Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

CHP’yi bölme çabaları

Mustafa Sarıgül Türkiye Değişim Partisi’ni kurdu, Muharrem İnce’nin de Memleket Hareketi’ni partiye dönüştürmesi ve bazı CHP milletvekillerin buna katılması bekleniyor. Ana muhalefet partisi bu girişimlerden nasıl etkilenir? Siyasi iktidar bunlardan bir fayda sağlayabilir mi?

Yayına hazırlayan: İlayda Öykü Biberoğlu 

Merhaba, iyi günler. Amerika Birleşik Devletleri’nde Joe Biden ve yardımcısı Kamala Harris ile beraber yeni bir dönem başladı … Ve Trump gitti. Bunun ABD’ye, dünyaya ve tabii ki Türkiye’ye etkileri olacak. Bunları zaman içerisinde göreceğiz, ama şimdiden, özellikle iktidarın büyük ortağı olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nde Biden dönemine yönelik adımlar, hazırlıklar yapılıyor gibi. Bunun üzerine yayın yapmayı düşünüyordum, fakat bu nasıl olsa hep önümüzde olacak. 

Bugün Hürriyet gazetesinde Abdülkadir Selvi’nin yazısını görünce, ne zamandır aklımda olan başka bir konuyu ele alma ihtiyacı hissetim. O da: CHP ve CHP’den kopanlar, kopabilecekler, yeni partiler, yeni arayışlar, yeni oluşumlar. Şimdi zaten ortada olan bir parti var: Tam CHP’den kopmuş sayılmaz ama, bir dönem CHP’den de aday olduğu için ve hep adı bir şekilde o hareketle beraber anıldığı için, Mustafa Sarıgül’ün Türkiye Değişim Partisi. Değişim Hareketi diye başladı; partiyi de kurdu. Dün ve bugün sosyal medyada Sarıgül’ün arabasından yaptığı, paylaştığı video var. Neşet Ertaş dinliyor. Ama her neyse. Söyledikleri var. Orada bir parti kuruldu. Bir diğer partinin de Muharrem İnce tarafından kurulacağı söyleniyor. Onun adı da Memleket Partisi olacak herhalde. O da Memleket Hareketi olarak başlamıştı. Zaten Abdülkadir Selvi’nin yazısında adı geçen üç CHP milletvekili de Muharrem İnce’yle birlikte irtibatlandırılıyor. Onu daha önce İsmail Saymaz da yazmıştı. Bu milletvekilleri: İzmir’den Mehmet Ali Çelebi, Karabük milletvekili Hüseyin Avni Aksoy ve Yalova milletvekili Özcan Özer. Bunlardan Mehmet Ali Çelebi daha bilinen bir isim. Mâlûm, Ergenekon döneminde genç bir teğmenken tutuklanmıştı. O andan itibaren kamuoyunun bir şekilde bildiği bir isim. Kendisi özellikle seçim güvenliği konusunda birtakım çalışmalar yapmıştı ve bir süredir CHP yönetimiyle yolları ayırdığı söyleniyor. 

“Bunlar ne yapar?”dan önce, daha önce yaşananlara bakalım. Şu anda gördüğünüz kişi Öztürk Yılmaz. Öztürk Yılmaz’ın bir partisi var. Partisinin adı, Google’dan baktım inanın, Yenilik Partisi’ymiş. Kendisi 20 Temmuz 2020’de kurmuş bu partiyi. Mâlûm, o IŞİD’in Musul’u ele geçirdiği zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin Musul başkonsolosuydu; orada çalışanlarla birlikte rehin alınmıştı. Daha sonra kurtarıldılar ve kendisi CHP’den milletvekili yapıldı — Ardahan’dan, iki dönem üst üste. Ve bir kongrenin ardından da kendisi CHP’de dış ilişkilerden sorumlu genel başkan yardımcısı oldu. Çünkü o kongrede Kemal Kılıçdaroğlu’nun kafasında olan, oraya koymayı düşündüğü emekli büyükelçiler, delegelerden yeteri kadar oy almamıştı. Kendisi daha sonra Yenilik Partisi diye bir parti kurdu. Niye girmişti ayrı bir konu. Neden ayrıldı apayrı bir konu. Farkı neydi hâlâ ben bilmiyorum; neyi eleştirdi hâlâ bilmiyorum. Bu partide kim var? Bu parti ne yapar? Onu da bilmiyorum. Açıkçası çok da fazla merak uyandıran bir hareket olduğu söylenemez. Daha önce de yine Öztürk Yılmaz gibi CHP’nin altından gelmemiş olan, ama bir şekilde kamuoyu tarafından bilinen bir başka isim: Emine Ülker Tarhan. YARSAV’ın, Yargıçlar Savcılar Derneği’nin başkanıydı. Bir dönem, Ergenekon döneminde çıkışlarıyla dikkat çeken bir isimdi. O da 2011’de CHP’den milletvekili olmuştu ve grup başkanvekili olmuştu. O da daha sonra ayrıldı. Ayrıldıktan sonra bir parti kurdu. O partinin de adı Anadolu Partisi’ymiş. 2014’te kurulan bir parti, 2015’te de kendini feshetmiş. Çünkü ilk katıldığı seçimde %0.06 oy almış. Onun ardından kapanmış. Bütün bu isimler hep bir dönem, dikkat edilirse, parti kuran isimler. Gerek Emine Ülker Tarhan gerek Öztürk Yılmaz. Bunlar bir şekilde partinin içerisinden yükselip gelmiş isimler değil; bir şekilde dışarıdan alınıp vitrine konulmuş isimler. Ve kendileri bir müddet kaldıktan sonra ayrılıp kendi hareketlerini başlatıyorlar; ama bir etkisi olmuyor. Öztürk Yılmaz şu hâliyle televizyonlarda tartışma programlarına çıkıyor. Tabii ki bir Doğu Perinçek kadar popüler değil, ama onu da televizyonlarda görmek mümkün. Mehmet Ali Çelebi de aslında CHP içerisinden gelen bir isim değildi. O da bir şekilde kamuoyunda bilinmesiyle beraber getirildi ve o da ayrılmak üzere. Ve Kemal Kılıçdaroğlu en son İzmit’te gazetecilere konuştuğunda, Çelebi ve arkadaşlarının kendisine mektup yazmasının doğru olmadığını, milletvekillerinin parti genel başkanına mektup yazması diye bir şeyin söz konusu olamayacağını söyledi. Çelebi’nin itirazlarına baktığımız zaman –ki Abdülkadir Selvi’den okuyoruz, daha önce İsmail Saymaz’dan da okumuştuk–, itirazları partinin Atatürkçü, Cumhuriyetçi çizgiden uzaklaştığı üzerüne. 10 Aralık diye bilinen bir hareket –ki Oğuz Kaan Salıcı ve Canan Kaftancıoğlu’nun adları daha çok öne çıkıyor, bunların partiyi ele geçirdiği şeklinde–, daha bir ulusalcılığa yakın çizgide bir kopuş söz konusu herhalde. Ve bunların yeni kurulacak olan, kurulması söz konusu olan diyelim, Memleket Hareketi’nin partisine, yani Muharrem İnce’nin partisine girmesi söz konusu. Sarıgül kurdu dedik; Muharrem İnce kurabilir, kuracakmış gibi duruyor. Bütün bunlar niye oluyor? Bütün bunların olmasının en basit nedeni şöyle görülebilir: Ülkede işler iyi gitmiyor. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı sorunları çözemiyor, ama sorunları çözemezken ana muhalefet partisi de buna cevap veremiyor ve belli bir kabuğunu kıramıyor. %25 civarı oylarla yetiniyor. “Bunu aşmak gerekir” gibi bir argümanla, bir itirazla –ki haklılık payı olduğu da kabul edilebilecek çıkışlarla– çıkılıyor. Ama ondan sonra çok fazla bir yol alınamıyor. Bu da ilginç bir olay. Şimdi Mustafa Sarıgül’ün yaptığı, kurduğu partiyi de… Ama hiçbir şekilde karşımıza neyi neden söylediği… Mesela “Değişim yürek ister” diye bir slogan var. Değişim diyor… Neyi nasıl değiştirecek? Neden değiştirecek? Kimlerle değiştirecek? Bunun toplumda nasıl bir karşılığı var? Açıkçası belli değil. Şu âna kadar çıkmadı. İçlerinde en anlamlısı Muharrem İnce, çünkü en son Cumhuriyet Halk Partisi’nin cumhurbaşkanı adayıydı. Daha önce Kemal Kılıçdaroğlu karşısında genel başkan adayı olarak da çıktı ve bayağı da oy aldı. Bir etkisi var; bir bilinirliği var. Fakat Muharrem İnce’nin de hareketi şu âna kadar ne yaptı? İlk Sivas’a gittiğinde –Sivas’ta başlattı Memleket Hareketi’ni biliyorsunuz–, bayağı bir medya da gitti. Özellikle iktidara yakın medya kuruluşları… Ama ondan sonraki Türkiye gezilerini medya pek takip etmedi. Onu öne çıkartmak isteyenler de –ki özellikle iktidar yanlısı medya–, ortada çok fazla bir malzeme bulamadılar. Ama Muharrem İnce –sanki daha henüz yüzde yüz değil ama– büyük bir ihtimalle o partiyi kuracak gibi. Bütün bunlardan, bu girişimi yapanların, CHP yönetimini eleştirenlerin, kopanların ya da kopmak isteyenlerin tabii ki birtakım siyasî itirazları var, örgütsel itirazları var, eleştirileri var. Ve kendilerine atfettikleri bir önem var. Ve buradan hareketle bir şeyleri yapıyorlar ya da yapmak istiyorlar. Fakat olayın bir başka ayağına bakacak olursak: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği –ki aynı zamanda kendisi Adalet ve Kalkınma Partisi genel başkanı; tabii ki esas önemli olan bu–, “Yerli ve milli muhalefeti de biz yaratacağız” sözlerini hiç akıldan çıkartmamak gerekiyor. Bu parti girişimlerinin, onun yaptığı girişimler olmadığı kesin. Ama bunların hepsinden ayrı ayrı memnun olduğu da, sadece onun değil aynı zamanda Devlet Bahçeli’nin de memnun olduğu da kesin; fakat bunlar ne derece etkili olabiliyor sorusunun cevabı ortada. Muallakta… En son hatırlayalım. 31 Mart yerel seçimlerinde Demokratik Sol Parti birçok yerde aday çıkarttı. Kimileri Mustafa Sarıgül gibi bir şekilde geçmişten bilinen isimlerdi. Ve Demokratik Sol Parti’nin CHP oylarını bölme ihtimali, özellikle bazı yerlerde daha fazla gündeme geldi, ama hiçbir şey olmadı. Mustafa Sarıgül’ün Şişli’yi bile kazanamadığı bir seçim söz konusu oldu. Demek ki bir yerden sonra insanlar, ya da muhalefette olan insanlar, bütün itirazlarına rağmen, eleştirilerine, hayal kırıklıklarına rağmen bu tür hareketlere, bu tür alternatiflere çok fazla itibar etmiyorlar. Orada seçmenin ya da muhalefet tabanının, CHP tabanının yaklaşık bir duruşu var. Orada tabanla tavan arasında bir anlaşma olduğunu söylemek çok ciddi bir şekilde mümkün.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Devlet Bahçeli, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan çok ciddi bir şekilde rahatsızlar. Ama onların rahatsızlığı esas olarak, CHP’nin aldığı ve alabileceği oy değil. Çünkü CHP bu hâliyle, %25’ler civarındaki oy potansiyeliyle artsa artsa diyelim ki 30 olur, hiçbir zaman iktidarı tek başına alabilecek bir parti değil. Ama buradaki mesele esas olarak CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun bir süredir, Adalet Yürüyüşü’nden itibaren, kendi partisinin yükselmesinden ziyade muhalefetin bir blok halinde hareket etmesi ve bu blokun AKP-MHP koalisyonunu devirmesi üzerine çalışıyor. Yani buradaki hedef aslında CHP değil esas olarak. Buradaki hedef Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu stratejisi. Eskiden Deniz Baykal döneminde olduğu gibi bir çizgi izlemiş olsaydı CHP –tabii ki sürekli Deniz Baykal’a yaptığı gibi Erdoğan ona da sataşıyordu ama– o zaten baştan belli olan birkaç puan oynamalarla çok fazla bir şeyin değişmeyeceği bir durum olacaktı. Ama şimdi işin rengi değişiyor. İşin rengi nasıl değişiyor? 31 Mart’ta gördüğümüz gibi birçok büyük yer gidebiliyor. Ve kamuoyu yoklamalarının gösterdiği gibi AKP artı MHP %50 artı bir oyu sağlayamıyor. Bu demek değil ki, “Muhalefetin çıkaracağı bir aday ilk turda %50 artı bir oyu kesinlikle alacak.” Bu anlama gelmiyor; çünkü muhalefetin nasıl bir ittifak oluşturacağı meselesi şüpheli. Dolayısıyla burada Erdoğan’ın stratejisi: birincisi, muhalefetin yani Cumhur İttifakı dışında kalan güçlerin hep birlikte karşısına çıkmaması — HDP dahil tabi ki. Bunu öncelikle parçalamaya, engellemeye çalışıyor. İkinci olarak da bu hareketin merkezinde yer alan, muhalefet hareketinin merkezinde yer alan CHP’nin içerisindeki bu muhalefeti birleştirme stratejisini yürüten Kılıçdaroğlu’nu etkisizleştirme, itibarsızlaştırma ve mümkünse CHP liderliğinden alma, indirme. Bir başka iddia –duymuşsunuzdur–, kongreler değil de tüm üyelerin katılımıyla genel başkanların seçileceği bir siyasî partiler yasası tasarısı olduğu söyleniyor iktidarın kafasında. Orada da şöyle bir akıl yürütme var. “CHP’de Kılıçdaroğlu delegeleri kontrol ediyor, ama CHP üyeleri girerse, doğrudan oy verirse, Kılıçdaroğlu kazanamaz” gibi bir akıl yürütmenin olduğu söyleniyor. Ne derece akıllı bir akıl yürütme o ayrı bir tartışma konusu; ama bu hâliyle bile gözüküyor ki buradaki temel dert şu anda Kılıçdaroğlu’nun kendisinden ziyade, tabii ki kendisi ama, onun yürüttüğü ve 31 Mart’ta bayağı başarılı olduğunu da gördüğümüz strateji. Bununla ilgili bir sorun var. Ve bu stratejiyi zayıflatacak her türlü şey, her türlü adım, çıkış, iktidar tarafından en azından beğeniyle karşılanacak. Önleri açılmak istenecek. Onların, bu hareketlerin, iktidar tarafından kurdurulduğunu vs. söylemek haksızlık olur; ama iktidarın bundan gayet memnun olduğu da muhakkak. Yani şöyle bir düşüncenin, iktidarın temsilcileri tarafından şöyle bir düşüncenin, asla söz konusu olduğu kanısında değilim: “Ya, işte ne güzel biz Kemal Kılıçdaroğlu ile gidiyorduk. Ama Muharrem İnce gerçekten olayı ya da Mustafa Sarıgül ya da bir başkası olayı ele geçirirse bunlar bizim iktidarımızı tehdit eder” gibi bir yaklaşımları oldukları kanısında değilim. Bir başka mesele tabii ki şu: Herkes parti kurmakta özgür, ama devleti yönetenler biliyorsunuz bir Kürt partisinin kurulmasına yanaşmıyorlar, dilekçeyi de İçişleri Bakanlığı almamak konusunda çok ısrarlı. Onu bir parantez içerisinde söyleyelim. Ve nitekim AKP’den kopan iki parti, Gelecek ve DEVA partileri, hızlı bir şekilde örgütlendiler. Bayağı etkili bir şekilde kendilerini gösteriyorlar. Oy oranları şu anda kamuoyu yoklamalarında çok yüksek gözükmüyor. Ama oralarda Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu etrafında bir hareketlilik çıktığı kesin. Benzer bir olayı daha önce Meral Akşener ve kendisiyle beraber MHP’den kopanlar yaptılar. Onlar da bir şey gösterdiler. Yani MHP’den ve AKP’den kopuşların belli ölçülerde karşılığı oldu. Bu perspektiften baktığımız zaman, “CHP’den kopanların da belli bir karşılığı olabilir mi?” sorusunu sormak doğru. Ama şu âna kadar yaşananlardan böyle bir karşılık çıktığı açıkçası söylenemez. Ben bunu görmüyorum. Sonuçta bütün bunlar, 31 Mart’ta olduğu gibi tam ters etki yaratabilir. CHP’de Kemal Kılıçdaroğlu’nun yönetiminin ve stratejisinin daha güçlü bir şekilde hayata geçirilmesine katkıda bulunabilir. Mustafa Sarıgül CHP’yi hiçbir şekilde etkilemişe benzemiyor. Muharrem İnce’nin ne kadar etkileyeceği, kaç milletvekilinin ya da il yöneticisinin ya da birtakım eski siyasetçinin orada yer alacağı –tabii eğer bir parti kurarsa–, çok belli değil; fakat ne olursa olsun zaten milletvekillerinin çok da fazla etkisi olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Başkanlık sistemi değil de eskisi gibi parlamenter bir sistem olsaydı belki o zaman bir şeylerin etkisi olabilirdi. Fakat şu hâliyle benim gördüğüm, Muharrem İnce’nin hareketinin de çok büyük bir toplumsal karşılığı olacağa benzemiyor. Çünkü bu hareketlerin eninde sonunda bir rüzgârın üzerinden gitmesi lâzım, bir beklentinin üzerinden gitmesi lâzım. AKP’nin içerisinde AKP’den hayal kırıklığına uğrayan, bir şekilde kendilerini itilmiş kakılmış, dışlanmış hisseden ya da başlanılan yolun devamının doğru getirilmediğini düşünen insanlar ayrı ayrı zamanlarda ayrı ayrı şekillerde kopabildiler. MHP’ninki çok daha bârizdi. Kazanacakları bir kongrenin, iktidarın desteğiyle Bahçeli’ye hediye edilmesinin tepkisiyle İYİ Parti’yi kurdular ve girdikleri ilk seçimde de bayağı ciddi bir oy aldılar. Ama buradaki mesele, bu hareketlerin karşılığının açıkçası olduğunu sanmıyorum. Karşılığının olabilmesi için birincisi, var olan şu andaki muhalefetin perspektifine çok açık, net, somut eleştiriler getirmeleri. Ve ikincisi de nasıl daha iyi yapabileceklerini söyleyebilmeleri gerekiyor. Bunu hem söylem düzeyinde hem de kadro düzeyinde yapabilmeleri gerekiyor. Şu hâliyle baktığımız zaman çok fazla bir şey elde edebilmişe benzemiyorlar. Özetle toparlayacak olursak, CHP’nin bölünmesi, genel olarak muhalefetin, ama özel olarak CHP’nin bölünmesi ihtimali hep masada. Ama bölünenlerin, ayrılanların geçmişte yaşanan örnekleri de göz önüne alınırsa, çok fazla etkili olabileceğini söylemek mümkün değil. Hatta tam tersine, bu CHP’nin hayrına bile olabilir. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.