Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (35): Said Nursi, Nurculuk ve Mehmet Kutlular

Gazetecilik anılarımın 35. bölümünde, Said Nursi ve Nurculuk üzerine yaptığım araştırmaları, kendisiyle ilk kez 1985 yılında röportaj yaptığım ve 6 Nisan Salı günü 83 yaşında hayatını kaybeden Yeni Asya Gazetesi İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ı anlattım.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

35 yıllık gazeteciyim. Türkçe’nin dışında Fransızca ve İngilizce’yi anlayabiliyorum, konuşabiliyorum, yazabiliyorum da. Ama kendi anadilim olan Lazca’yı bilmiyorum. Birkaç kelimeden ibâret bir Lazca bilgim var. Bu da benim hayattaki en büyük ukdelerimden birisi. Bu nedenle 35 yıllık gazetecilik hayatımdan kesitleri aktarmayı hedeflediğim bu podcast dizisinin başlığını “Gomaşinen” olarak seçtim; yani: “Hatırlıyorum…”

Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 35. bölümünde Sait Nursî, Nurculuk ve Mehmet Kutlular’dan söz etmek istiyorum. Mehmet Kutlular yanılmıyorsam 1970 yılından beri Yeni Asya gazetesinin imtiyaz sahibi; kendisi bu hafta 83 yaşında hayatını kaybetti. Benim gazetecilik hayatımda tanıdığım ilk Nurcular’dan birisiydi. Aslında İslâmî kesim içerisinde ilk tanıştığım kişilerden birisiydi. Nurcu hareketin de önde gelen isimlerden birisi olarak, 1985 yılında kendisiyle tanışmıştım ve bayağı bir süre değişik aralıklarla kendisiyle sohbet etme, yüz yüze, telefonla, röportaj yapma imkânım olmuştu — sevdiğim, saygı duyduğum birisiydi ve ölümü de beni çok üzdü. 

Kendisi bir süredir, son birkaç yıldır rahatsızdı. Onun için görme imkânım olmadı; ama arada Yeni Asya çevresinden kişilerle hep sağlığını sordum. Görmemin pek iyi olmayacağını bana kibar bir şekilde söylediler; onun için, yani aslında biraz üzülerek, onun vefatını birçokları gibi ben de bekliyordum. Onun için çok da şaşırmadım. Şimdi tabii şöyle bir husus var: Gazeteciliğe başladıktan bir süre sonra İslâmî hareketler üzerine çalışmaya başladım ve bir yığın grupla, kişiyle, cemaatle irtibâta geçtim; çok yakından tanıdıklarım oldu; dostlarım da oldu, arkadaşlarım da oldu, mesâfeli ilişkiler içerisinde olduklarım da oldu; ama bütün bu süre içerisinde solcu kimliğimi hiçbir zaman kimseden gizlemedim. Ben onları oldukları gibi, onlar da beni olduğum gibi kabul etsinler istedim. Bâzıları için zor oldu, bâzıları için çok zor olmadı; ama üçüncü şahısların bâzıları için bu çok zor oldu. İlk günden îtibâren, benim bu kurduğum ilişkiler, haber kaynağı ilişkisi, kimi zaman arkadaşlık ilişkisi, üslûbum vs., hani kaba tâbiriyle “kendi mahallem”de de ve tabii ki İslâmî câmiada da kimi zaman sorunlara yol açtı, hâlâ yol açıyor. Örneğin Mehmet Kutlular’ın beyin ölümünün ardından sosyal medyada onun hakkında söylediklerimi genel olarak insanlar olumlu karşılarken, bâzı kişiler de buradan hareketle bunun bir çelişki olduğunu vs. söylemeye çalıştılar — ki böyle bir şey yok; çok normal bir şekilde üzüntümü dile getirdim. 

Dediğim gibi, Kutlular Bey benim yıllardır tanıdığım, çok güvendiğim –gazeteci olarak da güvendiğim, insan olarak da güvendiğim– birisiydi. Tabii ki Nurculuk bambaşka bir şey, biraz onu anlatmaya çalışacağım. Nurculuğun içinde değişik kollar var. Meselâ ben 85’te Kutlular Bey’i tanıdığım zaman yanında olanların bir kısmı, zaman içerisinde ondan ayrıldı, hattâ ona karşı hasım pozisyonlara da geçtiler. Ayrı ayrı gördüğüm zaman, kendisi hakkında hiç de iyi şeyler söylemeyenler de oldu. Fakat bu tür, bizim solun deyimiyle “fraksiyon meseleleri” bir yerden sonra çok anlamlı olmadı. Tek tek insanlar, benim açımdan nasıl ilişki kurduğunuzla ilgili bir şey. 

Ben Mehmet Kutlular’la ilk röportajımı Nokta dergisi için yapmıştım. Daha sonra CNN Türk için ya da Milliyet gazetesi için değişik kereler kendisiyle konuştum; bunların kimisi televizyon içindi, kimisi gazetede yayınlandı. Buralarda hep dikkat çekici görüşler beyan etmiştir. Örneğin 99 yılında Milliyet’te yaptığımız bir röportajda, Fethullah Gülen için “Fethullah’ı kullanıp attı devlet” sözü başlığa çıkmıştı, hâlâ çok ilgi görür. 

Şimdi Nurculuk nedir? Bu konuda uzun uzun konuşmak istemiyorum; çünkü bu kolaylıkla herkesin ulaşabileceği bir bilgi. Ama 1876 yılında Bitlis’in Hizan ilçesinin Nurs köyünde doğmuş olan Said Nursî’nin köyünden mütevellit Said Nursî’nin –ki uzun bir süre Said Kürdî olarak biliniyor– inşâ ettiği bir akım, ekol. Yani bir tarîkat değil, ekol demek daha doğru. Nurculuk bir akım ve bu akımı Said Nursî, Nur Risâleleri adını verdiği, Kur’an tefsiri gibi olan çalışmalarla yaymış. Ve özellikle Cumhuriyet döneminde kendisi birçok yasal kovuşturmaya tâbi olduğu için, kimi zaman cezaevinde, çoklukla sürgünde yaşadığı için, bu risâleler de elden ele gizli gizli çoğaltılıp dağıtılmış ve Nurculuğun temelinde Said Nursî’nin bu risâleleri ve bu risâlelerin üretilip, çoğaltılıp dağıtılması var ve bu ülke çapında bir ağ oluşturuyor. 1960’da ölümüne kadar Said Nursî’nin Türkiye’de aslında Cumhuriyet öncesinde, Osmanlı döneminde başlayan bir serüveni var. 

Çok ilginç bir hayat hikâyesi var, çok farklı görüşleri var; başlı başına, yani hani eskiden, “Film gibi bir hayatı var” derdik. Şimdi şöyle söylemek daha uygun: Netflix dizisi olacak gibi bir hayatı olan birisi, çok çarpıcı birisi. Tabii ki sağcı; özellikle Soğuk Savaş döneminde anti-komünist kimliği çok benimsemiş ve bu anlamda da Demokrat Parti geleneğini, Demokrat Parti’yi savunmuş; ardından gelenler de Demokrat Parti’nin devâmı olan partileri savunmuş bir hareket. Bir solcu olarak böyle anti-komünist birisine ilgi duyup onu takdir etmenin biraz yadırgatıcı olduğunun farkındayım; ama Sezar’ın hakkı Sezar’a. Cumhuriyet tarihinde Türkiye bu tür alanlarda, siyâsî alanda, din alanında böyle çok sayıda büyük insan yetiştirebilmiş değil. Hele İslâmî kesimin içerisinde çok az sayıda insan çıkmış ve bence Cumhuriyet tarihinde İslâmî harekete damgasını vuran birkaç kişiden birisidir. Ama aynı zamanda Türkiye’ye de damgasını vurmuş birisidir. Çünkü onun takipçileri, onun öğrencileri, Türkiye’de hâlâ belli anlamda etkileri olan insanlar oldular. 

Eskisi kadar güçlü değiller; tabii burada bir parantez açmak lâzım: Fethullahçılık, yani Fethullah Gülen’in de kökeninde Nurculuk var; ama Fethullah Gülen belli bir tarihten îtibâren kendini buradan ayrıştırdı. Buna Hakan Yavuz “Neo-Nurculuk” adını vermişti. Bir anlamda olabilir; ama bence Said Nursî’den hareketle Nurculuk diyoruz, Fethullah Gülen’den hareketle de Fethullahçılık demek daha doğru, ya da İngilizce’de bu genellikle “Gülenizm” diye söyleniyor. Ama onun da kökeninde Nurculuk olduğunu kabul etmek lâzım. Benim Âyet ve Slogan kitabımda önemli bir bölüm, Said Nursî’ye, Nurculuğa ve Nurculuğun değişik kollarına ayrılmıştır. Ve bunun içerisinde “Yeni Asyacılar” başlı başına bir yer tutar, ilk yeri tutar; daha sonra başka gruplar ve en son Fethullahçılık vardır. 

Taraftarlarınca Bediüzzaman Said Nursî, “Zamanın Güzelliği” diye adlandırılan Said Nursî hakkında söylediklerim nedeniyle kimi zaman kendini solcu olarak tanımlayan kişiler beni köşeye sıkıştırmaya çalışırlar. Yani neredeyse yılda bir oluyor; benim değişik zamanlarda vermiş olduğum röportajlarda Said Nursî’den olumlu olarak bahsetmem; ilginç bir şahsiyet, takdire şâyan birisi olarak bahsetmemi karşıma çıkartıp beni köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlar. Burada biraz sert kaçabilir; ama hani vardır ya? Sonradan ünlü olan birtakım, özellikle kadın sanatçıların geçmişteki, yani ünlü olmadan önceki fotoğrafları gibi… Halbuki ben o gün söylediklerimi, meselâ Âyet ve Slogan’da Nurculuk hakkında söylediklerimi, Said Nursî hakkında söylediklerimi de muhâfaza ediyorum. Yani buradan hiçbir geri adım atmışlığım falan yok; zaten geri adım atmayı gerektiren bir şey yok. Solcu birisinin İslâmî birisini okuması, merak etmesi ve onun kimi yönlerini takdir etmesi kadar doğal bir şey yoktur. Aynı şekilde tersine, bir İslâmcı’nın, sağcının, meselâ bir Deniz Gezmiş’ten, Mahir Çayan’dan olumlu olarak bahsetmesi gibi —ki bahsetmeleri gerekir; bahsetmeyenler, Erdoğan’ın o çok sevdiği tâbirle “yerli ve millî” olma özelliğini taşımayanlardır. Said Nursî hakkında dinleyicileri bu konuda yazılmış kitaplara, örneğin Şerif Mardin Hoca’nın kitabına havâle edeyim diyeyim, çok uzatmayayım. 

Nurculuk hareketine baktığımda, İslâmcılık çalışmaya başladığımda en kolay ulaştığım kanat Nurcular’ın “Yeni Asya” koluydu. Ve “Yeni Asya”dan sonra çıkan birtakım başka küçük gruplar ya da oradan ayrılıp bağımsızlığını ilân eden birtakım genç aydınlardı. Ama Nurculuğun içerisinde, meselâ “Yazıcılar” diye bilinen bir grup var ki, onlar çok küçük ve benim ilk bu işlere başladığım zamanlarda çok da ortalığa çıkmayan bir yapıydılar. Yine Nurculuk kökenli olan Fethullahçılar da tamâmen –ben 85’te bu işleri okumaya, çalışmaya başladım– uzun bir süre yeraltında diyebileceğimiz bir şey yaptılar ve kendilerini açtıkları zaman da aslında gerçek kendilerini dile getirmeye pek yanaşmadılar. Genellikle Fethullahçılar, sizin duymak istediğinizi söyler ya; sizin hoşunuza gidecek şeyler söylemeye çalışır. Benim gibi sorgulayan gazeteciler için Fethullahçılar’la konuşmak çok câzip bir şey değildi. Çünkü tamâmen vitrin konuşmaları yaparlar — ki onu da geç bir tarihte yaptılar. Ama Yeni Asyacılar böyle değildi. Mehmet Kutlular da böyle değildi. Çok dobra kişilerdi, hâlâ öyle olduklarını düşünüyorum. Açık açık konuşup tartışabilirdiniz; gizli saklı bir şeyleri muhakkak tabii ki vardır, ama hani böyle Fethullahçılar ve Süleymancılar gibi değildir. 

Bu konuda en çarpıcı örnek Süleymancılar’dır. Onlar kendilerine Süleymanlılar diyor. Ben şu âna kadar Süleymancı kimliğini taşıyan ve resmen o grup adına konuşan hiç kimseyle konuşamadım. Çok ilginçtir; asla konuşmadılar, hattâ geçenlerde yine bir aradım ettim. Hâlâ bundan imtinâ ediyorlar; ilginç bir olay, ama Yeni Asyacılar böyle değildi. Hele Mehmet Kutlular hiç böyle değildi. Kendisiyle yanılmıyorsam ilk 85’te ya da 86’da Nokta için röportaj yapmıştım. Sonra değişik tarihlerde yaptım. Hattâ bir tanesi çok ilginçtir: Doğan Grubu bünyesinde CNN Türk kuruluyor; CNN International’la anlaşılmış ve ekip toplandı. Taha Akyol genel müdür, Mehmet Ali Birand genel yayın yönetmeni ve birçok gazeteciyi topladılar, teknik eleman topladılar; ben de Taha Bey’in ilk çağırdığı gazetecilerden birisiydim ve orada çalışmaya başladım. Bayağı uzun bir süre biz CNN Türk yayına geçmeden oraya gittik, geldik; bir türlü kanal başlayamadı, ama paramızı aldık Allah için ve bu arada bizden sürekli olarak bir şeyler yapmamız isteniyordu, kurslara girdik şu bu, ama bir türlü bitmiyordu. En sonunda dediler ki: “Tamam, yakında çıkıyor ve o aylarca bekleyen, hattâ yılı aşmıştı –en aşağı bir yıl olmuştur, şimdi çok emin olamadım, bazı arkadaşlar benden daha iyi bilir ama bayağı uzun bir süre– o süre içerisinde CNN “İşte, şimdi başlıyor, şimdi başlayacak” derken, ben o tarihte –Mesut’tu yanılmıyorsam– kameraman arkadaşla Mehmet Kutlular’a –ki CNN’in binasına yakın bir yerde yerleri vardı, çok yakındı; yürüyerek bile gitmiş olabiliriz hattâ– gittik bir röportaj yaptık Mehmet Kutlular’la, Nurcular’la. Hattâ Mesut bayağı kameralar, ışıklar falan koymuştu; bayağı özendik bezendik, yeni kanal çıkacak ya, ona hazırlık yapıyoruz ve biz röportajımızı yaptık, biz ona paket diyoruz, paketi teslim ettik CNN’e ve bir şekilde ilk günler için hazır, eskimeyecek bir malzeme olarak verdik ve CNN Türk’ün ilk açılışı, lansmanı yapılıyor, Doğan Grubu’nun bütün yetkilileri, konuklar vs. ve o aylarca hazırlık yapılan CNN Türk o son gün, haber bültenine doğru dürüst bir şey bulamadığı için ve ellerinde ince işçilik olarak yapılmış tek iş benim Mehmet Kutlular röportajım olduğu için ilk haber olarak onunla girdi ve herkes neye uğradığını şaşırdı. Hani sanki CNN Türk değil de Nurcular’ın yeni kanalı hayata geçmiş gibi bir şey olmuştu; bunun bir şoku olmuştu.

Bir diğer olay da, hatırlayanlar olacaktır, 1999 Marmara Depremi’nin ardından Mehmet Kutlular, 28 Şubat’a gönderme yaparak, “Deprem ilâhî ikazdır” diye bir açıklama yaptı. Yani Marmara Depremi bir tür 28 Şubat’ın cezalandırması olarak geldi gibi bir açıklama yaptı ve uzun bir yargı süreci başladı, bayağı hapis yattı. 276 gün sonra mahkûm oldu; sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’yi mahkûm etti vs. O tarihte Mehmet Bey Adliye’de, biz de CNN’de yayındayız ve tabii kapısında gazeteciler bekliyor, ifâdesi alınacak –yanılmıyorsam Ankara’da olması lâzım– ve herkes merakla bekliyor. Ben de, o sırada Yeni Asya gazetesinin Ankara’da temsilcisiydi yanılmıyorsam, Cevher Bey’in cep telefonunu aradım ve pat diye Mehmet Bey’le konuştum ifâde vermeyi beklerken ve bütün herkes dışarıda meslektaşlar beklerken biz bütün herkesi telefonla –ki o da teknolojinin yeni medyaya girişinin bir örneğidir– herkesi atlatmıştık. 

Mehmet Kutlular deyince tabii ki en üzücü olay, kızları Vildan’ı uyuşturucudan kaybetmiş olmaları, aşırı dozdan kaybetti diye çıktı. Ama onlar ailecek ve bütün o grup, Nurcular, bunun bir derin devlet operasyonu olduğuna inandılar. Bilemiyorum; ama sonuçta kızı hayatını çok erken yaşta kaybetti. Onun kendisinde çok büyük bir travma yarattığını biliyorum. Bir keresinde Müge ile beraber –bilmeyenler için, Müge eşimdir– Hatay’a gitmiştik ve nasıl olduysa bir şekilde denk geldik ve Mehmet Bey’in arabasıyla bir yerden bir yere kadar gitmiştik. Müge de kendisiyle tanışmıştı; hattâ ona da öldüğünü söylediğimde bayağı üzüldü, o da çok hoş sohbet birisiydi, direkt birisiydi ve yani böyle hani nasıl söyleyeyim, lâfı dolandırmayan birisiydi. Tam benim tarzım birisiydi diyelim. Ve bu zamana kadar, açık söylemek gerekirse 85’ten bu yana tanıdığım çok sayıda değişik gruptan, cemaatten insan oldu — kimisini çok yakından, kimisini mesâfeli tanıdım. Bu süreç içerisinde, tabii ki herkes değişir, değişmek de kötü bir şey değildir; ama omurga diye bir şey vardır. O omurgayla da gidersiniz. Bu süre içerisinde, dışarıdan bir tanık olarak, gözlemci olarak, birçok insanın başladığı yerle vardığı yer arasında çok ciddî farklılık olduğunu gördüm. Bu bir değişim diye anlatılacak ve anlayışla karşılanacak bir şey değil; fakat meselâ Mehmet Kutlular bu anlamda benim 1985’te tanıdığım Mehmet Kutlular’dır — ilkeleri, duruşu, perspektifi son âna kadar hep aynıydı, başkaları da var tabii. O anlamıyla kendisini bir kere daha buradan saygıyla anmak istiyorum. 

Nurcular’ın en çarpıcı özelliklerinden birisi zor dönemde konuşabilmeleri oldu. O biraz da Said Nursî’den kaynaklanıyor olabilir. Said Nursî’nin de böyle bir özelliği var, bir savaşçı kimliği var. Mesela Nurcular 12 Eylül’ün Anayasası’na karşı alenen hayır kampanyası yapabilmiş bir harekettir. Türkiye’de o sırada 12 Eylül’ün etrafına, 12 Eylülcü generallerin etrafına üşüşen bir yığın İslâmî iddialı kişi varken –ki içlerinde Nurcular da vardı–, onlar, Yeni Asyacılar, o tarihte 12 Eylül Anayasası’na karşı pekâlâ bir kampanya başlatabilmişlerdi, yapabilmişlerdi. Ve bunun karşısında da başlarına iş almışlardı. Daha sonra AKP’nin değişik uygulamalarına da açık açık karşı çıktılar ve referanduma da karşı çıktılar. Son dönemde de hâlâ şu hâliyle baktığımız zaman Türkiye de bugün îtibâriyle AKP’ye eleştirel olup kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan ender cemaatlerden birisi ve bu nedenle de bayağı sorun yaşıyorlar. Kutlular Bey’in sağlığı da tam bunun ortasında sağlığı bozuldu; bayağı bir dışında kaldı, hattâ Yeni Asyacılar’ın Erdoğan yanlısı tutum almasını isteyen bâzıları da bunu Mehmet Kutlular’ın etkisinin artık azalmasına bağladılar; ama benim bildiğim Mehmet Kutlular, AKP ve Erdoğan’a öyle çok sempatik bakan birisi değildi. 

Evet, Nurculuk, Türkiye Cumhuriyet tarihinde önemli çok önemli bir yer tutan bir hareket; Said Nursî zaten öyle birisi, Mehmet Kutlular da Nurculuğun en önde gelen gruplarından, gazeteden hareketle “Yeni Asyacılar” diye bilinen grubun en eski, onların kullandığı tâbirle “Abilerden” birisiydi ve 83 yaşında hayatını kaybetti. Kendisini bir kere daha rahmetle anıyorum. Bitirmeden önce tekrar şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Türkiye’de özgür ve bağımsız medyanın var olması için çaba sarf eden kişi ve kurumlara lütfen elinizden geldiğince yardımcı olun, sahipsiz bırakmayınız. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.