaz hale getirmesi, birçok şeyden para yardımını kesmesi, anlaşmalardan çekilmesi gibi bir yığın olay yaşadık. Herhalde Biden ve Kamala Harris bunları büyük ölçüde telâfi etmekle bayağı bir uğraşacaklar. En azından çarklar bildiğimiz şekliyle, eski şekliyle devam edip dönmeye devam edebilir. Bu eski çarkların eski şekliyle dönüşünün muazzam bir şey olmadığı muhakkak — onu tekrar vurgulamak istiyorum. Ama Trump’ın bir devrimci, bir âsi, bir isyankâr, bir anti-emperyalist ve müesses nizamı yıkıp halkın yönetimini getiren birisi olmadığı da çok çok aşikârdı. Bir talancı ahbap-çavuş sistemini ABD’ye iyice monte etmeye çalıştı ve belli bir yerden sonra Amerikalılar kendisine dur dediler. Kendisi çok üzgün ve Türkiye’den de üzülenler var. O da üzülsün Türkiye’deki Trumperverler de üzülsün; çünkü dört yıl boyunca çok keyif çattılar ve dünyanın büyük bir kısmının mutsuz olmasına neden oldular. Şimdi en azından bir süreliğine de olsa üzülmek onların sırası diyelim. Noktayı koyalım. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.