Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan’ın Kürt sorunu

Cumhurbaşkanı Erdoğan bir süredir Türkiye’de Kürt sorunu olmadığını ileri sürüyor. Erdoğan’ın Türkiye’nin Kürt sorununu çözüp çözmediği tartışılır ama açık olan kendisinin bizzat yaşadığı Kürt sorununun her geçen gün daha da ağırlaştığı.

Merhaba, iyi günler. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan değişik vesilelerle Türkiye’de bir Kürt sorunun kalmadığını, olmadığını söylüyor son dönemde. Bence doğru değil, fakat onu bir kenara bırakalım. Kendisinin başlı başına bir Kürt sorunu olduğunu düşünüyorum, bugün biraz bunu ele almaya çalışacağım. Bana göre Erdoğan’ın yaşadığı Kürt sorununun üç tane temel ekseni var. Birincisi, Batı’yla olan ilişkilerinde Kürt meselesi her zaman karşısına çıkıyor. Batı’yla kavga eden Erdoğan için bu sorun olmayabilirdi, ama son dönemde özellikle ekonomik nedenlerle Batı’yla tekrar ilişkilerini iyileştirmek istediğini biliyoruz. İkinci husus, 31 Mart Yerel Seçimleri’nde de görüldüğü gibi Kürt oyları Türkiye’de siyasette çok belirleyici olabiliyor. Büyükşehirleri –İstanbul’u örneğin, Adana’yı, Antalya’yı, Mersin’i –CHP’nin kazanmasında Kürt oylarının ve dolayısıyla  HDP’nin çok etkili olduğunu biliyoruz. Bu da yapılacak ilk seçimde Cumhur İttifakı’nın, yani Erdoğan artı Bahçeli’nin yanına belki Büyük Birlik Partisi’ni ve belki Doğu Perinçek’i de katabiliriz, onların yüzde 50+1 oy alamama ihtimalinin kendisi, aslında riski ortaya çıkartıyor. 

Dolayısıyla, Kürt oylarının, Kürt seçmenin oylarının bir blok halinde muhalefete, muhalefetin adaylarına gitmemesini arzuluyor. Bu anlamda bir Kürt sorunu var. Bir diğer sorun ise, bizzat kendisinin ve partisinin Kürt tabanındaki desteği. Bunun her geçen gün azaldığını ve aşındığını görüyoruz, hem kitlesel anlamda hem kadro anlamında. Şimdi bunların hepsi birbiriyle iç içe hususlar; ama sırayla gidecek olursak, en güncel konu Selahattin Demirtaş ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı karar. Büyük Daire derhal serbest bırakılmasını talep etti Türkiye’den. Erdoğan’ın ilk tepkisi, “Bu bizi bağlamaz” oldu; biraz önce Meclis Grup Toplantısı’nda dozunu biraz daha yumuşattı ve şöyle dedi: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, mahkemelerimizin yerine geçecek şekilde karar veremez. Sadece burada verilen kararlar mahkemelerimizce değerlendirilir” dedi; topu mahkemelere attı, ama ardından söyledikleriyle yine Demirtaş’ın millet tarafından terörist olarak tescillenmiş olduğunu iddia etti vs.. Böylece de, mahkemelere, “Tamam, siz karar verin; ama kararınızı bu söylediklerime göre verin!” şeklinde bir çıkış yaptı. 

Normal şartlarda, Erdoğan’ın Demirtaş’ın hapisten çıkmasını asla istemediğini biliyoruz; fakat Batı ile olan ilişkilerinde Demirtaş’ın ve diğer HDP’lilerin tutukluluklarının çok ciddi bir tartışma konusu olduğunu da biliyoruz. Buna Osman Kavala’yı da ekleyebiliriz ve bir ölçüde Ahmet Altan’ı da ekleyebiliriz; ama Demirtaş konusundaki bu ısrarı, Erdoğan’ın Batı ile kurmak istediği ya da tazelemek istediği ilişkileri kesinlikle güçleştirecektir. Bugünkü grup toplantısında ABD’nin yeni başkanı Biden’a yönelik çok sempatik sözleri var, ona yönelik çağrılar var. Biden yönetiminin önümüzdeki dönemde, yeni yönetimle beraber Ocak ayından itibaren, tabii öncelikle kendi iç meselelerine yoğunlaşacaklar, ama bölgemizle ilgili meselelerde, Kürt konusunda Trump’tan daha hassas olmaları bekleniyor. Özellikle yönetimde yer alan bazı isimlerin, yer alacak bazı isimlerin –başta yeni Savunma Bakanı olmak üzere–, Suriye’deki Kürt gruplarla ilişkilere çok önem verdiklerini biliyoruz. 

Bir diğer husus Irak tabii ki. Irak meselesi de var, ama yine Biden yönetiminin Türkiye’deki Kürt sorununu da gündemlerinde tutabileceğini akılda tutmak lâzım. Bütün bunlara ek olarak, özellikle IŞİD ile mücadele bağlamında Suriye’de yaşananlar düşünüldüğünde, Batı’da zaten var olan, genel kamuoyunda var olan, Kürtler’e yönelik ilgi, sempati ve desteğin daha da arttığını biliyoruz. Bu anlamda, bu Kürt sorunundaki ‘”şahin” tutumu Erdoğan’ı birçok açıdan, gerek yönetimler açısından gerek kamuoyu ve Batı medyası açısından zorlayacaktır. Selahattin Demirtaş kararı aslında Erdoğan için bir fırsat olabilirdi; bütün eleştirilerini dile getirip; itirazlarını, memnuniyetsizliklerini dile getirip, bir diğer yandan bu kararın uygulanması için yeşil ışık yakabilirdi ve bu durumda da Türkiye’nin hâlâ bir hukuk devleti olduğunu iddia etme imkânı olabilirdi. 

Mahkemelerin ne karar vereceğini bilmiyoruz, ama Erdoğan’ın bu çıkışlarından sonra mahkemelerin, Demirtaş’ın ve diğer HDP’lilerin tahliyesi konusunda olumlu karar vermeleri çok zora benziyor. Dolayısıyla, Erdoğan’ın bu anlamda bir fırsatı kaçırmakta olduğunu ve Türkiye’ye de kaçırtmakta olduğunu öngörebiliriz. Umarım yanılırım ve Selahattin Demirtaş AİHM kararları doğrultusunda özgürlüğüne kavuşur ve o zaman da belli bir rahatlamayı ülke olarak da yaşama imkânı buluruz. Kutuplaşmanın bir ölçüde dinmesi anlamında ve Batı ile olan ilişkileri yeniden toparlama açısından da bir avantaj yakalamış oluruz. Olayın Batı ile olan ilişkiler bölümündeki Erdoğan’ın Kürt sorunundan sonra, ikincisine, iktidarının geleceği açısından yaşadığı Kürt sorununa geçecek olursak, söyledim: 31 Mart çok açık bir örnekti. Bundan sonraki yapılacak seçimlerde de eğer HDP açıktan ya da dolaylı olarak, örtük olarak Millet İttifakı’na destek verirse ve Millet İttifakı yeni kurulan partileri, DEVA’yı, Gelecek Partisi’ni bir şekilde kendi bünyesinde toplayabilirse, yapılacak olan ilk seçimlerde Erdoğan’ın durumunun çok zor olacağı kesin, muhakkak. Zaten, yapılan kamuoyu araştırmalarında da şu hâliyle Cumhur İttifakı yüzde 50+1 oya ulaşamıyor, bunun bayağı gerisinde ve her geçen gün tabii ki başta ekonomik nedenlerden olmak üzere, bu oyun azaldığı yolunda iddialar var. Böyle bir durumda ne yapılabilir? Birincisi, HDP’yi muhalefetteki ittifak blokundan koparmak. Bunu denediler, denemeye de devam edeceğe benziyorlar. Bir diğer yapılacak olan iş, ittifak blokundaki örneğin İYİ Parti’yi HDP üzerinden sıkıştırmak. Bunu da çok yaptılar, yapmaya devam edeceğe benziyorlar; ama bunun da çok işe yaramadığı ve muhtemelen yaramayacağı ortada. HDP’nin bölünmesi ise pek olabilecek bir şeymiş gibi gözükmüyor; HDP’nin içerisinde çok ciddi bir tartışma, kavga vs. yok. Birtakım HDP dışı güçler üzerinden HDP’ye bir baskı uygulama, bu konuda çıkan birtakım haberler var. En son, Osman Öcalan ile devlet adına birilerinin bazı temaslarda bulunduğu yolunda birtakım haberler var — doğru mudur yanlış mıdır bilmiyorum. Fakat, en son yerel seçimler öncesi Osman Öcalan’ın TRT’ye çıkarıldığını biliyoruz. İktidara hizmet etsin diye, yani Erdoğan’ın, Cumhur İttifakı adaylarının oyu artsın diye. 

Ellerinde patladı, birçok açıdan ellerinde patladı. Birincisi, Osman Öcalan’ın bir karşılığı yok. Uzun zamandan beri Osman Öcalan aslında Kürt siyaseti açısından Türkiye’de yok hükmünde birisi, çok fazla bir anlamı yok. Soyadından dolayı belki bir şeyler yapılmak istendi, ama olmadı. Onun ötesinde, Osman Öcalan’a böyle bir mikrofon uzatılmış olmasının getirdiği tepkiler yaşandı. 

Ayrıca, yeni birtakım partilerin kurulmak istendiği, kurulacağı yolunda rivayetler var. Sağcı Kürt Partisi deniliyor, Liberal Kürt Partisi deniliyor, bunlar var, bu rivayetler var. Olur mu olmaz mı? Olabilir. Zaten, şu anda HDP dışında da birtakım Kürt partileri var; kimileri yasal, kimileri İçişleri Bakanlığı’nda sıra bekliyor. Örneğin, Irak’taki Kürdistan Demokratik Partisi çizgisi, yani Barzani çizgisindekilerin partisi bekliyor. Bunların bir anlamı olacağını açıkçası sanmıyorum. Geçmişte de değişik dönemlerde bu dile getirildi, bazı yapıların önü açılmak istendi devlet tarafından; ama etkili olamadılar. Dolayısıyla, yeni parti kurmak, kurdurmak ve Kürt seçmenlerin oylarını bölme çabalarının çok bir şey yaracağı kanısında değilim. Bu anlamda da, ilk seçimde Cumhur İttifakı’na Kürt oyu gelmesi ihtimali bayağı azalıyor. 

Tabii işin içerisine bir de Hüda-Par boyutu girdi. Erdoğan en son Külliye’de kabul etti Hüda-Par Başkanı’nı, heyetini. Onu daha önce de yorumlamıştım, Hüda-Par’ın belli bir karşılığı var; ama zaten onlar, AKP’yi ve Cumhur İttifakı’nı olmasa da Erdoğan’ı destekliyorlar. Onların oyu, zaten gelen bir oydu. Fazladan bir şey katacaklarını sanmıyorum; öte yandan Hüda-Par’ın da bu şekilde fazla angaje oluyor görüntüsünün kendisine zarar vereceği kanısındayım. Geriye açıkçası bir Abdullah Öcalan kalıyor. Abdullah Öcalan 31 Mart öncesinde de denendi, muhtemelen önümüzde yapılacak ilk seçimler öncesinde de bunu bir kart olarak düşünüp, değerlendirmeye çalışacaklardır. Fakat, bunun da kendi umdukları gibi, eğer bu kartı kullanmak isteseler ki 31 Mart’ta denediler, bir işe yaramadı, bu murat ettikleri sonucu alabileceklerine de çok emin değilim. Tabii ki o konjonktürü, eğer böyle bir Öcalan üzerinden bir girişim olacaksa bu girişimin detaylarını beklemek yine gerekir; ama şu hâliyle bakıldığı zaman buradan da fazla bir şey çıkacakmış gibi gözükmüyor. 

Geriye kalan tek seçenek, Cumhur İttifakı adayının kazanması için Kürt desteğini, Kürt oyları desteğiyle kazanması için geriye kalan tek seçenek: HDP’nin rızası, onayı. Yani, HDP’nin Erdoğan’a oy vermesi değil herhalde; fakat muhalefetin adayına da oy vermemesi ve mümkünse cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi adayıyla çıkmasını sağlamak olabilir — ki bu çok çetrefil, çok zor. Bazılarının temenni ettiği, HDP’ye yakın bazı çevrelerin de temenni ettiği bir şey bu; ama o yaşanan çözüm süreçleri olaylarından sonra, bunun gerçekleşebilme ihtimalinin yok derecesinde olduğu kanısındayım. Bir de tabii sorun şu: Bahçeli var. Bahçeli’nin olduğu bir yerde, Bahçeli’nin onay vereceği bir açılım –ya da her neyse– ne kadar olabilir? 

Bahçeli’yi reddedip, yani MHP’den vazgeçip, Kürt oylarını sadece almaya çalışması da tek başına AKP için ciddi bir şekilde intihar olur. Böyle bir şey yapacağını hiç sanmıyorum. Zira, Cumhur İttifakı sürecinde dilini alabildiğine milliyetçileştirdi, kendi tabanını da bayağı bir dönüştürmeye çalıştı. O saatten sonra, gelinen bu noktadan sonra, sadece Erdoğan’a güvenip, Erdoğan’ın otoritesine ve karizmasına güvenip böyle bir şey yapılmaz; ama Bahçeli’ye ek olarak HDP desteğini sağlamak mucize ötesi bir şey olur, ama birileri dediğim gibi bunu bir şekilde gündemde tutmaya çalışıyor. Bu, pek akıl kârı bir şey değil. 

Son olarak, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ve Erdoğan hareketinin bir Kürt sorunu var. Bu parti, bu hareket, aslında Türkiye’de belki de en güçlü Kürt partisiydi belli bir süreye kadar. Baktığımız zaman, HDP tabii ki çok önemli oylar alıyor, belediyeler kazanıyor vs., ama AKP Kürt seçmenin yoğun olduğu birçok yerde birinci parti, geri kalanlarda da hep ikinci parti; ama daha da önemlisi büyükşehirlerdeki Kürt seçmen nezdinde AKP’nin Refah Partisi ve Milli Görüş Hareketi’nden miras aldığı çok güçlü bir kitlesi vardı. Bu kitlenin erimekte olduğunu görüyoruz. Kitleye ek olarak da Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kadroları vardı; hep şimdi Erdoğan, partisinde Kürt isim bulmakta zorlanıyor — yani bulmakta zorlanıyor derken, hani bazı videolar var: “Bir iki de Kürt alalım” diye çağırıyor. 

Eskiden aslında Adalet ve Kalkınma Partisi’nde çok etkili yerlerde Kürt kimliğini açıkça sahiplenen isimler vardı. Şimdi var olanların da Kürt kimliğini sahiplenme konusunda çok fazla bir şey yaptıklarını görmüyoruz. İhsan Arslan örneğini yaşadık geçenlerde: İlkin yazdığı kitaptan sonra BBC ve Medyascope’a verdiği söyleşilerde ciddi bir eleştiri, özeleştiri yaptı; ama gördüğü tepki üzerine çok ciddi bir şekilde geri adım attı. Söylediklerine pişman oldu. Mesela, eğer İhsan Arslan’ı bütün eleştirileriyle parti içerisinde tutsaydı Erdoğan, bir şeyler yapma imkânı belki olabilirdi; ama bu hâliyle baktığımız zaman, Adalet ve Kalkınma Partisi ve Erdoğan’ın Kürtler’le olan bağının her geçen gün erimesine tanık oluyoruz. 

Bunu, böyle bir tercihi Erdoğan yapar mı? Bence yapmaz, yapmak istemez. Şu anda, mecburiyetten böyle bir yere doğru gidiyor olabilir; fakat eminim Güneydoğu’da ve Kürt seçmenlerin yoğun yaşadığı mahallelerde, bölgelerde düzenli araştırmalar yaptırıyordur, çünkü Erdoğan bu konulara çok önem veren birisidir. Orada, Kürtler’in kendisine, partisine ve politikalarına nasıl baktığını da gözlemleme imkânı buluyordur ve burada ciddi bir krizi de çıplak gözle görüyordur. “Ne yaparlarsa yapsınlar!” diyeceğini sanmıyorum; ama şu aşamada yapabileceği çok fazla bir şey yok gözüküyor. 

Tabii şöyle bir senaryo mümkün — ki Erdoğan bunu değişik şekillerde, değişik dönemlerde yaptı: Şu gidişatını bırakıp, yepyeni bir aşamaya geçebilir. Bu mümkün. Fethullahçılar’la da yaptı, liberallerle de yaptı, pekâlâ MHP ile de yapabilir. Böyle bir seçenek tabii ki var, ama bütün bunların hepsinin belli bir ritimde, kademe kademe gerçekleştiğini biliyoruz. Hiçbirisi birden kopmadı; adım adım, adım adım gerginlikler mücadeleye, mücadeleler çatışmaya ve nihayet savaşa dönüştü ve çok ciddi kopuşlar oldu. Önce bir sendeledi Erdoğan; ama sonra toparlamayı bildi. Benzer bir senaryo MHP ile kurduğu ilişkide olabilir mi? Belki olur, çok emin değilim. Belki, ama olursa da çok kısa vâdede olabilme şansının bulunduğunu sanmıyorum; fakat son dönemde dile getirilen birtakım çıkışlar –örneğin Bahçeli’nin HDP çıkışı, ki Erdoğan en sonunda nihayet parti kapatmanın iyi bir şey olmadığını söyledi, telaffuz etti– ama ardından Bahçeli’nin doğrudan Numan Kurtulmuş’u hedef alması, daha önce Bülent Arınç’ı hedef alması, Cumhur İttifakı içerisinde ana eksenin Kürt meselesinin oluşturduğu bir gerginlik olduğunu bize gösteriyor. 

Bu gerginlik kopuşu mümkün ve zorunlu kılar mı? Şu aşamada bunun için erken olduğu kanısındayım, fakat Cumhur İttifakı’nın Erdoğan için çok fazla sürdürülebilir bir ittifak olduğunu –daha önce de söyledim– yine düşünmüyorum. Bu ittifakın bir kullanım süresi var, bu kullanım süresinin sonuna yaklaşıyor olabiliriz ve burada da eğer bitecekse, bunun ortasında, merkezinde Kürt sorunu olacak. Erdoğan kendi Kürt sorununu çözebilmek için belki de Türkiye’nin Kürt sorununu çözme yolunda yeniden bir şeyler yapmaya karar verebilir. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.