Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yol ayrımındaki Erdoğan: Ruşen Çakır ile Murat Yetkin tartışıyor

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Gazeteci, meslektaşım ve arkadaşım Murat Yetkin ile AK Parti içerisinde olanları konuşacağız. Merhaba, Murat.

Murat Yetkin: Merhaba, Ruşen.

Çakır: Dün peş peşe iki olay oldu. Birincisi, Bülent Arınç, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’ndan istifa etti. Daha sonra AK Parti’nin MYK’sında, eski Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan’ın disipline verilmesi oybirliğiyle kabul edildi. Bir günde iki büyük olay. Bülent Arınç’ı herkes bilir, ama İhsan Arslan’ı herkes çok fazla bilmez; meraklılar ve AK Parti’yi bilenler iyi bilir. Biliyorsun, oğlu Mücahit Arslan öndeydi, şu anda hâlâ milletvekili. Bu iki olayın aynı anda olması, herhalde bir rastlantı değil. Sen zaten günlerdir Yetkin Report’ta bunu yazıyorsun. Ben de günlerdir bunu konuşuyorum. Kemal Kılıçdaroğlu senin yazılarından kopya çekti herhalde ki bugün “Bülent Arınç gibi AK Parti içinde değişim isteyenler var. Ama küçük ortak, büyük ortağı rehin aldı” diye bir açıklama yaptı.

Yetkin: Şimdi benim başımı belâya sokma.

Çakır: Evet, bu “rehin alma” meselesini biraz açar mısın? Yazdığın yazılarda bunu özellikle vurguluyorsun sen. Burada neyi kastediyorsun? Biraz açarsan tartışmayı buradan başlatalım.

Yetkin: Tabii. Ondan önce, kütüphanemden, İhsan Arslan’ın yeni çıkan kitabı Aklımda Kalan’ı aldım. Burada gerçekten öyle önemli şeyler söylüyor ki. Okuduğum zaman, bana da, “Galiba orada bir şeyler oluyor” dedirtti. Nitekim oldu.

Çakır: Zaten onun bir öyküsü var. Biliyorsun o kitabı bizim Ayşe Karabat yaptı.

Yetkin: Evet, Ayşe Karabat yayına hazırlamış. Uzun uzun sohbetler etmişler. Ayşe bir kısmını İhsan Arslan’ın ağzından, bir kısmını da kendi izlenimi gibi yazmış.

Çakır: Onun şöyle bir öyküsü oldu: Kitap bana geldi. Ben Diyarbakır’daki arkadaşımız Ferit Aslan’a “Hemen İhsan Bey ile bir yayın yap” dedim. Kabul etmemiş. Sonra ben de senin gibi kitabı karıştırdım, “Yayın yapmadan olmaz” dedim. Bu sefer ben aradım İhsan Bey’i ve ikna ettim. BBC Türkçe’ye de söyleşi vermiş. Bizde de Ferit Aslan kendisiyle bir söyleşi yaptı. Sadece kitapla kalsaydı, belki başına bir şey gelmezdi, ama konuşunca başına bu geldi.

Yetkin: Evet.

Çakır: “Rehin almak” dedik, buradan gidelim.

Yetkin: Aslında 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi günlerinde yazdığım birkaç yazı vardı. Sadece ben değil, başka meslektaşlar da bunu yazdı; ama ben yazdığım şeyi çok net hatırlıyorum. O zaman, “Artık bir dönem kapanıyor, bundan sonra AK Parti, bir dava partisi olmaktan çıkıyor, bir kişi partisine dönüşüyor. Dava artık liderdir” dedim. Çünkü o zaman Abdullah Gül gayet sert bir şekilde tasfiye edilmişti. Erdoğan, Abdullah Gül’ü tasfiye etmek için Ahmet Davutoğlu’nu öne çıkardı. Sonra Ahmet Davutoğlu’nu tasfiye etmek için Binali Yıldırım’ı öne çıkardı. Sonra Binali Yıldırım da buharlaştı. En son, İstanbul Seçimi’nde Ekrem İmamoğlu’na karşı kaybetti. Şimdi görüyoruz ki, Bülent Arınç Yüksek İstişare Kurulu’nda âdeta yedekte ya da kızakta tutuluyordu. Bir parantez açayım Ruşen. Bu dönem, “yüksek” olmayan hiçbir şey yok. Biz üç kişi gidip bir kulüp kursak, adı “Yüksek Kulüp” oluyor… 

Gelelim Bülent Arınç ve İhsan Arslan’a. Sen de biliyorsun, İhsan Arslan, AK Parti’nin kuruluşundaki gizli aktörlerden. Kendisi, İslâmî çevrelerin insan hakları derneği olan MAZLUM-DER’in de kurucusu. Bütün başörtüsü protestolarını o yürüttü. Ayrıca, özellikle muhafazakâr seçmenle çok organik bağları olan birisi. Bülent Arınç ve İhsan Arslan, aynı gün, partinin âdeta dışına itildiler. Burada Milliyetçi Hareket Partisi etkisini görmemek imkânsız. 

Sen dünkü iki olayı saydın; müsaadenle ben bir üçüncüyü eklemek istiyorum. Bu da senin soruna cevap olur: Milliyetçi Hareket Partisi, Devlet Bahçeli, Erdoğan’a âdeta –benim tâbirimle– “seçim diyetini ödetiyor”. Sen “rehin” sözcüğünü kullanıyorsun; aynı kapıya çıkıyor. Artık Arınç’ın gitmesi belli oldu. “Sakın Arınç’ı tutma” derken, aynı Meclis konuşması içinde, Kılıçdaroğlu’nun da başını istedi. Erdoğan’a “Arınç yetmez, Kılıçdaroğlu’nu da içeri atacaksın” diyor. 14 Kasım’da Kılıçdaroğlu hakkındaki son fezleke. Türkiye siyasî tarihinde ilk defa olan bir şey. Milliyetçi Hareket Partisi’nin genel başkan yardımcıları toplanıyor, âdeta “halk mahkemesi” kurar gibi, Kılıçdaroğlu’nu suçlu buluyorlar. Neden? Çünkü Kılıçdaroğlu, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın sürekli tutuklu olarak yıllarca hapiste bırakılmasına ve böyle yargılanmasına itiraz etti. Gerekçe de aynı. Erdoğan, gündüz saatlerinde, “Bülent Arınç’ın, terörist Selahattin Demirtaş’ın kitabını tavsiye etmesi beni çok rencide etti” dedi. Yani aynı nedenlerle oluyor. Şimdi bir de, Kılıçdaroğlu’nun âdeta başını istiyorlar. Milliyetçi Halk Partisi Kurulu tarafından, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na bir suç duyurusunda bulunuluyor. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da MHP’nin suç duyurusu üzerine, Kılıçdaroğlu aleyhine 14 Kasım’da fezleke hazırlayarak, TBMM’ye gönderiyor. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı ise Yüksel Kocaman. Hatırlayacağız: Eylül ayında, bütün devlet kademesinin katıldığı dillere destan bir nikâh töreniyle evlenmiş ve o zaman manşetlere çıkmıştı. Kılıçdaroğlu hakkında, Demirtaş ve Kavala’nın tutukluluğunu ve yargılanma şeklini eleştirdiği için, “suç ve suçluyu övmek” nedeniyle dokunulmazlığının kaldırılması ve 3-3,5 yıl hapis cezası isteniyor. Bunları alt alta koyduğumuzda, Bahçeli’nin isteklerinin yerine getirildiği, istemediklerinin de yerine getirilmediği bir işleyiş var. Bunu nasıl adlandırmak lâzım?

Çakır: Murat, burada şöyle bir soru yok mu? Bizim gördüğümüz ya da gördüğümüzü düşündüğümüz şeyi, Türkiye’deki en deneyimli siyasetçilerden olan Erdoğan da görüyor herhalde. Ama anladığım kadarıyla, bir mecburiyet durumu var. Ben hep şöyle düşünüyorum ve birçok yayında da bunu söyledim: Erdoğan, buradan kurtulmak istiyor ama zamana ihtiyacı var; bunu zamana yaymak istiyor. Bahçeli de, ona zaman vermemek için çok büyük hamlelerde bulunuyor. Çakıcı hamlesi, Kılıçdaroğlu’nu doğrudan hedef alması, Arınç’a söylediği çok sert lâflar gibi hamleler. 

Yetkin: Bülent Arınç’a “ahmak” dedi. Hiç değilse AK Parti’den birilerinin çıkıp, “Bülent Arınç ağabeyimizdir” demesini beklerken, ilk darbe, Yüksek İstişare Kurulu üyesi ve Arınç’tan sonra Meclis Başkanlığı görevini üstlenen Mehmet Ali Şahin’den geldi. Şahin öyle bir lâf etti ki. “İçeride konuşacağımız şeyleri kalkıp dışarıda konuşmasını yanlış buluyorum” deyince, “ağabeylik” hukuku da kalmadı. Zaten oradan meseleyi anladık. Sonra, AK Parti yönetimi adına Ömer Çelik’in yaptığı o açıklama… Sokak diliyle konuşacağım, izleyenler kusura bakmasın ama, teneke çalınması eksik kaldı bir. Bu kınama yarışına girenler, “Yarın öbür gün, benim başıma da gelecek” diye düşünemiyorlar. Ahmet Davutoğlu, yıllarca Dış Politika Danışmanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık yaptı. Şu anda en kötü, ağza gelenin söylendiği bir adam. Ali Babacan, 2002’den 2015’e kadar, yıllarca bütün AK Parti ekonomi politikalarının kaptanıydı; şu anda en kötü adam. Böyle bir kültür oluşuyor. Bu kültürde temize çıkan tek kişi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Diğer herkes, sanki harcanabilir. “Peki, Bahçeli harcanamaz mı?” desem bir çelişki olarak görülebilir. Erdoğan açısından Bahçeli defterden silinemez mi? Bence silinebilir. Ama şu anda Bahçeli’nin kredisi o kadar yüksek ki. Erdoğan koltuğunu ona borçlu. Bahçeli de, “Bak arkadaş, o koltuğu bana borçlusun” diye bunu sürekli hatırlatıyor. Hatta Bahçeli dünkü konuşmasında, “Rotadan çıktığımız söyleniyor, böyle bir şey yok” diye rahatsızlığını çok açık ifade etti. Dün Bahçeli’nin yaptığı konuşmasındaki bir cümleyi, bugün Erdoğan, “Bu ittifak gizli ya da açık pazarlıklarla kurulmamıştır” diyerek, Bahçeli’nin cümlesini noktasıyla, virgülüyle, aynen tekrar etti. Böylelikle âdeta ittifak tazelendi.

Çakır: Demin “Sırasını bekliyorlar” dediğin hususla ilgili şöyle bir düşüncem var: Sonradan gelenleri saymazsak, MYK’da yer alanların bir kısmını biliyorum. O kişileri de bildiğim için, İhsan Arslan’a oybirliğiyle disiplin kararı veren isimlerin büyük bir kısmı, aslında İhsan Arslan gibi düşünüyor. Hatta ondan daha sert şeyler düşünüyor.

Yetkin: Yolda karşılaştıklarında “İhsan ağabey” diye saygıda kusur etmedikleri birisi. Gerçekten şu anda Ankara’da insanın başı dönüyor. Etrafta öyle bir ikiyüzlülük, çark etme, manevra alma çabası var ki, inanılır gibi değil.

Çakır: Peki bu “reform” meselesine gelelim. Hâlâ bir “reform” lâfını söyleyip duruyorlar. Hatta Bahçeli de “Cumhur İttifakı, Başkanlık Sistemi ve reform” dedi. Bunların aynı anda olabilmesinin imkânı yok, öyle değil mi? 

Yetkin: Var. Bizim memlekette, iyimser duyduğu şeye hemen atlayan çok saf vatandaşlarımız vardır. Bu, entelektüeller arasında daha da fazla maalesef. Bunun bir tek yolu var: Bir yargı reformu hazırlanıyormuş. Efendim, yargı reformu çıkarılacak. Bu yargı reformuyla, hâkim ve savcıların özlük hakları artırılacak. Yargı reformu, yatırımcının Türkiye’ye daha kolay gelmesini sağlayacak filan. Bunları taslağı görmeden söylüyorum. Çünkü taslağı daha grup başkanvekilleri bile görmüş değil. Beştepe’de birileri hazırlıyor. Meclis Grup başkanvekillerine “İçinde ne var?” diye sorduğunuzda, “Vallahi bekliyoruz” diyorlar. Böyle bir durum var. Atıyorum: “Daha iyi yatırım gelsin diye, Vergi Usul Kanunu’nda şu şu değişikliği yaptık.” Bunlara “reform” dendiği zaman, millet de, “A! Ne kadar güzel bir reformmuş, bir de inanmıyorduk” diyecek. 

Bugün, Anayasa’nın 138. Maddesi’ne bir vurgu yapıldığını işittik. Bu maddede, yargı bağımsızlığı, mahkemelerin ve yargıçların bağımsız olması hatırlatılıyor. “İşte bağımsızsınız. Dediğimi yapın” gibi, âdeta “Hükümetin, Erdoğan’ın, Milliyetçi Hareket Partisi’nin dediklerini yapmakta bağımsızlar” gibi bir anlam dahi çıkıyor. Burada durumdan vazife çıkarıp işleme geçmek isteyen olmasın. Öyle dedi demiyorum, ama bu iş neredeyse buraya gidiyor. Anayasa Mahkemesi, işe gelmeyen bir karar aldığında yerin dibine batırılıyor. Anayasa Mahkemesi işe gelen bir karar aldığında, “Anayasa Mahkemesi kararlarını niye uygulamıyorsunuz?” oluyor.

Çakır: Reform meselesi, iç kamuoyundan çok, dış kamuoyuna ve Batı yönetimlerine yönelik bir mesaj. O anlamda, ne kadar inandırıcı olduğu meselesi, daha çok Batı’yı ilgilendiren bir husus. Batı’nın taleplerini de biliyoruz. Osman Kavala konusunda bu kadar bağırıyorlar ama, her Batılı lider Erdoğan ile görüştüğünde Osman Kavala’nın adını anıyor. Bir bu realite var. Bir diğer realite de, Türkiye’deki medya çok fazla büyütmüyor ama, Avrupa’da, Fransa ve Almanya’da, ülkücülerin faaliyetlerinin yasaklanması girişimleri var. Oralarda radikal İslâmcılığın dışında, Türkiyeli Bozkurtların da çok ciddi bir şekilde zapt-u rapt altına alınma girişimleri var. MHP ile ittifak yapan ve MHP’nin çizgisini büyük ölçüde benimsemiş olan Erdoğan’ın, Batı’nın aklına yatacak bir reform yapma ihtimali ne kadar olabilir ki?

Yetkin: Ben şöyle bir varsayımdan yola çıkmıyorum: “Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Batı Avrupa çok ilkeli, gayet düzgün politikalar izlemektedir. Her yaptıkları doğrudur ve bunu da yutmazlar” diye kesinlikle düşünmüyorum. Tıpkı emperyalizm, faşizm ve sömürgecilik gibi, siyasetteki ikiyüzlülüğün de onlar tarafından icat edildiğini iyi bilenlerdenim. Diyelim ki, “Doğu Akdeniz’de şu alan sizin olsun, şu alan da bizim olsun. Sen bunu ver, başka da ne yaparsan yap” derler mi? Derler. Maalesef Osman Kavala da umurlarında olmaz. Defalarca gördük, biliyoruz. 12 Eylül döneminde de gördük; sen de yaşadın. Birtakım stratejik askerî taleplerin karşılanması konusunda bütün insan hakları ve demokratikleşme ihlâllerinin hepsine göz yumulmadı mı? Bu yine yapılmaz mı? Ruşen, ben bunu hakikaten anlayamıyorum. Sanki Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa yönetimleri çok güzel, çok ilkeli, süper demokratik yönetimler de, böyle pazarlıklara hiç açık değiller: “Aaa! Doğu Akdeniz, Karabağ, Libya diyorduk. Ama boşver, Libya’daki petrol yatakları da olsun. Osman Kavala çıkmadan hiçbir şey olmaz” diyeceklerini mi zannediyorlar?

Çakır: Batı’yı burada önemli bir vektör olarak alalım. Ama şunu da biliyoruz ki, en ufak bir şeyde, bunu hatırlatmak, gündeme getirmek söz konusu olacak. 

Yetkin: Evet. Bunu bir manivela olarak kullanmak üzere.

Çakır: Evet. Geçmişte başkalarının başına gelenler, ama özellikle bu son olayda Bülent Arınç ve İhsan Arslan’ın başına gelenler… –kabaca söyleyecek olursak– onlar Bahçeli’ye kurban edilen ağır toplar, öyle değil mi? Zaten AK Parti tabanı ve kadrolarında bunun yarattığı büyük bir kırgınlık var. Diğer taraftan, AK Parti’den kopmuş iki parti, DEVA Partisi ve Gelecek Partisi, sınırlarını zorlayarak bayağı çalışıyorlar. Mesela, Ali Babacan ilden ile kongreye gidiyor. Ahmet Davutoğlu kongresini yaptı, bitirdi ve medyada sürekli sesini duyurmaya çalışıyor. Böyle bir ortamda, AK Parti’deki sarsıntı ve kopmaların, dışa yansımasa bile, içerideki travmayı iyice artıracağını düşünüyorum. Böyle ağır topların, şu ya da bu nedenle Bahçeli ile olan ittifak adına kurban edilmeleri, gözden çıkarılmaları, özellikle Bülent Arınç’ın aşağılanmasına sessiz kalınması… 

Yetkin: Çok ayıp.

Çakır: Ya da Çakıcı meselesi… Onun üzerinde bile durulmadı. Kuruluşundan beri AK Parti’nin en önemli iddialarından birisi çetelerle mücadeleydi. Öyle değil mi?

Yetkin: Öyleydi.

Çakır: Evet. Mesela, Ömer Çelik Parti Sözcüsü olarak, şu âna kadar ağzını açıp tek lâf etmedi. İbrahim Kalın’ın yaptığı açıklamayı gördün, değil mi? “Devlet Bahçeli’nin Çakıcı ile eskiye giden bir dostluğu olması dolayısıyla, bir vefâ duygusuyla söylenmiş bir şey”dedi.

Yetkin: Cumhurbaşkanı bir şey söyledi mi? Adalet ve İçişleri bakanları bir lâf etti mi? Hatta Savcılık bir şey söyledi mi? Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’nin suç duyurusu üzerine soruşturma başlatıldığını, Adalet Bakanlığı ya da Savcılık’tan mı öğrendik? Hayır. AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan’dan öğrendik. Neresinden tutsak oradan elimizde kalıyor.

Çakır: Peki bunun yaratabileceği etkiler, yeni partilerin daha güçlenme ihtimali gibi konularda ne düşünüyorsun? Erdoğan bu konularda ne düşünüyor olabilir?

Yetkin: Erdoğan’ın ne düşündüğünü, Bahçeli’nin konuşmalarından aldığımız ipucuyla anlamak mümkün. “Erdoğan ona söyletiyordur” demiyorum; ama Bahçeli, muhalif sesler içeride olsun istiyor. “Selahattin Demirtaş yetmez. Kemal Kılıçdaroğlu da, Meral Akşener de girsin. Zaten ne yapıyorlar ki?” Dün Bahçeli’nin Ahmet Davutoğlu’na söylediğini sen de izlemişsindir: Davutoğlu Kürt meselesine biraz eğildiği için –hani PKK’lılar Abdullah Öcalan’a “başkan” anlamında kullandıkları “Serok Öcalan” diyorlar ya– o “başkan” sıfatını alıp Davutoğlu’na taktı: “Serok Ahmet, sen zaten hiç adam olmadın ki şimdi adam olacaksın” diyor. Burada muhalefete büyük bir gözdağı verilmek isteniyor: “Siz böyle devam ederseniz, hepinizi içeri tıkacağız.” Siyaseten bastırmakta yetersiz kaldığını, yargı üzerinden bastırmaya çalışıyor gibi bir tablo var ortada.

Çakır: Peki burada şu ihtimale ne dersin? “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” önermesi, aslında Erdoğan’a sunulmuş bir “çıkış stratejisi” gibi geliyor bana. “Eğer sen böyle bir platforma gelirsen, iktidarını sınırlamayı kabul edersen, Türkiye’de birlikte bir şeyler yapabiliriz” teklifi, üstü örtülü bir şekilde sunuluyor. Bence zamanla daha açık da verilebilir. Bu Erdoğan’ın asla kabul etmeyeceği bir şey midir? Yoksa son âna kadar kabul etmemek için direneceği, ama artık bir çıkışı olmadığını gördüğünde bir şekilde yanaşacağı bir şey midir? 

Yetkin: Bence daha çok ikincisi. Ama şu anda o noktada değiliz. Keza, bugünkü konuşmasında da “Koalisyonlardan yıllarca çok çektik. Parlamenter düzen yaptık da ne oldu?” açıklamalarını yaptı. Tabii bu arada, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” diyen kişilerin hiçbiri, “eski sisteme dönelim” demiyor zaten. Ama böyle bir “eskisine mi dönsek?” demagojisi yapılıyor. Özellikle de Bahçeli ve Erdoğan tarafından yapılıyor. Ama durum bu değil. Bunu isteyenler temel olarak CHP ile İYİ Parti; programlarında var bu. Gelecek Partisi ve DEVA Partisi de yeni bir anayasa istediklerini söylüyorlar. Burada Erdoğan’ın zaten olmazsa olmaz şartı, o platformun kurulup Erdoğan’ın katılması değil de, Erdoğan’ın o platformu kurması olur. Yani tersi olur. 

Bunu şuradan çıkarıyorum: Erdoğan, Berat Albayrak’ın istifâsından sonraki grup konuşmasında bu konuya değindi ve “Böyle bir şey olduğunda Anayasa’mız bir kişiyi gösteriyor, o da Cumhurbaşkanı” dedi. Yani “Sizin yapmanıza ihtiyaç yok, onu da yapacaksam, ben yaparım” diyor. Burada kilit mesele, diğer partiler değildir. Sadece AK Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Çünkü ancak bu ikisinin bir uzlaşması yoluyla bir sonuca ulaşılabilir. Uzlaşılmışlığı var mı, var: 2003-2005 arası, Avrupa Birliği Uyum Reformları’nda iki parti uzlaştılar. Ne referandum gerginliği ne kutuplaşma olmadan Meclis komisyonlarında bir çalışma yürütüldü. “Kabul edenler, etmeyenler” dendi. Tarihin en kapsamlı reform adımları atıldı. Şimdi onların ciddi bir kısmı geri alınmış hâlde. Ama atıldı. Çözüm budur. Ben de çıkışı burada görüyorum.

Çakır: Burada çok ilginç bir şey oldu. Dün, İYİ Parti kurucularından ve Genel Sekreter Aytun Çıray ile bir yayın yaptım. Biliyorsun, Aytun Çıray, İYİ Parti’de yaşananlardan rahatsız olan isimlerden. İYİ Parti içindeki tartışmanın ne olduğunu sorduğumda, tam da bu konuyu özel olarak dile getirdi. Ben söylediklerini özetliyorum. Onun cümleleri tam olarak böyle değil; yanlış yapıyorsam beni affetsin. “Bir tarafta, Erdoğan ile birlikte Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçmeyi önerenler var. Diğer tarafta –kendisini ikinci tarafa koyuyor– “Bu sistemle seçime girelim, Erdoğan’ı sandıkta yenelim, ondan sonra yeni bir Anayasa yapalım” diyenler var. Yani, birincisinde Erdoğan’ın katılacağı, diğerinde, Erdoğan’ın kenara itilip, seçimden sonra yeni bir Anayasa’nın yapılması seçeneklerini düşünenler var. Ama orada da,”Var olan seçim örneklerinde de gördüğümüz üzere, seçim güvenliği çok ciddi bir sorunumuzdur” demeyi de ihmal etmiyor. Onu bir kenara koyalım. İki seçenekten bahsediyor. Belli ki, İYİ Parti içerisinde ve bence CHP içerisinde de, bu geçişin, pekâlâ Erdoğan ile olabileceğini ya da Erdoğan ile olmasının daha mâkul olabileceğini düşünenler var.

Yetkin: Diyelim ki, böyle bir çağrıyı Erdoğan yaptı. CHP’nin ne karşılık vereceği büyük önem taşıyor. Doğru tespit ediyorsun. Çünkü CHP de homojen bir yapı değil. Kitle partilerinin homojen olması beklenmez zaten. Kitle partilerinde, değişik görüşler, eğilimler olur. Orada da “istemezükçüler” var; ne olursa olsun uzlaşmıyorlar. Hatta onlar, ittifaklar politikasına da karşı, her şeye de karşı. “Küçük olsun, benim olsun. Deniz Baykal zamanındaki gibi devam etsin.” Yüzde 20 oy oranıyla CHP devam etsin. Böyle mutlular; bundan bir şikâyetleri yok. Bir de, çıkış yolu arayanlar var. Daha önce bu konu Kemal Kılıçdaroğlu’na açıkça soruldu. Sorulunca “Biz demokrasi istiyoruz” diyor. Ama bana kalırsa, ilk çağrının Erdoğan’dan gelmesi lâzım. Böyle olduğunda, ben de inanıyorum. Muhalefet açısından söylüyorum: Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığından kendisinin feragat etmesi üzerinden gerçekçi bir strateji kurulamaz. Hiç gerçekçi değil. 

Anket şirketlerine göre, şu anda AK Parti’nin oy oranı yüzde 35. AK Parti 2002’de yüzde 34 ile tek başına iktidar oldu. Şu anda eski sistemle dahi seçime gidilse, Erdoğan yine seçilecek. Burada Erdoğan’ı yüzde 50+1 tuzağına düşüren, Bahçeli oldu. Bunu açıkça söyleyelim. Konuştuğunuzda, AK Partililer “yüzde 50+1’i kaldıralım, gerisi hep aynı kalsın” diyor. Peki, başka? O da gerçekçi değil. Sonuçta, Meclis’i de yargıyı da güçlendirmek lâzım. Artık yargı oyuncağa dönecek.

Çakır: Başlığa dönecek olursak: Başlığı sana sormadan attım, ama Erdoğan yol ayrımında mı, değil mi?

Yetkin: Bence değil. Ben şu anda köklü reformların yapılacağına inanmıyorum. “Sen kimsin?” diye sorarsan, ben bir gazeteciyim. İnanmam lâzım.

Çakır: “Bahçeli ile o yolda yürüyor” diyorsun.

Yetkin: Bahçeli bunu istemiyor. Ben bugün Yetkin Report’taki yazımda da bunu yazdım. Mesela, Erdoğan, Efkan Âlâ’yı Beştepe’ye neden aldı? Çünkü devleti bilen birisi. En önemli kanunlar hazırlanırken Başbakanlık Müsteşarı’ydı. Sonra İçişleri Bakanı oldu. Kanun hazırlama tekniğini de gayet iyi bilen birisi. Keza, Fuat Oktay da öyle. Erdoğan, devlet yapısını, kanun hazırlama tekniğini bilen bir ekibi toplamaya başladı. Orada, bu bilgilere vâkıf olmayan birilerinin başdanışman vs. olması, oradaki insanları da belki rahatsız edecektir. İşi bilen ekibin orada olması daha iyi. Fakat Bahçeli buna ne diyecek? Büyük soru bu. Bahçeli, “Ben herhangi bir değişiklik istemiyorum, bu durumdan gayet memnunum” diyor. Hatta “Keşke imkân olsa, onu da bunu da içeri atsak, 2019 Yerel Seçimleri’nden önceki duruma gitsek. Çarklar öyle ne güzel işliyordu. Şimdi reforma filan ne lüzum var?” diyor. Erdoğan’ın yol ayrımında olup olmayacağı, biraz da Bahçeli ile olan ilişkilerini böyle sürdürüp sürdürmeyeceğine bağlı.

Çakır: Bana, mecburiyetle yapılmış bir şey gibi geliyor. Ben bunun çok da uzamadan bozulacağını düşünüyorum. Bozulmasının, Erdoğan için çok ağır faturası olacak, ama Bahçeli için daha fazla olacaktır. Çünkü Bahçeli iktidar dışına çıktığı zaman, hele bu sistemde, tamamen etkisizleşecektir. Çok zor bir süreç yaşanıyor. Erdoğan’ın, her şeye rağmen, onun yanında kalmayı tercih etmiş iki ağır ismi, böyle kolaylıkla harcayabilmesi de bu sürecin zorluğunu gösteriyor diye düşünüyorum. Çünkü biliyorsun, Bülent Arınç bir gitti, geldi. Arınç, AK Parti’nin kuruluşundaki sembol isimlerden, hâlâ Erdoğan’ın yanında olmaya razı olan tek isimdi, öyle değil mi?

Yetkin: Evet.

Çakır: Abdüllatif Şener de, Abdullah Gül de gitti. Buna rağmen Bülent Arınç, ilk kuruluşundan beri ağır isim olarak kaldı.

Yetkin: Mehmet Ali Şahin, Abdülkadir Aksu, Cemil Çiçek de Erdoğan’ın yanında. Bunlar da eski kadrodan ve hafif isimler değil.

Çakır: Evet, ama ilk kuruluşu yapanlar o dört kişiydi biliyorsun: Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdüllatif Şener ve Tayyip Erdoğan’dı. Sonra birileri çıktı, birileri geldi.

Yetkin: Evet. Abdüllatif Bey alınmasın, ama kamuoyu üç kişiyi, Erdoğan, Gül ve Arınç’ı biliyordu. Zaten hep üçü birlikte resim çektiriyordu. Nereye gitseler birlikteydiler.

Çakır: Arınç’ın oradaki varlığı, sürekliliğin bir tür sembolü gibiydi. Çünkü “Herkes gitti, parti Erdoğan’a kaldı” gibi bir hava vardı. Ama Arınç’ın oradaki varlığı, bir anlamda sürekliliği sağlıyordu. Ama bence, o da bir zamanlama hatası yaptı. Sonuçta, Arınç’ın Habertürk yayınında söylediklerine AK Parti içerisinde imza atacak çok insan var, ama bunu yüksek sesle söyleyebilen hiç kimse yok. Böyle garip bir durumdayız. Bu ne kadar sürdürülebilir, bilmiyorum.

Yetkin: Tabii bir “göz korkutma” kampanyası da sürüyor. Bugün Erdoğan konuşmasında, hukuk reformu, bağımsız yargı konusu açıldığında, “Hâkim ve savcılar harekete geçsin” diyor. Neredeyse Bülent Arınç’ı da tutuklatıp içeri attırmak istiyor. Bu, herkese bir gözdağıdır. Bugün AK Parti içinde milletvekili olan olmayan herkese “Eğer yolunuzu ayırmaya kalkarsanız, yarın sizin de başınıza bu gelir” diyor.

Çakır: Zaten İhsan Arslan’ın disipline sevkinin sebebi bu: “Böyle düşünen çok kişi olabilir, ama sesinizi çıkartırsanız sonunuz bu olur.” Mesaj bu kadar açık.

Yetkin: Evet. Burada, özellikle sağ partilerde şöyle bir şey izleniyor — sol partilerde bu daha acemice oynanıyor, ama sağ partilerde bu konularda bir uzmanlık oluşmuş durumda: İki tür davranış biçimi var: “Adam sen de! Kes sesini otur, sana mı kaldı? Bir dahaki seçimde yine kendi ilinden milletvekili olursun. Al maaşını otur.” Birinci tutum budur. İkinci tutum da:  “Bu iş benim başıma da gelir yakında. Ben artık burada bir hiçim. Gelebileceğim yere geldim; milletvekiliyim. Daha başka bir şey yok.” Artık bakan olma umudu da yok. En fazla, bir teknokrat bakanın altına, bakan yardımcısı olacak. Dolayısıyla, “En iyisi ben gideyim. Şu anda ortada iki alternatif de var. Orada, nasıl olsa sonradan gelenlere pâye de verirler. Genel Başkan Yardımcısı olurum. Yarın, bir gün, bakarsın bir koalisyon ya da ittifak kurulur, orada bakanlık da olur. O zaman Erdoğan’ın hışmına uğramadan, karşı safa geçme ihtimalim de var” diye düşünebilir. Bu, geçen sene düşünülemezdi, ama şimdi düşünülebilir. Çünkü ortada iki tane alternatif var.

Çakır: Evet, Murat, burada noktayı koyalım. Programı bitirmeden sorayım:  Yeni bir kitap geliyor galiba. Ne zaman çıkıyor?

Yetkin: Var. Şu an matbaada. Dün “matbaaya verdik” diye bildirdiler.

Çakır: Konusu nedir? Adı nedir? Sakıncası yoksa söyler misin?

Yetkin: Hiçbir sakıncası yok. Daha iyi duyurulmuş olur. Ben “Meraklısı İçin” diye bir kitap serisi yaptım. Meraklısı İçin Entrikalar Kitabı. Sonra Meraklısı İçin Casuslar Kitabı yazdım. Şimdi de Meraklısı İçin Darbeler Kitabı’nı yazdım. Türkiye’de yapılan darbelerle ilgili, “Şu saatte kalktılar şuraya gittiler, bu saatte bunu yaptılar” türünde bir kitap değil sadece. “Ne oldu, nasıl oldu? Etrafta neler oldu?” bunları 20. yüzyılın başından itibaren alarak geldim. Benim okurken, öğrenirken bildiğim, bazı kaynaklara ulaşınca anladığım şeyler oldu. Eminim senin de hoşuna gidecektir.

Çakır: Sadece Türkiye’deki darbeler değil o zaman. Bütün dünyada…

Yetkin: Evet, ama Türkiye ile bağlantılı olanlar.

Çakır: Hayırlı olsun, tebrikler.

Yetkin: Teşekkür ederim.

Çakır. Murat, çok teşekkürler. AK Parti içerisinde olup bitenleri ve Erdoğan’ın pozisyonunu Murat Yetkin’le tartıştık. Kendisine tekrar teşekkür ederiz. İzleyicilerimize de çok teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.