Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

HDP oylarının laneti

AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki’nin HDP için “Seçimlerde dört tane oy alabilmek için olmadık kalıba giriyorsunuz. Lanet olsun oylarına. Onların oylarının Allah belasını versin” sözlerinin yankıları sürüyor. Meral Akşener’in “Türk siyasi tarihinde utançla hatırlanacak bir terbiyesizlik” olarak tanımladığı bu sözlerden çıkarılabilecek siyasi sonuçlar üzerine.

Hazırlayan: Enes Kerim Şafak

Merhaba, iyi günler. Önce, dün kaldığımız yerden notla gireyim: Boğaziçi Üniversitesi konusunda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun hedef gösterdiği eski Boğaziçi Üniversitesi rektörü Prof. Üstün Ergüder hakkında 1.460 imzalı bir metin yayımlandı. Ve burada “Meslektaşı, öğrencisi, dostu, arkadaşı olmaktan onur duyuyoruz” denerek Prof. Ergüder’e sahip çıkıldı. Ben meslektaşı değilim tabii ki; öğrencisi olamadım, normalde olmam gerekiyordu ama birinci sınıfı tam aşamadığım için onun verdiği daha üst sınıf derslerini alamadan Boğaziçi’nde öğrenciliğim yarım kaldı. Ama yıllar sonra kendisiyle –o da katılır diye umuyorum– arkadaş olduk, tanış olduk. Gerçekten burada Süleyman Soylu’yu gazeteci olarak yıllardan beri bir şekilde bilirim, tanışıklığımız da vardır. Burada, kimin hangi yerde durduğunu vurgulamakta her zaman için yarar var. Üstün Ergüder, Türkiye’de sadece Boğaziçi Üniversitesi’nin değil, aynı zamanda genel olarak eğitim alanında, ama öte yandan da siyasetbilim alanında katkılarıyla hepimizin bildiği bir insan. 80 yaşında olduğunu Süleyman Soylu hatırlatmıştı, hiç göstermez o yaşını, ama hâlâ çok aktif bir şekilde Türkiye’nin sorunlarıyla dertlenen, gerçekten çok saygıyı hak eden bir isimdir. Bir kere de buradan ben de kendisine selâmımı ve desteğimi ileteyim. 

Boğaziçi meselesi aslında, çoktan kimin kazandığı kimin kaybettiği belli olan bir mesele. Zaten Süleyman Soylu’nun bu hedef göstermeleri de bu kaybın iyice belirginleşmesi nedeniyle. Nitekim bugün Devlet Bahçeli grup toplantısında ilginç bir şey yaptı. Daha önce CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine “evlatlarımız” diye hitap etmesine çok kızmış ve “Onlar evlat falan değil, başı ezilmesi gereken zehirli yılanlardır” demişti Devlet Bahçeli, çok sertti. Ama bu hafta, ilginç bir şekilde, yumuşak bir şekilde, “Tamam, sivri çıkışlarımız olabilir, ama sizler bizim için paha biçilmez öneme sahipsiniz. Hepiniz bizim çocuğumuzsunuz” diyerek çok ciddi bir şekilde tavır değişikliğine gitti. Bu da aslında Boğaziçi’ndeki öğretim üyelerinin de aktif yer aldığı, ama esas olarak gözüken yönüyle öğrencilerin yürüttüğü direnişin ne kadar etkili olduğunu, başarılı olduğunu gösteriyor. Bu kadar kısa süre içerisinde Devlet Bahçeli gibi bir siyasetçinin bu kadar bâriz bir geri adım atmasını sağlamış olmalarını not düşmek lâzım. 

Salı günleri –şimdi özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan çarşambaları yapıyor artık daha çok– Meclis’te grup toplantıları günüdür ve bir gazeteci olarak benim en sevdiğim günlerdendi. Eskiden gazete ve televizyonlarda çalışırken hemen hemen her salı Ankara’ya gitmeye çalışırdım. Sabah erken bir uçakla gider, akşam da en geç uçakla dönerdim İstanbul’a. Benim gittiğim tarihlerde daha İYİ Parti yoktu, ama MHP, HDP, CHP ve AKP gruplarını takip ederdim, hepsine giderdim. Genellikle gazeteciler bazı grupları izler, bazılarını izlemezler. Ben hepsine birden gider ve bütün partilerin liderleriyle de olabildiğince ayaküstü konuşmaya çalışırdım. Uzun bir süre bu salı toplantıları, siyasete dışarıdan bakan isimler tarafından eleştirildi. Burada havanda su dövüldüğü, özellikle muhalefetin burada esip gürlediği, ama sonra da pek bir şey yapmadığı söylenir oldu. Ama son birkaç haftadır işin rengi biraz değişmiş gibi. Siyasetin alabildiğine öldüğü, öldürüldüğü, dar bir alana hapsettirildiği yerde grup toplantıları, geçen hafta mesela, Gara operasyonlarıyla ilgili, önce Kılıçdaroğlu’nun ardından Akşener’in toplantılarda söyledikleri çok çarpıcıydı. Demin Bahçeli’den bahsettim, bugün Akşener çok önemli bir çıkış yaptı. HDP’de de özellikle Süleyman Soylu’nun bir televizyon yayınında gösterdiği fotoğraflarla ilgili Pervin Buldan açıklamalar yaptı. Ama grup toplantılarını en etkin bir şekilde kullanan siyasetçi herhalde Meral Akşener. Meral Akşener uzun bir süredir kürsüye toplumun değişik kesimlerinden insanlar çıkartıyor, onların dertlerini anlattırıyor. En son Uygur meselesiyle ilgili olarak, Uygur bir kadını çıkarttı ve Meclis TV’nin orada devreden çıkması bayağı bir konuşuldu. Bugün de Meral Akşener çok etkili bir konuşma yaptı. 

Öne çıkan iki konu diyelim. Biri: AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in özellikle çıplak aramalar konusunda ettiği sözlere yönelik olarak, bir kadın siyasetçi olarak, kadın hakları savunucusu kimliğiyle çok sert sözler söyledi. Ama somut olarak konuştu. Bir diğer yönü de işte –bu yayının esas konusu olan– Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki’ye yönelikti. Ne dedi Mehmet Özhaseki ile ilgili olarak? “Onun sözleri Türk siyasî tarihinde utançla hatırlanacak bir terbiyesizliktir” dedi ve devamını da getirdi: “Mâlum, Mehmet Özhaseki memleketi Kayseri’de bir konuşmada, HDP oylarıyla ilgili olarak aynen şöyle söyledi -okuyayım ki sonra sözlerimiz çarpıtılmasın: “Seçimlerde dört tane oy alabilmek için olmadık kalıba giriyorsunuz. Lânet olsun oylarına! Onların oylarının Allah belâsını versin. Bunları her fırsatta söylemeliyiz.” Burada kastı HDP’den ziyâde CHP imiş. CHP, HDP oylarını almak için çeşitli kalıplara giriyormuş, ama “O oylara lânet olsun, onların oylarının Allah belâsını versin” dedi Mehmet Özhaseki. Neden böyle dedi, nasıl böyle dedi? Sonra, Sözcü gazetesi yazarı Deniz Zeyrek kendisiyle konuşmuş. Deniz, uzun uzun Mehmet Özhaseki ile tanışıklıklarını, onun nasıl ılımlı bir isim olduğunu, dolayısıyla bu sözleri görünce çok şaşırdığını söylüyor ve ardından onun sözlerini aktarıyor. Ne demiş Özhaseki Deniz Zeyrek’e? “Evet, lânet olsun kısmı aşırıya gitmiş olabilir.” Gitti değil de olabilir. “Vatandaşa lânet olsun olmaz, kabul edilemez. Konuşma heyecanıyla, duruma olan isyanla o ifadeyi kullanmış olabilirim. Ancak kastettiğim, oy veren vatandaş değil.” Deniz de sonunda: “Yanlışın farkına varmak, düzeltmeye çalışmak erdemdir.” diyor. Burada yanlışın ne derece farkına vardığına çok emin değilim. “Aşırıya gitmiş olabilirim, aşırıya gittiğimin farkındayım” demiş olsaydı, belki. Ondan sonra, “kullanmış olabilirim heyecanla”… Yılların siyasetçisi, ben de Deniz kadar, belki Deniz’den daha fazla Mehmet Özhaseki’yi tanırım. Kayseri’de daha ilçe belediye başkanıyken, daha sonra büyükşehir belediye başkanıyken uzun bir süre Kayseri’ye çok giden bir gazeteciyim. Birçok seçim kampanyasını, Refah Partisi’nin, Fazilet Partisi’nin ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin birçok seçim kampanyasını yerinde izlemiş birisiyim. İlk gidişim, gazeteci olarak 1991’dir, 91 Genel Seçimleri öncesidir. Özhaseki ile de oradan tanışırız, bir hukukumuz vardır. Ama son Ankara Büyükşehir Belediye başkan adayı olduğu zaman kendisiyle yayın yapmak için epey uğraştım, cevap bile vermedi, danışmanları aracılığıyla. Dün de, telefonla kendisine yine ulaşmaya çalıştım, yine mesaj bıraktım, yine cevap vermedi. Benim bildiğim, ben de Deniz gibi ılımlı bir isim olarak bilirim. Ama onu bile bu kadar hiddetlendirdiğine göre bu HDP oylarında bir şey var. Mehmet Özhaseki gibi bir isim bile bu kadar Meral Akşener’in söylediği gibi Türk siyasî tarihine geçecek bir lâfı ediyor. Burada yanlış anlaşılma falan yok, burada açık açık “lânet olsun” deniliyor. Ama o oyları almak için Osman Öcalan’ın da, Abdullah Öcalan’ının da AKP tarafından kullanılmak istendiğini de biliyoruz. Her neyse, sonuçta, önümüzde HDP oyları gibi bir realite var. Aslında bunun adını koyalım, esas olarak Kürt oyları. Yani HDP oylarının büyük bir kısmının Kürtler’den geldiğini biliyoruz. Kürt olmayanlar da veriyor muhakkak. Ama HDP deyince aklımıza ilk gelen Kürt oyları. Tabii Kürt oyları deyince de hemen birileri köpürüyor, “Kürtler sadece HDP’ye vermiyor” diye. Tabii ki vermiyor; ama baktığımız zaman, özellikle genel seçimler ve yerel seçimlerin sonuçlarına baktığımız zaman Kürtler’in yoğunlukla yaşadığı bölgelerde HDP çok yüksek oy alıyor. Büyükşehirlerde yine Kürtler’in yoğunlukla yaşadığı yerlerde HDP seçimlerde bayağı etkili oluyor. İstanbul seçimleri bunun bir örneğiydi. Adana, Antalya, Mersin seçimleri de bunun bir örneğiydi bir ölçüde. Mehmet Özhaseki’nin çok büyük bir farkla kaybettiği Ankara seçimleri de herhalde bunun bir örneğiydi. Burada, bu olay bana aslında zamanında yükselişte olan Refah Partisi’ne karşı sistemin merkezindeki güçlerin çaresizliğini hatırlatıyor. Neydi o? “Bunlar işte, göbeğini kaşıyan insanlar”, “Bunların oyları ile bizim oyumuz bir mi?” vs. “kandırılmışlar”, şunlar, bunlar… Burada bir gidişat var, bir seçmen tercihi var. Ve burada tabii şu da çok önemli: Bu seçmen tercihi çok bilinçli bir seçmen tercihi. Dün Refah Partisi’nin, Fazilet Partisi’nin ve ilk yıllarındaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçmeninin politik bilinci ve kararlılığıyla, HDP ve önceki partiler de dahil ama bugün HDP seçmeninin politik bilinci ve kararlılığı birbirine yakın, hatta HDP seçmeninde çok daha güçlü olduğunu söyleyebiliriz. Bütün baskılara rağmen, engellemelere rağmen azalmayan, ya da azalır gibi olsa da her zaman için yüzde 10 barajını aşan –ki bu yüzde 10 barajının esas olarak bu tür HDP ve öncülü partilerin önünü kesmek için koyulduğu aşikâr–; bunu aşabilen, aşmama riski olduğu zaman bağımsız seçime gidip çok sayıda milletvekili sokabilen bir partiden bahsediyoruz. 2015 Haziran’ında 6 milyon oy almış, yüzde 13. Daha sonra Kasım’da düşüyor, 2015 Kasım’ında: 5 milyon 145 bine. En son 2018, 24 Haziran seçimlerinde, yüzde 11,7; 5 milyon 866 bin. Ve Meral Akşener de 6 milyon diye yuvarlamış. 67 milletvekili çıkartmıştı. 6 milyon vatandaşı ne yapacaksınız? Bu çaresizlik giderek büyüyor. HDP ile PKK’yı eşitlemeye çalışmalar, HDP’yi kapatmaya çalışmalar vs.. Aslında bütün bunlar devletin, ülkeyi yönetenlerin, sistemin merkezinde yer alanların çaresizliğini gözler önüne seriyor. Baskıyla, engellemeyle yapılamayanı sözle yapmaya çalışıyorlar. Ama burada siyasetin kuralı çok bâriz, belli. Bir partinin yanlış yaptığını düşünüyorsanız onun yanlışlarını da seçmene anlatırsınız, seçmeni ikna edersiniz ve seçmenin desteğini alırsınız. Hele elinizde bu kadar imkânlar varken, bu kadar eşitsiz bir ilişkide, Mehmet Özhaseki’nin söyledikleri sanki bir tür, nasıl söyleyeyim, artık bu çaresizliğin en açık bir şekilde dile gelmesi. Ne diyor? Lânet olsun. Aslında burada, oylara lânet olsun diyerek oyları lânetlemeniz mümkün değil, ama burada bir HDP’nin, HDP seçmeninin onlarda yarattığı aslında… Şunu da özellikle vurgulamak lâzım, birçok yayında söylüyorum: HDP seçmeni ile HDP arasında da çok büyük fark var. HDP’nin, yönetiminin, HDP seçmenini tam olarak yansıtabildiğini de açıkçası sanmıyorum. Onun dinamizminin HDP yönetimi tarafından tam yansıtıldığını sanmıyorum. Hatta birçok araştırmada, özellikle yüz yüze yapılan görüşmelerde de ortaya çıkıyor ki: HDP’ye oy verenlerin önemli bir bölümünde, HDP’ye yönelik çok ciddi itirazlar da var, eleştiriler de var. Ama, her şeye rağmen HDP dışında bir yere pek yönelmiyorlar. Öte yandan, özellikle Kürtler’de çok güçlü olan İslâmî hareketler ve o hareketlerin partilerinin de etkilerinin giderek azaldığını görüyoruz. Milli Selamet Partisi’nden beri orada belli bir karşılığı olan siyasî akım İslamcılık Refah Partisi’ne devroldu, Fazilet’e devroldu, daha sonra Adalet ve Kalkınma Partisi’ne, bir ölçüde Saadet Partisi ve Hüda-Par da söz konusu. Ama bunların son dönemde, iyice, bütün iktidar imkânlarına rağmen iyice azaldığını görüyoruz. Burayı, önünü kesemeyince buna lânet okumak gibi demokrasi ile hiç bağdaşmayan bir tutum var ve AKP’nin bu düştüğü, kendi kendine kazdığı bu tuzaktan nasıl çıkacağı, çıkıp çıkamayacağı, açıkçası çok merakla beklenen bir şey. Normal şartlarda burada, bu döngü içerisinde devam edeceğe benziyorlar. Ama yine de, her ihtimale karşı, Erdoğan’ın bir şekilde ayağını frene basıp, dilini tekrar çözüm süreçleri dönemindeki kadar olmasa bile belli ölçülerde yumuşatarak bir siyaset değişikliğine gitmesi pekâlâ söz konusu olabilir. Olabilir diyorum, çok emin değilim. Ama şuna eminim: Mecbur, bunu yapmaya mecbur. Çünkü Erdoğan’ın en büyük başarısı, aslında Refah’tan beri bu partilerin en büyük başarısı, Türkiye’de Kürtler’i de yoğun bir şekilde içerlerine alabilen partiler olmasıydı. Yani ülkenin doğusundan da batısından da, her yerinden oy alabilen partiler olabilmeleriydi. Özellikle Refah Partisi’nin son dönemleri ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ilk dönemlerine baktığımız zaman, Türkiye’nin hemen hemen her yerinden oy alabilen, özellikle de Kürtler’den bayağı iyi oy alabilen, kimi yerlerde birinci, birinci olamadığı yerlerde de muhakkak ikinci partiydiler, bunlar. Bunlar derken kastettiğim: Refah, Fazilet ve AKP. Güneydoğuda, Kürt seçmenin genellikle birinci ya da ikinci tercihiyken, şimdi tercih dışına çıkma ihtimali olduğunu görüyoruz. En son Rawest’in Güneydoğu’da yaptığı bir araştırmada, Güneydoğu’da ikinci parti olarak CHP’nin daha fazla telaffuz edilmeye başlandığı tespit edilmiş. Bunun, özellikle Erdoğan için çok alarm verici bir durum olduğu kanısındayım. Her neyse, şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Güneydoğu’dan alınan oyların milletvekili, belediye başkanlığı sayılarında bir etkisi olabilir, tamam. Ama esas olarak, HDP dışı partiler için söylemek istiyorum, eğer hakikaten Türkiye’yi yönetme iddianız varsa, Kürtler’den de kayda değer sayıda temsilcileri içinizde bulundurmanız gerekiyor — hem yönetim kademelerinde hem de seçmen bazında. AKP bundan giderek uzaklaşıyor. Ve bu uzaklaşma aslında sadece Kürt seçmeni kaybetmek değil, aynı zamanda Kürt olmayan seçmenin de kafasında yeni soru işaretleri doğmasına bence neden oluyor. Şöyle söyleyebilirim: Birçok bilinçli seçmen, Türkiye’yi yönetecek bir partinin Kürt Sorunu konusunda, Kürtler’i kapsama konusunda bir iddiası olmasını bekliyor. Bu iddiayı gördüğü yerlere daha fazla ilgi duyuyor. Adalet ve Kalkınma Partisi de, Refah geleneğinden itibaren, bir şekilde, tam olarak olmasa da, bir şekilde buna cevap verebiliyordu. Artık bir süredir bu cevabı veremez oldu. Ve Mehmet Özhaseki’nin bu sözleri de bütün hepsinin bir tür şâhikası oldu. Buradan geri dönüş, toparlama nasıl olur bilmiyorum, ama Meral Akşener’in bu sözleri tek başına bunun ne kadar vahim bir hata olduğunu, ama aynı zamanda iktidar partisinin ve iktidar partisi yöneticilerinin Türkiye gerçeklerinden ne kadar kopmuş olduğunu da gösteriyor. HDP eleştirisi, HDP’yi suçlamak, HDP’yi PKK ile ilişkisi var mı yok mu üzerinden suçlamak vs. bütün bunların hepsi bir şekilde meşrudur, tartışmadır. Ama HDP seçmeninin oyunu lânetlediğiniz zaman işin rengi değişir. Aynı şekilde HDP’ye atılan oyları kalaşnikof mermisi olarak tanımlamak… ki o konuda da notlarım vardı, ama o konu hakkında çok da fazla konuşmaya değdiğini düşünmüyorum, çünkü bu artık, nasıl söyleyeyim, analitik hiçbir değeri olmayan, edilmiş lâflar. HDP’yi kimse sevmek zorunda değil; ama eğer Türkiye bir demokratik ülke olma iddiasındaysa ve HDP de yasal bir partiyse, seçimlere giriyorsa; o oyların hepsi, bütün oylar kadar, bütün oylar gibi kutsaldır. Kimsenin onlara hiçbir lâf etmeye, hakaret etmeye, o oyları başka şeylerle eşitlemeye hakkı yoktur. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.