Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

HDP ile aralarına mesafe koyanlar

Siyaset dönüp dolaşıyor “HDP sorunu”nda kilitleniyor. İktidar ortaklarının HDP’yi kriminalize etme stratejisine muhalefet bir türlü etkili bir cevap bulamıyor. HDP’siz siyaset Türkiye’de mümkün mü?

Yayına hazırlayan: Senem Görür

Merhaba, iyi günler. Türkiye’nin sorunları çok; ama siyasette bu sorunların gerçek anlamda tartışıldığını görmüyoruz. Türkiye’de yaşanan genel kriz tüm siyasî ortamı da etkilemiş durumda ve siyaseten baktığımız zaman sahici sorunlar yerine birtakım dolaylı meseleler ele alınıyor ve hiçbir şey yapılamazsa, HDP gündeme getiriliyor: HDP’nin kapatılması, HDP’ye mesafe koymak. Bu mesafe koymak lâfını özel olarak seçtim, çünkü HDP’ye yıllardır dayatılan PKK ile arasına mesafe koyması şartı var, ama bu dayatmaya bağlı olarak da bütün herkes bir şekilde HDP ile arasına mesafe koymaya çalışıyor. Muhalefetteki partiler de açık bir şekilde tavır almasalar bile, yine açık bir şekilde HDP ile yan yana görünmemeye özen gösteriyorlar. 

Bu Türkiye’nin artık garip bir kısır döngüsü haline gelmiş durumda; ama söz konusu olan parti küçük bir parti değil. En son girdiği genel seçimlerde 5 milyon 866 bin oy almış — yüzde 11,7. Aynı seçimde MHP ondan 300 bin az oy almış ve İYİ Parti de 900 bin az oy almış. Son seçimlerde Türkiye’nin üçüncü büyük partisi; 2018 genel seçimlerine göre bakıldığında, hem üçüncü büyük parti, hem de oyları özellikle ülkenin güneydoğusunda ve bazı doğu illerinde yoğunlaşmış, Kürtler’in büyük şehirlerde yaşadıkları bölgelerde yoğunlaşmış bir parti. Çok ciddi bir temsil gücü olan, çok ciddi bir toplumsal karşılığı olan bir parti. Bu parti, Haziran 2015’te çok büyük bir başarı elde edip yüzde 13,12 oy almıştı, 6 milyondan fazla oyu almıştı. Fakat arada geçen süreden sonra Kasım’da tekrarlanan seçimlerde oyları 2 buçuk puan gerilemişti. 

Bütün bu süre içerisinde, 2015’ten bu yana bakarsak –yani 7 yıl geçti– HDP özellikle iktidarın, iktidar ortaklarının ve bazı muhalefet partilerinin ana hedeflerinden biri olmasına rağmen, Selahattin Demirtaş başta olmak üzere önde gelen isimleri tutuklanmış olmasına rağmen, belediyelerine iki ayrı kez kayyum atanmış olmasına rağmen, çok sayıda yöneticisi sürekli operasyonlarla içeriye alınan bir parti olmasına rağmen, yapılan kamuoyu yoklamalarında yüzde 10 barajını aşma açısından pek bir sorun yaşamadığı da görülüyor. Bu, HDP’nin tabanın parti olarak HDP’den çok memnun olduğu anlamına gelmeyebilir. İşte zaten önemli sorulardan ve sorunlardan birisi de o. 

HDP bir parti olarak, ne yaparsa yapsın, toplumda bir karşılığı var. Toplumun bir bölümünde –en azından onda birinde, yaklaşık 6 milyon belki daha fazla insanda–  bir karşılığı olan, vatandaşta karşılığı olan bir parti. Bütün atanan kayyumlara rağmen yapılan seçimlerde, yerel seçimlerde büyük ölçüde yine HDP’nin adayları oraları alabiliyor. Kayyumların hiçbirinin şu âna kadar herhangi bir başarı öyküsü yazabildiğini görmüş değiliz. Tam tersine kayyumlar, genel olarak, toplumdan kopuk ve alabildiğine suiistimalin olduğu belediyeler olarak tarif ediliyor. 

Her neyse, şimdi bu bir sorun. Bu sorunun aşılması diye bir dert var mı? Şu anda böyle bir dert olduğunu sanmıyorum. Bir sorun var, gerçekten bir sorun var. Ama bu sorunda herkesin bir parmağı var, herkesin bir sorumluluğu var. En son Selahattin Demirtaş’ın cezaevinden yolladığı mektubun girişinde, bir özeleştiriden bahsediyor. HDP olarak, kendisi ve HDP olarak, parti olarak bir özeleştiri vermeleri gerektiğini söylüyor. Ama bunun aynı zamanda diğer siyasî aktörler tarafından da yapılması gerektiğini söylüyor. Türkiye’nin Kürt sorunu diye bir sorunu var, kim ne derse desin. “Çözdük, artık kalmadı” derse desin, bir Kürt sorunu var. Kürt sorununu bugün ülkenin özellikle Kürt vatandaşları çok ciddi bir şeklide hissediyor, yaşıyor ve çözülmesini istiyor. Ama bunun karşısında, kamuoyunun Kürt olmayan kesimlerinde de Kürt sorununun dile getirilmesinden duyulan ciddi bir rahatsızlık var. Türkiye bunu taşıyabilecek bir ülke değil. 

Nitekim şu anda Dolmabahçe’deki toplantıyı görüyorsunuz. O toplantı neydi? Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ve HDP’nin önde gelen isimleri buluşmuştu. Öcalan’ın, Abdullah Öcalan’ın hazırladığı metin üzerinden bir çözüm sürecinin en önemli eşiklerinden birisi o toplantıda aşılmıştı, daha doğrusu aşıldığı zannedilmişti. Fakat bu toplantıdan kısa bir süre sonra o masa dağıldı. Bu fotoğraf bize Türkiye’nin Kürt sorunuyla daha fazla yaşayamayacağının kabullenilmiş olduğunun, devlet tarafından da kabullenilmiş olduğunu fotoğrafıydı. Türkiye’nin bir çözüm süreci deneyimi vardı. Başarısızlıkla sonuçlandı, ama bu deneyim bir mecburiyetin sonucunda ortaya çıkmıştı. Bugün HDP’yi şeytanîleştirenler –ki Adalet ve Kalkınma Partisi başta geliyor– o tarihte nasıl bir yöntem izliyorlardı hatırlayalım. Çok geçmiş değil, 2015, yani yedi yıl öncesine bakalım. HDP milletvekilleri, temsilcileri, Ankara’da devletin yetkilileriyle, iktidar yetkilileriyle konuşuyorlardı. Oradan İmralı’ya gidiyorlardı, İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüşüyorlardı, Abdullah Öcalan’la görüştükten sonra tekrar Ankara’ya gidiyorlardı, Ankara’dan bu sefer Kandil’e gidiyorlardı. Kandil ile görüştükten sonra tekrar Ankara’ya gidip, tekrar İmralı’ya, böyle bir trafik vardı. Bir… nasıl tarif edilebilir? Geometrik olarak üçgen değil ama; yani bir yerinde İmralı, diğerinde Ankara, bir yerinde Kandil olan, devletin bilgisi dahilinde olan görüşmelerdi bunlar. Devlet bu görüşmelerin her birinin tutanaklarını, notlarını, İmralı’dakileri zaten herhalde kaydediyorlardı. Öcalan’la görüşme devletin bilgisi dahilinde yapılıyordu ve o tarihlerde HDP’den istenen, gerek Öcalan’la yani İmralı’yla gerekse Kandil’le arasına mesafe koymaması ve bu sürecin taşıyıcısı olmasıydı. 

Devlet tarafından kendilerine uygun görülen bir roldü bu; ama olmadı, başarısızlıkla sonuçlandı. Ve şimdi geçmişte yapılan bu temaslar da birer suç haline getirilmek isteniyor. Onlardan dolayı da insanların suçlandığını görüyoruz. Örneğin fotoğraflar yayınlanıyor, Kandil’de çekilmiş fotoğraflar ya da İmralı’da çekilmiş fotoğraflar; ama bu fotoğrafların hepsinin devletin bilgisi, onayı ve teşviki dahilinde olduğunu biliyoruz. Bugünden sonra tekrar böyle bir şey olur mu? Sanmıyorum. Hele bu yaşananlardan sonra HDP’lilerin de yeniden böyle bir trafiğe razı olacaklarını sanmıyorum. Ama Türkiye’nin bir şekilde bu formülü bulabilmesi gerekiyor. 

Şimdi bugün Meral Akşener grup toplantısında ne dedi? “HDP’yi kapatmaktan bahsediyorlar, ama tek bir adım bile atmıyorlar.” Öyle bir cümle ki buradan bir yığın yorum yapılabilir. Yani siz kapatılmasını mı istiyorsunuz? İktidarın samimiyetsizliğini göstermek amacıyla söylenmiş bir söz. Adım atılsa, peki, İYİ Parti ne yapacak? İYİ Parti zaten muhalefet blokunda HDP konusunda en çok gözlerin çevrildiği parti, bunu biliyoruz. Bu stüdyoda Meral Akşener’i ağırladığımızda da en önemli sorulardan birisi buydu. O yayında verdiği cevaplar büyük ölçüde tatminkârdı. Ama bu sürekli taşınabilecek bir mesele değil. Özellikle İYİ Parti gibi bir parti açısından. 

Şimdi HDP muhalefet partileri ile görüşmek istiyor. Bildiğim kadarıyla, ben bu yayını yapana kadar Saadet ve Gelecek partilerinden olumlu cevap geldiğini duymuştum. Diğerleri de herhalde yanaşırlar, İYİ Parti’nin olacağını pek sanmıyorum. Fakat bütün bu partiler de –mesela Gelecek Partisi– hem HDP’nin varlığını kabul edip hem de HDP’ye yönelik eleştirilerini alabildiğine sert bir şekilde söyleyerek, yani hem nalına hem mıhına vurarak yapmak istiyorlar, yürütüyorlar. Bu onların tercihidir, bunda eleştirecek bir şey olmayabilir. 

Ama HDP söz konusu olduğu zaman Türkiye’de ortam otomatik olarak geriliyor. Bunu Türkiye’nin aşması gerekiyor. Bunu Türkiye’nin aşması şu aşamada mümkün gözükmüyor. İktidar HDP’yi hep bir karşı tarafta, muhalefette –nasıl söyleyeyim– sorun çıkartıcı aktör olarak kullanmak istiyor. Bunu yerel seçimlerde de denediler. Yerel seçimleri beka üzerinden kurdular; ama yerel seçimlerde bu olay tutmadı. Aslında bu 31 Mart seçim sonuçları bize HDP’nin şeytanîleştirilmesi üzerinden siyasî alanı daraltma girişiminin seçmen tarafından tam olarak benimsenmediğini açık bir şekilde gösterdi. Eğer gerçekten HDP’yle, şu ya da bu şekilde, örtülü ya da açık ilişki kurmak seçmen tarafından cezalandırılmak anlamına geliyor olsaydı, 31 Mart seçimlerinde Ekrem İmamoğlu İstanbul’u, diğerleri Adana’yı, Mersin’i, Antalya’yı –Ankara’dan emin değilim, İzmir’den de emin değilim–,  ama birçok ili CHP’li adayların almaları bence imkânsız olurdu. Özellikle İstanbul imkânsız olurdu. Orada işte bunu ciddi bir şekilde hem iktidarın, iktidar partilerinin, özellikle AKP’nin, hem de muhalefette özellikle CHP’nin tekrar tekrar sorması gerekiyor. 

HDP üzerinden, HDP’nin kriminalize edilmesi üzerinden yürütülen bir seçim kampanyası İstanbul’da iflas etti. Bunun üzerine her iki tarafın da düşünmesi gerekiyor. CHP’nin bunu düşündüğünü biliyorum, ama çok zorlandığını da biliyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde bu konuda çok ciddi bir rahatsızlığın olduğunu da biliyorum. Örneğin en son İhsan Aslan, anılarını anlattığı kitaplarda ve ardından verdiği röportajlarda bunu bir şekilde dile getirdi; ama hemen linç edildi, disipline verildi ve geri adım attı — ki kendisi AKP içerisinde Kürt sorunu denince ilk akla gelen isimlerden birisiydi. Taşıyamadı, yürütemedi; ama AKP’nin içerisinde kendisi Kürt olmayan ama Kürt sorununu bu şekilde dışlayıcı tavırların, MHP ile Kürt sorunu konusunda aynı noktaya gelmenin kendilerinin aleyhine, hem siyasî çizgileri hem de iktidarın bekası açısından aleyhine olduğunu düşünen insanların sayısı artıyor. Ve birçok yayında dile getirdiğim gibi kendilerini meşrulaştırmak için de, haklılık kazanabilmek için de, özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Selahattin Demirtaş kararını hatırlatıyorlar ve bu vesileyle birtakım yumuşamaların, dil değişikliğinin yapılmasını talep ediyorlar diyeceğim, ama tam da talep edemiyorlar; çünkü en son bir yansıyan kulis bilgisine göre, bir MGK toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Selahattin Demirtaş teröristtir. Avrupa’nın ne dediği bizi ilgilendirmez” deyip kesip atmış. Ama bu öyle kolay kesilip atılabilecek bir mesele değil. Nitekim Cumhurbaşkanı’nın Hukuk Başdanışmanı Mehmet Uçum, ısrarlı bir şekilde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararının bağlayıcı olmadığını söylüyor. Fakat bugün Karar gazetesinde Yıldıray Oğur’un yazısının da çok iyi gösterdiği gibi Mehmet Uçum özellikle geçmiş dönemde, yani AKP’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanına gelmeden önce Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde kaybettiği birçok davada başvurucuların avukatlığını üstlenmiş ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin gerçekten Türkiye’de hak ve özgürlüklerin teminatı olması açısından bayağı çaba sarf etmiş birisi. 

Bütün bunlar bize şunu gösteriyor. “Dün dündür, bugün bugündür” diye yürütülmek istenen bir siyaset var. Bu siyaset belli bir yerden sonra ne iktidara ne muhalefete çok fazla bir şey getirmiyor. HDP meselesini Türkiye’nin iktidarının da muhalefetinin de bir şekilde çözmesi gerekiyor. Bunu çözerken HDP’nin bu çözümün içerisine dahil olması gerekiyor. Bakın Kürt sorununun çözümünden bahsetmiyorum. HDP’nin, Türkiye’nin üçüncü büyük partisinin, Türkiye’deki yasal siyasetin içerisine tam olarak entegre olmasından bahsediyorum. Burada HDP’nin de sorumlulukları çok fazla; ama diğer partilerin de, başta iktidar partileri olmak üzere ana muhalefet partisi olmak üzere diğer partilerin de sorumlulukları var. Türkiye’de HDP’yi ve onun temsil ettiği toplumsal kesimleri sisteme, yasal siyasî sisteme entegre etmemek diye bir seçeneği olamaz Türkiye’nin. “Biz bir kere kapatalım, ondan sonrasına bakalım” şeklinde politikaların hiçbir sonuç alacağını sanmıyorum. Nitekim daha önceki dönemlerden biliyoruz, bağımsız olarak da girdiler, partisiz de girdiler. Partilere konan yüzde 10 barajı nedeniyle ya da partileri kapatıldığı için ve bağımsız olarak da kazandılar. Alabildikleri en fazla milletvekili sayısını alarak da kazandılar. Belki de iktidarın en çok tercih ettiği husus şudur, onu düşünüyorum; geçen bir izleyici sormuş: “Erken seçim diyordunuz, pek söylemiyorsunuz. Yoksa olmayacak mı diye düşünüyorsunuz?” 

Ben halen bir erken seçimin Erdoğan’ın kafasında olduğu kanısındayım ve burada da en önemli faktörün HDP olduğu kanısındayım. Eğer HDP’nin muhalefete destek vermeyeceği, HDP’nin parti olarak ve taban olarak muhalefete destek vermeyeceğine emin olursa Erdoğan, o zaman bu seçimi bir an önce görürüz ve orada en azından cumhurbaşkanlığını ilk turda olmasa bile ikinci turda kazanma hesaplarını yapabilir. Çünkü aritmetik olarak baktığımızda HDP’nin desteklemediği bir muhalefet adayının kazanma ihtimali yok. Milletvekili seçimleri, HDP’nin yine Meclis’e girmesi ayrı bir husus. En son aldığı milletvekili sayısı 67, bunların bazıları düştü biliyorsunuz. Yine diyelim ki 60 milletvekiliyle Meclis’e girmiş bir HDP’ye Erdoğan razı olabilir. Zaten Meclis’in de çok fazla bir fonksiyonu yok. Ya da HDP’nin, mesela bir 94’te olduğu gibi, seçimi boykot etmesi. Orada o yerel seçimlerde, o tarihteki parti adı DEB idi yanılmıyorsam, Kandil’den gelen talimatla seçimleri boykot etti ve buradan en çok istifade eden Refah Partisi olmuştu, ciddi bir şekilde, özellikle Güneydoğu’da belediyeleri kazanma açısından. Böyle bir şeyi yeniden denemek; mesela alabildiğine baskıyı artırıp, kapatma davası açıp, Hazine yardımını iptal edip vs. HDP’yi yapılan seçimleri boykot etmeye teşvik etmek herhalde Erdoğan için en akıllıca iş olur. Ve bir gün gelir, bir bakarsınız, Türkiye’de Erdoğan HDP’yi kendisine müttefik olarak bile düşünebilir. Geçmişte çözüm sürecinde bir müttefik değildi, beraber çözüm sürecini yürütmek gibi bir çabaları vardı HDP ile AKP’nin. Yarın öbür gün Erdoğan Türkiye’de, çünkü tam anlamıyla pragmatist bir siyasetçi, şu ana kadar kurduğu ittifaklara bakarsanız, birbirine benzemeyen birçok kesimle değişik dönemlerde ittifak yapabilmiş bir siyasetçi, pekâlâ yarın bir bağlamda HDP’nin de dahil olduğu bir ittifak içerisine girebilir. Ama bu ihtimal onun bugün HDP’yi alabildiğine şeytanîleştirmesi ve HDP ile aralarına mesafe koymayanları da terörist ilan etmesine engel olmuyor. 

Sonuçta HDP sorunu aslında bir… nasıl söylemek lâzım?… sahici olmayan bir sorun. Tabii ki bunun siyasî anlamda birtakım karşılıkları var. Ama şu anda bize çizilmeye çalışılan HDP fotoğrafı ve HDP sorunu –yani tarif edilen HDP sorunu– aslında Türkiye gerçekleriyle birebir uyumlu bir sorun değil, uyumlu bir mesele değil. Geçmişe, yakın geçmişe baktığımızda da bunun örneklerini görüyoruz ve en önemlisi şöyle bir mesele ortada duruyor — yayın boyunca onu söylemeye çalıştım: HDP’yi devre dışı bıraktığınızda ne olacak? Kürtler’i kim temsil edecek? Kürtler kime oy verecek? Siyaset yapmasınlar, oy vermesinler, ne halleri varsa görsünler mi diyecek Türkiye? Artık 2021 yılında Türkiye’nin bunları çoktan aşmış olması gerekiyordu. Her neyse bir duyuruyla bitireyim: Bugün saat 20.00’de Haftanın Konuğu’nda HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ile yayınımız olacak. Eğer ilgilenir iseniz onu da izlemenizi öneririm. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.